Kategoriler
UYGULAMALAR
İstanbul
TGRTHABER.COM.TR | ÖZEL HABER
İsrail'in Gazze'ye 42 gündür aralıksız süren saldırılarına tepki gösteren Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ''Ey İsrail, sende atom bombası var mı?'' sorusu tüm dünyanın dikkatini çekti. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ''İsrail bir terör devletidir'' sözlerine karşılık açıklama yapan İsrail, atom bombası sorusuna ise cevap vermedi. "Gazze'ye nükleer bomba atılması olasılıklardan biri" açıklaması yapan aşırı sağcı Miras Bakanı Eliyahu'nun apar topar kabineden uzaklaştırılması ise şüpheleri arttırdı.
Nükleer silahlar 9 ülke'de bulunuyor. ABD ve Rusya'daki nükleer savaş başlıkları ise dünyadakilerin yüzde 93'ünü oluşturuyor.
İsrail, 'Amimut (nükleer belirsizlik) politikası' sebebiyle nükleer silah sahibi olduğunu kasıtlı olarak inkar ediyor. Ayrıca İsrail'in nükleer programıyla ilgili araştırma yapan İsrailli gazeteciler de devlet tarafından ciddi cezalarla ve soruşturmalarla karşı karşıya kalıyor. 1986 yılında eski nükleer mühendis Mordechai Vanunu, Sunday Times'a İsrail'in nükleer programı hakkında derinlemesine bir röportaj verdikten sonra İsrail güvenlik güçleri tarafından kaçırıldı ve 18 yıl hapis yattı.
Bu ürpertici gerçek yüzünden İsrail'in nükleer programı hakkında bilgi sahibi olan kişilerin, medyaya konuşup bilgi verme konusunda kabul edilebilir bir şekilde isteksiz oldukları ve açık kaynak araştırmacıların İsrail'in nükleer gücünü analiz etme yeteneklerini zayıflattığı anlamına geliyor. Geçtiğimiz 20 yıl boyunca tarihçiler Avner Cohen ve William Burr, İsrail'in şeffaf olmayan nükleer politikasının daha önce bilinmeyen detaylarını ortaya çıkaran ve bunları halkın erişimine sunan araştırmalara paha biçilmez katkılarda bulundular.
İsrail'in nükleer silah programı, ülkenin ilk başbakanı David Ben-Gurion'un İsrail'in Arap komşularının birleşik konvansiyonel güç üstünlüğünü dengelemek için bir "Nükleer Sigorta Planı" araştırmaya başladığı 1950'lerin ortalarına kadar uzanıyor. Tarihçi Avner Cohen bu konuda şöyle diyor:
“Ben-Gurion'un nükleer projeyi başlatma kararlılığı, iyi düşünülmüş bir plandan ziyade stratejik sezgilerin ve takıntılı korkuların sonucuydu. İsrail'in artık silahlanma yarışında Araplarla rekabet edemeyecek durumda olması durumunda bir "sigorta poliçesi" olarak ve aşırı askeri acil durumlarda son çare olarak nükleer silahlara ihtiyaç duyduğuna inanıyordu."
Ben-Gurion, İsrail'in nükleer programını yönetmesi için daha sonra İsrail'in başbakanı olacak olan Şimon Peres'i görevlendirdi. Peres'in liderliğinde İsrail, 1957'de Fransa'dan araştırma reaktörü ve plütonyum ayırma teknolojisini içeren önemli bir paketin yanı sıra Norveç'ten 1959 yılında 20 ton ağır su satın aldı. 1958'in başlarında Dimona yakınlarında Negev Nükleer Araştırma Merkezi'nin temeli atıldı.
'Ağır su', plütonyumun kimyasal ayrıştırma ile atom bombası yapabilmek için kullanılıyor. 'Ağır su' geliştirme teknolojisi olmadan nükleer silah yapmak mümkün olmuyor. Bu da İsrail'in bu tarihten itibaren nükleer silah geliştirmiş olabileceği şüphesini kuvvetlendiriyor.

Negev'in asli görevi her zaman nükleer silah geliştirmekti fakat ABD istihbaratının 1958'de nükleer silah inşa ettiğinin farkına varmasından sonra bile, bir on yıl daha bunun gerçek amacını anlamadı. Bu büyük ölçüde İsrail'in Amerikalı müfettişleri, Negev'in sivil kullanıma yönelik olduğuna ikna ettiyi oldukça başarılı bir aldatma ve dezenformasyon kampanyasından kaynaklanıyordu. Aldatma kampanyası, ABD'li yetkililere Negev'in merkezinde bir tekstil fabrikası olduğunu söylediklerinde yetkililer bu yalana inanmışlardı.
İsrailli yetkililer bu tesisin sivil bir yapı olduğuna ikna etmek için sürekli Negev tesisinin nükleer silah üretmek için gerekli kimyasal yeniden işleme tesisine sahip olmayan tamamen sivil ve normal bir araştırma tesisi olduğunu belirttiyorlardı. Araştırmacı gazeteci Seymour Hersh'ün "Samson'un Tercihi İsrail Amerika ve Bomba" adlı kitabında İsrail'in aldatma planının kısa bir açıklaması yer alıyor:
“Dimona'da sahte kontrol panelleri ve yirmi dört megavatlık bir reaktörün (İsrail'in Dimona reaktörünün öyle olduğunu iddia ettiği) termal çıktısını tam çalışırken ölçtüğü anlaşılan bilgisayar cihazlarıyla donatılmış sahte bir kontrol odası inşa edildi. İsrailli teknisyenler, Amerikalılar geldiğinde herhangi bir yanlış adım atmaktan kaçınmaya çalışırken, sahte kontrol odasında kapsamlı eğitim oturumları düzenlendi. Amaç, müfettişleri hiçbir kimyasal işleme tesisinin bulunmadığına veya var olmadığına ikna etmekti."

O zamanlar 'yi doğrudan eski Başbakan Şimon Peres'e sormaya sevk etti:
"Nükleer belirsizlik" terimi bazı açılardan kulağa çok iddialı bir ifade gibi geliyor, ama bu sadece bir abartı öyle değil mi? Yoksa aldatmanın örtmecesi mi?
Peres soruya cevap vermedi ancak aldatmanın gerekliliğini doğruladı:
“Biri sizi öldürmek isterse ve siz de hayatınızı kurtarmak için hileye başvurursanız, bu ahlaka aykırı değildir. Düşmanımız olmasaydı aldatmaya ihtiyacımız olmazdı."