Torpil, kayırmacılık ve iltimas gibi olgular üzerine sıkça şikâyet ederiz, bazen bu haksız uygulamalar nedeniyle mağdur oluruz. Bazen kalıcı çözümler üretmek yerine sadece şikâyet etmeyi yeğleriz. "Hamili kart yakınımdır" gibi bir algıyı, daha adil ve liyakate dayalı bir yapıya dönüştüremez miyiz? Makamların yeterlilik tanımlamaları ve o makama gelme aşamaları açık şekilde tanımlanarak “hamili yakınımdır” sorunu azalabilir. Hatta tamamen kalkabilir. Çünkü kişiler bir makama ulaşmak için kesin kuralları olan becerilere sahip olunca ulaşabileceklerini bilirler. Toplumları ve sistemleri çökerten uygunsuzluklar, çoğunlukla içsel dinamiklerden kaynaklanmıyor mu? Kurumlarımızın veya takımlarımızın başarısı, ancak liyakat ile mümkün olmaz mı? Başarısızlıklarımızda kolay olan suçu dışarıda aramak yerine, zor olan içsel sorunlara odaklanamaz mıyız? Yapılan çalışmalar liyakat sistemini benimseyen takımlarda çalışan bağlılığının, verimliğin, ehil çalışanların iş yerinde kalma oranının, finansal başarının arttığı görülmektedir.
Öz geçmişlerimizde yer alan referans kavramını nasıl geliştirebiliriz? Bu konu üzerinde düşünmek önemli. Geçenlerde, çok sevdiğim bir arkadaşım, tanıdığı birinin iş bulmasına yardımcı olabileceğimi söyledi. CV'sini görmek istediğimde, karşımda iyi bir bölümden mezun ancak iş deneyimi olmayan bir kişi buldum. Okul sırasında veya sonrasında hiç staj yapmamış, proje takımında yer almamış. Kendisine, ücretsiz olarak konusu ile ilgili bir yerde staj yapmasını önerdim; çünkü bu şartlarda şirketlerin onu işe alması zor. Ne yazık ki, toplumda böyle örneklerle sıkça karşılaşıyoruz. Bu yüzden, "hamili yakınımdır" gibi bir algıyı sorgulamak ve liyakati ön plana çıkarmak gerektiğine inanıyorum.
Liyakat eksikliğinden şikâyet ederiz, ama sorunları neden çözemediğimizi pek sorgulamayız; belki de bu, kültürümüze işlemiştir. Yetkili pozisyonlarda kalifiye olmayanlara neden müsamaha gösteriyoruz? Kalifiye olmayan birini işe almak, sadece o kişiyi değil, bulunduğu rolü de tehlikeye atmıyor mu? Buna rağmen eş dostu işe alarak bize borçlu olan çalışanları tercih etme eğiliminde olabiliyoruz. İşin kendisinden ziyade, bağımlı çalışanlara sahip olmak daha mı önemlidir? Değerli olan iş mi, yoksa işe aldığımız kişiler mi? Aile bağları, siyasi ilişkiler veya coğrafi konum nedeniyle yetkinlikten yoksun kişileri terfi ettirmek, bindiğimiz dalı kesmek anlamına gelmiyor mu? Bu bağları koparmak, ilgili herkesin çöküşüne yol açmaz mı? Neden kurumun uzun vadeli başarısı yerine günü kurtarmaya odaklanıyoruz?
Çoğumuz torpil, adam kayırma ve iltimas gibi kavramlardan yakınıyoruz; bu tür işe alımlar veya terfiler nedeniyle haksızlığa uğradığımızı hissediyoruz. Peki, bu sorunları çözmek için ne gibi uzun vadeli adımlar atıyoruz? Sürekli şikâyet etmek yerine, "Hamili kart yakınımdır" söylemine yeni bir yapı ve algı kazandırmak mümkün değil mi?
Artık "hamili yakınımdır" uygulamasına son vermeliyiz ki yarınlarımız daha parlak olsun. Bunun yerine, tavsiye mektuplarının gücüne odaklanabiliriz. Hayal edin: Bir mezun, meslek lisesi “AMP” programından mezun olmuş. Lise yılları boyunca birçok proje takımında aktif rol almış ve yoğun bir ilgiyle kendini adamış. Yaz aylarında, eğitim alanıyla ilgili bir işletmede gönüllü olarak çalışmış ve program gereği son yılında yarı zamanlı bir işte görev almış. Görevlerinde sürekli hevesli, yenilikçi bir yaklaşım sergileyerek şirketi ileriye taşıma kararlılığını akranlarına ve üstlerine göstermiş.
Şimdi başka birini düşünelim. Meslek lisesi “ATP” programından mezun olmuş. Lise yıllarında elektrikli araç takımında siber güvenlik konularında uygulama yaparak değerli deneyimler kazanmış aynı zamanda hidrojen araçları takımında halkla ilişkiler rolünü üstlenmiştir. Üniversite hayatı boyunca nesnelerin interneti ve yapay zekâ içerikli çeşitli proje takımlarında yer almıştır. Haftada bir gününü reel sektörde iş deneyimine ayırmıştır. Seminerlere, sempozyumlara, fuarlara ve ilgili diğer etkinliklere katılmıştır. Ayrıca İngilizce becerilerini geliştirmiş ve çalışma alanındaki konularda uluslararası yayınları takip etmektedir. Sosyal sorumluluk projelerine de katkıda bulunan bu üniversite mezunu, geleceğe umutla bakan nitelikli ve ahlaklı biridir.
Bu kişiler mezun olduklarında, şirketler onları işe almak için sıraya girecektir. Bu tür öğrencilere tavsiye mektubu vermek gerçekten büyük bir keyiftir. Referanslarını asla mahcup etmeyeceklerdir. Umarım gelecekte onların sayısı artar. Gelişen kuruluşlar; sosyal, küresel eğilimleri takip ederek ve akademik uygulamaların ön saflarında yer alarak rekabet üstünlüklerini sürdürebilirler. Toplulukları daha iyi yönetmek ve yönlendirmek için bilinçli kararlar alabilen, veriden faydalanarak isabetli kararlar alabilen liyakatli bireylerin artması dileğimle.
Metaverse, son dönemde hayatımıza hızlı bir giriş yaptı ve gündemimizi meşgul etmeye devam ediyor. Özellikle Facebook'un adını Meta olarak değiştirmesi ve metaverse planlarını açıklaması, tüm dünyada geniş yankı buldu. İnternetin geleceği olarak tanıtılan metaverse, ülkemizde de büyük ilgi gördü.
Bizler, bir inşaat ülkesi olarak, genlerimizde arazi yatırımına olan merakla bu fırsatı kaçırmadık. Kimimiz Boğaz Köprüsü’nün bir ayağını, kimimiz Boğaz’daki yalıları satın aldı. Hatta, büyük bir holdingde çaycı olarak çalışan birinin, metaverse'de şirket binasını bulup “Bir gün patrona satar mıyım?” diye düşündüğüne bile şahit oldum.
Peki, bu metaverse nedir? Gerçekten internetin geleceği mi? Yatırım fırsatı mı? Yoksa var olan düzenin bize yeni bir ambalajla sunulduğu bir oyun mu?
Alternatif Dünyalara Kaçış
Gerçek dünyayı o kadar kötü kullandık ki, karşımıza çıkan ilk alternatif dünya fikri, hepimizi harekete geçirdi. Metaverse, kimimiz için "Alice Harikalar Diyarında" gibi bir macera, kimimiz için yeni iş fırsatları, kimimiz içinse işimizi kaybetme korkusu olarak popülerliğini sürdürüyor.
Metaverse, "öte evren," "evren ötesi" ya da "sanal dünya" gibi çeşitli şekillerde tanımlanıyor. Bilgisayarlar, akıllı cihazlar, VR gözlükleri ve 3D kullanıcı arayüzleri ile erişime açılması planlanıyor. Zaman ve mekân kavramlarını aşmayı hedefleyen, internet sitelerinin çok daha renkli ve etkileşimli bir hâli olarak tanımlanabilir. Ancak metaverse'i birkaç açıdan ele almak gerekir.
Açık ve Kapalı Metaverse'ler
Metaverse'leri genel olarak ikiye ayırabiliriz: açık ve kapalı metaverse'ler. Açık metaverse'ler, blokzincir tabanlı, kripto paralar ve NFT’lerle entegre olmuş, DAO (merkeziyetsiz otonom organizasyon) ile yönetilen sistemlerdir. Kapalı metaverse'ler ise bir merkeze bağlı, bir sahibi olan ve tek bir kişinin tüm sistemin kontrolünü elinde bulundurabildiği yapılardır.
Sıklıkla duyduğumuz, ancak anlam veremediğimiz NFT'ler burada önemli bir rol oynar. Metaverse'de satın aldığınız arazi, üzerine inşa ettiğiniz yapılar, kıyafetler ve aksesuarlar gibi sahiplik gerektiren her şey NFT olarak değerlendirilir. NFT’ler, dijital dünyada sahipliği tanımlayan varlıklardır. Ve evet, bu sanal dünyaların ayakta kalabilmesi için bir ekonomiye ihtiyaç var. İşte bu ekonomi, sık sık yanlış anlaşılan kripto paralarla şekillenir.
Metaverse ve İnsanlık
Kripto paralar ve NFT’ler, metaverse'lerin temel yapı taşlarını oluşturuyor. Bu yüzden metaverse’i değerlendirirken, teknolojiyi bir bütün olarak ele almak önemlidir. Henüz yolun başındayız; bu yüzden yanlış anlaşılmalar ve fırsatçılar olacaktır. Ancak tarihte her yeni teknolojiye karşı önyargı olmuştur. Yine de, bu teknolojiye sırt çevirmemenizi tavsiye ederim. Metaverse’in temelleri yıllardır artırılmış gerçeklik (AR) ve sanal gerçeklik (VR) çalışmalarıyla atılıyor. Şimdi ise ekonomi ve değer yaratma potansiyeli taşıyan yeni bir yapı hâline dönüşüyor.
Yeni teknolojilere önyargıyla yaklaşmak yerine, kendi iş veya hobi alanlarınızda nasıl fayda sağlayabileceğinizi düşünmenizi öneririm. Metaverse sayesinde belki de farklı sebeplerle sağlık hizmetlerine veya seyahat fırsatlarına ulaşamayan insanlar, ihtiyaçlarını daha kolay karşılayabilecek.
Unutmayın, konu her zaman teknoloji değil, insanlıktır. Doğru kullanırsanız, bu teknoloji ile neler yapılabileceğini daha iyi anlama şansınız olabilir. Engelli bir insanın dilediği gibi gezebilmesini sağlamak ya da eğitimi sınır tanımadan, deneyim dolu bir hâle getirmek bizim elimizde. Hatta ben, büyükannem için bir "umreverse" tasarlamayı düşünüyorum! Yaşlılar ve sağlık durumu uygun olmayanlar için de metaverse, beklenmedik çözümler sunabilir.
Metaverse, aynı zamanda iş sağlığı ve güvenliği gibi önemli alanlarda da devrim yaratabilir. Dünyanın en popüler metaverse platformlarına baktığımızda, Decentraland, Sandbox ve Roblox gibi örnekleri görüyoruz. Her ne kadar Roblox tam anlamıyla bu kategoriye girmese de, yarattığı farkındalık nedeniyle bu sıralamayı hak ediyor.
Bu yeni dünya, en farklı düşünen ve hayal gücü güçlü insanların dünyası olacak gibi görünüyor.
Geleneksel izleri taşıyan lezzetler, coğrafi işaretin güvencesiyle yörelerinin mührünü taşırken, yenilikçi dokunuşlarla harmanlananlar da patentin koruması altında özgün bir kimlik kazanır.
Coğrafi işaret tescili ile patenti karıştırmamak lazım. Patentli gıda ürünleri, genellikle inovatif yeni bir lezzet, farklı bir üretim yöntemi veya özgün bir bileşim gibi yenilikçi özelliklere sahip olur. Misal Kahramanmaraş iline ait coğrafi işaretli bir dondurma, “Arı Ekmeği Katkılı Keçi Sütlü Dondurma” üretim yöntemi ile patent alabiliyor. Daha bunun gibi dondurma ve tatlı sektöründe birçok patent var. Coğrafi işaretli ürünü, özelliklerini yerine getiren herkes ticaretini yapabilirken, patentli ürünü kimse satamaz, satsa da bedel ödemek zorunda.
Patent, gastronominin derinliklerinde yatan mucit bir ruhun somut ifadesidir.
Her gelişmiş fikir, her benzersiz tarif ya da benzersiz teknik, bir patenti hak eder. Gastronomi dünyasında da patent almak, sadece bir buluşu korumak değil, aynı zamanda o buluşun sahibine bir nevi saygı duymaktır. inovatif bir zihin, kâğıdın üstüne döktüğü yeni tat için bir kimlik oluşturur.
Bir yemeğin patentini almak, onun hikâyesini koruma altına almak demek.
Gastronomide patent almak, yemek kültürünü sadece yaşatmak değil, aynı zamanda onu gelecekte de sürdürebilmek anlamı taşır. Patentin varlığı, bir ülkenin mutfak mirasını koruma altına alır ve bu mirası başka coğrafyalara taşır. Öyle ki, bir coğrafyaya özgü baharat karışımı, özgün bir pişirme yöntemi ya da farklı bir sunum biçimi, patent sayesinde uluslararası alanda tanınır. Bu süreç, sadece şeflerin değil, aynı zamanda ülkelerin gastronomi alanında bir kimlik oluşturmasını sağlar.
‘Türkiye Patent Hareketi’ni biliyor musunuz?
Benim de yakındığım tanıdığım Adres Patent ’in değerli yöneticileri Ali Çavuşoğlu ve Derya Kılıç önderliğinde yürüyen Türkiye Patent Hareketi, ülkemizde inovasyon ve buluşçuluk ekosistemini güçlendirmeyi amaçlayan önemli bir sivil toplum kuruluşu. Bu hareket, toplumun her kesiminde patent bilincini artırmak, farkındalık oluşturmak ve ülkemizin patent sayısını artırmaya katkı sağlamak için çeşitli etkinlikler ve eğitim faaliyetleri düzenliyor.
Peki, patent neden önemli?
Bir ülkenin kalkınması, sanayisinin gelişmesi ve refah seviyesinin artması, doğrudan o ülkenin patent zenginliğiyle doğru orantılı. Türkiye Patent Hareketi de bu gerçeği göz önünde bulundurarak, ülkemizin patent üretimini artırmak ve böylece ekonomik büyümeye katkı sağlamak amacıyla çalışmalar yürütüyor.
“TÜRKİYE 1 MİLYON PATENTE KOŞUYOR” projesiyle de adından söz ettiren ve ülkede patent konusunun önemsenmesine de ön ayak olmuş bu hareket dernekleşti ve önümüzde yıllarda da bu dernek çatısı altında güzel ve verimli çalışmalara imza atacak gibi görünüyor.
Kısaca yeni yapılan genel kuruldan bilge vermek gerekirse
"Patent Hareketi Derneği” benim de katıldığım ilk olağan genel kurul toplantısını 24 Eylül 2024 tarihinde yaptı. Gündemin birinci maddesi gereği, toplantının açılış konuşmasını yönetim kurulu adına dernek başkanı Av. Ali Çavuşoğlu yaptıktan sonra divan başkanlığı seçimine geçildi. Divan Başkanlığına Av. Mustafa Göksu, Başkan Yardımcılığına Salih Keskin, Kâtip Üye olarak da Halil İbrahim Yılmaz oybirliği ile seçilirken, yönetim kurulu faaliyet raporu Dernek Yönetim Kurulu Başkanı Av. Ali Çavuşoğlu tarafından okundu ve ibra edildi. Tahmini bütçe raporunun ibrasından sonra yeni dönem için yönetim ve denetim kurullarının seçimine geçildi. Yapılan oylama sonucunda Av. Ali Çavuşoğlu güven tazeleyerek Yönetim Kurulu Başkanlığı görevine tekrar seçildi.
Yönetim Kuruluna Seçilen Asıl Üyeler; Av. Ali Çavuşoğlu, Dr. Öğr. Üyesi Ali Kurt, Av. Mustafa Göksu, Salih Keskin, Derya Kılıç Yedek Üyeler; Halil İbrahim Yılmaz, Murat Eltutan, Erol Yumuk, Barış Boy, Koray Şahin
Patent, gastronominin anonimlikten kurtulup bireyselliğe evirildiği o ince çizgide durur.
Bir aşçı ya da gastronomi uzmanı, yıllar boyunca edindiği deneyimlerle ve ince damak zevkiyle bir lezzeti öyle bir boyuta taşır ki, artık o anonim olmaktan çıkar, adeta bir imza haline gelir. Şefin bir yemeği, tıpkı bir sanatçı gibi kendi özgün imzasını taşıyan bir eser haline getirmesi ve bunu patentleyerek koruması, gastronomide inovasyonun değerini artırır.
Özgün yemek tarifleri, özenle seçilmiş malzemeler, ustalıkla uygulanan teknikler ve aşçının buluşçu dokunuşlarıyla ortaya çıkan bir lezzet, patentle korunarak değeri artırılan birer sanattır. Patent sayesinde, bir tarifin ya da yöntemin kaybolması veya tarih sahnesinden silinmesi de önlenir.
Gastronomide patent, aynı zamanda rekabetin ve gelişmişliğin kapısını aralar. Şefler, patentli bir ürüne ya da tekniğe ilgi duyarak kendi sınırlarını zorlar, daha inovatif, daha özgün lezzetler peşinde koşar. Böylece mutfak kültürü, sıradanlıktan kurtulur, sürekli yenilenir ve gelişir. Patent, inovatif düşünceyi körükler, şeflerin ve gastronomi uzmanlarının ellerinde bir meşale gibi yanar.
Gastronomide patent almak, bir yemeğin geleceğe yönelik mirasının sahiplenilmesidir.
Yalnızca o anın değil, yıllar sonra da damak zevkine hitap edebilen bir yenilik oluşmasını sağlar. Yüzyıllar boyu aktarılan geleneklerin modern dokunuşlarla buluştuğu bu süreçte, patent bir köprü işlevi görür. Geçmişten geleceğe uzanan bu köprünün her taşında, her bir şefin hayali, emeği ve imzası oluşur.
Patent, bir yeniliğin ve bir inovatif düşüncenin yasal olarak kabul edilmiş halidir. Böylece mutfak sanatları yalnızca lezzetlerle değil, aynı zamanda fikirlerle de anılır hale gelir.
Son söz Ali Çavuşoğlu’ndan:
Bir buluş yap ülken kazansın!
Bir buluş yap firman kazansın!
Bir buluş yap sen de kazan!
Bir buluş yap gastronomi kazansın (bunu ben ekledim)
Fenerbahçe kazandı…
Sadece bir maçı kazanmadı…
Sezon başında hocasını aşağılayan, küçümseyenlere karşı kazandı…
Galatasaray’a yapılan kollamaları legalleştiren medyaya karşı kazandı…
Fenerbahçe’nin önüne her türlü engeli çekenlere karşı kazandı.
Fenerbahçe’nin hocası derbiye çıkacakken başka hoca ile anlaştığını söylenlere karşı kazandı…
Fenerbahçe’yi dün sahada skandal bir kararla 10 kişi bırakan Arda Kardeşlere karşı kazandı.
Fenerbahçe’yi tek başına sistemle savaştıran kendi camiasının dinamiklerine karşı kazandı.
Fenerbahçe’yi 96 puan toplamasına karşılık Galatasaray’dan çok aşağıda görenlere karşı kazandı.
Fenerbahçe’nin oyuncularının emeklerini yok sayanlara karşı kazandı.
Fenerbahçe dün kaybederse diye hazırlık yapan, koreografi hazırlayanlara karşı kazandı.
Fenerbahçe futbolcularının sahada sevinmesine bile tahammül edemeyenlere karşı kazandı.
Fenerbahçe Mehmet Büyükekşi’ye karşı kazandı.
Fenerbahçe TFF’ye karşı kazandı…
Fenerbahçe kazandı…Bu yılın legal şampiyonu Fenerbahçedir…
Konya ve Sivas maçlarında çalınan 4 puan olmasa bugün şampiyonluk kutlayacak olan Fenerbahçe hem de 10 kişiyle hem de rakibine şut bile çektirmeden kazandı…
Fenerbahçe başarısızlığı için sistem oluşturanlara karşı kazandı.
Rakibini futbol olarak ezen, hakemin aleyhine tüm kararlarına karşı 10 kişi ile bir onur mücadelesi veren bu takım tarihe çoktan geçti bile.
İsmail Kartal’ın onur mücadelesi, Mert Hakan’ın formasına sahip çıkışı, maç sonunda Fenerbahçe bayrağını yöneticilerin elinden almayan çalışan stad müdürüne ders verilmesi, Ali Koç’un bir filmin final sahnesi gibi kahramanca oraya gelmesi dünkü maçın tarihe geçen anlarıydı.
Fenerbahçe Başkanı ne zaman nerede olması gerektiğini bilir. Ali Koç dün olması gereken zamanda olması gereken yerdeydi. Takımını ve camiasını sahipsiz bırakmadı ve Fenerbahçe kazandı.
Mehmet Büyükekşi uykusuz geçen dün geceden sonra bugün yeni numaraları ile ortaya çıkacaktır. Türk futbol tarihinde olmadığı kadar bir takımın şampiyonluğunu isteyen bu TFF 2 ay sonra belki gidecek ama yaptıkları tarihin en karanlık sayfalarında yer alacak. Asla unutulmayacak.
Dün gece oynanan maç da unutulmayacak. Sahada çaresiz kalan Galatasaray, 10 kişi ile destansı bir mücadele veren Fenerbahçe asla unutulmayacak. 2200 kişi ile 50 bin Galatasaraylıyı susturan Fenerbahçeli taraftarlar asla unutulmayacak. Bu maçı tek başıma kazanacağım diyen Mert Hakan unutulmayacak. Fenerbahçeli unutmayacak…Bu takımı şampiyon olsa da olmasa da tarihin en güzel yerine yazacak. Bu takımı kalbine kazıyacak. Bu destansı geceyi çocuklarına anlatacak.
Onlara diyecekler ki siyasiler, TFF, medya, kendi camiamızdaki bazı kişiler istememesine rağmen 10 kişi ile direndik. 2200 kişi ile susturduk…Gittik, yendik, döndük…
Bugün okullara Fenerbahçe forması ile giden çocuklar. Sizin mutluluğunuzu çalanlarla tarih hesaplaşacak…Sizin gülümsemenizi çalanlara dersini tarih verecek…
Huzurlu ve dengeli bir yaşamın peşinde olanlar için çıkan yeni kitabıma dair bilgileri sizlerle kısaca paylaşmak istiyorum.
Bu kitap haftanızı 8 güne, gününüzü 48 saate çıkarmayacak ama var olan zamanınızı hayatınızın bütününü daha verimli, anlamlı, keyifli değerlendirebilmeniz için alan oluşturmanıza dair şeyler öğretecek ve düşündürecek.
Zamanı Yönetme Becerisi
isimli kitabımı niye yazdım?‘
Hiçbir şeye yetişemiyorum’
’Kendime ayıracak vaktim yok’
‘İş ve ev arasında hayatım sıkışıp kaldı’
‘Zaman geçiyor ama isteklerimi gerçekleştiremiyorum
"Bu şikayetler size tanıdık geliyor mu?
GERÇEK SORUN NEDİR?
Günümüz dünyasında çoğumuz benzer şikayetlerde bulunuyoruz: Zaman yetmiyor! İş, aile, sosyal hayat derken kendimize vakit ayıramadığımızı fark ediyoruz.
Peki, gerçekten sorun zamanın yetersizliği mi?
Yoksa zamanı, hayatımızdaki diğer önemli kişileri ve isteklerimizi, kendimizi de dahil ederek yönetebilseydik, yine aynı şikayetlerde bulunur muyduk?
Hayatımızı nasıl daha anlamlı ve verimli hale getirebiliriz?
HAYATIN ALTIN KURALI
Eğer siz de bu sorulara yanıt arıyorsanız, hadi, birlikte yol haritası çıkaralım…
Amacım,
‘zamanım yok
’ engeline takılmadan arzu ettiğimiz hayatın gerçekleştirebileceğimiz kısımlarını yaşayabilmek.‘HAYIR’ DEMEYİ BİLMEK
Zaman yönetimi tüm becerileri öğrenme sürecinde olduğu gibi önce bilinçli bir çaba gerektirir, sonrasında doğal bir beceri haline gelir
. İstemek ve istediklerimizi hayatımıza entegre etmek altın kural!
Kitapta, zaman yönetimi için taktik, teknik ve stratejiler sunuyorum. Ancak bunların tek başına yeterli olmadığını özellikle vurguluyor ve örneklendiriyorum. Zamanı nasıl yöneteceğinizi bilseniz de mutlu hissetmeyebilirsiniz. Tüm stratejilere hakim olsanız bile,
‘hayır’
demekte zorlanıyorsanız zaman yine kontrolünüzden çıkar.HAYATI BÜTÜN OLARAK GÖREBİLME
Bu kitap, zamanı sadece işlerinizi halletmek için değil, hayatınızı bir bütün olarak görebilmeniz için yazıldı.
Zaman, terazi gibidir.
Hayatı o teraziye yerleştirirseniz ve istikrarlı şekilde bu yolda ilerlerseniz hayatın tadını çıkarmamak için hiçbir sebep yok.ÜRETKENLİK İÇİN STRATEJİLER
Zamanı Yönetme Becerisi kitabım 10 bölümden oluşuyor.
Zamanın ne anlama geldiği, boş zamanın ruh sağlığımıza etkisi, zamanı yönetmenin psikolojik engelleri, ek beceriler (hayır diyebilme, hedef belirleme, erteleme), zaman tuzakları ve hırsızları, verimlilik ve üretkenlik için zaman yönetimi stratejileri gibi konuları ele alıyor
. Zaman yönetimi, sadece stratejileri ve teknikleri bilmekle sahip olabileceğimiz bir beceri değil bunu da vurguluyor.HERKES İÇİN BİR REHBER
Zamanı Yönetme Becerisi kitabım herkes için yazıldı. Rolümüz her ne olursa olsun çocuk, anne/baba, öğrenci, eş, arkadaş vs… iş hayatında, aile içinde veya kişisel gelişim yolculuğunda zamanı daha iyi yöneterek hayatının akışını daha iyi hale getirmek isteyen herkesin bu kitaptan esinleneceği bilgiler var.
Bunun yanı sıra danışanlarıyla beceri çalışması yapmak isteyen meslektaşlarım da faydalanabilir.
Evli ve iki çocuklu bir kadın olarak, kendi hayatımda deneyip uyguladığım ve klinik psikolog olarak danışanlarımla üzerinde
çalıştığım zaman yönetimi becerisi, sadece bir beceri değil, aynı zamanda hayatın tadını daha fazla çıkartmak için bir vesiledir.
Benim zamanı yönetmekle ilgili
motivasyonum, işleri bitirmek değil, hayal ettiğim günlük akışı yaşayabilmek
. Bu perspektifle düşündüğünüzde, zaman yönetimi keyifle sahip olunan bir beceri haline geliyor. Daha az stres, daha fazla sakinlik, üretkenlik ve verimlilik, daha anlamlı bir yaşam
. Eğer siz de bu yolculuğa çıkmak istiyorsanız,Zamanı Yönetme Becerisi
kitabımın size eşlik etmesini isterim.Her beceri gibi, zaman yönetimi de üzerine çalışıldığında etkili olur.
Ancak nihai hedef, sürekli olarak zamanı ya da bir şeyleri yönetmek değil, bu beceriyi doğal bir yaşam tarzına dönüştürmektir
Bir bakmışsınız, zamanı yönetiyorsunuz ve hayatınızda boşluklar oluşuyor. Unutmayın, kitap sadece bir araçtır. Asıl iş sizde…
Türk siyasetinde son dönemde dikkat çeken isimlerden biri olan Yavuz Ağıralioğlu, özellikle son zamanlarda merkez sağ ve muhafazakâr seçmen üzerindeki etkisiyle gündemde yer buluyor. Uzun yıllar Muhsin Yazıcıoğlu'nun yardımcısı olarak siyaset yaptıktan sonra, İYİ Parti saflarında siyasetin önemli figürlerinden biri olarak adından söz ettiren Ağıralioğlu, partisinden ayrılmasıyla birlikte farklı bir liderlik vizyonuna sahip olduğu izlenimini daha da güçlendirmişti. Onu diğer siyasi figürlerden ayıran en önemli unsur ise kararlı duruşu, net söylemleri ve halkın özlediği samimi siyaseti yansıtıyor olması.
Yavuz Ağıralioğlu, siyaset sahnesine çıktığı günden beri karakteriyle farkını ortaya koymuş bir isim aslında. O, ne popülist söylemlere başvuran ne de geleneksel siyasetçilerin kullandığı ezberlenmiş politik dilin ardına saklanan bir lider. Çok farklı bir mizaç ve liderlik sergiliyor bence. Ağıralioğlu’nun en belirgin özelliklerinden biri, halkın nabzını iyi tutabilmesi ve sözünü esirgemeyen tavrıyla geniş bir kesime hitap edebiliyor olması bence. Özellikle merkez sağ siyasette, güçlü bir ses olacak gibide duruyor.
Ayrıca, ideallerinden ödün vermeyen tutumu onu, siyasetin "farklı" bir aktörü olarak konumlandırıyor. Türkiye’de siyaset sahnesinde uzun süredir eksik olan “açık ve net” lider figürünü temsil ediyor. Halk, klasik siyaset anlayışından sıkılmışken, Ağıralioğlu’nun getirdiği bu duruş, bir umut ışığı yakmış gibi görünüyor.
Siyasete yeni bir soluk getirebileceği izlenimi ise özellikle parti kurma çalışmalarına hız vermesiyle pekişiyor. Türkiye’nin mevcut siyasi yapısında kutuplaşmanın ve kutuplaştırıcı söylemlerin yükseldiği bir dönemde, Ağıralioğlu’nun “birleştirici” dil kullanması ve milli değerlere vurgu yaparak herkesi birleştirici bir siyaset yapması, geniş bir yelpazede seçmen kitlesini çekebilecek potansiyele sahip olduğunu gösteriyor. Kendi partisinde de aynı çizgiyi sürdüreceği sinyallerini veren Ağıralioğlu, merkez sağ ve muhafazakâr değerleri merkezine alan ama aynı zamanda Türkiye’nin toplumsal ve ekonomik sorunlarına çözüm üreten bir vizyon ortaya koymayı amaçlıyor.
Ağıralioğlu’nun liderliğinde kurulacak bir siyasi parti, Türkiye’nin siyaset arenasında gerçekten bir fark oluşturabilir mi? Bu sorunun cevabı, büyük ölçüde onun ortaya koyacağı siyasi program, ekibi ve söylemlerinin halkta nasıl bir yankı uyandıracağına bağlı. Ancak şu bir gerçek ki; Ağıralioğlu, alışılmış kalıpların dışında bir siyasi figür ve mevcut siyasi iklimde birçok seçmenin arayışta olduğu “yeni bir soluk” olabilir. Özellikle genç seçmenler ve siyasetten umudunu kesmiş geniş kitleler, Yavuz Ağıralioğlu'nun samimiyetine ve çözüm odaklı siyaset anlayışına karşılık verebilir.
Son olarak şunları söylebilirim: Yavuz Ağıralioğlu Türk siyasetine yeni bir dinamik getirebilir. Karakteri, duruşu ve açık sözlülüğüyle halkın güvenini kazanabilecek potansiyele sahip olan bu lider, Türkiye’nin siyasi geleceğinde önemli bir figür olabilir. Tabii ki, bunun gerçekleşmesi için kuracağı partinin toplumsal sorunlara yönelik somut çözümler sunması ve geniş bir tabanı kucaklaması gerekiyor. Siyaset dünyası Ağıralioğlu'nun adımlarını dikkatle izliyor, çünkü bu yeni liderin, siyasetteki tıkanıklığı aşacak bir seçenek sunma ihtimali oldukça yüksek.
Türkiye'de ciddi bir Filistin direnişine destek veren kitle var. İnsanımız hangi düşünceye sahip olursa olsun Filistinli Müslümanları acısını her zaman hissediyor.
Yirminci yüzyılda Ortadoğu’nun petrol ve Filistin olmak üzere iki önemli meselesi oldu. Son zamanlara bakıldığında Gazze Türkiye gündeminden hemen hemen hiç düşmemektedir.
Türkiye’de ciddi bir Filistin direnişine destek veren kitle var. İnsanımız hangi düşünceye sahip olursa olsun Filistinli Müslümanları acısını her zaman hisseder. Hatta Filistin halkını Arap dünyasından ayrı bir yerde tutar. Yine Türk devletinin Kıbrıs gibi bir Filistin stratejisi hep oldu.
7 Ekim’de Aksa Tufanı ile başlayan ve hala Lübnan saldırıları ile devam eden gelişmeler bir Kudüs ittifakına dönüşecek mi göreceğiz. Sadece Kudüs değil işgal altında diğer bölgede İsrail’in saldırganlığı Filistin halkının mücadelesi devam ediyor.
Tarihsel olarak bakarsak; Birinci Dünya Savaşı devam ederken, 16 Mayıs 1916 tarihinde İngiltere öncülüğünde, Fransa ve Rusya’nın da kabul ettiği Sykes-Picot Anlaşması imza altına alındı. Bu üç devlet oluşturdukları taksim haritasında “kahverengi bölge” diye adlandırdıkları Filistin topraklarını, savaştan sonra Avrupa devletleri denetiminde özel bir idareye kavuşturma kararlaştırıldı. Ardından yaklaşık bir buçuk yıl sonra Kudüs, Aralık 1917’de İngilizler tarafından işgal edildi. İngiltere 1917 Kasım’ında, Filistin’de, Yahudiler için bir yurt oluşturulmasını desteklediğini açıkladı. Yine İngiltere, Balfour Deklerasyonu ile de siyonist projeye desteğini açıktan belirten bir ülkedir.. Bunun yanında İngiltere dışında İtilaf Devletleri’nin tamamı da destek vermişlerdir. 1919 Haziran ayında kabul edilen Milletler Cemiyeti Sözleşmesi’nin 22. maddesi ile de Osmanlı Devleti’nin toprağı olan eski Arap vilâyetlerine, İngiliz mandası himayesine girdi. İngiltere, 1920 Nisan ayında yapılan San Remo Konferansı’nda, Filistin’de manda yönetimini tanıyarak kendisi üstlendi. Bu tarihten itibaren Filistin meselesi yeni bir döneme girdi. Yahudilerin örgütlenmelerine, toprak almalarına ve Filistin’e göç etmelerine artmaya başladı. Böylece İsrail devletin gayri meşru şekilde kurulmasının önü açılmış oldu.. İsrail Devleti gayri meşru bir şekilde 1948 tarihinde ilan edildi.,1861’den başlayan 1948 tarihine kadar İngiltere, İsrail Devleti’nin kurulmasını sağladı. Daha sonra destek işini Amerika üstlendi.
Birinci Dünya Savaşı sıralarında Basra, Irak’ın tamamı, Akabe, Kutsal topraklar, Filistin, Ürdün, Lübnan ve Suriye gibi geniş Orta Doğu topraklarının Osmanlı idaresinden çıkmıştır. Günümüzde bu topraklarda gözyaşı dinmemektedir.
1948 sonrası
Filistin sorunu temelinde Osmanlı’nın bölgeden çekilmesi ile başlasa da Ortadoğu’da 14 Mayıs 1948’de David Ben Gurion başkanlığında Tel-Aviv'de Yahudi Milli Konseyi toplandı. Burada gayri meşru İsrail devletini kurduğunu ilan edildi. Günümüzde kadar Ortadoğu’nun uzun soluklu etnik, dini ve toprak paylaşımı temellerine dayalı bir sorunu haline gelen bir insanlık mücadelesi var. 2. Dünya Savaşı sonrası şekillenen yeni dengeler sonucu süreç başladı.
Aynı topraklar üzerinde hak iddia edilmesinden dolayı bakış açısı Filistin işgalini başkalaştırma çabalarının bir ürünüdür. Spesifik olarak, aynı topraklar üzerinde hak iddia eden Filistin ve İsrail toplulukları arasında olan sorun olarak gözükse de yıllara yayılan bir işgal var ortada. Tarafların etnik dini yapısı ve bölgenin jeopolitik öneminden dolayı uluslararası bir sorun haline gelmiş durumda. Arap ülkeleri ve ABD için oldukça hassas olan Filistin meselesi Türkiye için de çok özel ve farklı bir durumdadır. Tarihsel birtakım sorumlulukların yanında Türkiye’de kedini muhafazakâr demokrat, milliyetçi, sosyal demokrat veya sosyalist olarak nitelendiren kesimlerin her biri Filistin davasına farklı anlamlar ve bağlamlar yükleyerek benimseyerek kendilerini konumlamışlardır. Filistin meselesi Kudüs özelinde hiçbir ülkede Türkiye’de olduğu gibi bir amaç birliği oluşmamıştır. Bunun yansıması en son TBMM yayınlanan Filistin ile ilgili kınama metnine HDP’nin imza atmışıdır. Diğer konularda imza koymayan HDP kendine oy veren Filistin duyarlılığı olan kesimi görmezden gelemedi. Özellikle Erdoğan döneminde Filistin meselesinde şüphesiz Türkiye ciddi adımlar attı.. Buna paralel olarak ülkemizde de mesele daha çok gündeme geldi.
MESCİD-İ AKSA’NIN STATÜSÜ
Günümüzde İsrail ve destekçilerinin gücü Doğru Kudüs başkent olan bir Filistin Devleti’nin tüm dünyada tanınmasını engellemektedir. Mekke’de Beytullah, Medine’de Mescid-i Nebevi’ye silahlı girilememektedir. Aksa için silahsızlandırılması ve Filistinlileri koruyucu bir askeri gücünde Doğu Kudüs’e getirilmesi için İsrail zorlanmalıdır. Aynı şekilde Gazze’de bir ateşkes ablukanın kaldırılması için uluslararası baskı artırılmalıdır. Mısır mutlaka Refah kapısını açmalıdır. Tüm bunlar için çok çaba ve etkin diplomasi gerekli. En önemlisi Müslümanların yaşadığı ülkeler daha çok adım atmalıdır.
Metaverse, son dönemde hayatımıza hızlı bir giriş yaptı ve gündemimizi meşgul etmeye devam ediyor. Özellikle Facebook'un adını Meta olarak değiştirmesi ve metaverse planlarını açıklaması, tüm dünyada geniş yankı buldu. İnternetin geleceği olarak tanıtılan metaverse, ülkemizde de büyük ilgi gördü.
Bizler, bir inşaat ülkesi olarak, genlerimizde arazi yatırımına olan merakla bu fırsatı kaçırmadık. Kimimiz Boğaz Köprüsü’nün bir ayağını, kimimiz Boğaz’daki yalıları satın aldı. Hatta, büyük bir holdingde çaycı olarak çalışan birinin, metaverse'de şirket binasını bulup “Bir gün patrona satar mıyım?” diye düşündüğüne bile şahit oldum.
Peki, bu metaverse nedir? Gerçekten internetin geleceği mi? Yatırım fırsatı mı? Yoksa var olan düzenin bize yeni bir ambalajla sunulduğu bir oyun mu?
Alternatif Dünyalara Kaçış
Gerçek dünyayı o kadar kötü kullandık ki, karşımıza çıkan ilk alternatif dünya fikri, hepimizi harekete geçirdi. Metaverse, kimimiz için "Alice Harikalar Diyarında" gibi bir macera, kimimiz için yeni iş fırsatları, kimimiz içinse işimizi kaybetme korkusu olarak popülerliğini sürdürüyor.
Metaverse, "öte evren," "evren ötesi" ya da "sanal dünya" gibi çeşitli şekillerde tanımlanıyor. Bilgisayarlar, akıllı cihazlar, VR gözlükleri ve 3D kullanıcı arayüzleri ile erişime açılması planlanıyor. Zaman ve mekân kavramlarını aşmayı hedefleyen, internet sitelerinin çok daha renkli ve etkileşimli bir hâli olarak tanımlanabilir. Ancak metaverse'i birkaç açıdan ele almak gerekir.
Açık ve Kapalı Metaverse'ler
Metaverse'leri genel olarak ikiye ayırabiliriz: açık ve kapalı metaverse'ler. Açık metaverse'ler, blokzincir tabanlı, kripto paralar ve NFT’lerle entegre olmuş, DAO (merkeziyetsiz otonom organizasyon) ile yönetilen sistemlerdir. Kapalı metaverse'ler ise bir merkeze bağlı, bir sahibi olan ve tek bir kişinin tüm sistemin kontrolünü elinde bulundurabildiği yapılardır.
Sıklıkla duyduğumuz, ancak anlam veremediğimiz NFT'ler burada önemli bir rol oynar. Metaverse'de satın aldığınız arazi, üzerine inşa ettiğiniz yapılar, kıyafetler ve aksesuarlar gibi sahiplik gerektiren her şey NFT olarak değerlendirilir. NFT’ler, dijital dünyada sahipliği tanımlayan varlıklardır. Ve evet, bu sanal dünyaların ayakta kalabilmesi için bir ekonomiye ihtiyaç var. İşte bu ekonomi, sık sık yanlış anlaşılan kripto paralarla şekillenir.
Metaverse ve İnsanlık
Kripto paralar ve NFT’ler, metaverse'lerin temel yapı taşlarını oluşturuyor. Bu yüzden metaverse’i değerlendirirken, teknolojiyi bir bütün olarak ele almak önemlidir. Henüz yolun başındayız; bu yüzden yanlış anlaşılmalar ve fırsatçılar olacaktır. Ancak tarihte her yeni teknolojiye karşı önyargı olmuştur. Yine de, bu teknolojiye sırt çevirmemenizi tavsiye ederim. Metaverse’in temelleri yıllardır artırılmış gerçeklik (AR) ve sanal gerçeklik (VR) çalışmalarıyla atılıyor. Şimdi ise ekonomi ve değer yaratma potansiyeli taşıyan yeni bir yapı hâline dönüşüyor.
Yeni teknolojilere önyargıyla yaklaşmak yerine, kendi iş veya hobi alanlarınızda nasıl fayda sağlayabileceğinizi düşünmenizi öneririm. Metaverse sayesinde belki de farklı sebeplerle sağlık hizmetlerine veya seyahat fırsatlarına ulaşamayan insanlar, ihtiyaçlarını daha kolay karşılayabilecek.
Unutmayın, konu her zaman teknoloji değil, insanlıktır. Doğru kullanırsanız, bu teknoloji ile neler yapılabileceğini daha iyi anlama şansınız olabilir. Engelli bir insanın dilediği gibi gezebilmesini sağlamak ya da eğitimi sınır tanımadan, deneyim dolu bir hâle getirmek bizim elimizde. Hatta ben, büyükannem için bir "umreverse" tasarlamayı düşünüyorum! Yaşlılar ve sağlık durumu uygun olmayanlar için de metaverse, beklenmedik çözümler sunabilir.
Metaverse, aynı zamanda iş sağlığı ve güvenliği gibi önemli alanlarda da devrim yaratabilir. Dünyanın en popüler metaverse platformlarına baktığımızda, Decentraland, Sandbox ve Roblox gibi örnekleri görüyoruz. Her ne kadar Roblox tam anlamıyla bu kategoriye girmese de, yarattığı farkındalık nedeniyle bu sıralamayı hak ediyor.
Bu yeni dünya, en farklı düşünen ve hayal gücü güçlü insanların dünyası olacak gibi görünüyor.
Kıdem tazminatının işçiye işten çıktığı tarihte Fesih sebebine bağlı olarak ödenmesi gerekmektedir. İşçi işveren tarafından haksız nedenlerle işten çıkartılmış ise işçiye işten çıkartıldığı tarihte kıdem tazminatının ödenmesi gerekmektedir. Aynı şekilde işçi haklı nedenlerle işten ayrılmış ise yine işçiye işten ayrıldığı tarihte kıdem tazminatının ödenmesi gerekmektedir.
Çok kere işçinin haksız sebeplerle işten çıkartıldığı veya iş sözleşmesini haklı nedenlerle feshederek işten ayrıldığı tarihte işçiye kıdem tazminatının ödemesinin yapılmadığı ve ödemenin ne zaman yapılacağına dair de somut bir açıklamanın yapılmadığı görülmektedir. İşçi, işveren tarafından haksız olarak işten çıkartılmış veya işçi tarafından yapılan haklı fesih işveren tarafından da kabul edilmiş ise işçiye iş çıkış tarihinde ne kadar kıdem ödemesi ve diğer işçilik alacaklarının olduğunu gösterir çıkış bordrosunun hazırlanarak verilmesi ve imzasının alınması gerekmektedir. Böylece işçi işten ayrıldığı tarihte kendisine ne kadar kıdem tazminatı ve başkaca işçilik alacaklarının ödeneceğini bilecek ve işveren ile bu konuda mutabık olacaktır. İşverenin, çıkış bordrosunu işçiye imzalattıktan sonra ödemenin en geç ne zaman yapılacağını da somut olarak işçiye bildirmesi gerekmektedir. Hmm bu noktada dikkat edilecek en uzun en önemli husus ise işçinin iş çıkış tarihinde kendisine imzalı atılmak istenen çıkış bordrosunu ve ibraname iyi mutlaka rakam ödenecek olan rakamları kontrol ederek imzalaması gerekmektedir. İşçi hak ettiğinden daha az tutarların yer aldığı bir çıkış bordrosunu imzalanmalı ve işvereni de ibra etmemelidir. Zira bu halde işçi hak ettiğinden daha düşük bir ödeme alacak ve sonrasında işçinin yapılan ödemeden memnun kalmaması halinde açacak olduğu davada zorluklarla karşılaşması muhtemel olacaktır.
İŞÇİNİN KIDEM ALACAĞI İŞTEN ÇIKIŞ TARİHİNDE MUACCEL OLACAKTIR
Yani kıdem tazminatı işçinin iş çıkış tarihinde, işçi tarafından talep edilebilir hale gelmiş olacaktır. Bu sebeplerle işçiye kural kıdem tazminatının işten ayrıldığı tarihte ödenmesidir. Bunun yanı sıra işverene kıdem tazminatını ödeme konusunda makul bir süre verilecek ise de bu serenin en geç en yakın maaş ödeme günü olarak somutlaştırılabileceği söylenebilir. Kıdem tazminatı ödemesi konusunda işçinin mağdur edilmemesi önemli olup kıdem tazminatının iş çıkış tarihinde ödenmesi mevzuat gereğidir. İşçiye iş çıkış tarihinde kıdem tazminatı ödenmez ise bu tarihten itibaren kıdem tazminatına bankalarca uygulanan en yüksek mevduat faizi işleyecektir. Yani işçinin kıdem tazminatının ödenmediği her gün için işverenden bankalarca uygulanan en yüksek mevduat faizi talep etme hakkı vardır.
KIDEM TAZMİNATI ÖDENMEYEN İŞÇİ NE YAPMALIDIR
İşçi işveren uyuşmazlıklarında arabuluculuk zorunlu hale getirilmiş olup bu sebeplerle kıdem tazminatı ödenmeyen işçinin ilk yapacağı iş zorunlu arabulucuya başvuru yapmak olmalıdır. Zorunlu arabulucuya başvuru yapacak olan işçinin bu hususta öncelikle iş hukukunda uzman bir avukattan yardım alması en doğrusu olacaktır. Bunun yanı sıra işçinin adliyelerde bulunan arabuluculuk bürolarından da zorunlu arabulucuya başvurma şansı bulunmaktadır. Fakat arabuluculuk sürecinde işveren karşısında daha zayıf konumda olan işçinin kendisini iş hukukunda uzman bir avukat aracılığıyla temsil ettirmesi, işçinin hak kaybına uğramasının önüne geçilmesi açısından en uygunudur. Zira işçi işverenden almayı hak ettiği kıdem tazminatının hesaplanmasını tam olarak yapamayabileceği gibi işveren tarafından daha az ödemeye ikna edilmeye de çalışılabilecektir. Bu hususta işçinin arabuluculuk süreçlerini iyi bilmesi ve arabuluculuk sonucunda bir anlaşmaya varılması halinde dava yolunun kapanacağını bilmesi önemlidir. Bu süreçte arabulucu da işçiyi ve işvereni yönlendirme konusunda veya bilgi verme konusunda arabuluculuk kanunu ve etik kurallarıyla bağlı olup işçinin bu süreçte kendini güçsüz hissetmemesi için kendisini bir avukat ile temsil ettirmesi önemlidir.
ARABULUCULUK SÜRECİ SONUNDA KIDEM TAZMİNATI ÖDENMEYEN İŞÇİ NE YAPMALIDIR
Arabuluculuk sürecinde işveren ile anlaşma sağlayamayan işçi yani arabuluculuk sürecinde de kıdem tazminatı ve diğer işçilik alacaklarını işverenden alamayan işçi arabuluculuk süreci sonunda düzenlenmiş olan anlaşmama tutanağı ile artık işverene karşı dava açabilir hale gelecektir. İş çıkışında kıdem tazminatı ödenmeyen ve bu sebeplerle zorunlu arabulucuya başvurmak zorunda kalan işçinin arabuluculuk süreci sonunda da kıdem tazminatı ödenmemiş ise artık Yapılması gereken işverene karşı dava açmak olmalıdır. Tazminatı ödenmeyen ve arabuluculuk sürecinde de işveren ile anlaşma sağlayamayan işçinin artık kıdem tazminatının ödemesini alabilmesi için işverene karşı dava açmaktan başka yolu bulunmamaktadır. İşçinin dava açmadan işvereni ödemeye zorlayabilmesinin başkaca imkanı yoktur. Arabuluculuk sürecinde olduğu gibi işçinin dava sürecinde de kendisini iş hukukunda uzman bir avukat ile temsil ettirmesi çok önemlidir. Zira açılacak olan davada ispat şartları, hangi delillerin öne sürüleceği, nelerin talep edilebileceği, delillerin mahkemeye sunulma süresi, nelerin mahkemede delil olarak kullanılabileceği, tanık dinletilmesi, kimlerin tanık olarak dinletilebileceği, kaç tanık dinletilmesi gerektiği gibi yargılama safhalarına bağlı birçok ayrıntı iş hukukunda uzman bir avukat tarafından bilineceğinden kişinin avukatsız olarak bir davayı açması ve devam etmesi çok zor olacak ve dava sürecinde usul kurallarına bağlı hatalar yapılmasına sebebiyet verebilecektir.
Torpil, kayırmacılık ve iltimas gibi olgular üzerine sıkça şikâyet ederiz, bazen bu haksız uygulamalar nedeniyle mağdur oluruz. Bazen kalıcı çözümler üretmek yerine sadece şikâyet etmeyi yeğleriz. "Hamili kart yakınımdır" gibi bir algıyı, daha adil ve liyakate dayalı bir yapıya dönüştüremez miyiz? Makamların yeterlilik tanımlamaları ve o makama gelme aşamaları açık şekilde tanımlanarak “hamili yakınımdır” sorunu azalabilir. Hatta tamamen kalkabilir. Çünkü kişiler bir makama ulaşmak için kesin kuralları olan becerilere sahip olunca ulaşabileceklerini bilirler. Toplumları ve sistemleri çökerten uygunsuzluklar, çoğunlukla içsel dinamiklerden kaynaklanmıyor mu? Kurumlarımızın veya takımlarımızın başarısı, ancak liyakat ile mümkün olmaz mı? Başarısızlıklarımızda kolay olan suçu dışarıda aramak yerine, zor olan içsel sorunlara odaklanamaz mıyız? Yapılan çalışmalar liyakat sistemini benimseyen takımlarda çalışan bağlılığının, verimliğin, ehil çalışanların iş yerinde kalma oranının, finansal başarının arttığı görülmektedir.
Öz geçmişlerimizde yer alan referans kavramını nasıl geliştirebiliriz? Bu konu üzerinde düşünmek önemli. Geçenlerde, çok sevdiğim bir arkadaşım, tanıdığı birinin iş bulmasına yardımcı olabileceğimi söyledi. CV'sini görmek istediğimde, karşımda iyi bir bölümden mezun ancak iş deneyimi olmayan bir kişi buldum. Okul sırasında veya sonrasında hiç staj yapmamış, proje takımında yer almamış. Kendisine, ücretsiz olarak konusu ile ilgili bir yerde staj yapmasını önerdim; çünkü bu şartlarda şirketlerin onu işe alması zor. Ne yazık ki, toplumda böyle örneklerle sıkça karşılaşıyoruz. Bu yüzden, "hamili yakınımdır" gibi bir algıyı sorgulamak ve liyakati ön plana çıkarmak gerektiğine inanıyorum.
Liyakat eksikliğinden şikâyet ederiz, ama sorunları neden çözemediğimizi pek sorgulamayız; belki de bu, kültürümüze işlemiştir. Yetkili pozisyonlarda kalifiye olmayanlara neden müsamaha gösteriyoruz? Kalifiye olmayan birini işe almak, sadece o kişiyi değil, bulunduğu rolü de tehlikeye atmıyor mu? Buna rağmen eş dostu işe alarak bize borçlu olan çalışanları tercih etme eğiliminde olabiliyoruz. İşin kendisinden ziyade, bağımlı çalışanlara sahip olmak daha mı önemlidir? Değerli olan iş mi, yoksa işe aldığımız kişiler mi? Aile bağları, siyasi ilişkiler veya coğrafi konum nedeniyle yetkinlikten yoksun kişileri terfi ettirmek, bindiğimiz dalı kesmek anlamına gelmiyor mu? Bu bağları koparmak, ilgili herkesin çöküşüne yol açmaz mı? Neden kurumun uzun vadeli başarısı yerine günü kurtarmaya odaklanıyoruz?
Çoğumuz torpil, adam kayırma ve iltimas gibi kavramlardan yakınıyoruz; bu tür işe alımlar veya terfiler nedeniyle haksızlığa uğradığımızı hissediyoruz. Peki, bu sorunları çözmek için ne gibi uzun vadeli adımlar atıyoruz? Sürekli şikâyet etmek yerine, "Hamili kart yakınımdır" söylemine yeni bir yapı ve algı kazandırmak mümkün değil mi?
Artık "hamili yakınımdır" uygulamasına son vermeliyiz ki yarınlarımız daha parlak olsun. Bunun yerine, tavsiye mektuplarının gücüne odaklanabiliriz. Hayal edin: Bir mezun, meslek lisesi “AMP” programından mezun olmuş. Lise yılları boyunca birçok proje takımında aktif rol almış ve yoğun bir ilgiyle kendini adamış. Yaz aylarında, eğitim alanıyla ilgili bir işletmede gönüllü olarak çalışmış ve program gereği son yılında yarı zamanlı bir işte görev almış. Görevlerinde sürekli hevesli, yenilikçi bir yaklaşım sergileyerek şirketi ileriye taşıma kararlılığını akranlarına ve üstlerine göstermiş.
Şimdi başka birini düşünelim. Meslek lisesi “ATP” programından mezun olmuş. Lise yıllarında elektrikli araç takımında siber güvenlik konularında uygulama yaparak değerli deneyimler kazanmış aynı zamanda hidrojen araçları takımında halkla ilişkiler rolünü üstlenmiştir. Üniversite hayatı boyunca nesnelerin interneti ve yapay zekâ içerikli çeşitli proje takımlarında yer almıştır. Haftada bir gününü reel sektörde iş deneyimine ayırmıştır. Seminerlere, sempozyumlara, fuarlara ve ilgili diğer etkinliklere katılmıştır. Ayrıca İngilizce becerilerini geliştirmiş ve çalışma alanındaki konularda uluslararası yayınları takip etmektedir. Sosyal sorumluluk projelerine de katkıda bulunan bu üniversite mezunu, geleceğe umutla bakan nitelikli ve ahlaklı biridir.
Bu kişiler mezun olduklarında, şirketler onları işe almak için sıraya girecektir. Bu tür öğrencilere tavsiye mektubu vermek gerçekten büyük bir keyiftir. Referanslarını asla mahcup etmeyeceklerdir. Umarım gelecekte onların sayısı artar. Gelişen kuruluşlar; sosyal, küresel eğilimleri takip ederek ve akademik uygulamaların ön saflarında yer alarak rekabet üstünlüklerini sürdürebilirler. Toplulukları daha iyi yönetmek ve yönlendirmek için bilinçli kararlar alabilen, veriden faydalanarak isabetli kararlar alabilen liyakatli bireylerin artması dileğimle.
Deneyip başarısız olmuş bir planı, çok önemli bir maçta bir kez daha uygulamaya sokmak çok büyük hatadır. Lugano deplasmanında sezonun en kötü oyununu oynamışsın. 6-7 gol pozisyonu verip üzerine üç tane yemişsin. O maçta Rafa Silva‘yı solda denemişsin, Masuaku- Rafa Silva ikilisi olmamış ve sen Ajax maçında aynı planı uygulamaya çalışıyorsun. Üstelik 17 yaşındaki gencecik çocuğu bu zorlu deplasmanda ilk 11’de deniyorsun, yetmedi orta sahada Onana Al Musrati ikilisi ile çıkıyorsun. İşleyen planı bozmak şımarıklıktır.
Beşiktaş ilk Avrupa Ligi maçında beklentinin çok altında kaldı. Kaybedebilirsin, kazanabilirsin de ama maçı hiçbir şey yapmadan sıfır şutla kapatamazsın Ajax öyle eski Ajax değil. Onların da sorunları vardı, çok güzel moral olduk. Beşiktaş, Onana gibi bir oyuncuyu kadrosunda tutarak çok büyük hata yapmıştır Onana değil, Beşiktaş’ın seviyesinde, Süper Lig’de herhangi bir Anadolu takımında bile oynayamaz. Onana‘nın tüm maliyeti yaklaşık 10 milyon Euro. Beşiktaş’a Onana‘yı getirenleri tarih affetmeyecek. Transfere sebep olan dönemin teknik direktörünü de başkanını da unutmayacağım.
Ayrıca bu sezon yabancı kontenjanı sorunu varken Onana’yı kadroda tutmak da çok büyük hataydı. Can Keleş’e para yokken 2,75 milyon Euro vermek de çok büyük hata ve saçmalıktı.
Hocayı yeterince övdük, göklere çıkarttık yanlış yaptığı zaman da yanlış yapıyor demesini bileceğiz. Bu taraftar hocayı bağrına soktu, büyük teveccüh gösterdi o da bunun karşılığını verecek. Ajax karşısında ne rakibi analiz edebilmiş, ne de Beşiktaş’ı tanıyabilmiş! Bambaşka bir hoca vardı, gereksiz işler peşinde koştu. Dünkü ağır mağlubiyetin başlıca sorumlusu hocadır, diğeri de sayın Hasan Arat’tır.
Transfer döneminde Can Keleş için verilen para yerine, iyi bir kanat ve bir de bek alınabilseydi, Beşiktaş’ın açıkları biraz daha kapanmış olacaktı. Netice itibari ile derhal yanlışlardan dönülmeli, bu ağır mağlubiyetin travmaya dönüşmesinin önüne geçilmelidir. Kayserispor deplasmanında mutlak üç puan alınmalıdır ve son olarak da bu ağır mağlubiyet için hoca ve sayın Hasan Arat Beşiktaş taraftarından özür dilemelidir.
Çözen Kazanır bilgi yarışmasında canlı yayında ödüllerin büyüyeceğini söylemiştim. Mesela bugün en yüksek puanı alana iPhone 15 vereceğiz. Önümüzdeki günlerde, haftalarda, aylarda, arsa, araba hatta belki de ev bile hediye edersek şaşırmayın. Benden şimdiden söylemesi.
O yüzden yarışmacı olmanız önemli. Dijitalden, reklama, televizyondan, yazılıma tüm birimlerimiz ve ekiplerimiz bu büyük ödüller için şartlar ve kuralları belirliyorlar. Belki de büyük ödüller için şartlardan biri Çözen Kazanır’a şu kadar kez (sayı henüz belli değil) yarışmacı olarak katılmış olanlar şeklinde düzenlenebilir. O yüzden bizi ne kadar yakından takip eder, ne kadar çok yarışmamıza katılırsanız kazanmak için şansınız da o kadar yüksek olacaktır.
Bu arada her gün düzenli olarak dağıttığımız 5000 liralık hediyemiz de artabilir. Tüm bunlar yarışmacılarımızın ve izleyicilerimizin sayısının şu ana kadar katlanarak artmasının devam etmesiyle bağlantılı.
Takip edenler biliyordur. Bu yazıda yeni format ve ödüllerle ilgili yeni gelişmeleri duyurmak istedim. Ödüllere biraz değindim. Formata gelince…
Zaman zaman yarışmayı renklendirmek için ünlü simaları da yarışmaya dahil edebiliriz. Canlı yayın esnasında stüdyoda yanımda sevdiğiniz isimler olabilir. Bugün bunun ilkini gerçekleştireceğiz. Malumunuz bugünlerde futbol çok konuşuluyor. Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş’tan 3 spor yazarı bugün konuğum olacak. Birer soru da onlar soracak. İsimleri merak ediyorsanız Çözen Kazanır’ı X’ten (twitter), Instagram’dan ve Facebook’tan henüz takip etmemişsiniz demektir.
Yeri gelmişken takip etmenizi tavsiye edeyim. Çünkü her gün bir soruyu da yarışma öncesi sosyal medya hesaplarımızdan paylaşıyoruz ve siz de takip etmeyenlere göre yarışmaya avantajlı başlamış oluyorsunuz.
“Çözen Kazanır” Bilgi Yarışmamız öncelikle 3 hafta önce TGRT EU’dan yayınlanmaya başladı.
Geçen hafta itibarıyla da TGRT Haber’de Prime Time saat diliminde saat 21:00’de yayınlanmaya başladı.
Duymamış olanlar için söyleyeyim, izlerken dahi keyif aldığınız bilgi yarışması programlarına bu formatla yeni bir soluk getirdik. TGRT Haber’de yayınlanmaya başlamasıyla birlikte şu an için onbinlerce kişi bizimle o saatte yarışmacı oluyor.
“Çözen Kazanır” 15 sorudan oluşan bir bilgi yarışması. İlk 13 soru aklınıza gelen, gelmeyen pek çok kategoriden bilgiye dayalı sorular.
Coğrafya, Felsefe, Psikoloji, Tıp, Tarih, Matematik, Kimya, Fizik, Müzik, Sinema, Futbol, Mutfak bunlardan sadece bir kaçı.
Her sorunun 30 saniye süresi var. Sorular için TGRT Haber ya da TGRT EU televizyon kanallarınızın açık olması önemli.
Soruları da internetteki bir takım platformlardan takip etmeye kalkarsanız TV yayını gecikmeli olarak yansıdığı için her soruya ayrılan zamanı geriden takip etmiş olursunuz. Sistemde sizi zamanında cevap verememiş olarak algılayıp puan vermeyebilir. Bu yüzden soruların televizyondan takip etmeniz önemli.
Son iki soru ise final sorusu ve 250’şer puanlık sorular. Son iki final sorusuna gelene kadar çok yanlış yapsanız dahi yine de birinci olma ihtimaliniz var.
Programı ilk kez duyduysanız ve siz de oturduğunuz yerden, evinizin konforunda yarışmamızı izlerken, ben de yarışmak ve ödülü kazanmak istiyorum diyenlerdenseniz kısaca nasıl yarışmacı olacağınızı da söyleyeyim.
Yarışma başladığında TV ekranındaki QR kodu telefon ya da tabletinizle okutarak ya da son dakikaya bırakmak istemiyorum şimdiden kaydımı yaptırayım diyorsanız; Çözen Kazanır sosyal medya hesaplarımızdan, bir de TGRTHaber.com haber sitemizde ana sayfada bulunan yarışma bağlantı linkimizden kayıt olabilir ve yarışmacılarımız arasına dahil olabilirsiniz.
Hafta içi her akşam özellikle bugün büyük ödül için saat 21:00’de birlikteyiz.
Merhaba değerli okuyucum. Öncelikle Ramazan Bayramınızı kutluyorum.
31 Mart seçimlerinin üzerinden henüz iki hafta bile geçmedi, ama sonuçları itibarıyla bazı partilerde beklenen revizyonlar için ilk adımlar atılmaya başlandı. Yerel seçimlerden ciddi bir yara alarak çıkan İYİ Parti’de, olağanüstü kongre kararı alındı. Meral Akşener’in de genel başkanlığa aday olmayacağı açıklandı. Türk siyaset tarihinde yeni bir sayfanın açılcağı bu karar konuşulurken, dün gece bomba bir kulis bilgisi aldım.
Evet Önümüzdeki günlerde siyaset sahnesinde bizleri yeni bir sayfa bekliyor…
Kulisimi köşemde sizinle paylaşmak için bugün de gün boyu bilgiyi teyid için uğraştım. Ve artık gönül rahatlığıyla sizinle paylaşabilirim.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 31 Mart yerel seçimlerinde alınan kötü sonuç sonrası harekete geçme kararı aldı.
CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN BAYRAMDA ÇALIŞTI
AK Parti kaynaklarından edindiğim bilgiye göre Cumhurbaşkanı Erdoğan, bayramda parti ile ilgili önemli konuları çalıştı ve kararını verdi. Erdoğan, önümüzdeki günlerde AK Parti’yi olağanüstü kurultaya götürecek. Evet Mayıs ayının sonuna doğru AK Parti’de olağanüstü kurultay yapılması bekleniyor. Kurultayda ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tek başına aday olması bekleniyor. Kurultay kararı ile yeniden parti genel başkanı seçilmesi beklenen Erdoğan, bir nevi güvenoyu almayı hedefliyor.
KABİNEDE REVİZYON
Kaynağımdan aldığım bir diğer kulis bilgisi ise kabinede ciddi değişiklikler olacağı yönünde. Geçtiğimiz günlerde basına da benzer iddiaların yansıdığını, hatta isimlerin bile zikredildiğini görmüştük. Bu konuda isim vermeden şunu söyleyebilirim ki; kabinede de değişikliğe gidileceği kesinleşmiş görünüyor. Kabinedeki değişiklikler de partideki olağanüstü kurultaydan hemen sonra gelebilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu hamleleri ile hem partide yenilenme mesajı verecek hem de seçmene, 31 Mart seçimlerinde kendisine verilen mesajın alındığının geri bildirimini yapmış olacak.
İKİ HAMLE İLE ERKEN SEÇİM BEKLENTİLERİNİ SÖNDÜRECEK
31 Mart seçimleri sonrası AK Parti’de alınan beklenmedik sonuç sonrası, bir yandan da muhalefetin erken seçim çağrısında bulunabileceği konuşuluyordu. Bence Cumhurbaşkanı Erdoğan, yine bir taşla iki kuş vuracak. Partisini olağanüstü kongreye götürerek yeniden genel başkan seçilecek olan Erdoğan, kabinede yapacağı revizyon ile de muhalefete erken seçim kapılarını da tamamen kapatmış olacak.
Kalın sağlıcakla…
Her mücadele sonrası verdiği röportajlarla Okan Buruk’u hedef alan Jose Mourinho bu kez maç sonu basın toplantısına katılmadan Kadıköy’ü terk etti. Okan Buruk, dün geceye kadar suskunluğu korudu ve Mourinho’ya en güzel yanıtı sahada verdi.
Aslında bu mücadele, Galatasaray için onur meselesiydi. Geçen sezon evinde kaybeden sarı-kırmızılılar, Kadıköy’de Fenerbahçe’ye adeta ders verdi. Mücadele öncesi Florya’da “asla provokasyona gelmeyin” çağrısı yapıldı. Nitekim Galatasaray, bu anlayışıyla geldi, yendi ve “Burası Kadıköy Buradan Çıkış” sloganını bir kez daha çürüttü.
Yunus’tan büyük oyun
Galatasaraylı futbolcular büyük bir özgüvenle sahaya çıktılar. Özellikle sahanın en çalışkanlarından Yunus Akgün, olağanüstü bir performans ortaya koydu. Okan Buruk, mücadele öncesi Yunus’a güvenerek forma vereceğini dile getirdi. Yunus ise üzerine düşeni fazlasıyla yaptı. Sahanın her yerinde Yunus’u gördüm diyebilirim.
Torreira, Sara ve Barış ile de ön alan baskısını arttıran Galatasaray, oyun üstünlüğünü de ele almış oldu. Torreira’nın harika golü geceye damga vururken, aynı güzellikte Mertens de Livakovic’in boyuna rağmen aşırtmayla fileleri sarsmayı başardı. Cimbom’un yeni maestrosu Gabriel Sara ise tam bir lider gibi oynadı. Verdiği paslar, attığı çalımlar ve kaydettiği golle, Fred’e en iyi Brezilyalı benim dedirten cinsindendi.
Penaltı olamaz!
Galatasaray’ın savunması da harika işlere imza attı diyebilirim. Davinson Sanchez, yine kritik müdahalelerde bulundu. Abdülkerim Bardakçı kendinden emin oynadı. Sonradan oyuna giren Nelsson da yüzde yüz golü çıkardı. Fenerbahçe’de ise Çağlar hava toplarıyla ön plana çıktı. Osimhen’e hiçbir hava topunu vermedi desek yeridir.
Gecenin skandal kararı ise Fenerbahçe’nin kazandığı penaltı. Abdülkerim Bardakçı’nın Fred’e müdahalesi yok! Fakat Atilla Karaoğlan, mücadelede fark açılmasın düşüncesiyle mi bu penaltıyı verdi? Çünkü Fenerbahçe durumu 3-1’e getirmese bu maç sonucu 4’lere 5’lere gidebilirdi!
Geleneksel izleri taşıyan lezzetler, coğrafi işaretin güvencesiyle yörelerinin mührünü taşırken, yenilikçi dokunuşlarla harmanlananlar da patentin koruması altında özgün bir kimlik kazanır.
Coğrafi işaret tescili ile patenti karıştırmamak lazım. Patentli gıda ürünleri, genellikle inovatif yeni bir lezzet, farklı bir üretim yöntemi veya özgün bir bileşim gibi yenilikçi özelliklere sahip olur. Misal Kahramanmaraş iline ait coğrafi işaretli bir dondurma, “Arı Ekmeği Katkılı Keçi Sütlü Dondurma” üretim yöntemi ile patent alabiliyor. Daha bunun gibi dondurma ve tatlı sektöründe birçok patent var. Coğrafi işaretli ürünü, özelliklerini yerine getiren herkes ticaretini yapabilirken, patentli ürünü kimse satamaz, satsa da bedel ödemek zorunda.
Patent, gastronominin derinliklerinde yatan mucit bir ruhun somut ifadesidir.
Her gelişmiş fikir, her benzersiz tarif ya da benzersiz teknik, bir patenti hak eder. Gastronomi dünyasında da patent almak, sadece bir buluşu korumak değil, aynı zamanda o buluşun sahibine bir nevi saygı duymaktır. inovatif bir zihin, kâğıdın üstüne döktüğü yeni tat için bir kimlik oluşturur.
Bir yemeğin patentini almak, onun hikâyesini koruma altına almak demek.
Gastronomide patent almak, yemek kültürünü sadece yaşatmak değil, aynı zamanda onu gelecekte de sürdürebilmek anlamı taşır. Patentin varlığı, bir ülkenin mutfak mirasını koruma altına alır ve bu mirası başka coğrafyalara taşır. Öyle ki, bir coğrafyaya özgü baharat karışımı, özgün bir pişirme yöntemi ya da farklı bir sunum biçimi, patent sayesinde uluslararası alanda tanınır. Bu süreç, sadece şeflerin değil, aynı zamanda ülkelerin gastronomi alanında bir kimlik oluşturmasını sağlar.
‘Türkiye Patent Hareketi’ni biliyor musunuz?
Benim de yakındığım tanıdığım Adres Patent ’in değerli yöneticileri Ali Çavuşoğlu ve Derya Kılıç önderliğinde yürüyen Türkiye Patent Hareketi, ülkemizde inovasyon ve buluşçuluk ekosistemini güçlendirmeyi amaçlayan önemli bir sivil toplum kuruluşu. Bu hareket, toplumun her kesiminde patent bilincini artırmak, farkındalık oluşturmak ve ülkemizin patent sayısını artırmaya katkı sağlamak için çeşitli etkinlikler ve eğitim faaliyetleri düzenliyor.
Peki, patent neden önemli?
Bir ülkenin kalkınması, sanayisinin gelişmesi ve refah seviyesinin artması, doğrudan o ülkenin patent zenginliğiyle doğru orantılı. Türkiye Patent Hareketi de bu gerçeği göz önünde bulundurarak, ülkemizin patent üretimini artırmak ve böylece ekonomik büyümeye katkı sağlamak amacıyla çalışmalar yürütüyor.
“TÜRKİYE 1 MİLYON PATENTE KOŞUYOR” projesiyle de adından söz ettiren ve ülkede patent konusunun önemsenmesine de ön ayak olmuş bu hareket dernekleşti ve önümüzde yıllarda da bu dernek çatısı altında güzel ve verimli çalışmalara imza atacak gibi görünüyor.
Kısaca yeni yapılan genel kuruldan bilge vermek gerekirse
"Patent Hareketi Derneği” benim de katıldığım ilk olağan genel kurul toplantısını 24 Eylül 2024 tarihinde yaptı. Gündemin birinci maddesi gereği, toplantının açılış konuşmasını yönetim kurulu adına dernek başkanı Av. Ali Çavuşoğlu yaptıktan sonra divan başkanlığı seçimine geçildi. Divan Başkanlığına Av. Mustafa Göksu, Başkan Yardımcılığına Salih Keskin, Kâtip Üye olarak da Halil İbrahim Yılmaz oybirliği ile seçilirken, yönetim kurulu faaliyet raporu Dernek Yönetim Kurulu Başkanı Av. Ali Çavuşoğlu tarafından okundu ve ibra edildi. Tahmini bütçe raporunun ibrasından sonra yeni dönem için yönetim ve denetim kurullarının seçimine geçildi. Yapılan oylama sonucunda Av. Ali Çavuşoğlu güven tazeleyerek Yönetim Kurulu Başkanlığı görevine tekrar seçildi.
Yönetim Kuruluna Seçilen Asıl Üyeler; Av. Ali Çavuşoğlu, Dr. Öğr. Üyesi Ali Kurt, Av. Mustafa Göksu, Salih Keskin, Derya Kılıç Yedek Üyeler; Halil İbrahim Yılmaz, Murat Eltutan, Erol Yumuk, Barış Boy, Koray Şahin
Patent, gastronominin anonimlikten kurtulup bireyselliğe evirildiği o ince çizgide durur.
Bir aşçı ya da gastronomi uzmanı, yıllar boyunca edindiği deneyimlerle ve ince damak zevkiyle bir lezzeti öyle bir boyuta taşır ki, artık o anonim olmaktan çıkar, adeta bir imza haline gelir. Şefin bir yemeği, tıpkı bir sanatçı gibi kendi özgün imzasını taşıyan bir eser haline getirmesi ve bunu patentleyerek koruması, gastronomide inovasyonun değerini artırır.
Özgün yemek tarifleri, özenle seçilmiş malzemeler, ustalıkla uygulanan teknikler ve aşçının buluşçu dokunuşlarıyla ortaya çıkan bir lezzet, patentle korunarak değeri artırılan birer sanattır. Patent sayesinde, bir tarifin ya da yöntemin kaybolması veya tarih sahnesinden silinmesi de önlenir.
Gastronomide patent, aynı zamanda rekabetin ve gelişmişliğin kapısını aralar. Şefler, patentli bir ürüne ya da tekniğe ilgi duyarak kendi sınırlarını zorlar, daha inovatif, daha özgün lezzetler peşinde koşar. Böylece mutfak kültürü, sıradanlıktan kurtulur, sürekli yenilenir ve gelişir. Patent, inovatif düşünceyi körükler, şeflerin ve gastronomi uzmanlarının ellerinde bir meşale gibi yanar.
Gastronomide patent almak, bir yemeğin geleceğe yönelik mirasının sahiplenilmesidir.
Yalnızca o anın değil, yıllar sonra da damak zevkine hitap edebilen bir yenilik oluşmasını sağlar. Yüzyıllar boyu aktarılan geleneklerin modern dokunuşlarla buluştuğu bu süreçte, patent bir köprü işlevi görür. Geçmişten geleceğe uzanan bu köprünün her taşında, her bir şefin hayali, emeği ve imzası oluşur.
Patent, bir yeniliğin ve bir inovatif düşüncenin yasal olarak kabul edilmiş halidir. Böylece mutfak sanatları yalnızca lezzetlerle değil, aynı zamanda fikirlerle de anılır hale gelir.
Son söz Ali Çavuşoğlu’ndan:
Bir buluş yap ülken kazansın!
Bir buluş yap firman kazansın!
Bir buluş yap sen de kazan!
Bir buluş yap gastronomi kazansın (bunu ben ekledim)
Yeni dönem asgari ücretin belirlenmesine artık çok az kaldı. Yaklaşık 3.5 ay sonra yeni oran açıklanacak. Hükümet yıl sonu enflasyon tahminini yüzde 41,5 olarak revize etmişti. OVP’deki hedefe göre yıl sonunda enflasyonun yüzde 41,5’e gerileyeceği tahmin ediliyor.
Peki enflasyon beklentilerine göre asgari ücret zam oranı ne kadar olacak? Refah payı gündeme gelir mi? Merak edilen tüm bu soruları, Yeminli Mali Müşavir Muhammet Bayram ile konuştuk. İşte asgari ücret zam oranı tahminleri...
SORU: Orta Vadeli Program'daki enflasyon beklentisine göre asgari ücrete ne kadar zam gelir?
MUHAMMET BAYRAM:
Orta vadeli programın açıklanmasıyla birlikte sene sonu enflasyon hesapları ve bunun üzerinden maaş hesapları yapılmaya başlandı. Sene sonu yüzde 41,5'lik bir yıllık enflasyon öngörüldü. Merkez Bankası'nın da enflasyon üst limiti yüzde 42 olarak belirlendi. Asgari ücrete ara dönemde bir zam yapılmamasıyla birlikte çalışanların umudu sene sonuna kaldı. Yıllık enflasyon yüzde 41,5 öngörüsüyle birlikte, yüzde 40'lar civarında gerçekleşecek. Ancak uygulanan sıkı para politikası, bununla birlikte düşen fiyat eğilimleri asgari ücrete acaba yüzde 40'lar civarında bir zam yapılmayacak mı, sorusunu akıllara getirdi. Ayrıca hedeflenen enflasyona göre bir zam yapılırsa bir sonraki yılın hedefi de yüzde 17,5 olduğu için daha düşük bir zam yapılacağı algısı oluşturmaya çalışılıyor.SORU: Peki bu durumda refah payı gündeme gelir mi?
MUHAMMET BAYRAM:
Burada emekliye, emekçiye en az enflasyon farkı kadar zam yapan ve üzerine refah payı artışlarıyla birlikte zamlar yapan bir hükümet konuşuyoruz. Bugüne kadar emekli olsun, emekçi olsun, çalışan olsun hiçbir kesim hiçbir şekilde enflasyona karşı ezdirilmedi ve ezdirilmemesi için de gerekli çalışmalar yapılıyor.Sayın Cumhurbaşkanı da her fırsatta yaşanan durumun farkında olduklarını, emeklinin düşük bir oranda zam aldığını, bu kayıpların telafi edileceğini söylüyor. O yüzden ben, en azından bu dönemde enflasyon oranı kadarlık bir artış yapılacağını düşünüyorum. Sonrasında buna ilave bir refah payı artışı olmayacağını düşünüyorum. Sonraki yıllarda da özellikle 2025'te gerçekleşen enflasyonla 2026 ve devamında tek haneli enflasyona geçilmesi ile birlikte hedeflenen enflasyona göre zam artışının yapılabileceğini düşünüyorum. Bu dönemde yeniden bir refah payı artışını öngörüyorum.
SORU:
O halde yüksek bir zam yapılacak gibi görünüyor, siz de aynı fikirde misiniz?MUHAMMET BAYRAM:
Hızlı ve kararlı bir şekilde enflasyonla mücadele edildiği için bu yıl yapılacak artış, son kez yüksek oranlı olacak diyebiliriz.Fatih Sultan Mehmet Han İstanbul’un fethinden sonra Bizans izlerinin yer aldığı birçok kiliseyi uygunluk halinde camiye çevirerek “Kılıç Hakkını” kullandı. Ancak nadir olan yapılardan biri Kariye’ye dokunmadı. Fatih Sultan’ın buradaki asıl amacı aynı zamanda farklı dinlerin odak noktası olan İstanbul’daki çeşitli yapıları korumaktı. Savaş teknik ustası olan Sultan Mehmet’in aynı zamanda ticari ve manevi yönü de çok güçlüdür.
Stratejisinde de haklı çıktı. Kariye’yi özgün hali ile bırakan Sultan Mehmet, bu sayede İstanbul’a gelen ziyaretçi sayısını arttırmıştı. Osmanlı tüm görkemi ve gücüyle gövde gösterisi yaptığı yıllarda Bizans taraftarı olan bazı isimler sıklıkla suikast girişimlerinde bulundu. Bunu yapabilmelerindeki en kritik nokta ise ziyaret amaçlı geldikleri mabetler oldu.
Fetihten 58 yıl sonra tarihler II. Bayezid dönemini gösterirken sadrazam Atik Ali Paşa, bu durumu önlemek için Kariye’yi camiye dönüştürdü. Özgünlüğünü çok bozmadan çan kulesi yerine tek minare yaparak camiye çevrilen Kariye’den ezan sesleri yükseldi. Depremlerden hasar aldıkça onarılan Kariye’nin özgünlüğünün bozulmaması dikkatlerden kaçmadı. II. Abdülhamid’in titizlikle onarımını yaptırdığı Kariye Camii, 29 Ağustos 1945 yılına geldiğimizde ise o zamanki Bakanlar kurulu tarafından müzeye çevrildi.
Mozaikler ve kaplamalardan temizlenen Kariye 79 yıl boyunca Bizans ruhunu yansıttı. Peki onca yapı varken neden KARİYE Bizans ruhunu yansıtıyor? Çünkü yapı Hazreti İsa’dan sonra yapılan ilk mabetlerden biridir. Hasar alsa bile yeniden inşa edilen Kariye Camii, Bizans döneminde Ayasofya’dan sonra en çok ibadet yapılan mekan olarak tarih kitaplarında geçti. Bu da Kariye’nin üzerindeki Bizans algısını artırdı. Yeniden camiye çevrilmesi ise tam siyasi dönüşüm oldu.
Bunun kanıtı ise Kariye Camii’ye dönüştürülür dönüştürmez Yunanistan’dan gelen tepki ile kanıtlandı. Ayasofya’dan sonra Kariye’nin de Camii yapılması üstelik turistlere sınırlandırma getirilmesi bazılarının yarasını kanattı.
Gel gelelim camiye… Muhteşem bir din buluşmasını yansıtan figürlerle dolu Kariye Cami, İstanbul’un gözde semti Fatih’te yükseliyor. İçindeki alanlar sınırlandırılmadan ziyaretçilerine sunuluyor. Açıldığı ilk günden beri ziyaretçi akımı 3 katına çıkan Kariye Camii’ye özellikle semtte yaşayan vatandaşlar daha fazla ilgi gösterdi.
Yolu Fatih’e düşen her vatandaşın görmesi gereken yapıtlardan biri olan Kariye Cami’nin manzarası ise Aziz İstanbul’la çerçeveleniyor.