Çocukluk travmaları, herhangi bir kişinin yaşamı üzerinde derin bir etkiye sahip olmasıyla zor ve acı verici deneyimlerden biri oluyor. Çocukluğun travmaları yetişkinliğin üzerinde duygusal bunalıma neden de olabilir.
Çocukluk travması, bireylerin yaşamının ilk yıllarında maruz kaldıkları zorlayıcı deneyimler arasında yer alır. Genellikle bu deneyimler duygusal, fiziksel, aile içi şiddet ve terk edilme gibi olayları içerebilirler. Çocukluk döneminde kimlik oluşumu da olduğundan bireyin genel yaşam alanları da oluşmaya başlar.
Çocuklar sürekli eleştiri, küçük düşürme ya da duygusal ihmaller ile karşı karşıya kaldığında ortaya travmatik olgular çıkar. Bir diğer sorunlardan olan terk edilme ve aile içi şiddet çocukların duygusal ve fiziksel olarak o ortam da doğrudan zarar görmesine neden olur.
Bir çocuk ona bakım veren kişiden yeteri kadar ilgi ve destek görürse yetişkinlik döneminde travmasıyla alakalı belirtiler daha az olur. Ancak bunun tam tersi durumlarda yaşanan her türlü olumsuzluk bir kişinin yaşamı boyunca hayatında önemli yerler edinir.
Özellikle duygusal bağlar insanlar ile ilişki kurmayı hedeflediğinden erken yaşta öğrenilmeye başlanır. Yaşımın ilk yıllarında hayatta kalabilmek için ihtiyaç duyulan, güvenilen kişiler zarar vermeye başladığında ya da eksiklik yaşandığı zaman yetişkinlik döneminde iletişim kurmak oldukça zorlayıcı olur.
Çocukluk çağındaki deneyimler hayatımızdaki yaşanan tüm olayların şekillenmesine olanak sağlar. Yakın ilişkiler kurmak ya da kaçınma davranışları bu dönemde başlar. Bu anlamda güvene dayalı bir ilişki kurmak da bu yoldan geçer.
Sürekli olarak bir korku içinde olan bireyler geçmişte yaşadıkları travma ile gelecek yıllarda sevdikleri tarafından önemsenmediğini ya da umursanmadığını düşünürler. İlişkilerde kurdukları güvenler genellikle tam olarak gerçekleşmez.
Kendilerine verilen değerin hep bir fazlasını isterler. Ancak kendileri bir değer ya da sevgiyi vermede pek de iyi olamazlar. Genellikle uygunsuz, suçlayıcı ve yönlendirici davranışlar sergilerler. Bir de kişinin sürekli özür dilemesi, kendini haksız görmesi ve mahcubiyet davranışlar da sergilerler.
Böyle bir durum yaşanmaması için ailelerin yapması gerekenler ise oldukça basittir. Çocuklar ile açık iletişim kurmalılar. Güvenli ve destekleyici bir ortam sağlanmalı, eğitim ve bilinçli bireyler yetiştirme üzerine yavaş benimsemeliler. En önemlisi ise empati ve anlayışlı olmalılar.
Bu tür davranışlar yapılmazsa 2025 yılı sonrası için hayat tam anlamıyla kabusa dönüşebilir. Özellikle de teknolojinin de ilerlemesi birçok sorunu da beraberinde getirir. Yalnızlaşan bireyler kendi sanal dünyasını kurar.
Kurulan bu sanal dünya aslında oldukça tehlike barındırır. Bireyler gerçeklik algısını tümden kaybeder. Hayatları sadece internet ortamı olur. Sağlıklı düşünme sağlanamaz ve yaptığı her hareketi doğru algılar. Adeta kendisine ve çevresine düşman olurlar. Bu sebeple çocukluk dönemleri oldukça sorunsuz geçmelidir. Gerekirse bir yardım alınarak sağlıklı büyüme alanı oluşturulmalıdır.