Tgrt Haber

Yazarlar

Tümü
Doğanın kara incisi “aronya”

Tabiat, asırlardır insanlığa cömertçe sunduğu bitkiler ve meyveler sayesinde bir iyileştirme kaynağı. Ancak bazıları var ki, adeta tüm bitkilerin arasında parlayan bir yıldız gibi. İşte aronya bitkisi de, bu yıldızlardan biri. Adı, son yıllarda sağlık ve şifa dünyasında sıkça anılmaya başlanan bu meyve, şüphesiz doğanın bizlere sunduğu en büyük mucizelerden biri olarak kabul ediliyor. 

Aslında Allah’ın kainatta yarattığı her bir meyve bence bir mucizedir. Aronya’nın da içerdiği mucizeler her meyvede olduğu gibi saymakla bitmiyor. 

Gastronomi alanında yazılar yazsam da ben bir gazeteciyim, yani uzman değilim. Bu konularda kaynaklara dayalı kendi şahsi fikrimi beyan eder ve takdirini siz değerli okuyuculara bırakırım. Birçok fuarda bu meyveden yapılmış ürünleri inceledim ve şeker hastası olmamdan dolayı evimde de kullanıyorum. 

Aronya bitkisi, kırmızımsı siyah taneleriyle dışarıdan bakıldığında sıradan bir çalı bitkisi gibi görünebilir. Ancak bu mütevazı görünümünün ardında, adeta bir sağlık hazinesi yatıyor. İnsan vücudunu serbest radikallerden koruyan, iltihapları dindiren ve hücreleri yeniden yapılandıran bu bitki, özellikle kalp ve damar sağlığında bir koruyucu kalkan görevi görüyor. İçerdiği yüksek antioksidanlar, hücreleri oksidatif strese karşı koruyarak yaşlanmayı yavaşlatıyor, vücudu genç ve dinamik tutuyor.

Aronya bitkisinin en dikkat çekici özelliklerinden biri, antioksidan kapasitesinin diğer birçok meyveye göre çok daha yüksek olmasıdır. Bu küçük meyve, fenolik bileşikler açısından son derece zengindir ve bu sayede kanser, kalp-damar hastalıkları ve beyin fonksiyonlarını etkileyen hastalıkların önlenmesinde de önemli bir rol oynayabilir. İçindeki antosiyaninler, serbest radikalleri etkisiz hale getirerek hücreleri DNA hasarından ve protein yıkımından koruma ihtimali bulunuyor. Böylece, yalnızca bağışıklık sistemini güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda iltihaplanmayı da azaltma potansiyeli var. 

Bu küçük mucizenin belki de en büyük başarısı, kalp sağlığı üzerindeki derin etkileridir. Yapılan bilimsel araştırmalar, aronya melanocarpa’nın kan basıncını düşürdüğünü, kolesterol seviyelerini dengelediğini ve damarları genişleterek kalp üzerindeki baskıyı azalttığını ortaya koyuyor. Aronya, damarlardaki plak birikimini önleyerek kalp krizi ve felç riskini düşürmede önemli bir rol oynayabilir. Ayrıca, yağ metabolizmasını düzenleyerek ve iltihaplanmayı kontrol altına alarak kalp dostu bir bileşen haline gelebilir.

Kalp sağlığının yanı sıra, aronya bitkisi metabolik sağlık açısından da değerli bir bitki. Glisemik kontrolü destekleyen bu meyve, diyabetin yönetilmesinde ve insülin duyarlılığının artırılmasında önemli bir yardımcı gibi görülebilir. Diyabet hastalarında kan şekerinin dengelenmesine yardımcı olur ve bu sayede obeziteyle ilişkilendirilen metabolik sendromun tedavisinde de kullanılabilir.

Aronya bitkisi sadece sağlığımıza değil, mutfağımıza da farklı tatlar sunan bir lezzet kaynağı. Meyve suyu olarak içilebilir, smoothielere katılabilir, reçel veya sos olarak yemeklerde bile kullanılabilir. Bu çok yönlülüğü, ona mutfakta da önemli bir yer kazandırıyor.

Kalbimizden bağışıklık sistemine, iltihaplı rahatsızlıklardan diyabete kadar geniş bir yelpazede fayda sağlayabilen bu meyve, aslında bir nevi doğanın bize sunduğu şifa dolu bir hazine.

Sağlık sadece bir adım ötenizde

Belki de yalnızca bir avuç aronya kadar yakında

Özetle, aronya bitkisi bir besin olmasının ötesinde aynı zamanda bir yaşam kaynağı. Doğanın sunduğu bu şifa dolu hediyeyi günlük hayatımıza dahil ederek hem bedenimize hem de ruhumuza sağlıklı bir armağan olarak sunabiliriz.

Kaynak:

Kevser Özdemir, Esra Eroğlu Özkan’ın yazdığı “Aronia Sp. Meyvelerinin Kimyasal Bileşimi Ve Biyolojik Aktiviteleri” adlı bilimsel makaleden çıkan özet sonuç, “Güçlü antioksidan aktivitesi nedeniyle birçok kronik ve dejeneratif hastalık üzerinde tedavi edici etkisi olduğuna, ayrıca antiinflamatuvar, antidiyabetik, antimutajenik ve kardiyoprotektif aktivite gösterdiğine ilişkin detaylı veriler bulunuyor.”

Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Öğretim Üyesi Doç. Dr. Nafiye Ünal, “Yapılan bilimsel çalışma sonuçlarına göre, Aronya meyvesinin bağışıklığı güçlendirici etkisinin olduğu, birçok hastalık ve hatta kanser türlerine karşı koruyucu etkisinin olduğu belirtiliyor.” 

21 Ekim 2024
Yozlaşmanın Panzehiri Medeniyettir

Son günlerde akılalmaz şeyleri konuşur olduk. Öyle bir skandal ki kanımız dondu adeta. Ülkemizde yenidoğan bebeklerin şüpheli ölümleriyle ilgiliydi bu skandal. Türkiye'de Sosyal Güvenlik Sistemini dolandırmaya çalıştığı iddia edilen doktor, hemşire ve sağlık görevlilerinin eylemleri nedeniyle on iki bebek ölmüş.  Failler, gasbetmek için iki yöntem kullanmış: Öncelikle iş birliği yaptıkları özel hastanelerin yenidoğan koğuşlarına sağlıklı yeni doğanları yerleştirmişler. Daha sonra bebeklerin hasta olduğu izlenimini uyandırmak için çocukların kan testi sonuçlarında sahtecilik yapmışlar. 

SGK’dan para almak için yenidoğan bebekler öldürülüyorsa “yansın bu dünya” diyor insan! Bu olay sadece bir cinayet değil, aynı zamanda hepimizin insanlık meselesi! Ve bir kere daha görüyoruz ki gerçek şeytanlar aramızda dolaşıyor, sadece cehennemde değil.

Herkes çok öfkeli ama en çok üzüldüğüm konu, güven duygumuzu kaybetmemiz. Devletin çok acil bu durumu düzeltmesi gerekiyor. Şimdi, gerçekten yoğun bakıma ihtiyacı olan bir bebeği ailesinin güven duygusu zedelendiği için belki tedavi edemeyecekler. İşini doğru yapan bir doktor aileyi ikna etmek istese belki şiddet görecek ya da belki bir bebeğin hayatını riske atacak. İnsanların iyi veya kötü olmasına göre karar veremeyiz; çünkü bunu bilemeyiz. Bizim güvenimiz kurumlaradır. İnsanları denetlemesi gereken kurumların çok acil ve şeffaf şekilde toplumun güven duygusunu yeniden kazanacak adımları atması, işin içindeki her kişi ve kuruma gerekli cezaları vermesi gerekiyor. Toplumsal yozlaşmanın en büyük nedenlerden birisi temelde bir insan davranışının toplumsal sorun haline gelmesidir. Toplum içerisinde değer karmaşası oluşması ve zamanla faydacılığın her şeyin önüne geçmesi etik kuralların uygulanmasını etkiler. Yani toplumun etik değerleri ters  yüz olur. Bir toplumda geleneksel kabul gören normlar yerini para, statü, güç gibi kavramlara bırakırsa o toplum baştan çözülür. 

 Ve kabul etmek gerekir ki bu olay siyaset üstü bir olay. On iki bebek bilerek para için öldürülmüşken, kamuoyu baskısı şart. Kimlerin bu çeteyle bağı varsa ifşa edilmeli. Sağlık gibi hassas bir durumda hastaneye, doktora, hemşireye güvensizlik olmamalı. Ayrıca çetenin başında doktor var diye bütün doktorları kötü ilan edemeyiz. Unutmayalım ki bu skandalı ortaya çıkaran da başka bir doktor, ancak kötü her zaman kendine daha çok yer bulur, akılda daha çok izi kalır. Bu olayın izlerinin silinmesi de devletin görevidir. Sonuç olarak bu yozlaşmanın panzehiri medeniyettir. Medeniyetin kaynağı ise iyi bir ekonomi ve iyi bir eğitime dayanır.

21 Ekim 2024
Bitirim ikili

Okan Hoca’ya en güzel doğum günü hediyesini Galatasaray’ın süper starları Mauro Icardi ve Victor Osimhen verdi. Antalya deplasmanında 2 golle patlama yaşayan Icardi, 2. yarının sonlarına doğru yerini Osimhen’e bıraktı. Ve… Osimhen’den öyle bir gol geldi ki Antalyaspor tribünleri dahil, herkes ayakta alkışladı. Olağanüstü bir röveşata golüne imza atan Osimhen’i tüm futbol severler ağzı açık izledi.

Şunu bir kez daha rahatlıkla söyleyebilirim; dünyanın en iyi 2 golcüsü Galatasaray’da… Sarı-kırmızılı takımın taraftarları bu bitirim ikiliyi arkalarına yaslanıp, anın tadını çıkararak izlemeye devam etsinler. Çünkü sezon sonunda Osimhen’i dünya devlerinden birinde izleyeceğimizden eminim…

Şans alamaz!

Eee mücadeleyi de şöyle bir süzgeçten geçirelim. Hakem Ali Şansalan özellikle ilk yarıda verdiği hatalı kararla ön plana çıktı. Kaan Ayhan’ın burnunun kırılma, Icardi’nin ise çenesinin dağılma tehlikesi görmezden gelindi. Ve net olarak Veysel Sarı’nın Icardi’yi yaka paça düşürdüğü penaltı pozisyonu da unutulmamalı. Bu 3 kritik pozisyonda Antalyaspor’a sadece 1 sarı kart çıktı. Haftalardır Galatasaray’a sarı kart çıkmıyor diyenler dün geceki Antalya mücadelesini mutlaka izlesinler.

Kanatta rekabet

İlk kez 11’de başlayan Sallai, üst düzey bir performans ortaya koydu. Bu gidişle kanat bölgesinde forma savaşı alevlenecek gibi. Barış Alper, Sallai, Yunus ve hatta Ziyech arasında rekabet daha da artacaktır. Sallai zekasıyla ve çevikliğiyle de ön plana çıktı. Macar oyuncuyu daha fazla maçta aldığı sürelerle de görmek gerek.

Yunus ise Kerem Aktürkoğlu’nu hatırlattı. Icardi’ye artık gol paslarını Yunus veriyor. Icardi-Yunus ikilisi de harika işlere imza atıyor. Sara’nın savunmaya desteğe gelmesi, Torreira’nın kaptığı toplar da unutulmamalı. 

Antalya deplasmanında tek fire ise Jakobs. Sakatlık yaşayan Senegalli futbolcu, Beşiktaş derbisine yetiştirilmeye çalışılacak. Yabancı kuralından dolayı kadroda yer bulamayan Jelert’e şans doğdu diyebiliriz. 

20 Ekim 2024
Yozlaşmanın Panzehiri Medeniyettir

Son günlerde akılalmaz şeyleri konuşur olduk. Öyle bir skandal ki kanımız dondu adeta. Ülkemizde yenidoğan bebeklerin şüpheli ölümleriyle ilgiliydi bu skandal. Türkiye'de Sosyal Güvenlik Sistemini dolandırmaya çalıştığı iddia edilen doktor, hemşire ve sağlık görevlilerinin eylemleri nedeniyle on iki bebek ölmüş.  Failler, gasbetmek için iki yöntem kullanmış: Öncelikle iş birliği yaptıkları özel hastanelerin yenidoğan koğuşlarına sağlıklı yeni doğanları yerleştirmişler. Daha sonra bebeklerin hasta olduğu izlenimini uyandırmak için çocukların kan testi sonuçlarında sahtecilik yapmışlar. 

SGK’dan para almak için yenidoğan bebekler öldürülüyorsa “yansın bu dünya” diyor insan! Bu olay sadece bir cinayet değil, aynı zamanda hepimizin insanlık meselesi! Ve bir kere daha görüyoruz ki gerçek şeytanlar aramızda dolaşıyor, sadece cehennemde değil.

Herkes çok öfkeli ama en çok üzüldüğüm konu, güven duygumuzu kaybetmemiz. Devletin çok acil bu durumu düzeltmesi gerekiyor. Şimdi, gerçekten yoğun bakıma ihtiyacı olan bir bebeği ailesinin güven duygusu zedelendiği için belki tedavi edemeyecekler. İşini doğru yapan bir doktor aileyi ikna etmek istese belki şiddet görecek ya da belki bir bebeğin hayatını riske atacak. İnsanların iyi veya kötü olmasına göre karar veremeyiz; çünkü bunu bilemeyiz. Bizim güvenimiz kurumlaradır. İnsanları denetlemesi gereken kurumların çok acil ve şeffaf şekilde toplumun güven duygusunu yeniden kazanacak adımları atması, işin içindeki her kişi ve kuruma gerekli cezaları vermesi gerekiyor. Toplumsal yozlaşmanın en büyük nedenlerden birisi temelde bir insan davranışının toplumsal sorun haline gelmesidir. Toplum içerisinde değer karmaşası oluşması ve zamanla faydacılığın her şeyin önüne geçmesi etik kuralların uygulanmasını etkiler. Yani toplumun etik değerleri ters  yüz olur. Bir toplumda geleneksel kabul gören normlar yerini para, statü, güç gibi kavramlara bırakırsa o toplum baştan çözülür. 

 Ve kabul etmek gerekir ki bu olay siyaset üstü bir olay. On iki bebek bilerek para için öldürülmüşken, kamuoyu baskısı şart. Kimlerin bu çeteyle bağı varsa ifşa edilmeli. Sağlık gibi hassas bir durumda hastaneye, doktora, hemşireye güvensizlik olmamalı. Ayrıca çetenin başında doktor var diye bütün doktorları kötü ilan edemeyiz. Unutmayalım ki bu skandalı ortaya çıkaran da başka bir doktor, ancak kötü her zaman kendine daha çok yer bulur, akılda daha çok izi kalır. Bu olayın izlerinin silinmesi de devletin görevidir. Sonuç olarak bu yozlaşmanın panzehiri medeniyettir. Medeniyetin kaynağı ise iyi bir ekonomi ve iyi bir eğitime dayanır.

21 Ekim 2024
Anadolu’dan dünyaya yükselen iki yıldız 

Anadolu, binlerce yıllık medeniyetlerin beşiği olan bu kadim topraklar, tarihin her döneminde büyük bilim insanları, düşünürler ve sanatçılar yetiştirmiştir. Bugün ise bu geleneği sürdürerek modern dünyanın zirvesine çıkmış iki büyük isimle övünüyoruz: Aziz Sancar ve Daron Acemoğlu. İkisinin de hayat hikayesi, çalışmaları ve elde ettikleri başarılar, yalnızca bilim dünyasına değil, Türkiye’nin gençlerine de önemli bir mesaj veriyor. Bu başarılar, azim, inanç ve bilginin birleştiğinde her şeyin mümkün olduğunu gösteriyor.

Bilimin Büyük Hizmetkârı 

2015 yılında Nobel Kimya Ödülü’nü kazanan Prof. Dr. Aziz Sancar, Mardin'in küçük bir köyünden çıkıp dünya bilim sahnesinde adını duyuran bir bilim insanı oldu. DNA onarımı üzerine yaptığı çalışmalar, insan sağlığı ve genetik biliminde devrim niteliği taşıyor. Ancak Sancar'ın hikayesi yalnızca bilimsel başarılarından ibaret değil; o, aynı zamanda Anadolu’dan çıkan bir çocuğun disiplin, çalışkanlık ve kararlılıkla neler başarabileceğinin de somut bir örneği.

Sancar, başarısını kazandıktan sonra bile memleketiyle olan bağını koparmadı. Kendi başarısını genç nesillere ilham vermek için bir araç haline getirdi. "Ben yaptıysam, siz de yapabilirsiniz" diyen Sancar, Türkiye’deki gençlere, her şeyin azimle ve sıkı çalışmayla mümkün olduğunu tekrar tekrar hatırlattı.

Ekonomi Biliminde Bir Devrimci 

Geçtiğimiz günlerde Nobel Ekonomi Ödülü’ne layık görülen Daron Acemoğlu da benzer bir hikayeye sahip. İstanbul doğumlu olan Acemoğlu, ekonomik eşitsizlik ve kurumlar üzerine yaptığı çığır açıcı çalışmalarla dünya çapında tanınan bir ekonomist. Ekonomik büyüme ve gelişmenin ardındaki temel faktörleri inceleyen çalışmaları, sadece akademik dünyada değil, politikalar üzerinde de büyük etkiler oluşturdu.

Acemoğlu'nun özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için sunduğu öneriler, adalet ve eşitlik temelli bir ekonomik sistemin nasıl inşa edilebileceğini gösteriyor. Onun başarıları, dünya genelinde ekonomik düşünceyi şekillendiren bir isim haline gelmesini sağladı. Fakat tıpkı Aziz Sancar gibi, Daron Acemoğlu da köklerini unutmamış, başarılarının arkasındaki yolculuğun başladığı yere dair derin bir farkındalık taşımıştır.

Gençlere İlham Olmalı 

Aziz Sancar ve Daron Acemoğlu'nun başarıları, sadece onların değil, Anadolu’nun her bir gencinin hikayesinin de yazılabileceğini gösteriyor. Nobel ödülleri ya da diğer prestijli ödüller, bireysel başarıları kutluyor olabilir; ancak bu ödüller aslında çok daha büyük bir mesaj taşıyor: Başarı, nereden geldiğinize ya da kim olduğunuza değil, ne kadar çalıştığınıza ve dünyaya ne kattığınıza bağlıdır.

Türkiye’deki gençler için Sancar ve Acemoğlu’nun hikayeleri, sınırların sadece zihnimizde olduğunu ve başarı için gereken en önemli şeyin azim ve kararlılık olduğunu kanıtlıyor. Her iki isim de gösteriyor ki, Anadolu’dan, yani dünyanın herhangi bir yerinden çıkıp da global sahnede devrim yapmak mümkündür. Bilimin, ekonominin ya da başka bir alanın zirvesine ulaşmak isteyen gençler için bu isimler, sadece birer başarı öyküsü değil, aynı zamanda motivasyon kaynağı olmalıdır.

Ödüller ve Yol Haritası 

Sancar ve Acemoğlu gibi isimlerin aldıkları ödüller, Türkiye’nin gençlerine birer yol haritası sunuyor. Eğitim, araştırma ve bilime verilen değerin artırılması, yeni Aziz Sancar'lar ve Daron Acemoğlu'lar yetiştirmek için atılması gereken en önemli adımlardan biridir. Gençlere doğru rehberlik ve destek sağlandığında, onların da bu iki bilim insanı gibi büyük başarılara ulaşabileceği gerçeği unutulmamalıdır.

Dahası, bu iki dev isim bize gösteriyor ki Anadolu'nun potansiyeli sınırsızdır. Gençler, hayal kurmaktan ve bu hayallerin peşinden koşmaktan asla vazgeçmemelidir. Aziz Sancar ve Daron Acemoğlu'nun başarıları, onların ellerinden alınmış bir fırsat değil, aksine her gencin ulaşabileceği bir hedef olmalıdır. Çünkü başarı, sınır tanımaz.

15 Ekim 2024
Fenerbahçe sadece bir maçı kazanmadı

Fenerbahçe kazandı…
Sadece bir maçı kazanmadı…
Sezon başında hocasını aşağılayan, küçümseyenlere karşı kazandı…
Galatasaray’a yapılan kollamaları legalleştiren medyaya karşı kazandı…
Fenerbahçe’nin önüne her türlü engeli çekenlere karşı kazandı. 
Fenerbahçe’nin hocası derbiye çıkacakken başka hoca ile anlaştığını söylenlere karşı kazandı…
Fenerbahçe’yi dün sahada skandal bir kararla 10 kişi bırakan Arda Kardeşlere karşı kazandı.
Fenerbahçe’yi tek başına sistemle savaştıran kendi camiasının dinamiklerine karşı kazandı.
Fenerbahçe’yi 96 puan toplamasına karşılık Galatasaray’dan çok aşağıda görenlere karşı kazandı.
Fenerbahçe’nin oyuncularının emeklerini yok sayanlara karşı kazandı. 
Fenerbahçe dün kaybederse diye hazırlık yapan, koreografi hazırlayanlara karşı kazandı.
Fenerbahçe futbolcularının sahada sevinmesine bile tahammül edemeyenlere karşı kazandı.
Fenerbahçe Mehmet Büyükekşi’ye karşı kazandı.
Fenerbahçe TFF’ye karşı kazandı…

Fenerbahçe kazandı…Bu yılın legal şampiyonu Fenerbahçedir…
Konya ve Sivas maçlarında çalınan 4 puan olmasa bugün şampiyonluk kutlayacak olan Fenerbahçe hem de 10 kişiyle hem de rakibine şut bile çektirmeden kazandı…
Fenerbahçe başarısızlığı için sistem oluşturanlara karşı kazandı.

Rakibini futbol olarak ezen, hakemin aleyhine tüm kararlarına karşı 10 kişi ile bir onur mücadelesi veren bu takım tarihe çoktan geçti bile. 

İsmail Kartal’ın onur mücadelesi, Mert Hakan’ın formasına sahip çıkışı, maç sonunda Fenerbahçe bayrağını yöneticilerin elinden almayan çalışan stad müdürüne ders verilmesi, Ali Koç’un bir filmin final sahnesi gibi kahramanca oraya gelmesi dünkü maçın tarihe geçen anlarıydı. 

Fenerbahçe Başkanı ne zaman nerede olması gerektiğini bilir. Ali Koç dün olması gereken zamanda olması gereken yerdeydi. Takımını ve camiasını sahipsiz bırakmadı ve Fenerbahçe kazandı.

Mehmet Büyükekşi uykusuz geçen dün geceden sonra bugün yeni numaraları ile ortaya çıkacaktır.  Türk futbol tarihinde olmadığı kadar bir takımın şampiyonluğunu isteyen bu TFF 2 ay sonra belki gidecek ama yaptıkları tarihin en karanlık sayfalarında yer alacak. Asla unutulmayacak.
Dün gece oynanan maç da unutulmayacak. Sahada çaresiz kalan Galatasaray, 10 kişi ile destansı bir mücadele veren Fenerbahçe asla unutulmayacak. 2200 kişi ile 50 bin Galatasaraylıyı susturan Fenerbahçeli taraftarlar asla unutulmayacak. Bu maçı tek başıma kazanacağım diyen Mert Hakan unutulmayacak. Fenerbahçeli unutmayacak…Bu takımı şampiyon olsa da olmasa da tarihin en güzel yerine yazacak. Bu takımı kalbine kazıyacak. Bu destansı geceyi çocuklarına anlatacak. 
Onlara diyecekler ki siyasiler, TFF, medya, kendi camiamızdaki bazı kişiler istememesine rağmen 10 kişi ile direndik. 2200 kişi ile susturduk…Gittik, yendik, döndük…

Bugün okullara Fenerbahçe forması ile giden çocuklar. Sizin mutluluğunuzu çalanlarla tarih hesaplaşacak…Sizin gülümsemenizi çalanlara dersini tarih verecek…

20 Mayıs 2024
Yapay Zeka Bizi İyileştirecek mi? Hasta mı Edecek?

Yapay zeka artık hayatımızın tam merkezinde, sağımızda solumuzda, kolumuzda bacağımızda... Tabii, tıptaki mucizelere imza atarken "bir şeyler ters gidebilir mi?" diye de düşündürtüyor. Kendi evrimini sessizce yaşayan, ama son birkaç yılda bir Usain Bolt hızında atağa kalkan yapay zeka, "Ben insanlığa nasıl daha faydalı olabilirim?" diye sorar gibi. Ama işin bir de "acaba hasta eder mi?" tarafı var.

Yapay zeka tarihine göz atarak başlayalım. İlk bilgisayarlar taş devri dediğimiz dönemden sayılabilir, çünkü bu makineler, şimdikilerin yanında gerçekten taş gibi yavaş kalıyordu. 1950’lerde Alan Turing, "Makineler düşünebilir mi?" sorusunu sorduğunda, kimse onun bu kadar ileri bir soru sorduğunun farkında değildi. Turing Testi, makinelerin insanlar gibi düşünüp düşünemeyeceğini anlamaya yönelik ilk adım oldu. Günümüze geldiğimizde ise yapay zeka, sağlık alanında doktorlardan daha hızlı teşhis koyan, ameliyatları bir cerrah hassasiyetiyle yöneten bir noktaya geldi.

yapay zeka'nin sağlık alanındaki etkileri inkar edilemez. Milyonlarca veri setini saniyeler içinde analiz edebilen yapay zeka, teşhis koymakta ve tedavi seçenekleri sunmakta büyük ilerlemeler kaydediyor. Örneğin, kanser teşhisinde yapay zeka algoritmalarının doğru sonuç verme oranı %95’lere ulaştı. "Doktor, sonuçlarım ne olacak?" diye sormaya bile gerek yok, çünkü sonuçları yapay zeka hemen veriyor! İşte bu noktada yapay zeka, doktorların zamanını boşa harcamadan hastaları daha hızlı ve etkili bir şekilde iyileştirmelerine olanak tanıyor.

Ama işler hep bu kadar tatlı gitmiyor elbette. yapay zeka’nin iyi yanlarını sıralarken insan "Ya sonrası?" diye bir duraklıyor. Zira madalyonun diğer yüzü de var.

yapay zeka’nin bu denli hızlı ve kapsamlı ilerlemesi bizi psikolojik olarak nasıl etkiliyor? Haydi, bir düşünelim. Artık her şeyin algoritmalar tarafından karar verildiği bir dünya... Bir şikayetiniz mi var? Artık doktor değil, bir yapay zeka ile muhatapsınız. Hatta belki de akıllı bir ses asistanı size "merhaba" diyecek, rahatsızlığınızı dinleyecek ve tedavinizi belirleyecek. Ne kadar güvenilir? Evet, algoritmalar bazen önyargısız olabilir ama hata yapmaları da mümkün. Üstelik bu hatalar "ay canım küçük bir hata" diyeceğimiz cinsten değil. Örneğin, size yanlış bir teşhis koyması veya alerjiniz olan bir ilacı reçete etmesi, belki de sağlığınızı riske atacak sonuçlar doğurabilir.

Bir de şu var: yapay zeka'nin her şeyi yapabileceği bir dünyada insanlar kendilerini işe yaramaz hissedebilir. Düşünsenize, doktor olarak yıllarınızı tıp eğitimine vermişsiniz ama bir gün yapay zekanın sizin işinizi yaptığını görüyorsunuz. Belki de çok daha hızlı ve hatasız bir şekilde... Bir yandan "oh ne güzel, artık yüküm azaldı" diyebilirsiniz ama diğer yandan "Ben burada ne yapıyorum?" diye sorgulamaya başlamanız da çok olası.

Tabii bir de işin psikolojik sağlık boyutu var. yapay zeka'nin duygusal sağlığa etkisi bambaşka bir mesele. Terapistler yerine yapay zeka ile yapılan danışmanlık seansları kulağa oldukça distopik geliyor, değil mi? "Nasıl hissediyorsunuz?" diye soran bir ekran karşısında ruh halimizi paylaşmak, insana pek de sağlıklı gelmeyebilir. Bu yapay danışmanların bizi anlayıp anlamadığı büyük bir soru işareti olarak kalabilir. Çünkü, insanları algoritmalarla çözmek demek, insan olmanın karmaşıklığını göz ardı etmek anlamına gelebilir. Bir an düşünün: Ruh halinizi bir robota anlatıyorsunuz ve o size birkaç saniye içinde "anladım, bu durumda X terapisi sizin için en iyisi" diyor. İyi mi? Hasta mı eder? Karar size kalmış.

yapay zeka'nin olumsuz etkileri bununla sınırlı değil. Dijital bağımlılık, sosyal medya algoritmalarının insan psikolojisine verdiği zararlar, hatta "her an izleniyor muyum?" hissi... Evet, veri gizliliği meselesi de burada devreye giriyor. Tıbbi kayıtlarımız yapay zeka'nin elinde, hastane ziyaretleri, ilaç reçeteleri, hatta belki genetik bilgimiz bile... Tüm bu verilerin nerede, nasıl saklandığını gerçekten biliyor muyuz? Bir gün verilerimizin yanlış ellere geçmesi ihtimalini düşünmek bile insanın kanını dondurabiliyor. Verilerimiz güvende mi? Yoksa birileri, çoktan sağlığımıza dair en özel bilgilere ulaşmış olabilir mi?

yapay zeka’nin gelecekteki gücü ise hem ümit verici hem de ürkütücü. Ümit verici çünkü belki de yapay zeka, insan ömrünü uzatabilecek çözümler bulacak. Kök hücre tedavileri, gen terapileri gibi ileri teknoloji yöntemlerle insan vücudu yenilenecek, hastalıklar kökten çözülmeye çalışılacak. Ama bir düşünün: Eğer yapay zeka her hastalığa çare bulacak noktaya gelirse, o zaman bizi daha büyük sorunlar bekliyor olabilir. "Sonsuz yaşam" hayal gibi gözükse de, belki de "ölümsüz olmak" insanoğlunun kaldırabileceği bir yük değil. Belki de asıl mesele, sağlıklı yaşamak ve bir gün doğanın akışına uyarak vedalaşmak.

yapay zeka bizi iyileştirirken aynı zamanda hasta edebilir mi? Cevap basit: Hem evet, hem hayır. Çünkü teknoloji, tıpkı bir bıçak gibi, hem bir ekmeği kesebilir, hem de yanlış kullanıldığında zarar verebilir. yapay zeka’yi nasıl kullanacağımız bizim elimizde. İyileşmek mi? Hasta olmak mı? Karar sizin.

17 Ekim 2024
Zamana yetişemiyor musunuz? Hadi, yeni bir pencereden bakalım

Huzurlu ve dengeli bir yaşamın peşinde olanlar için çıkan yeni kitabıma dair bilgileri sizlerle kısaca paylaşmak istiyorum.

Bu kitap haftanızı 8 güne, gününüzü 48 saate çıkarmayacak ama var olan zamanınızı hayatınızın bütününü daha verimli, anlamlı, keyifli değerlendirebilmeniz için alan oluşturmanıza dair şeyler öğretecek ve düşündürecek.

Zamanı Yönetme Becerisi

isimli kitabımı niye yazdım?

Hiçbir şeye yetişemiyorum’

’Kendime ayıracak vaktim yok’

‘İş ve ev arasında hayatım sıkışıp kaldı’

 ‘Zaman geçiyor ama isteklerimi gerçekleştiremiyorum

"

Bu şikayetler size tanıdık geliyor mu?

GERÇEK SORUN NEDİR?

Günümüz dünyasında çoğumuz benzer şikayetlerde bulunuyoruz: Zaman yetmiyor! İş, aile, sosyal hayat derken kendimize vakit ayıramadığımızı fark ediyoruz.

Peki, gerçekten sorun zamanın yetersizliği mi?

 Yoksa zamanı, hayatımızdaki diğer önemli kişileri ve isteklerimizi, kendimizi de dahil ederek yönetebilseydik, yine aynı şikayetlerde bulunur muyduk?

Hayatımızı nasıl daha anlamlı ve verimli hale getirebiliriz?

HAYATIN ALTIN KURALI

Eğer siz de bu sorulara yanıt arıyorsanız, hadi, birlikte yol haritası çıkaralım…
Amacım,

‘zamanım yok

’ engeline takılmadan arzu ettiğimiz hayatın gerçekleştirebileceğimiz kısımlarını yaşayabilmek.

‘HAYIR’ DEMEYİ BİLMEK

Zaman yönetimi tüm becerileri öğrenme sürecinde olduğu gibi önce bilinçli bir çaba gerektirir, sonrasında doğal bir beceri haline gelir

.  İstemek ve istediklerimizi hayatımıza entegre etmek altın kural!

 Kitapta, zaman yönetimi için taktik, teknik ve stratejiler sunuyorum. Ancak bunların tek başına yeterli olmadığını özellikle vurguluyor ve örneklendiriyorum. Zamanı nasıl yöneteceğinizi bilseniz de mutlu hissetmeyebilirsiniz. Tüm stratejilere hakim olsanız bile,

‘hayır’

demekte zorlanıyorsanız zaman yine kontrolünüzden çıkar.

HAYATI BÜTÜN OLARAK GÖREBİLME

Bu kitap, zamanı sadece işlerinizi halletmek için değil, hayatınızı bir bütün olarak görebilmeniz için yazıldı.

Zaman, terazi gibidir.

Hayatı o teraziye yerleştirirseniz ve istikrarlı şekilde bu yolda ilerlerseniz hayatın tadını çıkarmamak için hiçbir sebep yok.

ÜRETKENLİK İÇİN STRATEJİLER

Zamanı Yönetme Becerisi kitabım 10 bölümden oluşuyor.

Zamanın ne anlama geldiği, boş zamanın ruh sağlığımıza etkisi, zamanı yönetmenin psikolojik engelleri, ek beceriler (hayır diyebilme, hedef belirleme, erteleme), zaman tuzakları ve hırsızları, verimlilik ve üretkenlik için zaman yönetimi stratejileri gibi konuları ele alıyor

. Zaman yönetimi, sadece stratejileri ve teknikleri bilmekle sahip olabileceğimiz bir beceri değil bunu da vurguluyor.

HERKES İÇİN BİR REHBER

Zamanı Yönetme Becerisi kitabım herkes için yazıldı. Rolümüz her ne olursa olsun çocuk, anne/baba, öğrenci, eş, arkadaş vs… iş hayatında, aile içinde veya kişisel gelişim yolculuğunda zamanı daha iyi yöneterek hayatının akışını daha iyi hale getirmek isteyen herkesin bu kitaptan esinleneceği bilgiler var.

Bunun yanı sıra danışanlarıyla beceri çalışması yapmak isteyen meslektaşlarım da faydalanabilir.

Evli ve iki çocuklu bir kadın olarak, kendi hayatımda deneyip uyguladığım ve klinik psikolog olarak danışanlarımla üzerinde

çalıştığım zaman yönetimi becerisi, sadece bir beceri değil, aynı zamanda hayatın tadını daha fazla çıkartmak için bir vesiledir.

Benim zamanı yönetmekle ilgili

motivasyonum, işleri bitirmek değil, hayal ettiğim günlük akışı yaşayabilmek

. Bu perspektifle düşündüğünüzde, zaman yönetimi keyifle sahip olunan bir beceri haline geliyor

. Daha az stres, daha fazla sakinlik, üretkenlik ve verimlilik, daha anlamlı bir yaşam

. Eğer siz de bu yolculuğa çıkmak istiyorsanız, 

Zamanı Yönetme Becerisi

kitabımın size eşlik etmesini isterim.

KİTAP SADECE ARAÇTIR

Her beceri gibi, zaman yönetimi de üzerine çalışıldığında etkili olur.

Ancak nihai hedef, sürekli olarak zamanı ya da bir şeyleri yönetmek değil, bu beceriyi doğal bir yaşam tarzına dönüştürmektir

Bir bakmışsınız, zamanı yönetiyorsunuz ve hayatınızda boşluklar oluşuyor. Unutmayın, kitap sadece bir araçtır. Asıl iş sizde…

 

19 Eylül 2024
Tiran’a gittim gördüm yazdım -1

Dile kolay. Sadece sekiz yılda Türkiye, altı kıta, 54 ülkede Maarif Vakfı eliyle 485 okul açtı ve başarıyla işletiyor. Ancak Türkiye Maarif Vakfına (TMV) bağlı dünyada tek bir üniversite var. Tiran New York Üniversitesi (UNYT). UNYT’nin 2024-2025 akademik yılı açılışı için Tiran yollarına düştük. Üniversitenin yeni yılı açılışını yaptık. Törene Arnavutluk Meclis Başkanı Elisa Spiropali, TMV Başkanı Prof. Dr. Birol Akgün, Türkiye'nin Tiran Büyükelçisi Tayyar Kağan Atay başta olmak üzere geniş bir katılım oldu.

Tiran New York Üniversitesinin en dikkat çeken özelliği State University of New York ile ortak diploma programının olması. Eğitim dilinin İngilizce olması ve Arnavutluklun 2002 yılında kurulan ilk özel üniversitesi olduğundan Arnavutluk ve Balkanlar’da tanınırlığı en yüksek üniversite durumunda. Belki de en önemlisi mezuniyet sonrası % 95 istihdam oranı ile ülkede lider durumda. 2018 yılında bir işadamından satın alma yoluyla TMV bünyesine geçmiş.

TMV Başkanı Prof. Dr. Birol Akgün konuşmasında dost ve kardeş ülkelere Türkiye'nin okullarını açmak, oralardaki insanlarla, halklarla Türkiye arasında insani ilişkileri güçlendirmek için çalıştıklarını belirtti. Arnavutluk Meclis Başkanı Elisa Spiropali törene katılarak Türkiye Maarif Vakfının ülkende üst düzey olarak önemsendiğini gösterdi. Spiropali, UNYT’yi bir başarı öyküsü olarak adlandırdı.

Tiran Büyükelçimiz Tayyar Kağan Atay güler yüzü ve sinerjisi ile ay yıldızlı bayrağımız gibi bizi temsil ediyor. UNYT Rektörü Prof. Dr. Ali Güneş ise tecrübeli bir akademisyen bize sürekli okul hakkında bilgi yüklemesi yaptı.

Yine TMV Arnavutluk Ülke Temsilcisi Mesut Özbaysar’ın yönlendirmesi ile üniversite dışında Arnavutluk’un birçok şehrinde açtıkları ve ülkenin en başarılı okulları seçilen, birinciler çıkaran Arnavutluk Uluslararası Maarif Okullarını görme, inceleme imkânı bulduk. Maarif ülkede markalaşmış durumda.

Üç yaşından itibaren en kıymetli varlıklarını, çocuklarını Türkiye Maarif Okullarında geleceğe hazırlamak isteyen aileler, yani Arnavutluk toplumu ile Türkiye arasında en sıcak iletişim eğitim yoluyla, Türkçenin güzelliği ile sağlanıyor. Osmanlı sonrası zayıflayan bağlar, eğitim ve kültür yoluyla yeniden kuruluyor. Geçen asra yön veren üç-beş ülkenin anlı şanlı kurumları, iddiaları koca bir insanlık nezdinde hızla irtifa, itibar, güç kaybederken…

TİKA, Yunus Emre Enstitüsü, Yurtdışı Türkler Başkanlığı ve bu halkanın sonuncusu Maarif. Ve bütün dünyada Türkiye’nin insani politikasını hayata geçiren kamu ve özel diğer güzide kuruluşları… Türkiye Devletinin büyük vizyonunu yeniden ilmek ilmek gönüllere, coğrafyalara adeta nakşediyor. Tam bin yıl önce yapıldığı gibi. Aynı anlayışla Yesevi, Yunus Emre, Mevlana bakışıyla…

Tiran’da bir isimden söz edemeden geçemeyeceğim. Tiran New York Üniversitesi (UNYT) Genel Sekreteri Dr. Rıza Feridun Elgün bizim saha çalışmalarımızda organizasyonda desteklerini esirgemedi. Maarif’te İstanbul Merkezden Arnavutluk’a bize dolu dolu bir günü hazırlayan samimi ve insicam içinde profesyonel bir ekibin desteğini hep hissettik. Liste uzun az gittik, uz gittik İstanbul’dan Tiran’a Maarif ile gittik…sizler için yazacağım….

17 Ekim 2024
Kıdem tazminatı ne zaman ödenir

Kıdem tazminatının işçiye işten çıktığı tarihte Fesih sebebine bağlı olarak ödenmesi gerekmektedir. İşçi işveren tarafından haksız nedenlerle işten çıkartılmış ise işçiye işten çıkartıldığı tarihte kıdem tazminatının ödenmesi gerekmektedir. Aynı şekilde işçi haklı nedenlerle işten ayrılmış ise yine işçiye işten ayrıldığı tarihte kıdem tazminatının ödenmesi gerekmektedir.

Çok kere işçinin haksız sebeplerle işten çıkartıldığı veya iş sözleşmesini haklı nedenlerle feshederek işten ayrıldığı tarihte işçiye kıdem tazminatının ödemesinin yapılmadığı ve ödemenin ne zaman yapılacağına dair de somut bir açıklamanın yapılmadığı görülmektedir. İşçi, işveren tarafından haksız olarak işten çıkartılmış veya işçi tarafından yapılan haklı fesih işveren tarafından da kabul edilmiş ise işçiye iş çıkış tarihinde ne kadar kıdem ödemesi ve diğer işçilik alacaklarının olduğunu gösterir çıkış bordrosunun hazırlanarak verilmesi ve imzasının alınması gerekmektedir. Böylece işçi işten ayrıldığı tarihte kendisine ne kadar kıdem tazminatı ve başkaca işçilik alacaklarının ödeneceğini bilecek ve işveren ile bu konuda mutabık olacaktır. İşverenin, çıkış bordrosunu işçiye imzalattıktan sonra ödemenin en geç ne zaman yapılacağını da somut olarak işçiye bildirmesi gerekmektedir. Hmm bu noktada dikkat edilecek en uzun en önemli husus ise işçinin iş çıkış tarihinde kendisine imzalı atılmak istenen çıkış bordrosunu ve ibraname iyi mutlaka rakam ödenecek olan rakamları kontrol ederek imzalaması gerekmektedir. İşçi hak ettiğinden daha az tutarların yer aldığı bir çıkış bordrosunu imzalanmalı ve işvereni de ibra etmemelidir. Zira bu halde işçi hak ettiğinden daha düşük bir ödeme alacak ve sonrasında işçinin yapılan ödemeden memnun kalmaması halinde açacak olduğu davada zorluklarla karşılaşması muhtemel olacaktır.

İŞÇİNİN KIDEM ALACAĞI İŞTEN ÇIKIŞ TARİHİNDE MUACCEL OLACAKTIR

Yani kıdem tazminatı işçinin iş çıkış tarihinde, işçi tarafından talep edilebilir hale gelmiş olacaktır. Bu sebeplerle işçiye kural kıdem tazminatının işten ayrıldığı tarihte ödenmesidir. Bunun yanı sıra işverene kıdem tazminatını ödeme konusunda makul bir süre verilecek ise de bu serenin en geç en yakın maaş ödeme günü olarak somutlaştırılabileceği söylenebilir. Kıdem tazminatı ödemesi konusunda işçinin mağdur edilmemesi önemli olup kıdem tazminatının iş çıkış tarihinde ödenmesi mevzuat gereğidir. İşçiye iş çıkış tarihinde kıdem tazminatı ödenmez ise bu tarihten itibaren kıdem tazminatına bankalarca uygulanan en yüksek mevduat faizi işleyecektir. Yani işçinin kıdem tazminatının ödenmediği her gün için işverenden bankalarca uygulanan en yüksek mevduat faizi talep etme hakkı vardır.

 

KIDEM TAZMİNATI ÖDENMEYEN İŞÇİ NE YAPMALIDIR

İşçi işveren uyuşmazlıklarında arabuluculuk zorunlu hale getirilmiş olup bu sebeplerle kıdem tazminatı ödenmeyen işçinin ilk yapacağı iş zorunlu arabulucuya başvuru yapmak olmalıdır. Zorunlu arabulucuya başvuru yapacak olan işçinin bu hususta öncelikle iş hukukunda uzman bir avukattan yardım alması en doğrusu olacaktır. Bunun yanı sıra işçinin adliyelerde bulunan arabuluculuk bürolarından da zorunlu arabulucuya başvurma şansı bulunmaktadır. Fakat arabuluculuk sürecinde işveren karşısında daha zayıf konumda olan işçinin kendisini iş hukukunda uzman bir avukat aracılığıyla temsil ettirmesi, işçinin hak kaybına uğramasının önüne geçilmesi açısından en uygunudur. Zira işçi işverenden almayı hak ettiği kıdem tazminatının hesaplanmasını tam olarak yapamayabileceği gibi işveren tarafından daha az ödemeye ikna edilmeye de çalışılabilecektir. Bu hususta işçinin arabuluculuk süreçlerini iyi bilmesi ve arabuluculuk sonucunda bir anlaşmaya varılması halinde dava yolunun kapanacağını bilmesi önemlidir. Bu süreçte arabulucu da işçiyi ve işvereni yönlendirme konusunda veya bilgi verme konusunda arabuluculuk kanunu ve etik kurallarıyla bağlı olup işçinin bu süreçte kendini güçsüz hissetmemesi için kendisini bir avukat ile temsil ettirmesi önemlidir.

ARABULUCULUK SÜRECİ SONUNDA KIDEM TAZMİNATI ÖDENMEYEN İŞÇİ NE YAPMALIDIR

Arabuluculuk sürecinde işveren ile anlaşma sağlayamayan işçi yani arabuluculuk sürecinde de kıdem tazminatı ve diğer işçilik alacaklarını işverenden alamayan işçi arabuluculuk süreci sonunda düzenlenmiş olan anlaşmama tutanağı ile artık işverene karşı dava açabilir hale gelecektir. İş çıkışında kıdem tazminatı ödenmeyen ve bu sebeplerle zorunlu arabulucuya başvurmak zorunda kalan işçinin arabuluculuk süreci sonunda da kıdem tazminatı ödenmemiş ise artık Yapılması gereken işverene karşı dava açmak olmalıdır. Tazminatı ödenmeyen ve arabuluculuk sürecinde de işveren ile anlaşma sağlayamayan işçinin artık kıdem tazminatının ödemesini alabilmesi için işverene karşı dava açmaktan başka yolu bulunmamaktadır.   İşçinin dava açmadan işvereni ödemeye zorlayabilmesinin başkaca imkanı yoktur. Arabuluculuk sürecinde olduğu gibi işçinin dava sürecinde de kendisini iş hukukunda uzman bir avukat ile temsil ettirmesi çok önemlidir. Zira açılacak olan davada ispat şartları, hangi delillerin öne sürüleceği, nelerin talep edilebileceği, delillerin mahkemeye sunulma süresi, nelerin mahkemede delil olarak kullanılabileceği, tanık dinletilmesi, kimlerin tanık olarak dinletilebileceği, kaç tanık dinletilmesi gerektiği gibi yargılama safhalarına bağlı birçok ayrıntı iş hukukunda uzman bir avukat tarafından bilineceğinden kişinin avukatsız olarak bir davayı açması ve devam etmesi çok zor olacak ve dava sürecinde usul kurallarına bağlı hatalar yapılmasına sebebiyet verebilecektir.

12 Temmuz 2024
Teknolojik Bağımsızlık: Bir İhtiyaç mı, Lüks mü?

Hepimiz biliyoruz ki, günümüzde teknolojik ürünler hayatımızın vazgeçilmez bir parçası haline geldi. İşimize yarıyor, konfor alanımızı genişletiyor ve günlük işlerimizi kolaylaştırıyor. Ancak, bu konforun bir bedeli var mı? Gelin, birlikte düşünelim.

Düşünsenize, eğer kullandığımız sistemler bir anda devre dışı kalırsa ne olur? Bilgisayarımızdaki işletim sistemi çalışmazsa, günlük işlerimizi nasıl hallederiz? Ya da cep telefonumuzda kullandığımız dış kaynaklı bir ürün olan WhatsApp ülkemizde çalışmadığında, sevdiklerimizle nasıl iletişim kurabiliriz? Ancak sosyal medyada paylaşımlarımızı sadece sevdiklerimizle paylaşmış olmadığımızdan bu durum bizi nasıl etkiliyor? Birileri bu veriler üzerinden bizi yönlendiriyorsa, gerçekten ne kadar özgürüz? İletişimi sağlamak adına özgürlüğümüzden vazgeçebilir miyiz?

Ülkelerin fiziksel sınırları var, ama sanal dünya çok daha karmaşık. Sanal olarak her yer, birçok kişinin kontrolünde. Bu durumda ülkelerimiz ne kadar bağımsız? Teknolojik bağımsızlık dediğimiz kavram, aslında bu soruların cevabında saklı. Kendi kendimize yeterli olabilmek, teknolojiyi sadece bir araç olarak görmek ve onun dışındaki yolları keşfetmek, belki de en önemli adım.

Peki, bu bağımsızlığı sağlamak için neler yapabiliriz? Öncelikle, alternatif sistemler ve uygulamalar hakkında bilgi edinmekle başlayabiliriz. Açık kaynak yazılımlar kullanarak, kendi verilerimizi kontrol altında tutabilir, eğitim ve farkındalık artırarak topluluklarımızı bu konuda bilinçlendirebiliriz.

Sonuç olarak, teknolojik bağımsızlık sadece bireylerin değil, toplumların da bir ihtiyacı. Birlikte hareket ederek, bu bağımlılığı azaltabiliriz. Sonuçta, teknoloji bize hizmet etmeli, biz ona değil!

Bu konudaki düşüncelerinizi merak ediyorum. Sizce teknolojik bağımsızlık için daha neler yapabiliriz? Yorumlarınızı bekliyorum!

Teknolojinin Gölgesinde Sınırlarımız Ne Durumdadır?

Geldiğimiz noktada, fiziksel olarak belirli sınırlarımız olsa da teknolojik olarak bu sınırlar giderek belirsizleşiyor. Artık özel alanlarımızın kalmadığını söylemek abartı olmaz. Düşünsenize, okulumuzda, iş yerimizde veya evimizde birileri sürekli bizimle birlikte yaşıyor gibi. Her hareketimizi, her ânımızı takip edebiliyorlar. Bu durum düşündürücü değil mi?

Bir yandan teknoloji hayatımızı kolaylaştırıyor, diğer yandan bizi daha iyi tanıyarak bizi yönetiyor olabilir. Sadece yetişkinler değil, çocuklarımız da bu durumdan etkileniyor. Cep telefonları, bebeklere ve çocuklara daha erken yaşta verilmeye başlandı. Peki, bu durum onların tüm özelliklerinin birilerine veri olarak gidebileceği gerçeğini göz ardı etmemizi gerektirmiyor mu?

Bu, hepimizin düşündürmesi gereken bir mesele. Çocuklarımızın, gençlerimizin dijital dünyada maruz kaldığı şeyler, onların kimliklerini ve kişiliklerini şekillendirebilir. Ancak biz ebeveynler olarak bu durumu kontrol altına almak, bilinçli olmak zorundayız. Onlara güvenli bir dijital deneyim sunmak için hem teknolojiyi hem de onun getirdiği riskleri bilmemiz gerekiyor.

Bu konuda ne düşündüğünüzü merak ediyorum! Teknolojinin hayatımızdaki bu etkilerini nasıl azaltabiliriz? Sınırlarımızı korumak için neler yapmalıyız?

Teknolojinin Çekim Alanında Özgürlük mü? Bağımlılık mı?

Günümüzde kullandığımız uygulamalar – WhatsApp, Instagram, X, Facebook ve daha nicesi – aslında bizlerin verilerine sahip. Kredi kartı işlemlerimizle birlikte, Visa, Mastercard gibi şirketler de tüm ekonomik hareketliliğimizi takip edebiliyor. Bunun farkında olmadan gönüllü olarak onlarla paylaşıyoruz. Peki, bu durum gerçekten özgürlük mü, yoksa bir tür bağımlılık mı?

Büyük şirketler, sahip oldukları bilgilerle geleceğimizi planlayabiliyorlar. Ve bu durum, bizleri özgürlük adı altında özgürsüzleştirebilir. Bir toplumun kökleri ve değerleri yok edildiğinde, bireylerin kendilerini özgür hissetmesi ne kadar mümkün? Teknolojinin sağladığı bu “özgürlük,” bazen bir tür sarhoşluk haline dönüşebilir. Kendimizi bağımsız zannediyoruz, ama aslında birilerinin avucunun içinde sıkışıp kalmış olabiliriz.

Bu noktada önemli olan, bu durumu sorgulamamız. Toplumlar, teknolojinin sunduğu kolaylıklar nedeniyle köleliklerinin farkına varamayabilir. Ancak bir gün bu gerçeği anladıklarında, iş işten geçmiş olacak. Bu yüzden, teknoloji ile olan ilişkimizde dikkatli olmalı, bilinçli seçimler yapmalıyız.

Sizce bu durumdan nasıl çıkabiliriz? Teknolojiyi daha sağlıklı bir şekilde kullanmak için neler yapmalıyız?

Dostlarımızı ve Düşmanlarımızı Tanımak Mümkün müdür?

Sanal ortamlarda, kişilerin ve kurumların iç yüzlerini anlamak hiç bu kadar zor olmamıştı. Dost ve düşmanı ayırt etmek, teknolojiyle birlikte daha karmaşık bir hale geldi. Sahtekârlar, teknolojiyi kullanarak etkilerini genişletti. Yüz yüze tanışmak zaten zor iken, sanal ortamlarda tanıştığımız insanları nasıl tanıyabileceğiz? Uzmanların bu konudaki uyarılarını ne kadar dikkate alıyoruz?

Nesnelerin interneti sayesinde, cisimlerin birbirleriyle haberleşmesi ve kararlar alabilmesi işlerimizi kolaylaştırıyor. Binlerce kişinin yaptıklarını saniyeler içinde cihazlar yapabiliyor. Ancak, dijital dönüşüm, yapay zekâ ve siber güvenlik kavramları hayatımıza girmişken, ülkelerin teknolojik bağımsızlıkları da gündeme geliyor.

Ülkeler, vatandaşlarının güvenliğini sağlamak için sadece fiziksel sınırlarını değil, sanal ortamlardaki sınırlarını da korumak zorundalar. Fiziksel saldırılar sınırda gerçekleşebilirken, sanal saldırılar her noktadan ve her an yapılabilir. Zaman ve mekân kavramları, teknolojinin etkisiyle tamamen değişti.

Bir ülkenin politik, ekonomik, askeri ve sosyal açıdan güçlü olabilmesi, teknolojik bağımsızlıkla mümkün. Bunun için iletişim teknolojileri, savunma sanayi, enerji gibi alanlarda dışa bağımlı olmadan kendi kendine yetebilmek gerekiyor. Kendi kaynaklarımızla bu alanlarda güçlü adımlar atmak, geleceğimizi güvence altına almak açısından hayati önem taşıyor.

Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Sanal dünyada güvenliği sağlamak için neler yapmalıyız?

Avrupa Açık Kaynakları Destekliyor mu?

Avrupa Birliği ülkeleri, teknolojik bağımsızlık için açık kaynak yazılımların gelişimi ve kullanımını destekliyor. “Açık Düşünün” ana söylemiyle, açık kaynak yazılımlar, dönüştürücü, geliştirici ve yenilikçi bir yaklaşım sunuyor. Bu sayede bilgi ve uzmanlığın paylaşılmasını teşvik ediyor, maliyetleri düşürüyor ve topluma fayda sağlayan hizmetler üretiliyor.

Avrupa, kendi bağımsız dijital yaklaşımını geliştirmek için birçok alanda çalışmalar yürütüyor. Yazılım ve uygulamaların yanı sıra, veri ve bilginin paylaşılması ve yeniden kullanımını teşvik etmek öncelikli hedefleri arasında. Ayrıca, kaynak kodunu paylaşarak bilgi toplumuna katkıda bulunmayı arzuluyorlar. Sonuç olarak, dünya standartlarında bir kamu hizmeti inşa etmeyi hedefliyorlar.

“Açık düşün, dönüştür, paylaş, katkıda bulun, güvence altına al, kontrolde kal” gibi mesajlarla bu süreci daha da güçlendirmeye çalışıyorlar.

Ne Kadar Bağımsızız?

Hepimiz bağımsız olmayı arzuluyoruz. Peki, yerli olarak geliştirilen “Teknolojiyi Özgürleştirin, Pardus ile Geleceğe Adım Atın” diyen Pardus’u ne kadar destekliyoruz? Çocuklarımızın okulundaki bilgisayarların işletim sistemi nedir? Bu konuda bir soru sormak iyi bir başlangıç olabilir.

Ayrıca, “Hızlı ve güvenli mesajlaşma, kaliteli görüntülü görüşme” imkânı sunan BiP uygulamasını telefonlarımızda kullanıyor muyuz? Okullarımızda öğrencilerin bu uygulama üzerinden haberleşmeleri teşvik ediliyor mu? (https://bip.com/tr/)

Ve “Türkiye’nin Ödeme Yöntemi” olarak tanıtılan TROY kartlarını taşıyor muyuz? Eğer bu sorulara “evet” diyorsak, teknolojik bağımsızlıktan bahsedebiliriz. Ancak, eğer bu uygulamalara yeterince destek vermiyorsak, kendimizi kandırmamalıyız; teknolojik bağımsızlık konusunda daha fazla çaba göstermemiz gerekiyor. (https://troyodeme.com/)

Sonuç olarak, hep birlikte yerli teknolojilere destek vererek bağımsızlığımızı pekiştirebiliriz. Bu konuda sizin düşünceleriniz neler? Yerli teknolojileri kullanma alışkanlıklarımızı nasıl geliştirebiliriz?

Hepimizin farklı bakış açıları, deneyimleri ve düşünceleri var. Bugün, sınıfta, takımda, evde ya da işte bu konuları değerlendirmeye ne dersiniz? Atalarımız boşuna dememişler: “Akıl akıldan üstündür.” Etrafımızdaki insanlarla bu konuları konuşmayı deneyebiliriz. Kim bilir, belki de bir gün hayal bile edemeyeceğimiz başarıların kapısını aralayabiliriz. Küçük fikirler, büyük başarıların tohumları olabilir.

9 Ekim 2024
Hocaya Yazar

Deneyip başarısız olmuş bir planı, çok önemli bir maçta bir kez daha uygulamaya sokmak çok büyük hatadır. Lugano deplasmanında sezonun en kötü oyununu oynamışsın. 6-7 gol pozisyonu verip üzerine üç tane yemişsin. O maçta Rafa Silva‘yı solda denemişsin, Masuaku- Rafa Silva ikilisi olmamış ve sen Ajax maçında aynı planı uygulamaya çalışıyorsun. Üstelik 17 yaşındaki gencecik çocuğu bu zorlu deplasmanda ilk 11’de deniyorsun, yetmedi orta sahada Onana Al Musrati ikilisi ile çıkıyorsun. İşleyen planı bozmak şımarıklıktır. 
 
Beşiktaş ilk Avrupa Ligi maçında beklentinin çok altında kaldı. Kaybedebilirsin, kazanabilirsin de ama maçı hiçbir şey yapmadan sıfır şutla kapatamazsın Ajax öyle eski Ajax değil. Onların da sorunları vardı, çok güzel moral olduk. Beşiktaş, Onana gibi bir oyuncuyu kadrosunda tutarak çok büyük hata yapmıştır Onana değil, Beşiktaş’ın seviyesinde, Süper Lig’de herhangi bir Anadolu takımında bile oynayamaz. Onana‘nın tüm maliyeti yaklaşık 10 milyon Euro. Beşiktaş’a Onana‘yı getirenleri tarih affetmeyecek. Transfere sebep olan dönemin teknik direktörünü de başkanını da unutmayacağım. 
 
Ayrıca bu sezon yabancı kontenjanı sorunu varken Onana’yı kadroda tutmak da çok büyük hataydı. Can Keleş’e para yokken 2,75 milyon Euro vermek de çok büyük hata ve saçmalıktı. 
 
Hocayı yeterince övdük, göklere çıkarttık yanlış yaptığı zaman da yanlış yapıyor demesini bileceğiz. Bu taraftar hocayı bağrına soktu, büyük teveccüh gösterdi o da bunun karşılığını verecek. Ajax karşısında ne rakibi analiz edebilmiş, ne de Beşiktaş’ı tanıyabilmiş! Bambaşka bir hoca vardı, gereksiz işler peşinde koştu. Dünkü ağır mağlubiyetin başlıca sorumlusu hocadır, diğeri de sayın Hasan Arat’tır. 
 
Transfer döneminde Can Keleş için verilen para yerine, iyi bir kanat ve bir de bek alınabilseydi, Beşiktaş’ın açıkları biraz daha kapanmış olacaktı. Netice itibari ile derhal yanlışlardan dönülmeli, bu ağır mağlubiyetin travmaya dönüşmesinin önüne geçilmelidir. Kayserispor deplasmanında mutlak üç puan alınmalıdır ve son olarak da bu ağır mağlubiyet için hoca ve sayın Hasan Arat Beşiktaş taraftarından özür dilemelidir.

27 Eylül 2024
Kazanmak için...

Çözen Kazanır bilgi yarışmasında canlı yayında ödüllerin büyüyeceğini söylemiştim. Mesela bugün en yüksek puanı alana iPhone 15 vereceğiz. Önümüzdeki günlerde, haftalarda, aylarda, arsa, araba hatta belki de ev bile hediye edersek şaşırmayın. Benden şimdiden söylemesi. 

O yüzden yarışmacı olmanız önemli. Dijitalden, reklama, televizyondan, yazılıma tüm birimlerimiz ve ekiplerimiz bu büyük ödüller için şartlar ve kuralları belirliyorlar. Belki de büyük ödüller için şartlardan biri Çözen Kazanır’a şu kadar kez (sayı henüz belli değil) yarışmacı olarak katılmış olanlar şeklinde düzenlenebilir. O yüzden bizi ne kadar yakından takip eder, ne kadar çok yarışmamıza katılırsanız kazanmak için şansınız da o kadar yüksek olacaktır.

 Bu arada her gün düzenli olarak dağıttığımız 5000 liralık hediyemiz de artabilir. Tüm bunlar yarışmacılarımızın ve izleyicilerimizin sayısının şu ana kadar katlanarak artmasının devam etmesiyle bağlantılı. 

Takip edenler biliyordur. Bu yazıda yeni format ve ödüllerle ilgili yeni gelişmeleri duyurmak istedim. Ödüllere biraz değindim. Formata gelince…

 Zaman zaman yarışmayı renklendirmek için ünlü simaları da yarışmaya dahil edebiliriz. Canlı yayın esnasında stüdyoda yanımda sevdiğiniz isimler olabilir. Bugün bunun ilkini gerçekleştireceğiz. Malumunuz bugünlerde futbol çok konuşuluyor. Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş’tan 3 spor yazarı bugün konuğum olacak. Birer soru da onlar soracak. İsimleri merak ediyorsanız Çözen Kazanır’ı X’ten (twitter), Instagram’dan ve Facebook’tan henüz takip etmemişsiniz demektir. 

Yeri gelmişken takip etmenizi tavsiye edeyim. Çünkü her gün bir soruyu da yarışma öncesi sosyal medya hesaplarımızdan paylaşıyoruz ve siz de takip etmeyenlere göre yarışmaya avantajlı başlamış oluyorsunuz. 


“Çözen Kazanır” Bilgi Yarışmamız öncelikle 3 hafta önce TGRT EU’dan yayınlanmaya başladı. 
Geçen hafta itibarıyla da TGRT Haber’de Prime Time saat diliminde saat 21:00’de yayınlanmaya başladı. 
Duymamış olanlar için söyleyeyim, izlerken dahi keyif aldığınız bilgi  yarışması programlarına bu formatla yeni bir soluk getirdik. TGRT Haber’de yayınlanmaya başlamasıyla birlikte şu an için onbinlerce kişi bizimle o saatte yarışmacı oluyor. 

“Çözen Kazanır” 15 sorudan oluşan bir bilgi yarışması. İlk 13 soru aklınıza gelen, gelmeyen pek çok kategoriden bilgiye dayalı sorular.

Coğrafya, Felsefe, Psikoloji, Tıp, Tarih, Matematik, Kimya, Fizik, Müzik, Sinema, Futbol, Mutfak bunlardan sadece bir kaçı.

Her sorunun 30 saniye süresi var. Sorular için TGRT Haber ya da TGRT EU televizyon kanallarınızın açık olması önemli.

Soruları da internetteki bir takım platformlardan takip etmeye kalkarsanız TV yayını gecikmeli olarak yansıdığı için her soruya ayrılan zamanı geriden takip etmiş olursunuz. Sistemde sizi zamanında cevap verememiş olarak algılayıp puan vermeyebilir. Bu yüzden soruların televizyondan takip etmeniz önemli. 

Son iki soru ise final sorusu ve 250’şer puanlık sorular. Son iki final sorusuna gelene kadar çok yanlış yapsanız dahi yine de birinci olma ihtimaliniz var. 

Programı ilk kez duyduysanız ve siz de oturduğunuz yerden, evinizin konforunda yarışmamızı izlerken, ben de yarışmak ve ödülü kazanmak istiyorum diyenlerdenseniz kısaca nasıl yarışmacı olacağınızı da söyleyeyim.

Yarışma başladığında TV ekranındaki QR kodu telefon ya da tabletinizle okutarak ya da son dakikaya bırakmak istemiyorum şimdiden kaydımı yaptırayım diyorsanız; Çözen Kazanır sosyal medya hesaplarımızdan, bir de TGRTHaber.com haber sitemizde ana sayfada bulunan yarışma bağlantı linkimizden kayıt olabilir ve yarışmacılarımız arasına dahil olabilirsiniz.  

Hafta içi her akşam özellikle bugün büyük ödül için saat 21:00’de birlikteyiz.

10 Haziran 2024
Erdoğan’ın bayramda aldığı iki bomba karar!

Merhaba değerli okuyucum. Öncelikle Ramazan Bayramınızı kutluyorum. 

31 Mart seçimlerinin üzerinden henüz iki hafta bile geçmedi, ama sonuçları itibarıyla bazı partilerde beklenen revizyonlar için ilk adımlar atılmaya başlandı. Yerel seçimlerden ciddi bir yara alarak çıkan İYİ Parti’de, olağanüstü kongre kararı alındı. Meral Akşener’in de genel başkanlığa aday olmayacağı açıklandı. Türk siyaset tarihinde yeni bir sayfanın açılcağı bu karar konuşulurken, dün gece bomba bir kulis bilgisi aldım.

Evet Önümüzdeki günlerde siyaset sahnesinde bizleri yeni bir sayfa bekliyor…

Kulisimi köşemde sizinle paylaşmak için bugün de gün boyu bilgiyi teyid için uğraştım. Ve artık gönül rahatlığıyla sizinle paylaşabilirim.

Cumhurbaşkanı Erdoğan,  31 Mart yerel seçimlerinde alınan kötü sonuç sonrası harekete geçme kararı aldı. 

CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN BAYRAMDA ÇALIŞTI

AK Parti kaynaklarından edindiğim bilgiye göre Cumhurbaşkanı Erdoğan, bayramda parti ile ilgili önemli konuları çalıştı ve kararını verdi. Erdoğan, önümüzdeki günlerde AK Parti’yi olağanüstü kurultaya götürecek. Evet Mayıs ayının sonuna doğru AK Parti’de olağanüstü kurultay yapılması bekleniyor. Kurultayda ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tek başına aday olması bekleniyor. Kurultay kararı ile yeniden parti genel başkanı seçilmesi beklenen Erdoğan, bir nevi güvenoyu almayı hedefliyor. 

KABİNEDE REVİZYON

Kaynağımdan aldığım bir diğer kulis bilgisi ise kabinede ciddi değişiklikler olacağı yönünde. Geçtiğimiz günlerde basına da benzer iddiaların yansıdığını, hatta isimlerin bile zikredildiğini görmüştük. Bu konuda isim vermeden şunu söyleyebilirim ki; kabinede de değişikliğe gidileceği kesinleşmiş görünüyor. Kabinedeki değişiklikler de partideki olağanüstü kurultaydan hemen sonra gelebilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu hamleleri ile hem partide yenilenme mesajı verecek hem de seçmene, 31 Mart seçimlerinde kendisine verilen mesajın alındığının geri bildirimini yapmış olacak.

İKİ HAMLE İLE ERKEN SEÇİM BEKLENTİLERİNİ SÖNDÜRECEK

31 Mart seçimleri sonrası AK Parti’de alınan beklenmedik sonuç sonrası, bir yandan da muhalefetin erken seçim çağrısında bulunabileceği konuşuluyordu. Bence Cumhurbaşkanı Erdoğan, yine bir taşla iki kuş vuracak. Partisini olağanüstü kongreye götürerek yeniden genel başkan seçilecek olan Erdoğan, kabinede yapacağı revizyon ile de muhalefete erken seçim kapılarını da tamamen kapatmış olacak. 

Kalın sağlıcakla…

 

12 Nisan 2024
Bitirim ikili

Okan Hoca’ya en güzel doğum günü hediyesini Galatasaray’ın süper starları Mauro Icardi ve Victor Osimhen verdi. Antalya deplasmanında 2 golle patlama yaşayan Icardi, 2. yarının sonlarına doğru yerini Osimhen’e bıraktı. Ve… Osimhen’den öyle bir gol geldi ki Antalyaspor tribünleri dahil, herkes ayakta alkışladı. Olağanüstü bir röveşata golüne imza atan Osimhen’i tüm futbol severler ağzı açık izledi.

Şunu bir kez daha rahatlıkla söyleyebilirim; dünyanın en iyi 2 golcüsü Galatasaray’da… Sarı-kırmızılı takımın taraftarları bu bitirim ikiliyi arkalarına yaslanıp, anın tadını çıkararak izlemeye devam etsinler. Çünkü sezon sonunda Osimhen’i dünya devlerinden birinde izleyeceğimizden eminim…

Şans alamaz!

Eee mücadeleyi de şöyle bir süzgeçten geçirelim. Hakem Ali Şansalan özellikle ilk yarıda verdiği hatalı kararla ön plana çıktı. Kaan Ayhan’ın burnunun kırılma, Icardi’nin ise çenesinin dağılma tehlikesi görmezden gelindi. Ve net olarak Veysel Sarı’nın Icardi’yi yaka paça düşürdüğü penaltı pozisyonu da unutulmamalı. Bu 3 kritik pozisyonda Antalyaspor’a sadece 1 sarı kart çıktı. Haftalardır Galatasaray’a sarı kart çıkmıyor diyenler dün geceki Antalya mücadelesini mutlaka izlesinler.

Kanatta rekabet

İlk kez 11’de başlayan Sallai, üst düzey bir performans ortaya koydu. Bu gidişle kanat bölgesinde forma savaşı alevlenecek gibi. Barış Alper, Sallai, Yunus ve hatta Ziyech arasında rekabet daha da artacaktır. Sallai zekasıyla ve çevikliğiyle de ön plana çıktı. Macar oyuncuyu daha fazla maçta aldığı sürelerle de görmek gerek.

Yunus ise Kerem Aktürkoğlu’nu hatırlattı. Icardi’ye artık gol paslarını Yunus veriyor. Icardi-Yunus ikilisi de harika işlere imza atıyor. Sara’nın savunmaya desteğe gelmesi, Torreira’nın kaptığı toplar da unutulmamalı. 

Antalya deplasmanında tek fire ise Jakobs. Sakatlık yaşayan Senegalli futbolcu, Beşiktaş derbisine yetiştirilmeye çalışılacak. Yabancı kuralından dolayı kadroda yer bulamayan Jelert’e şans doğdu diyebiliriz. 

20 Ekim 2024
Doğanın kara incisi “aronya”

Tabiat, asırlardır insanlığa cömertçe sunduğu bitkiler ve meyveler sayesinde bir iyileştirme kaynağı. Ancak bazıları var ki, adeta tüm bitkilerin arasında parlayan bir yıldız gibi. İşte aronya bitkisi de, bu yıldızlardan biri. Adı, son yıllarda sağlık ve şifa dünyasında sıkça anılmaya başlanan bu meyve, şüphesiz doğanın bizlere sunduğu en büyük mucizelerden biri olarak kabul ediliyor. 

Aslında Allah’ın kainatta yarattığı her bir meyve bence bir mucizedir. Aronya’nın da içerdiği mucizeler her meyvede olduğu gibi saymakla bitmiyor. 

Gastronomi alanında yazılar yazsam da ben bir gazeteciyim, yani uzman değilim. Bu konularda kaynaklara dayalı kendi şahsi fikrimi beyan eder ve takdirini siz değerli okuyuculara bırakırım. Birçok fuarda bu meyveden yapılmış ürünleri inceledim ve şeker hastası olmamdan dolayı evimde de kullanıyorum. 

Aronya bitkisi, kırmızımsı siyah taneleriyle dışarıdan bakıldığında sıradan bir çalı bitkisi gibi görünebilir. Ancak bu mütevazı görünümünün ardında, adeta bir sağlık hazinesi yatıyor. İnsan vücudunu serbest radikallerden koruyan, iltihapları dindiren ve hücreleri yeniden yapılandıran bu bitki, özellikle kalp ve damar sağlığında bir koruyucu kalkan görevi görüyor. İçerdiği yüksek antioksidanlar, hücreleri oksidatif strese karşı koruyarak yaşlanmayı yavaşlatıyor, vücudu genç ve dinamik tutuyor.

Aronya bitkisinin en dikkat çekici özelliklerinden biri, antioksidan kapasitesinin diğer birçok meyveye göre çok daha yüksek olmasıdır. Bu küçük meyve, fenolik bileşikler açısından son derece zengindir ve bu sayede kanser, kalp-damar hastalıkları ve beyin fonksiyonlarını etkileyen hastalıkların önlenmesinde de önemli bir rol oynayabilir. İçindeki antosiyaninler, serbest radikalleri etkisiz hale getirerek hücreleri DNA hasarından ve protein yıkımından koruma ihtimali bulunuyor. Böylece, yalnızca bağışıklık sistemini güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda iltihaplanmayı da azaltma potansiyeli var. 

Bu küçük mucizenin belki de en büyük başarısı, kalp sağlığı üzerindeki derin etkileridir. Yapılan bilimsel araştırmalar, aronya melanocarpa’nın kan basıncını düşürdüğünü, kolesterol seviyelerini dengelediğini ve damarları genişleterek kalp üzerindeki baskıyı azalttığını ortaya koyuyor. Aronya, damarlardaki plak birikimini önleyerek kalp krizi ve felç riskini düşürmede önemli bir rol oynayabilir. Ayrıca, yağ metabolizmasını düzenleyerek ve iltihaplanmayı kontrol altına alarak kalp dostu bir bileşen haline gelebilir.

Kalp sağlığının yanı sıra, aronya bitkisi metabolik sağlık açısından da değerli bir bitki. Glisemik kontrolü destekleyen bu meyve, diyabetin yönetilmesinde ve insülin duyarlılığının artırılmasında önemli bir yardımcı gibi görülebilir. Diyabet hastalarında kan şekerinin dengelenmesine yardımcı olur ve bu sayede obeziteyle ilişkilendirilen metabolik sendromun tedavisinde de kullanılabilir.

Aronya bitkisi sadece sağlığımıza değil, mutfağımıza da farklı tatlar sunan bir lezzet kaynağı. Meyve suyu olarak içilebilir, smoothielere katılabilir, reçel veya sos olarak yemeklerde bile kullanılabilir. Bu çok yönlülüğü, ona mutfakta da önemli bir yer kazandırıyor.

Kalbimizden bağışıklık sistemine, iltihaplı rahatsızlıklardan diyabete kadar geniş bir yelpazede fayda sağlayabilen bu meyve, aslında bir nevi doğanın bize sunduğu şifa dolu bir hazine.

Sağlık sadece bir adım ötenizde

Belki de yalnızca bir avuç aronya kadar yakında

Özetle, aronya bitkisi bir besin olmasının ötesinde aynı zamanda bir yaşam kaynağı. Doğanın sunduğu bu şifa dolu hediyeyi günlük hayatımıza dahil ederek hem bedenimize hem de ruhumuza sağlıklı bir armağan olarak sunabiliriz.

Kaynak:

Kevser Özdemir, Esra Eroğlu Özkan’ın yazdığı “Aronia Sp. Meyvelerinin Kimyasal Bileşimi Ve Biyolojik Aktiviteleri” adlı bilimsel makaleden çıkan özet sonuç, “Güçlü antioksidan aktivitesi nedeniyle birçok kronik ve dejeneratif hastalık üzerinde tedavi edici etkisi olduğuna, ayrıca antiinflamatuvar, antidiyabetik, antimutajenik ve kardiyoprotektif aktivite gösterdiğine ilişkin detaylı veriler bulunuyor.”

Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Öğretim Üyesi Doç. Dr. Nafiye Ünal, “Yapılan bilimsel çalışma sonuçlarına göre, Aronya meyvesinin bağışıklığı güçlendirici etkisinin olduğu, birçok hastalık ve hatta kanser türlerine karşı koruyucu etkisinin olduğu belirtiliyor.” 

21 Ekim 2024
Enflasyondaki düşüşün çaresi psikolojiyi yönetmekten mi geçiyor?

Eylül ayı enflasyon verisinin açıklandı. Geçtiğimiz yılla kıyasladığımızda her ne kadar hızı düşmüş olsa da henüz 'hedeflenen düşüşün yakalanamadığını’ görüyoruz. Diğer taraftan veriler vatandaşın hedef enflasyona psikolojik olarak biraz daha yaklaştığını gösteriyor. Peki vatandaşların enflasyon beklentilesi enflasyonla mücadelede ne kadar etkili? Ya da  enflasyonla mücadelenin en önemli unsuru vatandaşın psikolojisini doğru yönetmek mi?

Uzunca bir süredir aklımıza takılan bu soruları Essex Üniversitesi’nden Ekonomist Cemre Yoldaş’ a sorduk. Bakın yaşadığımız bu süreci kendisi nasıl anlattı.

CEMRE YOLDAŞ’A göre, enflasyonun yüksek olduğu dönemlerde  bireyler genellikle “sezgisel” ilkelere güvenir ve kararlarını bu sezgiler doğrultusunda alırlar. Ancak, sezgisel kararlar rasyonellikten uzak olabilir ve bu da ciddi ve sistematik hatalara yol açabilir. Bu sistematik hatalardan biri "enflasyonist psikoloji"dir.

PEKİ, NEDİR BU ENFLASYONİST PSİKOLOJİ?

CEMRE YOLDAŞ:  Tüketicilerin fiyatların artacağı beklentisiyle normalde olduğundan daha hızlı ve daha fazla harcama yapmalarına yol açan bir ruh haline enflasyonist psikoloji denir. Bu düşünce açık bir temele dayanır: Fiyatların artıyor olması veya geçmişte artmış olması gerekir. Bireyler, gördükleri bu sürekli yükselişin gelecekte de devam edeceğine inanırlar. Bu nedenle, "şimdi almazsam tasarruf edemem ve kısa vadeli kazancı kaçırırım" düşüncesiyle harcama yapmaya başlarlar. Bu, davranışsal ekonomide "kayıptan kaçınma" olarak bilinen konuyla doğrudan ilişkilidir.
Bireyler, kayıpları kazançlardan çok daha şiddetli hissederler. Bu yüzden kaybetmeye verdikleri tepkiler çok daha güçlü olur.

BU DUYGU KONTROL ALTINA ALINAMAZSA NE OLUR? FİYATLAR GEREĞİNDEN FAZLA MI YÜKSELİR?

CEMRE YOLDAŞ:  Evet bu duygu kontrol altına alınamadığında, bireysel stoklama davranışlarını sıkça gözlemleriz. Bireysel stoklamanın en büyük sorunlarından biri, enflasyonu daha da beslemesidir. Tüketiciler gereksiz yere fazla harcama yaptıkça, özellikle kullanmayacakları ürünleri indirimde bulup aldıklarında, tasarruf oranları azalır. Ancak bu harcamalar, paranın dolaşım hızını artırarak enflasyonun daha da artmasına yol açar.

Enflasyonist psikolojinin bir diğer sorunu ise ücret-fiyat sarmalını tetiklemesidir. Enflasyon arttıkça maaşlar değersizleşir ve çalışanlar maaşlarının yükseltilmesini talep eder. İşverenler ise bu talepleri karşılayabilmek için ürün maliyetlerini artırır ve elde edilen kârı çalışanların maaşlarını iyileştirmekte kullanır. Ancak günümüzde bu döngü daha da sorunlu bir hal almış durumda. Birçok işveren, enflasyon nedeniyle maliyetleri artırsa da, elde ettiği kârı çalışanlarına yansıtmamakta ve bunun yerine daha ucuz iş gücü, genellikle kaçak işçiler, arayışına girmektedir. Sonuç olarak, yükselen maliyetler, iyileşmeyen maaşlar, işsizlik ve artan enflasyonla boğuşan bir ekonomi ortaya çıkar.

BİREYLERİN ENFLASYONİST ORTAMDA VERDİKLERİ BU TEPKİLER RASYONEL Mİ?

CEMRE YOLDAŞ: Bireylerin bu tepkileri davranışsal ekonomistler tarafından iki şekilde değerlendirilmektedir. Eğer verilen tepki mevcut ekonomik koşullara veya politikalara karşı veriliyorsa uygun bir tepki ve uygun bir yanıttır. Ancak bu tepki duygusal bir tepki -enflasyon rakamları düşmeye başladığı halde- ise bunu yönetmek için aktif politikaların ortaya konması gerekiyor. Bu politikalar olmadığı takdirde fiyat balonları oluşur ve her balon patladığında kriz daha da derinleşir.

Enflasyonla mücadelede politikalar genellikle enflasyon rakamlarını düşürmeye odaklanır, ancak ne yazık ki çoğu zaman psikolojik etkiler göz ardı edilir. Uzun bir aradan sonra 2022 yılında, bir FED üyesi enflasyonist psikolojiyi yeniden gündeme getirmiş ve bununla mücadelede en etkili yöntemin agresif faiz artırımı olduğunu belirtmiştir. Ancak burada zamanlama oldukça önemlidir. Beklenen faiz artırımı yapılmadıkça, sonradan yapılan faiz artışları enflasyon rakamlarını düşürse bile, enflasyonist psikolojiyi derinleştirebilir.

Derinleşmiş enflasyonist psikolojiden kurtulmak için hazırlanan politikalara davranışsal ekonomi politikaları da eklenmelidir. Ayrıca, birçok firma ve tüketici gerçek enflasyonu abartma eğilimindedir; bu da haksız fiyat artışları ve işten çıkarmalara yol açabilir. Bu nedenle kontrol mekanizmalarının iyi bir şekilde çalıştırılması gerekmektedir. Beklenti anketlerinin yapılması da olumlu bir adımdır. Bu sayede tüketiciler ve firmalar beklentileriyle örtüşen sonuçları görebilmekte ve ekonomik planlarını buna göre yapabilmektedirler. Ancak bu istikrarın sürdürülebilmesi, alınan politika kararlarının sonuçlara yansıması ve bu sonuçların hane halkının cebine etki etmesi gerekmektedir.

Kısaca, enflasyon rakamlarının düşmesi, enflasyonist psikolojiden kurtulmak için tek başına yeterli değildir. Bu konuda hâlâ yolun başında olduğumuzu söyleyebiliriz.

14 Ekim 2024
Emekliler gelir düşüşlerine karşı savunmasız : Umutlar tükenmeden atılacak adımlar

Emeklilerin gündemi durulmuyor. Ele alınması gereken zorluklar var. Hükümetin, yaşlanan nüfusun kamu maliyesine uyguladığı baskılar nedeniyle kolaylaşmayan emeklilik kararları alması gerekiyor.

EYT ile birlikte gelen bir süreç var. EYT'yi bir günle kaçıranlar, kademeli emeklilik bekleyenler, enflasyona yenilen emekli maaşları ve yeni gelecek olan emeklilik sistemi. Süreç karmaşıklaştı emekli gerildi. 

Emeklilik sistemi ile ilgili kökten değişim yolda. Kadınların priminin üçte birini devletin ödemesi, Bağkur prim eşitlemesi, tamamlayıcı emeklilik sistemi beklentileri var. Ancak şu an için çalışmalarda sona gelindi demek mümkün değil. Bakanlar dönem dönem böyle bir çalışmanın olacağını, gerektiğini ifade eden açıklamalar yapsa da reform paketi 2025'te önümüze gelir.

Yeni gelecek olan modelde SGK'da kök ve taban aylık gibi kavramların olmayacağı, bu şekilde bir hazırlığın yapılacağı ifade edildi. En önemlisi de emekli olacakların maaşları sigorta prim günü ve çalışma süresine göre belirlenecek.

SGK ve emeklilik sistemi ile ilgili reform paketi 2024 yılı bitmeden görüşülür, tartışılır, Meclise sunulur ve 2025'te uygulamaya geçilir.

Bu yeni model birçok tartışmayı da beraberinde getirecek. Emeklilik yaşı tartışmaları bunların başında geliyor. Yeni düzenleme ile kadınlarda 60 erkeklerde 65 yaşta emeklilik zorunlu hale getirilecek.

Bu emeklilik sistemine tabi olacak prime göre maaş sistemi de devreye girecek. Ancak emekliler prim konusunda da huzursuz. En düşük emekli maaşının eşitlenmesiyle 'kişi ne kadar çok prim öderse sanki maaşı daha düşük emekli aylığı ile bağlanacak' gibi bir algı oluştu. Emeklilikte adalet sistemi sarsıntı yaşıyor.

Düzenlemede çalışan emeklileri mutsuz eden bir madde de var. Sistem çalışan emeklilerden de kesinti planlıyor. Çalışan emeklilerden genel sağlık sigortası priminin kesilmesi sistemde öngörülen modellerden biri. Bu modele göre de halihazırda çalışan 2 milyondan fazla emekliden sigorta primi kesilecek. Oran yüzde 12,5 olarak konuşuluyor. Yüksek bir rakam.

Bunların yanında da verilmiş bir takım sözler var. Tescil mağdurları bekliyor, staj mağdurları bekliyor, EYT'liler bekliyor... Kadınların borçlanması ile ilgili bekleyiş var. Asgari ücrete ocak ayında zam geldiğinde borçlanmalara da zam gelecek. Bu kapsamda emeklilikte son 3,5 yıl çok önemli. Eğer ki Bağkurlu olarak borçlanma yaparsanız Bağkura sayarlar. Bu da emeklilik gününüzü uzatır yani daha önceden sigortaya gidip hesaplama yaptırmanızda fayda var.

Sözün özü sistem alarm vermeye devam ederken fatura EYT'lilere kesildi. Sistemdeki bozulmanın nedeni EYT olarak gösterildi. Taş sıksa suyunu çıkaracak kişiler 43, 44, 45 yaşında, 46 yaşında emekli edildi ama ip aslında yıllar önce incelmişti. EYT emeklisi çalıştı, emekliliği hak etti. Bunu kimse inkar edemez ama belli bir yaşı beklemek dünyanın her yerinde işleyen bir sistemdir. Bu denge bozulunca günümüzde yeni reformlarla sistem rayına oturtulmaya çalışılıyor. 

Sonuç: Çalışan kesimin ödediği primler emeklilerin aylığını karşılayamaz oldu. Bir yerde bir şey kırıldığı zaman düzeni bozmayacak iyileştireceksin. Eğer iyi giden bir şey varsa mevcudu muhafaza edip mevcudu geliştireceksiniz.  Daha iyisi olmuyorsa var olana dokunmayacaksınız. Emekliye sorarsan da artık hiçbir şey fark etmiyor. Onun derdi mutfaktaki aşında...

15 Ekim 2024
Safranbolu'nun geleneksel evleri...

Son Safranbolu gezisinde ilk kez bu kadar ev geleneklerine bağlı bir topluluk gördüm. Apartman olmadan görsel şölen sunan evler muazzam gözüküyor.

Karabük ilinin en çok turist alan ilçesi Safranbolu'da ilk akla gelen ise görsel şölen sunan evleri. Tarihi yapısına dokunmadan özelliklerini devam ettiren bu evlerin birkaç detayından sizlere bahsedeceğim.

Bazı evlerin çatısında geyik motiflerini görmeniz mümkün. Anlamı ne peki bu geyiklerin? Kişinin avcılıkla uğraştığının göstergesi. Safranbolu evlerinde ayrıca iki tokmak mevcut. Birini çaldığınızda daha kalın, diğerini çaldığınızda ise daha ince bir ses çıkar. Bu gelenek Safranbolu evlerinde günümüzde de kullanılıyor. Bunun sebebi ise gelen misafirin kadın mı yoksa erkek mi olduğunu öğrenmek için. Gelen misafir erkekse kapıyı erkek, kadın ise kapıyı kadın açsın diye yapılmış.

Aynı şekilde kapıda belli uzunluklarda asılmış bez parçası görmek de mümkün. Bu gelenek ise evdeki halkın ne kadar uzaklıktaki mesafeye gittiğini gösterir. Eğer bez kısa ise yakına, uzak ise uzun süre evde olmayacağının göstergesi.

Safranbolu da bu gelenekleri sürdüren evler görmek mümkün. Bu geleneklerle beraber bu evlerde yaşamlarını sürdürüyorlar. Bazıları ise günümüze uyarladıkları evlerle geleneği yok etmiş, Peki günlük hayatımızı kolaylaştıracak yenilikleri hayatımıza sokup devam etmek mi, yoksa geleneği yaşatmak için değişimden kaçınmak mı?

16 Ekim 2024
İstanbul’da 79 yıl süren Bizans izleri de silindi!

Fatih Sultan Mehmet Han İstanbul’un fethinden sonra Bizans izlerinin yer aldığı birçok kiliseyi uygunluk halinde camiye çevirerek “Kılıç Hakkını” kullandı. Ancak nadir olan yapılardan biri Kariye’ye dokunmadı. Fatih Sultan’ın buradaki asıl amacı aynı zamanda farklı dinlerin odak noktası olan İstanbul’daki çeşitli yapıları korumaktı. Savaş teknik ustası olan Sultan Mehmet’in aynı zamanda ticari ve manevi yönü de çok güçlüdür.

Stratejisinde de haklı çıktı. Kariye’yi özgün hali ile bırakan Sultan Mehmet, bu sayede İstanbul’a gelen ziyaretçi sayısını arttırmıştı. Osmanlı tüm görkemi ve gücüyle gövde gösterisi yaptığı yıllarda Bizans taraftarı olan bazı isimler sıklıkla suikast girişimlerinde bulundu. Bunu yapabilmelerindeki en kritik nokta ise ziyaret amaçlı geldikleri mabetler oldu.

Fetihten 58 yıl sonra tarihler II. Bayezid dönemini gösterirken sadrazam Atik Ali Paşa, bu durumu önlemek için Kariye’yi camiye dönüştürdü. Özgünlüğünü çok bozmadan çan kulesi yerine tek minare yaparak camiye çevrilen Kariye’den ezan sesleri yükseldi. Depremlerden hasar aldıkça onarılan Kariye’nin özgünlüğünün bozulmaması dikkatlerden kaçmadı. II. Abdülhamid’in titizlikle onarımını yaptırdığı Kariye Camii, 29 Ağustos 1945 yılına geldiğimizde ise o zamanki Bakanlar kurulu tarafından müzeye çevrildi.

Mozaikler ve kaplamalardan temizlenen Kariye 79 yıl boyunca Bizans ruhunu yansıttı. Peki onca yapı varken neden KARİYE Bizans ruhunu yansıtıyor? Çünkü yapı Hazreti İsa’dan sonra yapılan ilk mabetlerden biridir. Hasar alsa bile yeniden inşa edilen Kariye Camii, Bizans döneminde Ayasofya’dan sonra en çok ibadet yapılan mekan olarak tarih kitaplarında geçti. Bu da Kariye’nin üzerindeki Bizans algısını artırdı. Yeniden camiye çevrilmesi ise tam siyasi dönüşüm oldu.

Bunun kanıtı ise Kariye Camii’ye dönüştürülür dönüştürmez Yunanistan’dan gelen tepki ile kanıtlandı. Ayasofya’dan sonra Kariye’nin de Camii yapılması üstelik turistlere sınırlandırma getirilmesi bazılarının yarasını kanattı.

Gel gelelim camiye… Muhteşem bir din buluşmasını yansıtan figürlerle dolu Kariye Cami, İstanbul’un gözde semti Fatih’te yükseliyor. İçindeki alanlar sınırlandırılmadan ziyaretçilerine sunuluyor. Açıldığı ilk günden beri ziyaretçi akımı 3 katına çıkan Kariye Camii’ye özellikle semtte yaşayan vatandaşlar daha fazla ilgi gösterdi. 
Yolu Fatih’e düşen her vatandaşın görmesi gereken yapıtlardan biri olan Kariye Cami’nin manzarası ise Aziz İstanbul’la çerçeveleniyor.

11 Mayıs 2024