Yeni dönem asgari ücretin belirlenmesine artık çok az kaldı. Yaklaşık 3.5 ay sonra yeni oran açıklanacak. Hükümet yıl sonu enflasyon tahminini yüzde 41,5 olarak revize etmişti. OVP’deki hedefe göre yıl sonunda enflasyonun yüzde 41,5’e gerileyeceği tahmin ediliyor.
Peki enflasyon beklentilerine göre asgari ücret zam oranı ne kadar olacak? Refah payı gündeme gelir mi? Merak edilen tüm bu soruları, Yeminli Mali Müşavir Muhammet Bayram ile konuştuk. İşte asgari ücret zam oranı tahminleri...
SORU: Orta Vadeli Program'daki enflasyon beklentisine göre asgari ücrete ne kadar zam gelir?
MUHAMMET BAYRAM:
Orta vadeli programın açıklanmasıyla birlikte sene sonu enflasyon hesapları ve bunun üzerinden maaş hesapları yapılmaya başlandı. Sene sonu yüzde 41,5'lik bir yıllık enflasyon öngörüldü. Merkez Bankası'nın da enflasyon üst limiti yüzde 42 olarak belirlendi. Asgari ücrete ara dönemde bir zam yapılmamasıyla birlikte çalışanların umudu sene sonuna kaldı. Yıllık enflasyon yüzde 41,5 öngörüsüyle birlikte, yüzde 40'lar civarında gerçekleşecek. Ancak uygulanan sıkı para politikası, bununla birlikte düşen fiyat eğilimleri asgari ücrete acaba yüzde 40'lar civarında bir zam yapılmayacak mı, sorusunu akıllara getirdi. Ayrıca hedeflenen enflasyona göre bir zam yapılırsa bir sonraki yılın hedefi de yüzde 17,5 olduğu için daha düşük bir zam yapılacağı algısı oluşturmaya çalışılıyor.SORU: Peki bu durumda refah payı gündeme gelir mi?
MUHAMMET BAYRAM:
Burada emekliye, emekçiye en az enflasyon farkı kadar zam yapan ve üzerine refah payı artışlarıyla birlikte zamlar yapan bir hükümet konuşuyoruz. Bugüne kadar emekli olsun, emekçi olsun, çalışan olsun hiçbir kesim hiçbir şekilde enflasyona karşı ezdirilmedi ve ezdirilmemesi için de gerekli çalışmalar yapılıyor.Sayın Cumhurbaşkanı da her fırsatta yaşanan durumun farkında olduklarını, emeklinin düşük bir oranda zam aldığını, bu kayıpların telafi edileceğini söylüyor. O yüzden ben, en azından bu dönemde enflasyon oranı kadarlık bir artış yapılacağını düşünüyorum. Sonrasında buna ilave bir refah payı artışı olmayacağını düşünüyorum. Sonraki yıllarda da özellikle 2025'te gerçekleşen enflasyonla 2026 ve devamında tek haneli enflasyona geçilmesi ile birlikte hedeflenen enflasyona göre zam artışının yapılabileceğini düşünüyorum. Bu dönemde yeniden bir refah payı artışını öngörüyorum.
SORU:
O halde yüksek bir zam yapılacak gibi görünüyor, siz de aynı fikirde misiniz?MUHAMMET BAYRAM:
Hızlı ve kararlı bir şekilde enflasyonla mücadele edildiği için bu yıl yapılacak artış, son kez yüksek oranlı olacak diyebiliriz.İran’a dair ikinci izlenimlerimi paylaşmak için klavyenin başına geçerken, zihnimde 15-20 yıl öncesine ait şehirler canlanıyor: Geçen hafta Tebriz'i, Erdebil’i ve Astara’yı anlatmıştım. Ardından Enzeli, Kazvin, Tahran, Reşt, Kum, İsfahan, Hamedan, Mahabad ve Urmiye seyahati ile dün Türkiye'ye döndüm.
Zamanım kısıtlıydı. Özellikle Yezd ve Şiraz kentlerine çok gitmek istememe rağmen zamanım yetmedi. Bir başka sefere muhakkak gideceğim tabii. Bu şehirlerin her birinde yaşanan değişimler, hem İran’ın genel çehresini hem de İran insanının dinamiklerini anlamak açısından büyük ipuçları sunuyordu.
Enzeli: Deniz Kokusu
Bir zamanlar sahil kasabası havasındaki küçük Enzeli, şimdi modernleşme yolunda hızla ilerliyor. Gelişmiş yollar, genişleyen limanlar ve turizme verilen önem, buradaki canlılığı artırmış. Eskiden daha sakin ve geleneksel bir yapıya sahip olan şehir, günümüzde turizm açısından önemli bir noktaya dönüşmüş. Ancak her şeyden önemlisi, burada yaşayan halkın hayata bakışı... İranlıların içine kapanık bir toplum olduğu önyargısı, Enzeli'de tamamen çürütülüyor. İnsanlar oldukça misafirperver ve yeniliğe açık. Eğitimli bir kitle, sanıldığı gibi izole bir hayat yaşamıyor.
Tahran, Kazvin ve Reşt: Alamut Kalesi ve Modernleşmenin İzleri
Kazvin ve Reşt şehirleri, İran’ın Batı'ya açılan kapısı olarak bilinir. Doğrusu, Kazvin şehrini çok da inceleme fırsatım olmadı. Çünkü oraya gitme sebebim, Hasan Sabbah'ın Alamut Kalesi'ni görmekti. Gördüm ve heyecan verici olduğunu söyleyebilirim. Adıyaman'daki Nemrut Dağı'na gidenler bilir, çıkması zor bir yer. İşte Alamut, ondan üç kat zor. Ama cennet bahçeleri ve soğuk kaynak sularının dibinde yer alan bir kayayı andıran, üstünde kartalların uçuştuğu (dağın yerel ismi Kartal Yuvası) Alamut Kalesi'ni görmek, benim için benzersiz bir deneyimdi.
Ama bir diğer şehir Reşt, kazvinden farklı olarak kültürel zenginliğiyle bilinen bir şehir olarak modernleşme adımlarını hızlandırmış. Eğitimli nüfus, Batı'ya kıyasla İran’ın hiç de geride olmadığını gösteriyor.
Tahran ise bildiğiniz gibi. Halen kalabalık, İstanbul'u andırıyor. Sekiz şerit yollar, yoğun trafik ve büyük sanayi işletmeleriyle boy gösteriyor. Tabii Azadi Kulesi ile görülmeye değer yine de. Dahası, bence bu şehirlerdeki insanlar, İran’ın dış dünyaya kapalı olduğu algısını tamamen yıkıyor. Ayrıca çok misafirperver olduklarını söylemem yanlış olmayacak.
Kum: Gelenek ve Modernlik İç İçe
İran'ın dini merkezi olarak bilinen Kum, her zaman muhafazakâr bir yapıya sahip olmuştur. Bundan 15-20 yıl önceki Kum ile bugünkü Kum arasında büyük farklar var. Geleneksel yapısını korumakla birlikte, eğitim ve teknoloji konularında ciddi gelişmeler yaşanmış. Sokakta yürürken karşılaştığınız insanlar, dinin ve bilimin iç içe olabileceğini gösteren canlı örnekler. Tabi Hz. Fatime-i Masume Türbesi'ni gezmemek olmazdı. İhtişamı görülmeye değerdi.
İsfahan: Sanatın Başkenti
İsfahan her zaman İran’ın kültürel ve sanatsal merkezi olmuştur. Geçmişte ve tabii bu günde devam ediyor. Ancak bu şehirde de büyük bir modernleşme yaşanmış durumda. Eski yapılarla yeni binaların yan yana yükseldiği şehirde, kültürel zenginlik korunurken modern hayatın tüm unsurları kendini gösteriyor. İsfahan Meydanı, Kırk Sütun Parkı, Se O Se Pol Köprüsü görülmesi gereken yerler; İranlı sokak sanatçılarının ezgileri eşliğinde tabii ki.
Ayrıca İsfahan halkı, hem kültürel hem de entelektüel anlamda oldukça zengin. İran insanının dışa kapalı olduğu algısını burada da görmek mümkün değil. Eğitimli ve dünya ile entegre olmuş bir kitle, sanatı ve bilimi içselleştirmiş durumda.
Hamedan ve Mahabad: Sessiz Dönüşüm
Hamedan ve Mahabad, her ne kadar diğer büyük şehirler kadar dikkat çekici olmasa da kendi içinde bir dönüşüm yaşıyor. Hamedan, antik tarihinin yanı sıra modernleşme adımlarıyla dikkat çekiyor. Özellikle buraya gidenler muhakkak Ali sadr su mağarasını ziyaret etsinler dunyada eşi benzeri yok bence. Mahabad Kürt nüfusun yoğun olduğu bir bölge olarak, kültürel çeşitliliğin bir simgesi haline gelmiş. İnsanlar, hem geleneksel değerlere bağlı hem de yeniliklere açık. Bu şehirlerde karşılaştığım insanlar, sanılanın aksine oldukça eğitimli ve dünya gündemini takip eden bir yapıya sahip.
Urmiye: Coğrafyanın Ortasında
Urmiye, stratejik konumu nedeniyle her zaman önemli bir şehir olmuştur. Hem ticaret hem de kültürel etkileşim açısından büyük bir potansiyele sahip olan bu şehir, zamanla modernleşme sürecine dahil olmuş. Urmiye Gölü'nün çevresindeki değişiklikler, doğaya verilen önemin artmasına işaret ediyor. Şehirdeki insanlar ise doğaya ve kültüre olan bağlılıklarıyla dikkat çekiyor. Tabi Van Gölü'nden daha büyük olan Urmiye Gölü'nün nasıl da kurumaya başladığını görünce, şaşırmadım dersem yalan olur. 18 yıl önce arabalı vapurla üzerinden geçtiğim gölün kurumaya bu hali şaşırtıcı.
İran İnsanı: Göz Ardı Edilen Gerçekler
İran denince akla sıkça "kapalı" bir toplum geliyor. Ancak şehirleri gezip insanlarla birebir iletişim kurduğunuzda, bu algının tamamen yanlış olduğunu anlıyorsunuz. İran'da sempatik, eğitimli ve dünyaya entegre olmuş büyük bir kitle var aslında. Ülkenin dışarıya kapalı olduğu yönündeki algı, İran halkının sıcak kanlı ve misafirperver yapısını göz ardı ediyor. İnsanların çoğu, dünya gündemini yakından takip ediyor ve farklı kültürlerle iletişim kurmaya oldukça açık. Eğitim seviyesi yüksek, bilime ve sanata değer veren bir toplum, İran’ın sanıldığından çok daha farklı bir portresini sunuyor.
Kanunların İşleyişi ve Televizyon Algısı
İran’a dair bir diğer önemli gözlemim ise kanunların işleyişi ile ilgili. Medyada İran'daki kanunların aşırı sert olduğu yönündeki algı, yerel hayatta karşılaştığım gerçeklerle pek örtüşmüyor. Elbette kanunlar katı olabilir, ancak günlük yaşamda bu sertliğin abartıldığı kadar hissedilmediğini gördüm. İran'daki hukuki düzen, sanılanın aksine birçok konuda oldukça düzenli işliyor. İnsanlar, hem birbirlerine hem de yasalara karşı saygılı. Ayrıca televizyonlardan izlediğimiz İran imajı ile gerçeklik arasında büyük bir uçurum var. Günlük yaşamda gördüğüm İran, televizyonlarda sunulandan çok daha farklı, daha dinamik ve modern.
Son olarak İran’ın, dışarıdan görünenin ötesinde zengin bir tarihe, kültüre ve modernleşme sürecine sahip olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca insanları eğitimli, yeniliklere açık ve sempatik. Şehirler, son 15-20 yılda büyük değişimler geçirmiş ve bu değişim, sadece fiziksel yapılarla sınırlı değil. İran halkı, hem kültürel hem de entelektüel anlamda güçlü bir varlık gösteriyor. Kanunlar ve televizyonlarda yansıtılan İran ile gerçek İran arasında büyük farklar var. Bu ülkede, birçok şey sanıldığından çok daha farklı ve karmaşık.
Beşiktaş’ın, Şenol Güneşli Trabzonspor deplasmanında kazanmak için her şeyi yaptığına inanıyorum. Şenol Güneş’in, Beşiktaş’ın başındayken istatistik olarak bir takıma bu kadar ezildiğini hatırlamıyorum. Belki 1 puan kazandılar ama 10 kişi kalsalar bile bu çirkin futbol, kendi evlerinde hiç yakışmadı.
Beşiktaş’ın, %75 topla oynaması, gol beklentisi, pas yüzdesi, net pozisyonlar ve maçın adamı Trabzonspor’un kalecisi Uğurcan Çakır’ın olması zaten her şeyi gösteriyor.
Maçın başında Edin Visca‘nın, Rafa Silva‘ya yapmış olduğu sakatlamaya yönelik faul, kırmızı kartla cezalandırılınca VE Trabzonspor’un 10 kişi kalması, Beşiktaş’ın avantajına mı oldu yoksa tam tersi mi bu tartışılır! çünkü 10 kişi kalan Trabzonspor duran toptan da golü bulunca tamamen kalesinin önüne otobüsü çekti.
Aslında Beşiktaş’ın Trabzonspor deplasmanında, futbol olarak ezici bir üstünlük kurması ve bir puanla dönmesi çok üzülecek bir durum değil. Buradaki tek sorun, rakiplerin puan kaybetmemesi ve Beşiktaş’ın puan kaybetmeye kredisinin olmamasıdır. Önümüzdeki hafta, Fenerbahçe Galatasaray derbisinin olması büyük avantaj oldu. Beşiktaş, yarıştan kopmama adına Galatasaray derbisine kadar önündeki 4 maçta da puan kaybetmeden ilerlemesi gerekiyor.
Beşiktaş’ta eleştirilmesi gereken konulardan bir tanesi de Muci’nin berbat performansı! Bu sezon başından beri çok fazla forma şansı bulamayan Muci, bulduğu dakikalarda da hiçbir katkı sağlayamadı. Trabzonspor karşısında, Beşiktaş’ın ofansif gücüne katkı sağlaması için 10 kişi kalmış, yorulmuş rakibine karşı sahaya sürülen Muci, aldığı her topta maalesef geriye döndü. Yorulduğu için maçtan çıkmak zorunda kalan Milot Rashica yerine giden Muci, ofansif anlamda Beşiktaş’a hiçbir katkı sağlayamadı. Beşiktaş tarihinin en büyük bonservis bedellerinden birisi ile büyük beklentilerle transfer edilen Muci, sezona büyük hayal kırıklığı ile başladı.
Diğer husus ise, sezon başından beri Beşiktaş ciddi hakem hatalarına maruz kalıyor ve buna yönetim henüz hiç ses çıkartmadı veya çıkartamadı. Bu kabul edilebilir bir durum değil, Trabzonspor karşısında Rafa Silva’ya yapılan gaddarca faule, hakem değil kırmızı kart, sarı kart bile veremedi. VAR’ın devreye girmesi ile birlikte kırmızı kart zoraki çıktı. Ciro Immobile’ye, Savic’in yapmış olduğu net penaltı verilmedi. Yönetim yoğun hakem hatalarına ses çıkarmamaya devam ederse ve Beşiktaş bu yüzden puan kaybetmeye devam ederse, yönetim çok zor duruma düşebilir. Çünkü Beşiktaş’ın haklarını savunamayan yönetim konumuna düşecektir. Derhal hakem hatalarına bir çözüm bulunmalı.
Beşiktaş, çok güçlü bir kadro kurmuştur ama derin bir kadrosu yoktur. Bundan dolayı kadrosunu en ekonomik bir biçimde kullanarak ve rakiplerinin de puan kaybetmemesinden ötürü cebinde kredisi olmadan, mümkün olduğunca puan kaybetmeden ilerlemesi gerekiyor. Trabzonspor maçı büyük talihsizlikti, çok iyi oynayan Beşiktaş belki çok pozisyona giremedi ama maçı kazandıracak pozisyonları buldu. Duran toptan yediği gole karşılık verdi ama daha sonrasında bulduğu pozisyonlarda Uğurcan Çakır’a takıldı. Bundan sonra takılmadan ilerleyen bir Beşiktaş göreceğimize, en azından Galatasaray derbisine kadar hiç fire vermeden ilerleyen bir Beşiktaş göreceğimizi düşünüyorum.
100 yıl sonrasını hayal edebilir misiniz? 2124 yılına doğru bir yolculuğa çıkarmak istiyorum sizleri. Teknoloji hızla ilerliyor ve hayatımızı kökten değiştirecek yenilikler peş peşe geliyor. Peki, bundan tam 100 yıl sonra bizi hangi teknolojik trendler bekliyor?
Zihin kontrollü cihazlar mutlaka hayatımızda daha çok daha yer bulacak.
2124 yılında, zihin kontrollü cihazlar günlük hayatımızın ayrılmaz bir parçası olacak. Sabah uyanır uyanmaz kahvenizin kokusu burnunuza gelmeye başlayacak, çünkü sadece düşünerek kahve makinenizi çalıştırabileceksiniz. "Bugün işe gitmek istemiyorum" diye düşündüğünüzde, zihin kontrollü robotunuz sizin yerinize işe gidecek. Tabii, iş yerindeki patronunuz da zihin okuma cihazı kullanıyorsa, sizin aslında evde Netflix izlediğinizi hemen anlayabilir. Bu yüzden, dikkatli düşünmekte fayda var!
Holografik toplantılar rutinimiz olacak.
Zoom toplantıları mı? Hadi canım, bu 2020'lerin modası! 2124 yılında holografik toplantılar yaygın olacak. İş arkadaşlarınızla veya sevdiklerinizle fiziksel olarak aynı odada olmadan, gerçekçi hologramlar sayesinde sanki yan yana oturuyormuş gibi iletişim kurabileceksiniz. Bu da, seyahat masraflarını ve zaman kaybını ortadan kaldıracak. Ancak, pijamalarınızla toplantıya katılmayı unutun; hologram teknolojisi sizi baştan aşağı gösterecek!
Genetik mühendislik benim favori gelecek öngörülerimden.
Genetik mühendislik alanında kaydedilen ilerlemeler sayesinde, 2124 yılında insanlar neredeyse mükemmel olacak. Herhangi bir sağlık sorunu genetik olarak önceden tespit edilip tedavi edilebilecek. Spor salonlarına gitmek mi? O da ne? Genetik olarak kaslarınız ve metabolizmanız optimize edilecek. Ancak, herkesin mükemmel olduğu bir dünyada, mükemmel olmak sıradan hale gelebilir. Belki de küçük kusurlarımızı özlemle anacağımız bir dönem olacak.
Uzayda yaşam alanı oldukça ilerlemiş olur diye düşünüyorum. Mars'ta ilk koloniler kurulmuş olacaktır.
100 yıl sonra, uzay yolculuğu günlük hayatın bir parçası haline gelecek. Mars'ta ve diğer gezegenlerde ilk insan kolonileri kurulacak. Artık "tatile nereye gitsek?" diye düşünürken, Mars'ta bir hafta sonu kaçamağı yapmayı düşünebileceksiniz. Mars'ta oteller, restoranlar ve eğlence merkezleri olacak.
Yapay zeka en yakın arkadaşınız olacak.
Yapay zeka, 2124 yılında hayatımızın her alanında bizimle olacak. Artık sadece sanal asistanlar değil, aynı zamanda duygusal zeka geliştirmiş yapay zeka arkadaşlarınız da olacak. Sizinle sohbet eden, espriler yapan ve hatta dertlerinizi dinleyen yapay zeka arkadaşlarınız olacak. Ancak, bu arkadaşlıklar gerçek dostlukların yerini tutar mı, orası tartışılır. Belki de yapay zeka arkadaşınızla "gerçek arkadaşlık" konusunu tartışmak eğlenceli olabilir.
Enerji Devrimi de yaşanmış olacak.
Sonsuz Enerji Kaynakları ile tüm bu anlattığımız yeniliklerin ihtiyacı olan enerjiye ulaşım daha kolay olacaktır. Enerji sorunları tarih olacak. 2124 yılında, yenilenebilir enerji kaynakları ve füzyon enerjisi sayesinde sonsuz enerji elde edilebilecek. Artık elektrik faturası ödemek tarih olacak. Evleriniz, arabalarınız ve hatta giydiğiniz kıyafetler bile enerji üretecek. Kendi kendine yeten enerji sistemleri sayesinde, çevre dostu bir dünya mümkün olacak. Ancak, "enerji krizi" tabiri sadece tarih kitaplarında kalacak ve belki de çocuklarımıza bu konuda hikayeler anlatmak zorunda kalacağız.
EYT'mi o da ne?
2124 yılında, tıp alanındaki ilerlemeler sayesinde yaşam süresi önemli ölçüde uzayacak. Ortalama yaşam süresi 150 yıl olacak ve 100 yaşında emeklilik planları yapılacak. Yaşlanma süreci yavaşlatılacak ve birçok hastalık tedavi edilebilecek. Ancak, 150 yıl boyunca aynı işi yapmak sıkıcı olabilir, değil mi? Belki de 100 yıl sonra kariyer değiştirmek yeni trend olacak!
Gerçekliğin Ötesinde Bir Dünya mı geliyor?
Sanal gerçeklik (VR) teknolojisi, 2124 yılında sınırlarını zorlayacak. Artık sadece oyun oynamak veya film izlemek için değil, aynı zamanda sanal tatiller, eğitim ve hatta çalışma alanları için de kullanılacak. Dünyanın her yerinden insanlarla sanal ortamda buluşup, birlikte projeler yapabileceksiniz. Ancak, sanal dünyada fazla zaman geçirmenin gerçek dünyadan kopma riskini de beraberinde getireceğini unutmamalıyız. Belki de sanal ve gerçek dünya arasında denge kurmak yeni bir yetenek olacak.
Dil çevirisi yerine Evrensel anlayış
2124 yılında dil bariyerleri tamamen ortadan kalkacak. Gelişmiş dil çevirisi teknolojileri sayesinde, anında çeviri yapılabilecek ve herkesle kendi dilinizde iletişim kurabileceksiniz. Dünya üzerindeki herkesle anlaşmak mümkün olacak.
Robot Meslektaşlara hazır olun!
2124 yılında çalışma hayatı da köklü değişiklikler geçirecek. Robotlar ve yapay zeka, iş yerlerinde yaygın olarak kullanılacak. Robot meslektaşlarınız olacak ve rutin işler onlara devredilecek. Siz ise daha üretken ve stratejik işlere odaklanabileceksiniz. Ancak, kahve molasında robot meslektaşınızla sohbet etmeye çalışmak biraz tuhaf olabilir.
2124 yılında neler olur diye yazdığım şu yazıya dikkat edin. Muhtemelen hepiniz şu an şu cümleleri kuruyorsunuz:
Eee bunlar zaten var! Ve evet aşağı yukarı bunların hepsi var. Hayatımıza tamamen girmiş değiller fakat birileri tarafından hayal edilmiş, geliştirilmiş ya da geliştirilmeye devam ediyor. Zaman günlük hayatımıza entegrasyon tarafında büyük öneme sahip.
Peki ya 500 yıl sonra neler olurdu hiç düşündünüz mü?
En iyi cevabı haftaya yayınlamak istiyorum. "bk@valentura.com" mail adresime 500 yıl sonra yaşam, insan, dünya nasıl olurdu ön görülerinizi yazın.
Çok kolay olmadığını göreceksiniz bu hayali kurmanın. Heyecan ve sabırsızlıkla, ya ben bunu düşünemezdim diyeceğim yazılarını görmeyi ve şaşırmayı çok isterim.
O zaman, "Haydi Geleceğe..."
Bayramlar, aile bağlarının pekiştiği, büyüklerin ziyaret edildiği ve çocukların bayramlıklarını giyerek sevindikleri özel günlerdir. Ancak, bu sıcak atmosferin yanında, birçok insan için stres ve kaygı da beraberinde gelir. Özellikle bekar, evli veya çocuk sahibi olan kişiler, ziyaretlerde karşılaştıkları yoğun ve bazen sınır aşan sorularla başa çıkmakta zorlanabilirler.
Bayramlar, toplumun değer verdiği geleneklerin yaşatıldığı, ailelerin bir araya geldiği önemli zaman dilimleridir. Ancak, bu dönemlerde özellikle aile büyükleri ve akranlar tarafından yöneltilen sorular, kişilerin özel hayatlarına dair sınırlarını zorlayabilir. Bu sorular genellikle iyi niyetli olsa da, bireylerin kişisel yaşamlarına müdahale olarak algılanabilir ve bu da stres ve kaygıya neden olabilir.
Bekar olan bireyler, "Ne zaman evleneceksin?" veya "Hayatında biri var mı?" gibi sorularla sıkça karşılaşırken, evli çiftler ise "Çocuk yapmayı düşünüyor musunuz?" veya "İkinci çocuk ne zaman?" gibi sorulara maruz kalabilirler. Çocuk sahibi olan ebeveynler ise çocuklarının eğitimi, başarıları ve geleceği ile ilgili sürekli bir sorgulama altında kalabilirler. Bu tür sorular, kişilerin kendilerini baskı altında hissetmelerine ve bayram ziyaretlerinden kaçınma eğilimi göstermelerine neden olabilir.
Ne yazık ki, bu tür sorular ve müdahaleler sadece aile büyüklerinden gelmez. Akranlar arasında da benzer sorular ve baskılar yaşanabilir. Arkadaşlar arasında yapılan yorumlar ve sorular da bazen zorbalık seviyesine ulaşarak kişilerin stres ve kaygı seviyesini artırabilir. Bu durum, bireylerin sosyal ortamlardan uzaklaşmasına ve bayram gibi özel günlerde bile sevdikleriyle görüşmekten çekinmelerine yol açabilir.
Toplum olarak, insanların kişisel sınırlarına daha fazla saygı göstermeli ve herkesin rahat hissettiği bir ortam yaratmak için empati kurmalıyız. Bayramlar, sadece gelenekleri yaşatmak için değil, aynı zamanda birbirimize destek olmak ve anlayış göstermek için de önemli bir fırsattır. Herkesin kendi hayatı ve kişisel sınırları olduğu bilinciyle hareket etmek, bayramların daha huzurlu ve keyifli geçmesini sağlayacaktır.
Bu bayram, sevdiklerinizle keyifli vakit geçirirken, birbirinize karşı anlayışlı ve saygılı olmayı unutmayın. Hem büyükler hem de akranlar olarak, insanların sınırlarına saygı göstermenin önemini kavrayalım. Kendi sınırlarımıza saygı gösterilmesini beklerken, başkalarının sınırlarını da gözetmek önemlidir. Empati kurarak ve kişisel sınırları tanıyarak, bayramların herkes için daha keyifli geçmesini sağlayabiliriz. Bu bayram, kendimize ve sevdiklerimize bu anlamda daha duyarlı olmayı hatırlatalım. Şimdiden herkese huzurlu ve mutlu bayramlar dilerim.
Pelin Öztaş
İran’a dair ikinci izlenimlerimi paylaşmak için klavyenin başına geçerken, zihnimde 15-20 yıl öncesine ait şehirler canlanıyor: Geçen hafta Tebriz'i, Erdebil’i ve Astara’yı anlatmıştım. Ardından Enzeli, Kazvin, Tahran, Reşt, Kum, İsfahan, Hamedan, Mahabad ve Urmiye seyahati ile dün Türkiye'ye döndüm.
Zamanım kısıtlıydı. Özellikle Yezd ve Şiraz kentlerine çok gitmek istememe rağmen zamanım yetmedi. Bir başka sefere muhakkak gideceğim tabii. Bu şehirlerin her birinde yaşanan değişimler, hem İran’ın genel çehresini hem de İran insanının dinamiklerini anlamak açısından büyük ipuçları sunuyordu.
Enzeli: Deniz Kokusu
Bir zamanlar sahil kasabası havasındaki küçük Enzeli, şimdi modernleşme yolunda hızla ilerliyor. Gelişmiş yollar, genişleyen limanlar ve turizme verilen önem, buradaki canlılığı artırmış. Eskiden daha sakin ve geleneksel bir yapıya sahip olan şehir, günümüzde turizm açısından önemli bir noktaya dönüşmüş. Ancak her şeyden önemlisi, burada yaşayan halkın hayata bakışı... İranlıların içine kapanık bir toplum olduğu önyargısı, Enzeli'de tamamen çürütülüyor. İnsanlar oldukça misafirperver ve yeniliğe açık. Eğitimli bir kitle, sanıldığı gibi izole bir hayat yaşamıyor.
Tahran, Kazvin ve Reşt: Alamut Kalesi ve Modernleşmenin İzleri
Kazvin ve Reşt şehirleri, İran’ın Batı'ya açılan kapısı olarak bilinir. Doğrusu, Kazvin şehrini çok da inceleme fırsatım olmadı. Çünkü oraya gitme sebebim, Hasan Sabbah'ın Alamut Kalesi'ni görmekti. Gördüm ve heyecan verici olduğunu söyleyebilirim. Adıyaman'daki Nemrut Dağı'na gidenler bilir, çıkması zor bir yer. İşte Alamut, ondan üç kat zor. Ama cennet bahçeleri ve soğuk kaynak sularının dibinde yer alan bir kayayı andıran, üstünde kartalların uçuştuğu (dağın yerel ismi Kartal Yuvası) Alamut Kalesi'ni görmek, benim için benzersiz bir deneyimdi.
Ama bir diğer şehir Reşt, kazvinden farklı olarak kültürel zenginliğiyle bilinen bir şehir olarak modernleşme adımlarını hızlandırmış. Eğitimli nüfus, Batı'ya kıyasla İran’ın hiç de geride olmadığını gösteriyor.
Tahran ise bildiğiniz gibi. Halen kalabalık, İstanbul'u andırıyor. Sekiz şerit yollar, yoğun trafik ve büyük sanayi işletmeleriyle boy gösteriyor. Tabii Azadi Kulesi ile görülmeye değer yine de. Dahası, bence bu şehirlerdeki insanlar, İran’ın dış dünyaya kapalı olduğu algısını tamamen yıkıyor. Ayrıca çok misafirperver olduklarını söylemem yanlış olmayacak.
Kum: Gelenek ve Modernlik İç İçe
İran'ın dini merkezi olarak bilinen Kum, her zaman muhafazakâr bir yapıya sahip olmuştur. Bundan 15-20 yıl önceki Kum ile bugünkü Kum arasında büyük farklar var. Geleneksel yapısını korumakla birlikte, eğitim ve teknoloji konularında ciddi gelişmeler yaşanmış. Sokakta yürürken karşılaştığınız insanlar, dinin ve bilimin iç içe olabileceğini gösteren canlı örnekler. Tabi Hz. Fatime-i Masume Türbesi'ni gezmemek olmazdı. İhtişamı görülmeye değerdi.
İsfahan: Sanatın Başkenti
İsfahan her zaman İran’ın kültürel ve sanatsal merkezi olmuştur. Geçmişte ve tabii bu günde devam ediyor. Ancak bu şehirde de büyük bir modernleşme yaşanmış durumda. Eski yapılarla yeni binaların yan yana yükseldiği şehirde, kültürel zenginlik korunurken modern hayatın tüm unsurları kendini gösteriyor. İsfahan Meydanı, Kırk Sütun Parkı, Se O Se Pol Köprüsü görülmesi gereken yerler; İranlı sokak sanatçılarının ezgileri eşliğinde tabii ki.
Ayrıca İsfahan halkı, hem kültürel hem de entelektüel anlamda oldukça zengin. İran insanının dışa kapalı olduğu algısını burada da görmek mümkün değil. Eğitimli ve dünya ile entegre olmuş bir kitle, sanatı ve bilimi içselleştirmiş durumda.
Hamedan ve Mahabad: Sessiz Dönüşüm
Hamedan ve Mahabad, her ne kadar diğer büyük şehirler kadar dikkat çekici olmasa da kendi içinde bir dönüşüm yaşıyor. Hamedan, antik tarihinin yanı sıra modernleşme adımlarıyla dikkat çekiyor. Özellikle buraya gidenler muhakkak Ali sadr su mağarasını ziyaret etsinler dunyada eşi benzeri yok bence. Mahabad Kürt nüfusun yoğun olduğu bir bölge olarak, kültürel çeşitliliğin bir simgesi haline gelmiş. İnsanlar, hem geleneksel değerlere bağlı hem de yeniliklere açık. Bu şehirlerde karşılaştığım insanlar, sanılanın aksine oldukça eğitimli ve dünya gündemini takip eden bir yapıya sahip.
Urmiye: Coğrafyanın Ortasında
Urmiye, stratejik konumu nedeniyle her zaman önemli bir şehir olmuştur. Hem ticaret hem de kültürel etkileşim açısından büyük bir potansiyele sahip olan bu şehir, zamanla modernleşme sürecine dahil olmuş. Urmiye Gölü'nün çevresindeki değişiklikler, doğaya verilen önemin artmasına işaret ediyor. Şehirdeki insanlar ise doğaya ve kültüre olan bağlılıklarıyla dikkat çekiyor. Tabi Van Gölü'nden daha büyük olan Urmiye Gölü'nün nasıl da kurumaya başladığını görünce, şaşırmadım dersem yalan olur. 18 yıl önce arabalı vapurla üzerinden geçtiğim gölün kurumaya bu hali şaşırtıcı.
İran İnsanı: Göz Ardı Edilen Gerçekler
İran denince akla sıkça "kapalı" bir toplum geliyor. Ancak şehirleri gezip insanlarla birebir iletişim kurduğunuzda, bu algının tamamen yanlış olduğunu anlıyorsunuz. İran'da sempatik, eğitimli ve dünyaya entegre olmuş büyük bir kitle var aslında. Ülkenin dışarıya kapalı olduğu yönündeki algı, İran halkının sıcak kanlı ve misafirperver yapısını göz ardı ediyor. İnsanların çoğu, dünya gündemini yakından takip ediyor ve farklı kültürlerle iletişim kurmaya oldukça açık. Eğitim seviyesi yüksek, bilime ve sanata değer veren bir toplum, İran’ın sanıldığından çok daha farklı bir portresini sunuyor.
Kanunların İşleyişi ve Televizyon Algısı
İran’a dair bir diğer önemli gözlemim ise kanunların işleyişi ile ilgili. Medyada İran'daki kanunların aşırı sert olduğu yönündeki algı, yerel hayatta karşılaştığım gerçeklerle pek örtüşmüyor. Elbette kanunlar katı olabilir, ancak günlük yaşamda bu sertliğin abartıldığı kadar hissedilmediğini gördüm. İran'daki hukuki düzen, sanılanın aksine birçok konuda oldukça düzenli işliyor. İnsanlar, hem birbirlerine hem de yasalara karşı saygılı. Ayrıca televizyonlardan izlediğimiz İran imajı ile gerçeklik arasında büyük bir uçurum var. Günlük yaşamda gördüğüm İran, televizyonlarda sunulandan çok daha farklı, daha dinamik ve modern.
Son olarak İran’ın, dışarıdan görünenin ötesinde zengin bir tarihe, kültüre ve modernleşme sürecine sahip olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca insanları eğitimli, yeniliklere açık ve sempatik. Şehirler, son 15-20 yılda büyük değişimler geçirmiş ve bu değişim, sadece fiziksel yapılarla sınırlı değil. İran halkı, hem kültürel hem de entelektüel anlamda güçlü bir varlık gösteriyor. Kanunlar ve televizyonlarda yansıtılan İran ile gerçek İran arasında büyük farklar var. Bu ülkede, birçok şey sanıldığından çok daha farklı ve karmaşık.
Fenerbahçe kazandı…
Sadece bir maçı kazanmadı…
Sezon başında hocasını aşağılayan, küçümseyenlere karşı kazandı…
Galatasaray’a yapılan kollamaları legalleştiren medyaya karşı kazandı…
Fenerbahçe’nin önüne her türlü engeli çekenlere karşı kazandı.
Fenerbahçe’nin hocası derbiye çıkacakken başka hoca ile anlaştığını söylenlere karşı kazandı…
Fenerbahçe’yi dün sahada skandal bir kararla 10 kişi bırakan Arda Kardeşlere karşı kazandı.
Fenerbahçe’yi tek başına sistemle savaştıran kendi camiasının dinamiklerine karşı kazandı.
Fenerbahçe’yi 96 puan toplamasına karşılık Galatasaray’dan çok aşağıda görenlere karşı kazandı.
Fenerbahçe’nin oyuncularının emeklerini yok sayanlara karşı kazandı.
Fenerbahçe dün kaybederse diye hazırlık yapan, koreografi hazırlayanlara karşı kazandı.
Fenerbahçe futbolcularının sahada sevinmesine bile tahammül edemeyenlere karşı kazandı.
Fenerbahçe Mehmet Büyükekşi’ye karşı kazandı.
Fenerbahçe TFF’ye karşı kazandı…
Fenerbahçe kazandı…Bu yılın legal şampiyonu Fenerbahçedir…
Konya ve Sivas maçlarında çalınan 4 puan olmasa bugün şampiyonluk kutlayacak olan Fenerbahçe hem de 10 kişiyle hem de rakibine şut bile çektirmeden kazandı…
Fenerbahçe başarısızlığı için sistem oluşturanlara karşı kazandı.
Rakibini futbol olarak ezen, hakemin aleyhine tüm kararlarına karşı 10 kişi ile bir onur mücadelesi veren bu takım tarihe çoktan geçti bile.
İsmail Kartal’ın onur mücadelesi, Mert Hakan’ın formasına sahip çıkışı, maç sonunda Fenerbahçe bayrağını yöneticilerin elinden almayan çalışan stad müdürüne ders verilmesi, Ali Koç’un bir filmin final sahnesi gibi kahramanca oraya gelmesi dünkü maçın tarihe geçen anlarıydı.
Fenerbahçe Başkanı ne zaman nerede olması gerektiğini bilir. Ali Koç dün olması gereken zamanda olması gereken yerdeydi. Takımını ve camiasını sahipsiz bırakmadı ve Fenerbahçe kazandı.
Mehmet Büyükekşi uykusuz geçen dün geceden sonra bugün yeni numaraları ile ortaya çıkacaktır. Türk futbol tarihinde olmadığı kadar bir takımın şampiyonluğunu isteyen bu TFF 2 ay sonra belki gidecek ama yaptıkları tarihin en karanlık sayfalarında yer alacak. Asla unutulmayacak.
Dün gece oynanan maç da unutulmayacak. Sahada çaresiz kalan Galatasaray, 10 kişi ile destansı bir mücadele veren Fenerbahçe asla unutulmayacak. 2200 kişi ile 50 bin Galatasaraylıyı susturan Fenerbahçeli taraftarlar asla unutulmayacak. Bu maçı tek başıma kazanacağım diyen Mert Hakan unutulmayacak. Fenerbahçeli unutmayacak…Bu takımı şampiyon olsa da olmasa da tarihin en güzel yerine yazacak. Bu takımı kalbine kazıyacak. Bu destansı geceyi çocuklarına anlatacak.
Onlara diyecekler ki siyasiler, TFF, medya, kendi camiamızdaki bazı kişiler istememesine rağmen 10 kişi ile direndik. 2200 kişi ile susturduk…Gittik, yendik, döndük…
Bugün okullara Fenerbahçe forması ile giden çocuklar. Sizin mutluluğunuzu çalanlarla tarih hesaplaşacak…Sizin gülümsemenizi çalanlara dersini tarih verecek…
Anadolu Yayıncılar Federasyonu, Ankara’da bulunan merkezinde siyasetin önemli aktörlerini misafir ediyor. En son Kemal Kılıçdaroğlu ‘nu konuk ettiler. Kimisi, buna katılan meslektaşlarımız için “ayak takımı” dedi. Bazıları ise 'karşı mahalle' ya da onların medyası ile buluşma olarak gördü.
Mesele Kılıçdaroğlu değil sadece?
Konuyu iyi anlatmak için bu Federasyon neler yapıyor bakalım bir tek tek:
Federasyonu, bünyesinde 320 yerel ve bölgesel radyo, televizyon, dijital medya, gazete ve dergiyi barındıran etkin bir sivil toplum kuruluşu.
Federasyon, “Bütün yolculuklar ilk adımla başlar” diyor.
Gezi olayları, 17-25 aralık ve 15 Temmuz darbe sürecinde seçilmiş siyasi iradenin yanında yer aldılar.
15 Temmuz hain darbe girişimine karşı yerel medyayı organize ederek, meydanlardan ve stüdyolarımızdan ortak yayınlar yaptılar. Bir ay boyunca devam eden meydan nöbetlerinin, 7/24 canlı yayınlarla izleyiciye aktarılmasını organize ettiler. Ardından demokrasiye destek için 500 yerel medya temsilcisini Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ile buluşturdular.
Sürekli düzenledikleri çalıştay, sempozyum, panel ve benzeri etkinliklerle özel yerel, genelde ise yaygın medyanın sorunlarını gündeme getiriyorlar.
Suriye’de meydana gelen vahim gelişmelerden etkilenen mülteciler için kampanyalar düzenlediler. İnsani yardım görevi ifa ettiler.
Başta Azerbaycan olmak üzere Türk dünyasında birçok faaliyeti düzenli olarak yapıyorlar.
Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde “Uyuşturucu İle Mücadelede Medyanın Rolü” başlıklı sempozyumlar düzenlediler. Gerçekleştirdikleri "Anadolu Soruyor" isimli ortak yayın programlarıyla aziz vatanımızın birbirini tamamlayan güzelliklerini, gündemlerini ekranlara taşıdılar.
6 Şubat 2023'te yaşanan depremde seferber olan bir Anadolu basını var. Dezenformasyona karşı çalışmalar yaptılar.
Federasyon, Filistin davasına destek amaçlı 500 gazetecinin imzaladığı ortak bir bildiriyi yayınladı. Ve İstanbul’da 24 saat ortak canlı yayın ile GAZZE mücadelesine destek verdiler. İşgalci israil devleti tarafından 103 gazetecinin öldürülmesi nedeniyle işgalci İsrail'in büyükelçiliği önünde basın açıklaması yapan tek basın meslek örgütü oldular.
Federasyon, gazetecilerin yeşil pasaport talebi için yoğun çalışma yaptı. Her yıl geleneksel olarak Anadolu medya ödülleri düzenliyorlar.
Evet, bizler Anadolu’nun ayak takımıyız. Tek bir şey yapmadık, bizler 28 Şubat döneminde protesto yapan başörtülü öğrencilere ağır küfürler etmedik. Bir de 28 Şubat bildirisine aykırı davrananları fişleyeceğimizi söylemedik.
"SADECE GAZETECİLİK’" yaptık.
2024-2025 eğitim-öğretim yılı, Millî Eğitim Bakanlığına bağlı anaokulları, ilkokullar, ortaokullar ve liselerde büyük bir heyecanla başladı. Üniversitelerde de eğitim kısa süre içinde başlayacak. Türkiye’de her dört kişiden biri öğrenci olduğuna göre, eğitimin toplumumuzdaki önemini bir kez daha hatırlatmaya gerek yok. Bu yüzden, yazılarımızda, okumalarımızda, tartışmalarımızda hatta çizimlerimizde eğitime daha çok yer vermemiz gerekiyor. Ancak medya kanallarında eğitici içeriklerin yetersiz olduğunu ve başarılı örneklerin sınırlı paylaşıldığını görmek üzücü. Oysa eğitim alanındaki iyi örnekler ne kadar çok paylaşılırsa, o kadar çoğalır.
Her okul çocuklarımızın hayallerini, hedeflerini, başarılarını hikâyelerle, şiirlerle, filmlerle ya da tiyatrolarla bir sanat eseri haline getirebilir. Eğer öğrenci, öğretmen veya müdür iseniz bu konuda çalışmalar yapmaya ne dersiniz? Her bir öğrencimizin farklı farklı yetenekleri var. Yıl boyu bunları şiirlere, hikâyelere dönüştürüp sene sonunda bunları okullardaki şenlik haftasında sergilemek, sunmak çok da güzel olur. Böylece okullarda ilk ve son hafta şölen halinde geçer. Yıl boyu elde edilen kazanımlar akranlar, öğretmenler, veliler, sektör ve basın ile paylaşılır. Anadolu’nun dört bir yanıyla kurulan güçlü iletişimle eğitime yapıcı ve umut dolu bir bakış açısı sunulmuş olur. Değerler eğitimi ise bireylerin bilgi ve becerilerle donatılmasına, karakter gelişimlerine katkıda bulunur. Ve toplumun daha duyarlı, hoşgörülü, ahlaki değerleri önemseyen bireylerden oluşmasını sağlar. Bu hassasiyetler ülkemizin birliğini ve geleceğini inşa etmede kritik bir rol oynar. Katma değeri yüksek ürünler üretebilecek nesiller yetiştirmek için geçmişi, bugünü ve geleceği bir potada eriten ve bunu iş birliği ve deneyimlerle pekiştirebilen bir eğitim anlayışını benimsemeliyiz.
Dijital Dönüşüm ve Teknoloji
Türkiye genç nüfusu, stratejik konumu ve zengin tarihi ile hızlı büyümeye hazır bir ülke. Bu büyüme, eğitim alanında da dijital dönüşümü beraberinde getiriyor. Milli ve manevi değerlerine bağlı, aynı zamanda yüksek teknolojiye hâkim nesiller yetiştirmek en önemli hedeflerden biri olmalı. Dijitalleşen dünyada, geleneksel değerler giderek daha az önemli hale geliyor. Bugünün bağımsızlık mücadeleleri artık dijital platformlarda gerçekleşiyor. Teknolojik olarak kendi kendimize yetebilmemiz, yerli işletim sistemleri (PARDUS) ve iletişim araçları (BİP) gibi çözümleri daha geniş çapta benimsememizle mümkün olacaktır.
Sevgili Öğrenciler
Geleceğe hazırlanmanın en önemli yolu, konfor alanınızdan çıkmayı göze almaktır. Zorluklarla karşılaşsanız bile, okul yönetiminizin size sunduğu her fırsatı en iyi şekilde değerlendirmeniz çok önemlidir. Değerli şair Necip Fazıl Kısakürek’in şu sözleri hepimize ilham olmalı: “Zamanın kıymetini bilen ve mekânın sorumluluğunu taşıyan bir gençlik! İnancına, diline, aklına, ilmine, yurduna ve değerlerine sahip çıkan bir gençlik! Etrafına bakmadan, 'Ben buradayım' diyerek görevine sahip çıkan bir gençlik!” Eğitiminizi yalnızca bireysel başarılarla değil, toplumsal sorumluluklarla da şekillendirmeniz gerektiğini unutmayın. Çünkü geleceği inşa edecek olanlar sizlersiniz. Küresel ölçekte iş ve işlemler için yabancı dil önem kazanıyor. Yabancı dl öğreniminde cesaret gerekiyor. Haftada bir gün teneffüslerde İngilizce iletişim kurabilirsiniz. İlla birilerinin yapın demesine gerek yok, sizler bunu önerebilirsiniz.
Sizler, geleceğe dair umutlarımızın temsilcilerisiniz ve bizler de sizi en iyi şekilde yetiştirmeye kararlıyız. Sizden önce gelenlerin tecrübeleri, sizin için büyük bir ders niteliği taşıyor. Nasrettin Hoca’nın hikâyesinde olduğu gibi, eşekten düştüğünde ona “Doktora ihtiyacın var mı?” diye soranlara, “Hayır, benim halimden ancak eşekten düşen biri anlar” demesi, bize hayatın içindeki gerçek deneyimlerin önemini gösteriyor. Sadece notlarınıza odaklanmayın, yeteneklerinizi geliştirmeye de zaman ayırın. Unutmayın, atalarımızın dediği gibi, “Bir elin nesi var, iki elin sesi var.” İş birliği yapmaktan çekinmeyin, hata yapmaktan korkmayın; çünkü her yanlış adım, her bir başarısızlık, ders alındığı takdirde, başarıya giden yolda sizler için birer basamak olacaktır. Okulların ilk ve son haftasının şölen halinde icra edilmesi ve öğrencilerin tam katılım sağlaması önemlidir.
“Tok, açın halinden anlamaz” ne kadar özlü bir söz. Hayat inişli ve çıkışlıdır. Bu sebeple değerli öğrencilerimiz mutlaka yaşlı bakım evlerini, çocuk esirgeme kurumlarını, özel eğitime ihtiyaç duyan bireyler ziyaret etmeye çalışın. Onlarla birlikte zaman geçirin. Hayvan barınakları ziyaret edin. Bu ziyaretler sırasında sizler hayat ile ilgili felsefi ve duygu dolu anlar yaşayacaksınız. Ziyaret sonrasında hayattan daha fazla zevk alacağınıza eminim.
Velilere Çağrı
Değerli veliler, çocuklarınızı geleceğe en iyi şekilde hazırlamak için sizin desteğiniz çok kıymetli. Bu destek, basit bir teşekkür olabileceği gibi maddi yardım ya da uzmanlıklarınızı paylaşmaya kadar geniş bir yelpazede olabilir. Okullarımız, çocuklarınızın eğitiminde sizlerle işbirliği yaparak en iyi sonuçları elde etmeyi hedefliyor. Okul saatleri dışında yapılan faaliyetler çocukların gelişimine büyük katkı sağlıyor. Bu sebeple okul idaresi izin vermesi durumunda okul çıkışında tüm öğrenciler takımlar alinde haftada bir gün sosyal faaliyetler, başka bir gün projeler, başka bir gün Ahilik çalışmaları ile üst sınıfların alt sınıflara usta-çırak ilişkisi çerçevesinde tecrübe aktarımı vs. yapılabilir. Bu faaliyetlere velilerin gönüllü olarak hamilik yapması eğitimi çok ileri bir boyuta taşıyacaktır.
Kurumsal İş Birlikleri ve Basın
Kurum ve kuruluşların, bugünün öğrencilerinin yarının çalışanları ve iş ortakları olacağını unutmaması gerekiyor. Öğrencilerin eğitimi ve gelişimi için yapacağınız her katkı, sadece onların değil, sizin de geleceğinize yatırım olacaktır. Aynı zamanda basının, olumlu haberlere daha fazla yer vererek topluma ilham kaynağı olması elzem. Okullarımızda gerçekleşen pek çok başarılı girişim ne yazık ki yeterince gündeme getirilmiyor. Olumlu örnekleri paylaşarak, hep birlikte daha iyimser bir gelecek inşa edebiliriz.
Eğitimde Kalite ve Gelecek Vizyonu
Eğitimde ezberci anlayışın yerini araştırma, proje tabanlı öğrenme ve teknoloji ile harmanlanmış yenilikçi yaklaşımlar almalı. Türkiye’nin 2053 ve 2071 vizyonları doğrultusunda, öğrencilerimize araştırma yapmayı, projelerle üretmeyi ve teknolojiyi kullanmayı öğretmeliyiz. Ayrıca şiir ve sanatsal etkinlikler gibi yaratıcı faaliyetler, daha fazla öğrencinin katılımını teşvik edecek şekilde yaygınlaştırılmalı.
Çocuklarımıza sadece akademik bilgiler kazandırıp, bilgisayar başında her şeyi halledebilen bireyler olma özelliğinin yeterli olduğu anlayışından vazgeçilmelidir. Gençlerimiz yemek de yapabilmeli, temizlikte, sökük de dikebilmeli, tamirde yapabilmeli yani yaşam becerileri de kazanabilmelidir. Beraber ortak çalışma, birlikte hareket etme kültürü kazanılması onları sosyal ve ruhi yönden zenginleşmelerine yardımcı olacaktır.
Sınıflarda her gün farklı bir öğrenci arkadaşlarına kısa konuşmalar yapmaları onların özgüven kazanmalarını sağlar. Okullar; seminerler, proje tabanlı etkinlikler, sosyal girişimler ve takım çalışmasına dayalı programlarla öğrencilerin kişisel gelişimlerini desteklemeye devam etmelidir.
Sonuç olarak, Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ile beden, zihin, kalp ve ruh bütünlüğünü koruyan, milli bilinç sahibi, ahlaki değerleri yüksek nesiller yetiştirmek için tüm paydaşların el birliğiyle çalışmasını gerektirir.
Kıdem tazminatının işçiye işten çıktığı tarihte Fesih sebebine bağlı olarak ödenmesi gerekmektedir. İşçi işveren tarafından haksız nedenlerle işten çıkartılmış ise işçiye işten çıkartıldığı tarihte kıdem tazminatının ödenmesi gerekmektedir. Aynı şekilde işçi haklı nedenlerle işten ayrılmış ise yine işçiye işten ayrıldığı tarihte kıdem tazminatının ödenmesi gerekmektedir.
Çok kere işçinin haksız sebeplerle işten çıkartıldığı veya iş sözleşmesini haklı nedenlerle feshederek işten ayrıldığı tarihte işçiye kıdem tazminatının ödemesinin yapılmadığı ve ödemenin ne zaman yapılacağına dair de somut bir açıklamanın yapılmadığı görülmektedir. İşçi, işveren tarafından haksız olarak işten çıkartılmış veya işçi tarafından yapılan haklı fesih işveren tarafından da kabul edilmiş ise işçiye iş çıkış tarihinde ne kadar kıdem ödemesi ve diğer işçilik alacaklarının olduğunu gösterir çıkış bordrosunun hazırlanarak verilmesi ve imzasının alınması gerekmektedir. Böylece işçi işten ayrıldığı tarihte kendisine ne kadar kıdem tazminatı ve başkaca işçilik alacaklarının ödeneceğini bilecek ve işveren ile bu konuda mutabık olacaktır. İşverenin, çıkış bordrosunu işçiye imzalattıktan sonra ödemenin en geç ne zaman yapılacağını da somut olarak işçiye bildirmesi gerekmektedir. Hmm bu noktada dikkat edilecek en uzun en önemli husus ise işçinin iş çıkış tarihinde kendisine imzalı atılmak istenen çıkış bordrosunu ve ibraname iyi mutlaka rakam ödenecek olan rakamları kontrol ederek imzalaması gerekmektedir. İşçi hak ettiğinden daha az tutarların yer aldığı bir çıkış bordrosunu imzalanmalı ve işvereni de ibra etmemelidir. Zira bu halde işçi hak ettiğinden daha düşük bir ödeme alacak ve sonrasında işçinin yapılan ödemeden memnun kalmaması halinde açacak olduğu davada zorluklarla karşılaşması muhtemel olacaktır.
İŞÇİNİN KIDEM ALACAĞI İŞTEN ÇIKIŞ TARİHİNDE MUACCEL OLACAKTIR
Yani kıdem tazminatı işçinin iş çıkış tarihinde, işçi tarafından talep edilebilir hale gelmiş olacaktır. Bu sebeplerle işçiye kural kıdem tazminatının işten ayrıldığı tarihte ödenmesidir. Bunun yanı sıra işverene kıdem tazminatını ödeme konusunda makul bir süre verilecek ise de bu serenin en geç en yakın maaş ödeme günü olarak somutlaştırılabileceği söylenebilir. Kıdem tazminatı ödemesi konusunda işçinin mağdur edilmemesi önemli olup kıdem tazminatının iş çıkış tarihinde ödenmesi mevzuat gereğidir. İşçiye iş çıkış tarihinde kıdem tazminatı ödenmez ise bu tarihten itibaren kıdem tazminatına bankalarca uygulanan en yüksek mevduat faizi işleyecektir. Yani işçinin kıdem tazminatının ödenmediği her gün için işverenden bankalarca uygulanan en yüksek mevduat faizi talep etme hakkı vardır.
KIDEM TAZMİNATI ÖDENMEYEN İŞÇİ NE YAPMALIDIR
İşçi işveren uyuşmazlıklarında arabuluculuk zorunlu hale getirilmiş olup bu sebeplerle kıdem tazminatı ödenmeyen işçinin ilk yapacağı iş zorunlu arabulucuya başvuru yapmak olmalıdır. Zorunlu arabulucuya başvuru yapacak olan işçinin bu hususta öncelikle iş hukukunda uzman bir avukattan yardım alması en doğrusu olacaktır. Bunun yanı sıra işçinin adliyelerde bulunan arabuluculuk bürolarından da zorunlu arabulucuya başvurma şansı bulunmaktadır. Fakat arabuluculuk sürecinde işveren karşısında daha zayıf konumda olan işçinin kendisini iş hukukunda uzman bir avukat aracılığıyla temsil ettirmesi, işçinin hak kaybına uğramasının önüne geçilmesi açısından en uygunudur. Zira işçi işverenden almayı hak ettiği kıdem tazminatının hesaplanmasını tam olarak yapamayabileceği gibi işveren tarafından daha az ödemeye ikna edilmeye de çalışılabilecektir. Bu hususta işçinin arabuluculuk süreçlerini iyi bilmesi ve arabuluculuk sonucunda bir anlaşmaya varılması halinde dava yolunun kapanacağını bilmesi önemlidir. Bu süreçte arabulucu da işçiyi ve işvereni yönlendirme konusunda veya bilgi verme konusunda arabuluculuk kanunu ve etik kurallarıyla bağlı olup işçinin bu süreçte kendini güçsüz hissetmemesi için kendisini bir avukat ile temsil ettirmesi önemlidir.
ARABULUCULUK SÜRECİ SONUNDA KIDEM TAZMİNATI ÖDENMEYEN İŞÇİ NE YAPMALIDIR
Arabuluculuk sürecinde işveren ile anlaşma sağlayamayan işçi yani arabuluculuk sürecinde de kıdem tazminatı ve diğer işçilik alacaklarını işverenden alamayan işçi arabuluculuk süreci sonunda düzenlenmiş olan anlaşmama tutanağı ile artık işverene karşı dava açabilir hale gelecektir. İş çıkışında kıdem tazminatı ödenmeyen ve bu sebeplerle zorunlu arabulucuya başvurmak zorunda kalan işçinin arabuluculuk süreci sonunda da kıdem tazminatı ödenmemiş ise artık Yapılması gereken işverene karşı dava açmak olmalıdır. Tazminatı ödenmeyen ve arabuluculuk sürecinde de işveren ile anlaşma sağlayamayan işçinin artık kıdem tazminatının ödemesini alabilmesi için işverene karşı dava açmaktan başka yolu bulunmamaktadır. İşçinin dava açmadan işvereni ödemeye zorlayabilmesinin başkaca imkanı yoktur. Arabuluculuk sürecinde olduğu gibi işçinin dava sürecinde de kendisini iş hukukunda uzman bir avukat ile temsil ettirmesi çok önemlidir. Zira açılacak olan davada ispat şartları, hangi delillerin öne sürüleceği, nelerin talep edilebileceği, delillerin mahkemeye sunulma süresi, nelerin mahkemede delil olarak kullanılabileceği, tanık dinletilmesi, kimlerin tanık olarak dinletilebileceği, kaç tanık dinletilmesi gerektiği gibi yargılama safhalarına bağlı birçok ayrıntı iş hukukunda uzman bir avukat tarafından bilineceğinden kişinin avukatsız olarak bir davayı açması ve devam etmesi çok zor olacak ve dava sürecinde usul kurallarına bağlı hatalar yapılmasına sebebiyet verebilecektir.
Beşiktaş’ın, Şenol Güneşli Trabzonspor deplasmanında kazanmak için her şeyi yaptığına inanıyorum. Şenol Güneş’in, Beşiktaş’ın başındayken istatistik olarak bir takıma bu kadar ezildiğini hatırlamıyorum. Belki 1 puan kazandılar ama 10 kişi kalsalar bile bu çirkin futbol, kendi evlerinde hiç yakışmadı.
Beşiktaş’ın, %75 topla oynaması, gol beklentisi, pas yüzdesi, net pozisyonlar ve maçın adamı Trabzonspor’un kalecisi Uğurcan Çakır’ın olması zaten her şeyi gösteriyor.
Maçın başında Edin Visca‘nın, Rafa Silva‘ya yapmış olduğu sakatlamaya yönelik faul, kırmızı kartla cezalandırılınca VE Trabzonspor’un 10 kişi kalması, Beşiktaş’ın avantajına mı oldu yoksa tam tersi mi bu tartışılır! çünkü 10 kişi kalan Trabzonspor duran toptan da golü bulunca tamamen kalesinin önüne otobüsü çekti.
Aslında Beşiktaş’ın Trabzonspor deplasmanında, futbol olarak ezici bir üstünlük kurması ve bir puanla dönmesi çok üzülecek bir durum değil. Buradaki tek sorun, rakiplerin puan kaybetmemesi ve Beşiktaş’ın puan kaybetmeye kredisinin olmamasıdır. Önümüzdeki hafta, Fenerbahçe Galatasaray derbisinin olması büyük avantaj oldu. Beşiktaş, yarıştan kopmama adına Galatasaray derbisine kadar önündeki 4 maçta da puan kaybetmeden ilerlemesi gerekiyor.
Beşiktaş’ta eleştirilmesi gereken konulardan bir tanesi de Muci’nin berbat performansı! Bu sezon başından beri çok fazla forma şansı bulamayan Muci, bulduğu dakikalarda da hiçbir katkı sağlayamadı. Trabzonspor karşısında, Beşiktaş’ın ofansif gücüne katkı sağlaması için 10 kişi kalmış, yorulmuş rakibine karşı sahaya sürülen Muci, aldığı her topta maalesef geriye döndü. Yorulduğu için maçtan çıkmak zorunda kalan Milot Rashica yerine giden Muci, ofansif anlamda Beşiktaş’a hiçbir katkı sağlayamadı. Beşiktaş tarihinin en büyük bonservis bedellerinden birisi ile büyük beklentilerle transfer edilen Muci, sezona büyük hayal kırıklığı ile başladı.
Diğer husus ise, sezon başından beri Beşiktaş ciddi hakem hatalarına maruz kalıyor ve buna yönetim henüz hiç ses çıkartmadı veya çıkartamadı. Bu kabul edilebilir bir durum değil, Trabzonspor karşısında Rafa Silva’ya yapılan gaddarca faule, hakem değil kırmızı kart, sarı kart bile veremedi. VAR’ın devreye girmesi ile birlikte kırmızı kart zoraki çıktı. Ciro Immobile’ye, Savic’in yapmış olduğu net penaltı verilmedi. Yönetim yoğun hakem hatalarına ses çıkarmamaya devam ederse ve Beşiktaş bu yüzden puan kaybetmeye devam ederse, yönetim çok zor duruma düşebilir. Çünkü Beşiktaş’ın haklarını savunamayan yönetim konumuna düşecektir. Derhal hakem hatalarına bir çözüm bulunmalı.
Beşiktaş, çok güçlü bir kadro kurmuştur ama derin bir kadrosu yoktur. Bundan dolayı kadrosunu en ekonomik bir biçimde kullanarak ve rakiplerinin de puan kaybetmemesinden ötürü cebinde kredisi olmadan, mümkün olduğunca puan kaybetmeden ilerlemesi gerekiyor. Trabzonspor maçı büyük talihsizlikti, çok iyi oynayan Beşiktaş belki çok pozisyona giremedi ama maçı kazandıracak pozisyonları buldu. Duran toptan yediği gole karşılık verdi ama daha sonrasında bulduğu pozisyonlarda Uğurcan Çakır’a takıldı. Bundan sonra takılmadan ilerleyen bir Beşiktaş göreceğimize, en azından Galatasaray derbisine kadar hiç fire vermeden ilerleyen bir Beşiktaş göreceğimizi düşünüyorum.
Çözen Kazanır bilgi yarışmasında canlı yayında ödüllerin büyüyeceğini söylemiştim. Mesela bugün en yüksek puanı alana iPhone 15 vereceğiz. Önümüzdeki günlerde, haftalarda, aylarda, arsa, araba hatta belki de ev bile hediye edersek şaşırmayın. Benden şimdiden söylemesi.
O yüzden yarışmacı olmanız önemli. Dijitalden, reklama, televizyondan, yazılıma tüm birimlerimiz ve ekiplerimiz bu büyük ödüller için şartlar ve kuralları belirliyorlar. Belki de büyük ödüller için şartlardan biri Çözen Kazanır’a şu kadar kez (sayı henüz belli değil) yarışmacı olarak katılmış olanlar şeklinde düzenlenebilir. O yüzden bizi ne kadar yakından takip eder, ne kadar çok yarışmamıza katılırsanız kazanmak için şansınız da o kadar yüksek olacaktır.
Bu arada her gün düzenli olarak dağıttığımız 5000 liralık hediyemiz de artabilir. Tüm bunlar yarışmacılarımızın ve izleyicilerimizin sayısının şu ana kadar katlanarak artmasının devam etmesiyle bağlantılı.
Takip edenler biliyordur. Bu yazıda yeni format ve ödüllerle ilgili yeni gelişmeleri duyurmak istedim. Ödüllere biraz değindim. Formata gelince…
Zaman zaman yarışmayı renklendirmek için ünlü simaları da yarışmaya dahil edebiliriz. Canlı yayın esnasında stüdyoda yanımda sevdiğiniz isimler olabilir. Bugün bunun ilkini gerçekleştireceğiz. Malumunuz bugünlerde futbol çok konuşuluyor. Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş’tan 3 spor yazarı bugün konuğum olacak. Birer soru da onlar soracak. İsimleri merak ediyorsanız Çözen Kazanır’ı X’ten (twitter), Instagram’dan ve Facebook’tan henüz takip etmemişsiniz demektir.
Yeri gelmişken takip etmenizi tavsiye edeyim. Çünkü her gün bir soruyu da yarışma öncesi sosyal medya hesaplarımızdan paylaşıyoruz ve siz de takip etmeyenlere göre yarışmaya avantajlı başlamış oluyorsunuz.
“Çözen Kazanır” Bilgi Yarışmamız öncelikle 3 hafta önce TGRT EU’dan yayınlanmaya başladı.
Geçen hafta itibarıyla da TGRT Haber’de Prime Time saat diliminde saat 21:00’de yayınlanmaya başladı.
Duymamış olanlar için söyleyeyim, izlerken dahi keyif aldığınız bilgi yarışması programlarına bu formatla yeni bir soluk getirdik. TGRT Haber’de yayınlanmaya başlamasıyla birlikte şu an için onbinlerce kişi bizimle o saatte yarışmacı oluyor.
“Çözen Kazanır” 15 sorudan oluşan bir bilgi yarışması. İlk 13 soru aklınıza gelen, gelmeyen pek çok kategoriden bilgiye dayalı sorular.
Coğrafya, Felsefe, Psikoloji, Tıp, Tarih, Matematik, Kimya, Fizik, Müzik, Sinema, Futbol, Mutfak bunlardan sadece bir kaçı.
Her sorunun 30 saniye süresi var. Sorular için TGRT Haber ya da TGRT EU televizyon kanallarınızın açık olması önemli.
Soruları da internetteki bir takım platformlardan takip etmeye kalkarsanız TV yayını gecikmeli olarak yansıdığı için her soruya ayrılan zamanı geriden takip etmiş olursunuz. Sistemde sizi zamanında cevap verememiş olarak algılayıp puan vermeyebilir. Bu yüzden soruların televizyondan takip etmeniz önemli.
Son iki soru ise final sorusu ve 250’şer puanlık sorular. Son iki final sorusuna gelene kadar çok yanlış yapsanız dahi yine de birinci olma ihtimaliniz var.
Programı ilk kez duyduysanız ve siz de oturduğunuz yerden, evinizin konforunda yarışmamızı izlerken, ben de yarışmak ve ödülü kazanmak istiyorum diyenlerdenseniz kısaca nasıl yarışmacı olacağınızı da söyleyeyim.
Yarışma başladığında TV ekranındaki QR kodu telefon ya da tabletinizle okutarak ya da son dakikaya bırakmak istemiyorum şimdiden kaydımı yaptırayım diyorsanız; Çözen Kazanır sosyal medya hesaplarımızdan, bir de TGRTHaber.com haber sitemizde ana sayfada bulunan yarışma bağlantı linkimizden kayıt olabilir ve yarışmacılarımız arasına dahil olabilirsiniz.
Hafta içi her akşam özellikle bugün büyük ödül için saat 21:00’de birlikteyiz.
Merhaba değerli okuyucum. Öncelikle Ramazan Bayramınızı kutluyorum.
31 Mart seçimlerinin üzerinden henüz iki hafta bile geçmedi, ama sonuçları itibarıyla bazı partilerde beklenen revizyonlar için ilk adımlar atılmaya başlandı. Yerel seçimlerden ciddi bir yara alarak çıkan İYİ Parti’de, olağanüstü kongre kararı alındı. Meral Akşener’in de genel başkanlığa aday olmayacağı açıklandı. Türk siyaset tarihinde yeni bir sayfanın açılcağı bu karar konuşulurken, dün gece bomba bir kulis bilgisi aldım.
Evet Önümüzdeki günlerde siyaset sahnesinde bizleri yeni bir sayfa bekliyor…
Kulisimi köşemde sizinle paylaşmak için bugün de gün boyu bilgiyi teyid için uğraştım. Ve artık gönül rahatlığıyla sizinle paylaşabilirim.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 31 Mart yerel seçimlerinde alınan kötü sonuç sonrası harekete geçme kararı aldı.
CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN BAYRAMDA ÇALIŞTI
AK Parti kaynaklarından edindiğim bilgiye göre Cumhurbaşkanı Erdoğan, bayramda parti ile ilgili önemli konuları çalıştı ve kararını verdi. Erdoğan, önümüzdeki günlerde AK Parti’yi olağanüstü kurultaya götürecek. Evet Mayıs ayının sonuna doğru AK Parti’de olağanüstü kurultay yapılması bekleniyor. Kurultayda ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tek başına aday olması bekleniyor. Kurultay kararı ile yeniden parti genel başkanı seçilmesi beklenen Erdoğan, bir nevi güvenoyu almayı hedefliyor.
KABİNEDE REVİZYON
Kaynağımdan aldığım bir diğer kulis bilgisi ise kabinede ciddi değişiklikler olacağı yönünde. Geçtiğimiz günlerde basına da benzer iddiaların yansıdığını, hatta isimlerin bile zikredildiğini görmüştük. Bu konuda isim vermeden şunu söyleyebilirim ki; kabinede de değişikliğe gidileceği kesinleşmiş görünüyor. Kabinedeki değişiklikler de partideki olağanüstü kurultaydan hemen sonra gelebilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu hamleleri ile hem partide yenilenme mesajı verecek hem de seçmene, 31 Mart seçimlerinde kendisine verilen mesajın alındığının geri bildirimini yapmış olacak.
İKİ HAMLE İLE ERKEN SEÇİM BEKLENTİLERİNİ SÖNDÜRECEK
31 Mart seçimleri sonrası AK Parti’de alınan beklenmedik sonuç sonrası, bir yandan da muhalefetin erken seçim çağrısında bulunabileceği konuşuluyordu. Bence Cumhurbaşkanı Erdoğan, yine bir taşla iki kuş vuracak. Partisini olağanüstü kongreye götürerek yeniden genel başkan seçilecek olan Erdoğan, kabinede yapacağı revizyon ile de muhalefete erken seçim kapılarını da tamamen kapatmış olacak.
Kalın sağlıcakla…
Galatasaray’ın yeni yıldızı Victor Osimhen, Rizespor’a karşı ortaya koyduğu oyunla daha ilk mücadelesinde taraftarın gönlünde taht kurdu. Galatasaray taraftarına bir önerim var: Bu sezon Osimhen’i arkalarına yaslanıp, anın tadını çıkararak izlesinler. Ne de olsa 100 milyon euro bonservis bedeli olan bir yıldızdan bahsediyoruz.
Maskeli balo başlıyor, diyorum ama Mauro Icardi’nin de dönüşüyle asıl balo o zaman başlayacak. Osimhen dün gece gole çok yaklaşsa da sevincini Abdülkerim Bardakçı ile yaşamış oldu. Yıldız futbolcu golü bulamasa da performansıyla büyük beğeni topladı. Öyle bir tarzı var ki adeta yerinde duramıyor ve enerjisini tribünler hissetti. Ertelenen Gaziantep maçında sahada olmayacak ama Fenerbahçe derbisini iple çekecek gibi görünüyor. Bir hatırlatma yapalım. Victor, Gaziantep maçından önce transfer edilmediği için bu erteleme de Jakobs ve Sallai gibi forma giyemeyecek.
Sara ısınmaya başladı
Galatasaray’ın yeni orta sahası Gabriel Sara, dün gece sahanın en iyilerinden biriydi. 2 asist ve 1 golle oynayan Brezilyalı orta saha, Okan Hoca’nın verdiği görevi kusuruz yerine getirdi. Sara’yı her ne kadar 10 numara pozisyonunda beklesek de, hoca onu savunmadan top çıkarmada ve orta sahada top dağıtmasıyla değerlendiriyor. Sara tamamen hücuma yönelik oynasa, estirir diyorum. Bir öneride daha bulunmak istiyorum. Duran topları Mertens değil artık Sara kullanmalı.
Sol bek bulundu
Yeni transfer Jakobs’un ise savunma yönü oldukça kuvvetli. Ofansif tarafını ilerleyen maçlarda daha iyi göreceğiz. Ortaları ve ayağa pasları oldukça başarılı. Basit ve etkili bir oyun ortaya koydu. Önünde oynayan Yunus Akgün ise çabaladı ama etkisiz bir oyun sergiledi. O eski Yunus sahalara geri dönse, Barış Alper Yılmaz’ı ve Kerem Aktürkoğlu unutturacak potansiyelde. Bunun için ne yapması gerekiyor, ekstra yaparak çok çalışması gerek…
Umami nedir bilir misiniz?
Gastronomi sektöründe olanların iyi bildiği umami, Japoncada "lezzetli" ya da "hoşa giden tat" anlamına gelir ve belki de onun tarif edilemeyen doğasını en iyi bu kelimeler anlatır.
Tat dünyasının beşinci unsuru olarak bilinen umami, lezzet algısının derinliklerinde yankılanan, anlatılması güç ama unutulması imkânsız bir lezzettir. Tatlı, tuzlu, acı ve ekşi tatların arasına sızan bu gizemli tat, yemek dünyasında yıllardır var olsa da, adını yeni yeni duyuruyor.
İlk kez 1908 yılında Profesör Japon bilim insanı Kikunae İkeda tarafından keşfedilen bu tat, aslında glutamat amino asidinin besinlerde doğal olarak bulunmasıyla ortaya çıkar. Ama umami bundan fazlasıdır; o, lezzetin derin bir katmanıdır, bir hissiyat, bir dokunuş ve bir şiir gibidir. Bu lezzet, özellikle yaşlandırılmış peynirler, et, balık, domates, patates, kuşkonmaz, shiitake mantarı gibi besinlerde yoğun olarak bulunur.
Umami, damağınıza yayılan yumuşak bir dalga gibi gelir
O, tatlı ve tuzlunun ötesinde, daha karmaşık bir lezzet profili sunar. O, sade bir domates sosunda, denizin derinliklerinden gelen bir yosun çorbasında, ya da olgunlaştırılmış bir parmesan peynirinde karşınıza çıkabilir. Her yemeğin içinde saklanmış bir sır gibi, doğru anı bekler ve sizi bambaşka bir tat yolculuğuna çıkarır.
Bir yemeğin lezzetinde umamiyi fark ettiğinizde, tabaktaki basit malzemelerin nasıl bir senfoniye dönüştüğünü anlarsınız. Bir yudum miso çorbası ya da bir kaşık et suyunda, adeta damaklarınızı okşar.
Lezzetleri katman katman örer
Bir bifteğin piştiği anda saldığı o zengin aroma, her ısırıkta dilinizde dans ederken, umami adeta gizli bir ritim gibi oradadır. Aynı şey, olgun bir domatesin hafif tatlı ama derin ve toprağı anımsatan lezzetinde de hissedilir. Glutamat ve benzeri bileşenlerin doğal olarak bulunduğu mantarlar, deniz yosunları, etler ve peynirler, bu sihirli tadı damaklarımıza taşır. Ve bir kez o tadı fark ettiğinizde, her yemek size biraz daha lezzet dolu gelir.
Bu, yalnızca bir tat değil, hayatın ta kendisidir
Umami, yalnızca bir tat değil, aynı zamanda kültürler arasındaki bir köprüdür. Japon mutfağında yüzyıllardır var olan ve saygı duyulan bu tat, Batı dünyasında da kendine sağlam bir yer edinmiştir. Doğunun geleneksel yemeklerinde bir hazine gibi olan soya sosu, dashi gibi malzemeler, Batı mutfağına entegre olduğunda, yeni bir lezzet evreni doğar. Aynı şekilde, Batı’nın meşhur umami kaynakları olan domates, parmesan ve et suyu, Asya mutfağına da bambaşka bir anlam katar.
Bu tat, yemek deneyiminin ötesine geçer.
Bir şefin umami ile tanışması, onun yemek yapma biçimini sonsuza dek değiştirebilir. Artık her malzeme, her aroma, her pişirme yöntemi bu tadı ortaya çıkarmak, onu derinleştirmek ve büyütmek için bir araç haline gelir. Umami, sınırları zorlayan bir ilham kaynağıdır. Şefler, onun büyüleyici gücünü anlamaya başladıkça, basit malzemeleri olağanüstü lezzet patlamalarına dönüştürmenin yollarını keşfederler.
Umaminin büyüleyici tarafı, her zaman orada olması, ama fark edildiğinde bir devrime yol açmasıdır. Her yemeğin, her kültürün, her mutfağın içinde var olan bu tat, bizi yemekle olan ilişkimizde daha derin bir keşfe davet eder.
Belki de umamiyi en iyi tanımlayan şey, onun doyurucu ve neredeyse bağımlılık yapan doğasıdır. Onun, damağımızda bıraktığı iz ile bizi daha fazlasını aramaya iter. O, lezzet dünyasında keşfedilmeyi bekleyen gizli bir hazine gibidir; bazen bir yudum çorbada, bazen bir dilim pizzada, ama her zaman hayatın küçük ve büyük anlarında bizimledir.
Özetle, umami, yemeklerin sadece birer besin olmaktan çıkıp birer sanat eseri haline geldiği o ince çizgide durur. Bir yemeği daha derin, daha anlamlı, daha unutulmaz kılar. Damağımıza dokunan bu tat, dünya mutfağında yepyeni kapılar açar. Dilimizde hissedilen bir tat olmanın ötesinde, yemeğin ve hayatın gizemli ve derin yanını temsil eder.
Yeni dönem asgari ücretin belirlenmesine artık çok az kaldı. Yaklaşık 3.5 ay sonra yeni oran açıklanacak. Hükümet yıl sonu enflasyon tahminini yüzde 41,5 olarak revize etmişti. OVP’deki hedefe göre yıl sonunda enflasyonun yüzde 41,5’e gerileyeceği tahmin ediliyor.
Peki enflasyon beklentilerine göre asgari ücret zam oranı ne kadar olacak? Refah payı gündeme gelir mi? Merak edilen tüm bu soruları, Yeminli Mali Müşavir Muhammet Bayram ile konuştuk. İşte asgari ücret zam oranı tahminleri...
SORU: Orta Vadeli Program'daki enflasyon beklentisine göre asgari ücrete ne kadar zam gelir?
MUHAMMET BAYRAM:
Orta vadeli programın açıklanmasıyla birlikte sene sonu enflasyon hesapları ve bunun üzerinden maaş hesapları yapılmaya başlandı. Sene sonu yüzde 41,5'lik bir yıllık enflasyon öngörüldü. Merkez Bankası'nın da enflasyon üst limiti yüzde 42 olarak belirlendi. Asgari ücrete ara dönemde bir zam yapılmamasıyla birlikte çalışanların umudu sene sonuna kaldı. Yıllık enflasyon yüzde 41,5 öngörüsüyle birlikte, yüzde 40'lar civarında gerçekleşecek. Ancak uygulanan sıkı para politikası, bununla birlikte düşen fiyat eğilimleri asgari ücrete acaba yüzde 40'lar civarında bir zam yapılmayacak mı, sorusunu akıllara getirdi. Ayrıca hedeflenen enflasyona göre bir zam yapılırsa bir sonraki yılın hedefi de yüzde 17,5 olduğu için daha düşük bir zam yapılacağı algısı oluşturmaya çalışılıyor.SORU: Peki bu durumda refah payı gündeme gelir mi?
MUHAMMET BAYRAM:
Burada emekliye, emekçiye en az enflasyon farkı kadar zam yapan ve üzerine refah payı artışlarıyla birlikte zamlar yapan bir hükümet konuşuyoruz. Bugüne kadar emekli olsun, emekçi olsun, çalışan olsun hiçbir kesim hiçbir şekilde enflasyona karşı ezdirilmedi ve ezdirilmemesi için de gerekli çalışmalar yapılıyor.Sayın Cumhurbaşkanı da her fırsatta yaşanan durumun farkında olduklarını, emeklinin düşük bir oranda zam aldığını, bu kayıpların telafi edileceğini söylüyor. O yüzden ben, en azından bu dönemde enflasyon oranı kadarlık bir artış yapılacağını düşünüyorum. Sonrasında buna ilave bir refah payı artışı olmayacağını düşünüyorum. Sonraki yıllarda da özellikle 2025'te gerçekleşen enflasyonla 2026 ve devamında tek haneli enflasyona geçilmesi ile birlikte hedeflenen enflasyona göre zam artışının yapılabileceğini düşünüyorum. Bu dönemde yeniden bir refah payı artışını öngörüyorum.
SORU:
O halde yüksek bir zam yapılacak gibi görünüyor, siz de aynı fikirde misiniz?MUHAMMET BAYRAM:
Hızlı ve kararlı bir şekilde enflasyonla mücadele edildiği için bu yıl yapılacak artış, son kez yüksek oranlı olacak diyebiliriz.Fatih Sultan Mehmet Han İstanbul’un fethinden sonra Bizans izlerinin yer aldığı birçok kiliseyi uygunluk halinde camiye çevirerek “Kılıç Hakkını” kullandı. Ancak nadir olan yapılardan biri Kariye’ye dokunmadı. Fatih Sultan’ın buradaki asıl amacı aynı zamanda farklı dinlerin odak noktası olan İstanbul’daki çeşitli yapıları korumaktı. Savaş teknik ustası olan Sultan Mehmet’in aynı zamanda ticari ve manevi yönü de çok güçlüdür.
Stratejisinde de haklı çıktı. Kariye’yi özgün hali ile bırakan Sultan Mehmet, bu sayede İstanbul’a gelen ziyaretçi sayısını arttırmıştı. Osmanlı tüm görkemi ve gücüyle gövde gösterisi yaptığı yıllarda Bizans taraftarı olan bazı isimler sıklıkla suikast girişimlerinde bulundu. Bunu yapabilmelerindeki en kritik nokta ise ziyaret amaçlı geldikleri mabetler oldu.
Fetihten 58 yıl sonra tarihler II. Bayezid dönemini gösterirken sadrazam Atik Ali Paşa, bu durumu önlemek için Kariye’yi camiye dönüştürdü. Özgünlüğünü çok bozmadan çan kulesi yerine tek minare yaparak camiye çevrilen Kariye’den ezan sesleri yükseldi. Depremlerden hasar aldıkça onarılan Kariye’nin özgünlüğünün bozulmaması dikkatlerden kaçmadı. II. Abdülhamid’in titizlikle onarımını yaptırdığı Kariye Camii, 29 Ağustos 1945 yılına geldiğimizde ise o zamanki Bakanlar kurulu tarafından müzeye çevrildi.
Mozaikler ve kaplamalardan temizlenen Kariye 79 yıl boyunca Bizans ruhunu yansıttı. Peki onca yapı varken neden KARİYE Bizans ruhunu yansıtıyor? Çünkü yapı Hazreti İsa’dan sonra yapılan ilk mabetlerden biridir. Hasar alsa bile yeniden inşa edilen Kariye Camii, Bizans döneminde Ayasofya’dan sonra en çok ibadet yapılan mekan olarak tarih kitaplarında geçti. Bu da Kariye’nin üzerindeki Bizans algısını artırdı. Yeniden camiye çevrilmesi ise tam siyasi dönüşüm oldu.
Bunun kanıtı ise Kariye Camii’ye dönüştürülür dönüştürmez Yunanistan’dan gelen tepki ile kanıtlandı. Ayasofya’dan sonra Kariye’nin de Camii yapılması üstelik turistlere sınırlandırma getirilmesi bazılarının yarasını kanattı.
Gel gelelim camiye… Muhteşem bir din buluşmasını yansıtan figürlerle dolu Kariye Cami, İstanbul’un gözde semti Fatih’te yükseliyor. İçindeki alanlar sınırlandırılmadan ziyaretçilerine sunuluyor. Açıldığı ilk günden beri ziyaretçi akımı 3 katına çıkan Kariye Camii’ye özellikle semtte yaşayan vatandaşlar daha fazla ilgi gösterdi.
Yolu Fatih’e düşen her vatandaşın görmesi gereken yapıtlardan biri olan Kariye Cami’nin manzarası ise Aziz İstanbul’la çerçeveleniyor.