Tgrt Haber

Bülent Kavaklı Yazıları

Bülent Kavaklı

Bülent Kavaklı

bk@valentura.com
Ben aslında yoğuuum!

Son yıllarda dilimize pelesenk olmuş bir deyim var: Kutunun dışında düşünmek.

Bu cümleyi duyduğumuzda, zihinlerimizde hemen bir görüntü belirir: Sınırlı bir alanın dışına çıkmak, sınırları zorlamak, yenilikçi ve yaratıcı çözümler aramak. Ancak bu deyimi o kadar sık kullanıyoruz ki, anlamını yitirmeye başladı.

Peki ya kutunun kendisi hiç var olmadıysa? Ya tüm bu sınırlar ve kalıplar, sadece zihnimizde canlandırdığımız bir illüzyon ise?

Kutunun dışında düşünmek kavramına yeni ve daha radikal bir bakış açısı getirerek, belki de hiç var olmamış bir kutunun dışında düşünmenin önemini vurgulamak istiyorum. Çünkü belki de asıl mesele, kutunun dışında düşünmek değil, kutunun var olmadığını kabul ederek sınırsız bir zihin özgürlüğüne ulaşmaktır.

Kutunun dışında düşünmek denildiğinde genellikle mevcut durumu sorgulayan, farklı ve yenilikçi çözümler üreten bireyler akla gelir. Bu bireyler, belirli bir kalıbın dışına çıkmayı başarır ve alışılmışın dışında düşünerek farklı perspektifler sunar. Ancak, bu bile aslında kutunun varlığını kabul eder.Çünkü başlangıç noktası hâlâ kutunun içidir.

Bu deyimi duyduğunuzda aklınızda canlanan kutu genellikle karedir. Bize resmedilen şey budur. Ya kutu üçgen ise, ya da "bilmem kaçgen" bir kutu ise, dışında düşünmemiz istenen, söylenen.

Peki ya kutunun kendisi hiç yoksa? O zaman başlangıç noktamız da, sınırlarımız da tamamen değişir.Bu durum, kutunun içindekiler ve dışındakiler sorusunu bana her zaman sordurmuştur.

Kutunun var olmadığını düşünen bireyler, belki de en radikal yenilikçilerdir. Çünkü onlar için sınırlar ve kısıtlamalar yoktur. Bu bireyler, sadece mevcut durumu sorgulamakla kalmaz, tamamen yeni bir düşünce sistemi oluştururlar. Onlar için imkansız diye bir şey yoktur, her şey mümkündür; yeter ki hayal edebilsinler.

Bir kutunun olmadığı dünyayı hayal edin. Bu dünya, insanların özgürce düşünebildiği, yenilikçiliğin ve inovasyonun sınır tanımadığı bir yerdir. Böyle bir dünya, sadece bilim ve teknoloji alanında değil, sanat, kültür, eğitim ve sosyal yaşamda da devrim niteliğinde değişiklikler getirir.

Eğitim sistemini ele alalım. Mevcut sistem, öğrencileri belirli kalıplara sokar, belirli konuları belirli şekilde öğrenmelerini ister. Ancak, kutusuz bir dünyada eğitim, bireylerin kendi ilgi alanlarına ve yeteneklerine göre şekillenir. Bu, sadece bilgi aktaran bir sistemden, bireyleri gerçekten geliştiren ve potansiyellerini ortaya çıkaran bir sisteme dönüşümü sağlar.

Aynı şekilde, iş dünyasında da kutusuz bir yaklaşım devrim niteliğinde değişiklikler getirebilir. Şirketler, çalışanlarını belirli görev tanımları ve iş süreçleri ile sınırlamak yerine, onların vizyonlarını ve inovasyon yeteneklerini ortaya çıkaracak esneklikler sunabilir. Bu, hem çalışanların motivasyonunu hem de şirketlerin rekabet gücünü artırır. Biz de kendi ekibimizle zaman zaman rutine yakalanmayalım diye, multidisipliner bir yapıda çalışıyoruz.

Kutusuz bir dünya, cesur ve kreatif bireyler gerektirir. Bu bireyler, sınırları zorlamak yerine, sınırların varlığını reddederler. Onlar için imkansız diye bir şey yoktur. Her şey mümkündür, yeter ki hayal edebilsinler.

Bu noktada, toplumsal normlar ve alışkanlıklar devreye girer. Toplum, genellikle radikal fikirleri ve değişimi reddeder. Ancak, kutusuz düşünen bireyler, bu normları sorgulayan ve değiştiren kişilerdir. Onlar, yeni bir dünyanın kapılarını aralarlar.

Cesaret ve güçlü hayaller, kutusuz düşünmenin temel taşlarıdır. Bu iki özellik, bireylerin sınırları aşmasını ve yenilikçi çözümler üretmesini sağlar. Ancak bunlar, sadece bireysel çabalarla sınırlı kalmamalıdır. Toplumun genelinde de bu özelliklerin teşvik edilmesi ve desteklenmesi gerekir.

Kutusuz düşünme, bireysel düzeyde olduğu kadar toplumsal düzeyde de büyük bir dönüşüm gerektirir. Toplum, yenilikçi ve hayal edebilen bireyleri desteklemeli, onların fikirlerini ve projelerini hayata geçirebilmeleri için gerekli ortamı sağlamalıdır. Bu, sadece bireylerin değil, toplumun genelinin de yararına olacaktır.

Toplumsal dönüşüm, sadece bireysel çabalarla sınırlı kalmamalıdır. Devletler, eğitim kurumları, şirketler ve sivil toplum kuruluşları, yenilikçiliıi teşvik eden politikalar ve programlar geliştirmelidir. Bu, sadece ekonomik büyümeyi değil, aynı zamanda toplumsal refahı da artıracaktır.

Geleceğin dünyası, kutusuz düşünme üzerine kurulacaktır. Bu dünya, sınırların ve kısıtlamaların olmadığı, gelişitimcilik ve inovasyonun sınır tanımadığı bir yer olacaktır. Böyle bir dünyada, bireyler kendi potansiyellerini en üst düzeye çıkaracak, toplumlar ise bu potansiyeli en iyi şekilde kullanacaklardır.

Geleceğin dünyasında, eğitim sistemleri, iş dünyası, bilim ve teknoloji, sanat ve kültür gibi birçok alanda köklü değişiklikler olacaktır. Bu değişiklikler, bireylerin ve toplumların daha özgür, yenilikçi olmasını sağlayacaktır. Böyle bir dünyada, herkesin potansiyeli en üst düzeye çıkacak, toplumlar ise bu potansiyeli en iyi şekilde kullanacaklardır.

Kutunun dışında düşünmek yerine, kutunun varlığını tamamen reddeden, sınırları ve kısıtlamaları aşan bir düşünce sistemine geçiş yapmalıyız.

Bu, sadece bireysel değil, toplumsal düzeyde de büyük bir dönüşümü gerektirir.

Kutusuz bir dünya mümkün. Yeter ki, hayal edebilelim ve cesaretle bu hayalin peşinden gidebilelim.

Peki sizce; dünya, insanlar! Ya da çok uzağa gitmeyin; aileniz, arkadaşlarınız, en yakınlarınız buna ne kadar hazırlar.

Ezbere, marjinal görünmek için kutunun dışında düşün diyenlere inat, benim cevabım:

Ben Aslında Yoğuuum!

25 Temmuz 2024
Pickleball! Yeni nesil spor ve girişimcilik rüzgarı

Son yıllarda dünya çapında hızla yayılan bir spor dalı var ki, hem oynayanların hem de izleyenlerin kalbini fethetmiş durumda: Pickleball. İlk bakışta ismi biraz ilginç gelebilir, ancak bir kez oynadığınızda bu sporun neden bu kadar popüler olduğunu hemen anlıyorsunuz. Pickleball, tenis, badminton ve masa tenisinin eğlenceli bir kombinasyonu olarak tanımlanabilir. Kolay öğrenilebilir kuralları ve herkesin rahatlıkla oynayabileceği yapısı ile kısa sürede geniş kitlelere ulaşmayı başardı. Peki, pickleball'un bu yükselişi sadece spor sahalarında mı kalacak? Elbette hayır. Pickleball'un yenilikçi doğasını, girişimcilikle olan bağlarını ve Sports Up gibi organizasyonların bu bağları nasıl güçlendireceğini ele alacağız.

Pickleball'un kısa tarihi hakkında biraz bilgi vereyim:


Pickleball, 1965 yılında Washington eyaletinde doğdu. Joel Pritchard, Bill Bell ve Barney McCallum isimli üç arkadaş, çocuklarının yaz tatilinde sıkılmaması için bu sporu icat etti. İlk başta, sadece eğlenceli bir aktivite olarak başlayan pickleball, yıllar içinde büyük bir fenomen haline geldi. Günümüzde Amerika Birleşik Devletleri'nden Avrupa'ya, Asya'dan Avustralya'ya kadar geniş bir coğrafyada oynanıyor.

Bu sporun hızla yayılmasının en büyük sebeplerinden biri, herkesin kolayca öğrenip oynayabilmesi. Pickleball, yaş, cinsiyet veya fiziksel kondisyon fark etmeksizin herkesin katılımına açık bir spor dalı. Ayrıca, ekipman maliyetinin düşük olması ve tenis kortları gibi mevcut spor alanlarında oynanabilmesi, pickleball'u daha da erişilebilir kılıyor.

Pickleball'un doğasında yenilikçilik yatıyor. Zaten bu yazıyı yazmamın ana sebebi de bu. Sporun kuralları ve oyun yapısı, geleneksel sporların ötesinde bir yaklaşım sunuyor. Örneğin, topun ve raketin boyutu ile kortun küçük olması, oyuncuların daha hızlı tepki vermesini ve stratejik düşünmesini gerektiriyor. Bu da oyunu hem fiziksel hem de zihinsel olarak dinamik kılıyor.

Pickleball’un yenilikçiliği, sadece oyun tarzı ile sınırlı değil. Bu spor, teknolojinin ve dijitalleşmenin spor dünyasında nasıl bir fark oluşturabileceğinin de canlı bir örneği. Akıllı telefon uygulamaları, online antrenman videoları ve sosyal medya platformları sayesinde pickleball, dünya genelinde hızla yayıldı ve geniş bir takipçi kitlesine ulaştı. Aynı zamanda, bu yenilikçi doğa, girişimcilik için de mükemmel bir zemin hazırlıyor.

Girişimcilik ve Pickleball nasıl birleşir diyenler için sürprizlerimiz var.
Pickleball’un yükselişi, girişimcilik dünyasında da yeni fırsatlar oluşturuyor. Ekipman üretiminden eğitim videolarına, turnuva organizasyonlarından dijital platformlara kadar geniş bir yelpazede girişimcilik imkanları sunuyor. Özellikle teknoloji tabanlı girişimler, bu sporun popülaritesinden büyük fayda sağlayabilir. Örneğin, bir pickleball antrenman uygulaması veya maç analiz yazılımı, hem amatör oyuncular hem de profesyoneller için büyük ilgi görebilir.Ki bunun üzerinde çalışıyoruz. Çok yakında Türkiye'de de dünyada olduğu gibi hızla büyüyen ve yayılan bu spor dalı için birleştirici arabirimler geliştirmiş olacağız.

Pickleball’un girişimcilik ile olan ilişkisi, sadece spor ekipmanları ve dijital hizmetlerle sınırlı değil. Bu sporun sosyal bir yönü de var. İnsanlar pickleball oynarken sosyal çevrelerini genişletiyor, yeni insanlarla tanışıyor ve topluluk bilinci oluşturuyor. Bu da, sosyal girişimcilik için yeni fırsatlar oluşturuyor. Örneğin, yerel pickleball kulüpleri kurmak veya bu sporun yaygınlaştırılması için sosyal projeler geliştirmek, toplumsal fayda sağlarken aynı zamanda girişimciler için yeni bir iş alanı oluşturabilir.

Aynı zamanda sadece gençler değil gerçekten yediden yetmişe hatta seksen üstü yaşta bile turnuvaları olan huzur evlerinde dahi oynanmaya başlayan bu spor dalı yeni bir soluk getirdi.

Gelelim sürprize:


Sports Up, spor girişimcilerini ve sporcuları bir araya getiren yenilikçi bir organizasyon olarak öne çıkacak. Bu organizasyon, spor dünyasında girişimcilik kültürünü teşvik ederek, yeni iş modelleri ve projelerin ortaya çıkmasını sağlayacak. Pickleball gibi hızla büyüyen spor dalları, Sports Up için mükemmel bir alan sunuyor. 

Sports Up spor dikeyinde girişimlerin ve girişimcilerin boy gösterdiği bir yarışma olarak dizayn edildi. Sadece bir iş fikrinizin olması yetmiyor aynı zamanda girişimcileri masalarından kaldırıp spor yapmaya da teşvik ediyoruz. Zira bu girişimcilik organizasyonunda pickleball turnuvasına katılmak ekstra puan kazandırıyor.

Sports Up’un, pickleball ve diğer spor dallarını girişimcilik ile birleştirme misyonu, birçok açıdan büyük bir potansiyele sahip. İlk olarak, bu organizasyon sayesinde pickleball oyuncuları, kendi spor ekipmanlarını geliştirebilir, yeni antrenman teknikleri üzerinde çalışabilir veya dijital platformlar aracılığıyla oyunlarını daha geniş kitlelere tanıtabilir. İkinci olarak, spor girişimcileri, pickleball’un popülaritesinden faydalanarak yeni iş modelleri geliştirebilir. Örneğin, online turnuvalar düzenlemek veya dünya çapında pickleball kampları organize etmek gibi.

Sports Up, sadece pickleball değil, diğer spor dallarını da kapsayacak şekilde geniş bir yelpazede girişimcilik fırsatları sunuyor. Bu organizasyon, sporcuların ve girişimcilerin bir araya gelerek deneyimlerini paylaşabileceği, yeni fikirler geliştirebileceği ve işbirlikleri kurabileceği bir platform sağlıyor. Bu sayede, spor dünyasında inovasyon ve girişimcilik kültürü daha da güçleniyor.

Pickleball’un geleceği parlak görünüyor. Bu spor, hem amatör hem de profesyonel düzeyde hızla büyümeye devam ediyor. Yenilikçi yapısı ve geniş kitlelere hitap etmesi, pickleball’u spor dünyasında benzersiz bir konuma taşıyor. Bu büyüme, girişimcilik için de büyük fırsatlar sunuyor.

Özellikle teknolojinin spor dünyasında artan rolü, pickleball’un daha da yaygınlaşmasını sağlayacak. Akıllı telefon uygulamaları, online platformlar ve dijital antrenman yöntemleri sayesinde, pickleball daha fazla insana ulaşacak ve daha geniş bir takipçi kitlesine sahip olacak. Bu da, girişimciler için yeni iş fırsatları oluşturacak.

Sports Up gibi organizasyonlar, bu büyümenin ve yenilikçiliğin öncüsü olabilir. Spor girişimcilerini ve sporcuları bir araya getirerek, yeni iş modelleri ve projelerin ortaya çıkmasını sağlayacaklar. Pickleball’un yenilikçi doğası, girişimcilik ile birleştiğinde, spor dünyasında büyük bir değişim oluşturabilir.

Pickleball ülkemizde özellikle son bir yılda insan üstü bir çaba ile çalışmalarını sürdüren Uluslararası Pickleball Federasyonu Türkiye Temsilcisi Davut Güngör ve ekibi tarafından titizlikle ve sevgi dili ön planda olacak şekilde, birleştirmeye ve bu sporun daha fazla insan tarafından tanınmasına yardımcı olmak niyeti ile tam 76 il, 55 ilçe, 1300 okul, 15 belediye, 20 huzurevi, 40 üniversite temsilciliği, 26 üniversitede seçmeli ders, 20 bilimsel proje ortaya çıkmasını sağladı. Yaklaşık bir milyon kişinin pickleball ile tanışması oynaması sağlandı. Bu süre zarfında verilen eğitimlerde 900 antrenör, 140 hakem eğitimi verildi. Hatta geçtiğimiz günlerde Bursa'da Dropick Cup adıyla ilk standart ve resmi sahada resmi hakemler eşliğinde turnuva düzenlendi. Standart bir araç ile Türkiye yollarında yapılan yaklaşık 110.000 km yol pickleball tohumlarını tüm Türkiye'ye yaydı ve devam ediyor.

Yıl sonuna kadar Tümmiad ve Uluslararası Pickleball Federasyonu Türkiye Temsilciliği  partnerliğinde Sport up adı ile de 7 bölgede Adana, Kars, Eskişehir, Muğla, Şanlıurfa, Samsun, Bursa'da düzenlenecek organizasyonlar girişimcilik ile pekiştirilecek ve girişimcilik ekosistemini masalarından kaldıracağız iddiaları ile bu rüzgar devam edeceğe benziyor.

Son notum ise göz yaşartıcı nitelikte: bu tatlı ekip belki de dünyada ilk kez bir spor turnuvasında çizgi hakemliği görevi için tekerlekli sandalyede olmak zorunda kalan dostlarımıza istihdam oluşturmak üzere proje peşindeler. Resmi pickleball müsabakalarında onlara görev alabilmeleri için gerekli eğitimleri vermek üzere kollarını sıvamış durumdalar.

Güzel insanlar! İyi ki varsınız.

20 Temmuz 2024
Sıcak! Çok Sıcak!

Yazın kavurucu sıcakları bizi kasıp kavururken, hepimiz aynı şarkıyı mırıldanıyoruz; sıcak, çok sıcaaak! ve kendimizi bir bilim kurgu romanının ortasında bulmuş gibiyiz. Sıcaklıklar o kadar arttı ki, dünya adeta bir fırına dönmüş durumda. Güneş, devasa bir alev topu gibi üzerimize dikilmişken, serinlemek ve hayatta kalmak için yenilikçi çözümler aramak zorundayız. 

Geleceğin bu distopik dünyasında nasıl serin kalabiliriz? 

Dünya üzerindeki şehirler, yükselen sıcaklıklarla başa çıkmak için tamamen değişti. Artık gölge şehirler inşa ediliyor. Bu şehirler, devasa gölge örtüleriyle kaplanmış durumda. Bu örtüler, güneş ışınlarını engelleyerek şehirleri serin tutuyor. Gölge şehirlerin altında yaşayan insanlar, bu serin alanlarda günlük yaşamlarını sürdürüyorlar. Gölge şehirler, yüksek teknolojiyle donatılmış ve enerji verimliliği sağlamak için güneş panelleriyle kaplı. Böylece, hem serin kalınabiliyor hem de enerji tasarrufu sağlanıyor. Karada Atlantisler mi oluşturuluyor demekten kendimi alamıyorum. Dünya, doğamız nefes alabildiğimiz yerlerde dahi yani karada dahi bizi kapana sıkıştırmayı başarabiliyor.

Sıcaklıklar o kadar arttı ki, insanlar gerçek dünyadan kaçmak için sanal dünyalara sığınıyorlar. Sanal gerçeklik (VR) teknolojisi, bizi serin ve rahat bir ortamda hissettirecek şekilde gelişti. VR gözlüklerini takarak, kendinizi serin bir dağ manzarasında veya buzullarla kaplı bir dünyada bulabilirsiniz. Sanal dünyalarda, sıcaklığın etkilerinden tamamen uzaklaşabilir ve hayal gücünüzün sınırlarını zorlayabilirsiniz. Bu sanal dünyalar, gerçek dünyada karşılaştığımız sıcaklık problemlerini unutmanızı sağlayacak kadar gerçekçi. Tabi bulunduğunuz ortamda klima olursa hiç fena olmaz :)

Gelecekte, sıcaklık kapsülleri adında taşınabilir serinleme cihazları kullanılabilir. Bu kapsüller, vücudunuza takılarak anında serinlik sağlasa ne güzel olmaz mı? İçlerinde bulunan nanoteknoloji sayesinde, vücut sıcaklığınızı anında düşürebilirler. Sıcaklık kapsülleri, aynı zamanda güneşin zararlı ışınlarından korunmanızı da sağlayabilir. Bu cihazlar, enerji verimliliği sağlayarak uzun süreli kullanım sunmaları yanında, İnsanlar bu kapsüller sayesinde dışarıda rahatça dolaşabilir ve sıcaklığın etkilerinden korunabilir.

Artan sıcaklıklarla başa çıkmak için insanlar, buz şehirlerde yaşamaya başlar belki de. Bu şehirler, kutup bölgelerinde inşa edilir en basit haliyle sanırım ve tamamen buzdan yapılmış yapılarla dolu yaşam alanları sunar. Buz şehirlerde, sıcaklık her zaman düşük ve serin kalmak mümkün olur. Bu şehirler, gelişmiş ısı yalıtımı teknolojileri ile donatılmış ve enerji tasarrufu sağlayacaktır. Buz şehirlerde yaşayan insanlar, doğal serinliğin tadını çıkarırken, sıcak dünyadan tamamen uzaklaşabilirler.

Bilim insanları, artan sıcaklıklarla başa çıkmak için genetik değişim teknolojisini kullanıyor. İnsanların genetik yapıları, sıcaklığa dayanıklı hale getiriliyor. Bu genetik değişim sayesinde, insanlar yüksek sıcaklıklara karşı daha dirençli oluyorlar. Vücut sıcaklıkları daha hızlı düşüyor ve terleme gibi doğal serinleme mekanizmaları daha etkili çalışıyor. Bu genetik değişim, insanların sıcak dünyada daha rahat yaşamasını sağlıyor ve sıcaklığın etkilerini azaltıyor.

Geleceğin bu serinleme çözümleri, ütopya ile distopya arasında bir yerde duruyor. Bir yandan, gelişmiş teknolojiler ve yenilikçi çözümler sayesinde sıcaklıkların etkilerinden korunmak mümkün hale geliyor. Ancak diğer yandan, gerçek dünyadan kaçmak ve doğal serinlik alanlarından uzaklaşmak zorunda kalmak, distopik bir geleceği de beraberinde getiriyor. İnsanlar, teknolojinin sunduğu imkanlarla serin kalırken, doğanın sunduğu serinliği ve doğal dengeyi kaybediyorlar.

Gelecekte, artan sıcaklıklarla başa çıkmak için teknolojinin sunduğu birçok yenilikçi çözüm olacak. Gölge şehirler, sanal dünyalar, sıcaklık kapsülleri, buz şehirler ve genetik değişim gibi çözümler, insanların serin kalmasını sağlayacak. Ancak, bu çözümler aynı zamanda doğal dünyadan uzaklaşmayı ve teknolojinin bağımlısı olmayı da beraberinde getirecek. Önemli olan, bu çözümleri dengeli bir şekilde kullanmak ve doğal dengeyi korumaktır.

Yenilenebilir enerjilerin başında gelen güneş enerjisi uzun zamandır hayatımızda. Bu sıcaklık tek başına yeterli olmasa da en azından harcayacağımız enerjinin geri dönüşümünü, ekonomik halini de sağlamış olacağı gibi doğada dengeyi korumamıza da bir nebze yardımcı olacaktır.

Unutmayın, sıcaklıklar ne kadar artarsa artsın, insanlık olarak her zaman yenilikçi çözümler bulma kapasitemiz var. Sıcaklarla başa çıkmanın yollarını keşfetmek ve gelecekte daha serin bir dünya yaratmak bizim elimizde. 

Dünya ile barışık çözümler bulmaya çalışın, o zaman sahilde soğuk bir içeceği yudumlarken anı yaşar, geleceği çocuklarınıza bırakabilirsiniz.

18 Temmuz 2024
Son Dakika

Son dakikalar olmasaydı, hiçbir iş yetişmezdi. Bu cümle, hayatımızın pek çok anında, özellikle iş dünyasında sıkça karşılaştığımız bir gerçeği özetliyor. Ben de girişimcilik, inovasyon, teknoloji, yapay zeka ve blockchain ile ilgilenen bir iş insanı ve hayalperest olarak bu son dakika sürprizlerini sıklıkla yaşıyorum.

Yazılarımı genelde son dakikada hazırlamam, adrenalin ve stresin üretimimi artırdığını fark etmemden kaynaklanıyor. Bu hafta, bu heyecan verici süreç üzerine yazmak istedim. Tabii dün gece yarısı eve 02.00 gelip yazıyı unutmamın da etkisi olabilir. Siz yine de bu kısımdan bahsetmeyin. TGRT duymasın, aramızda :)

Son dakikaların hayatımıza getirdiği stresi hepimiz biliyoruz. Ancak bu stres, birçok açıdan faydalıdır. İnsan vücudu, biyolojisi ve fizyolojisi bu duruma özel tepkiler verir. Özellikle beynimiz, bu süreci yönetirken oldukça ilginç bir şekilde çalışır.

Stres altındayken vücudumuz adrenalin ve kortizol salgılar. Bu hormonlar, kalp atış hızımızı artırır, kan şekerimizi yükseltir ve enerji seviyemizi artırır. Sonuç olarak, beynimiz daha hızlı ve daha odaklanmış bir şekilde çalışır. Bu durum, bizi daha yapıcı ve üretken yapar. Özellikle son dakika baskısıyla karşılaştığımızda, beynimiz hızlı ve etkili çözümler üretmek için daha verimli çalışır.

Zihinsel üretkenlik ve stres ilişkisi hep dikkatimi çekmiştir.

Üretkenlik, beynimizin farklı bölgeleri arasındaki bağlantılardan doğar. Bu bağlantılar, çeşitli bilgileri bir araya getirerek yeni ve benzersiz fikirler üretir. Stres altındayken, beynimiz bu bağlantıları daha hızlı kurar ve daha yaşatıcı çözümler bulur.

Evrimsel olarak, bu yetenek atalarımızın hayatta kalmasına yardımcı olmuştur. Ani tehlikelerle karşılaştıklarında, hızlı ve pragmatik çözümler bulmaları gerekiyordu. Modern dünyada ise bu yetenek, iş hayatında ve özellikle girişimcilikte büyük bir avantaj sağlar.

Girişimcilikte de son dakikalar oldukça faydalı olabiliyor.

Girişimcilik dünyasında, son dakikalar sıkça karşımıza çıkar. Bir ürün geliştirilirken, bir proje hazırlanırken veya bir sunum yapılırken, genellikle son dakikada yapılan değişiklikler ve eklemeler projeyi daha başarılı kılabilir. Bu son dakika değişiklikleri, beynimizin en üretken haliyle çalıştığı anlardır.

Örneğin, bir yatırımcı sunumu hazırlarken, son dakikada aklıma gelen bir fikir sunumun gidişatını tamamen değiştirebilir ve yatırımcıların ilgisini çekebilir. Bu durum, yazılarımı hazırlarken de geçerlidir. Son dakikada gelen ilham, yazının en dikkat çekici ve en etkileyici kısmını oluşturabilir.

Bilimin ışığında da son dakikaların avantajları açıklanır.

İnsan beyninin stres altında daha iyi çalıştığı gerçeği, bilimsel olarak da kanıtlanmıştır. Stres hormonları, beynimizin bilgi işlem hızını artırır ve odaklanma yeteneğimizi geliştirir. Bu da, daha faydalı ve etkili çözümler üretmemizi sağlar.

Ayrıca, son dakikaların getirdiği bu stres ve heyecan, motivasyonumuzu artırır ve bizi harekete geçirir. Bu süreçte, beynimizdeki dopamin seviyeleri de yükselir ve bu da bizi daha enerjik hale getirir ve motive eder. Bu motivasyon, işimizi daha hızlı ve daha etkili bir şekilde tamamlamamıza yardımcı olur.

Son dakikaların hayatımızdaki rolü, sadece işimizi yetiştirmekle sınırlı değildir. Bu süreç, aynı zamanda bize önemli dersler de verir. Stres altında çalışmanın getirdiği baskı, hata yapmamıza neden olabilir. Ancak, bu hatalar bizim için değerli birer öğrenme fırsatıdır. Hatalarımızdan ders alarak, gelecekte daha başarılı olabiliriz.

Son dakikaların bize kattığı ilham ve verimlilik, işimizin daha başarılı olmasını sağlar. Bu nedenle, son dakikalardan korkmak yerine, onların getirdiği avantajları kullanmayı öğrenmeliyiz.

Unutmayın, “Son dakikalar olmasaydı, hiçbir iş yetişmezdi.”

Bu sözü rehber edinerek, son dakikaların getirdiği avantajları kullanarak daha etkileyici ve başarılı işler ortaya çıkarabiliriz. Belki de en güzel fikirlerimiz hep bu son dakikalarda ortaya çıkar.

Eğer hayatınızdaki son dakikaları biraz daha eğlenceli hale getirmek isterseniz, kendinize şu soruyu sorun: Neden her işi son dakikaya bırakıyorum? Cevap basit: Çünkü bu, beni daha verimli kılıyor. Ya da ne bileyim, benim tarzım bu!

Ve kim bilir, belki de son dakikalar olmasaydı, dünya çok daha sıkıcı bir yer olurdu.

4 Temmuz 2024
Game Over

Game Over yazısını okuduğunuzda aklınıza ne gelir? Belki eski bir atari salonunda, parmaklarınızın arasından kayan kaybettiğiniz jetonların sesi. Belki de en sevdiğiniz bilgisayar oyununda, tam bölüm sonu canavarını yenmek üzereyken ekranda beliren o sinir bozucu iki kelime. 

Hayat da bazen böyle değil mi? Tam her şey yolunda gidiyor derken, karşınıza bir engel çıkıyor ve game over anı yaşıyorsunuz. Ancak, tıpkı oyunlarda olduğu gibi, hayatın da yeniden başlatma düğmesi var. Bugün oyun dünyasının geldiği noktayı ve oyunlaştırmanın tüm sektörlerdeki önemini ele alalım istiyorum. 
Hadi başlayalım!

Oyun dünyası, son birkaç on yılda inanılmaz bir evrim geçirdi. Eskiden atari salonlarında jetonlarla oynadığımız basit oyunlar, bugün milyonlarca dolarlık bütçelerle yapılan, sinema kalitesinde grafiklere ve hikayelere sahip devasa projelere dönüştü. Artık oyunlar sadece eğlence aracı değil, aynı zamanda kültürel ve sosyal bir fenomen. Kısaca oyun dünyası da level, seviye atladı diyebiliriz.

Örneğin, e-spor sahnesi bugün milyonlarca izleyiciye ulaşan, devasa turnuvalar düzenlenen bir endüstri. League of Legends, Dota 2, Fortnite gibi oyunlar, dünya çapında milyonlarca insanı ekran başına kilitliyor. Peki, bu oyunlar neden bu kadar popüler? 
Çünkü oyunlar, insanlara başarma hissi, rekabet ve sosyal bağlantılar sunuyor. Hayatın monotonluğunda sıkışmış bireyler, oyunlar sayesinde bir kahramana dönüşebiliyor, dünyayı kurtarabiliyor ya da sadece biraz olsun eğlenebiliyor.

Oyunlaştırma, oyunlardan alınan tekniklerin ve mekaniklerin oyun dışı alanlarda kullanılması şeklinde tariflenebilir. Bu kavram, son yıllarda birçok sektör tarafından benimsenmiş durumda. Eğitimden sağlığa, iş dünyasından kişisel gelişime kadar her alanda oyunlaştırma teknikleri kullanılıyor.

Örneğin, bir dil öğrenme uygulaması olan Duolingo, kullanıcılarına her gün belirli bir süre boyunca uygulamayı kullanmaları için puanlar ve ödüller veriyor. Bu, kullanıcıların dil öğrenme sürecini daha eğlenceli ve motive edici hale getiriyor. Benzer şekilde, fitness uygulamaları da kullanıcılarına belirli hedeflere ulaşmaları için ödüller ve rozetler veriyor. Bu da kullanıcıların spor yapma motivasyonunu artırıyor.

İş dünyasında ise, çalışan bağlılığını artırmak ve verimliliği yükseltmek için oyunlaştırma teknikleri kullanılıyor. Örneğin, satış ekipleri için düzenlenen yarışmalar, çalışanların hedeflerine ulaşma motivasyonunu artırabiliyor. Aynı şekilde, müşteri sadakat programları da oyunlaştırma teknikleriyle güçlendiriliyor.

Düşünsenize, hayatımızın her alanı aslında bir oyun gibi. Okul hayatında notlarla seviyeler atlıyor, iş hayatında terfi alarak level yükseltiyoruz. Her gün karşımıza çıkan zorluklar, tıpkı bir oyunun görevleri gibi. Hayatta da tıpkı oyunlarda olduğu gibi ast üst savaşları var. Kimisi büyük, kimisi küçük ama her birini geçtiğimizde biraz daha güçleniyoruz. Hayat da Zaten Bir Oyun Değil mi?

Hatta sosyal medya bile bir oyun alanı gibi. Paylaşımlarımızla beğeni ve yorum toplamak, takipçi sayımızı artırmak için stratejiler geliştirmek... Bunlar hep birer oyun mekaniği. Hayatta da tıpkı oyunlarda olduğu gibi ödüller ve cezalar var. Başarılarımızla ödüllendiriliyor, hatalarımızla cezalandırılıyoruz.

Oyunlarda game over olduğunda, çoğu zaman bir yeniden başlama seçeneğimiz vardır. Hayatta da tıpkı bunun gibi, her başarısızlıkta yeniden başlama şansımız var. Belki de bu yüzden oyunlar bu kadar seviliyor. Çünkü oyunlarda her zaman bir şans daha var. Hayatta da bu bakış açısını benimsemeliyiz. Her başarısızlık, aslında yeniden başlamak için bir fırsat değil midir?

Oyun dünyası, bize önemli dersler öğretiyor. Sabır, strateji, azim ve en önemlisi, pes etmemek. Oyunlarda defalarca yenilsek de, sonuna kadar gitme isteği hep vardır. Hayatta da aynı kararlılığı gösterebilirsek, her game over anı, aslında yeni bir başlangıç olabilir.

Sonuç olarak, oyun dünyasının geldiği nokta ve oyunlaştırmanın hayatımızdaki önemi oldukça büyük. Oyunlar sadece eğlence aracı değil, aynı zamanda motivasyon kaynağı ve sosyal bağları güçlendiren birer araç. Hayatın kendisi de bir oyun gibi. Zorluklar, ödüller, cezalar ve yeniden başlama şanslarıyla dolu bir oyun. Ve unutmayın, her game over anı, yeni bir başlangıcın habercisidir.

Şimdi, hayat oyununda bir sonraki seviyeye geçmek için hazırsanız, yeniden başlama düğmesine basın ve maceraya devam edin. Çünkü asıl game over anı, pes ettiğimizde gelir. Oyun dünyasının ve hayatın sunduğu tüm bu fırsatları değerlendirin, her yenilgiden ders çıkarın ve asla pes etmeyin. 
Gerçek kazananlar, bu şekilde ortaya çıkar.

Bugün game over olabilir, yarın senin elinde...

27 Haziran 2024
Yatay zeka, insanlığın iki yüzü

Ah, teknolojinin büyülü dünyası! Bir yanda yapay zekanın harikalar diyarında dolaşan insanlar, diğer yanda ise her şeyin kolayına kaçan, hayatı bir şezlongda yatay pozisyonda geçirmeyi tercih edenler. 
Evet, bugün yatay zekadan bahsedeceğiz. Hani şu, işin kolayına kaçanların dizi izlerken bile "Aman bu bölüm çok uzun, yapay zeka özet geçsin" dedikleri zekadan. Ama asıl mevzu, bu iki insan türü arasındaki büyük uçurumun şifreleri.

Bir düşünün, bir yanda gece gündüz demeden kod yazan, algoritmalarla dans eden teknoloji geliştiricileri var. Bu insanlar yapay zekanın potansiyelini keşfetmek, onu insanlığın hizmetine sunmak için var güçleriyle çalışıyor. Öyle ki, onların hayatında ofis ya da çalışma alanı her neresi ise; kutsal mabet, bilgisayar klavyeleri de sihirli birer değnek gibi. Onlar için her yeni kod satırı bir sanat eseri, her başarı ise bir zafer.

Diğer yanda ise "Aman ya, boşver şimdi yapay zekayı, ben yatay zekaya geçiyorum" diyenler var. Bunlar her şeyin kolayına kaçan, gelişime dair hiçbir çaba göstermeyen ve hayatı bir nevi görünmez yatay pozisyonda geçiren tipler. Bu insanlar için en büyük teknoloji mucizesi, uzaktan kumanda ile televizyonu açmak. Hatta bazen bunu bile çok görüp, "Hey Siri, televizyonu aç" diyerek işi daha da kolaya kaçırırlar.

Şimdi, bu iki grup arasındaki farkı bir göz önüne getirelim. Yapay zekanın nimetlerinden yararlanmak ve onu daha da geliştirmek için çalışan insanlar, tıpkı birer modern zaman kahramanı gibidir. Onlar, hayatımızı kolaylaştıran, tıp alanında çığır açan, çevre sorunlarına çözümler üreten projeler geliştirirler. Hatta belki de gelecekteki dünya barışının mimarları olacaklar.

Diğer yanda ise yatay zekalılar var. Bu insanlar, yapay zeka teknolojisinin nimetlerinden faydalanmayı bile fazla görürler. Onlar için yapay zeka, sadece sıkıcı işlerden kurtulmanın bir yoludur. "Yapay zeka, bana çay yap" diyebilecekleri günlerin hayalini kurarlar. Ve en önemlisi, bu kişiler her şeyi eleştirirler. Teknoloji geliştirenleri, "Çok mu zeki oldunuz da dünyayı kurtaracaksınız?" diye küçümserler. 

Ancak bir yandan da bu teknolojilerden en çok faydalananlar yine onlardır. Akıllı telefonlar, akıllı ev sistemleri, hatta akıllı süpürgeler... Hepsi onların kolayına gelir.

Teknoloji geliştiricileri, yapay zekanın gelecekte neler yapabileceğini düşünerek heyecanlanır. Sağlık alanında devrim niteliğinde buluşlar, çevre dostu enerjiler, eğitimde yeni yöntemler ve çok daha fazlası. Bunlar, onlar için birer hedef ve tutku kaynağıdır. Her gün yeni bir şeyler öğrenir, geliştirir ve dünyayı daha güzel bir yer yapmanın peşindedirler. Çünkü onlar bilir ki, insanlık ancak gelişimle, yenilikle ve çabayla ilerleyebilir.

Yatay zekalılar ise "Yarın iş var, bugünden ne yapacağız ki?" diye düşünürler. Onlar için hayat, minimum çaba ve maksimum konfor demektir. Yeni bir şeyler öğrenmek, kendini geliştirmek gibi kavramlar onlara uzaylı istilası kadar yabancıdır. Bu kişiler, sürekli olarak dünyayı kötülemeyi tercih ederler. Her şey daha kötüye gidiyor diyerek, bir yandan da son model akıllı telefonlarıyla sosyal medyada dolaşırlar.

Tabii ki, espri bir yana, herkesin hayatı kendine ve herkesin konfor alanı farklıdır. Ancak asıl mesele, yapay zekanın sunduğu fırsatları değerlendirip değerlendirmemekte yatıyor. Gelişime açık olanlar, dünyayı daha güzel bir yer yapmak için çalışırken, diğerleri ise sadece izleyici kalmayı seçerler. Ancak unutulmamalıdır ki, izleyici kalmak her zaman en kolay yoldur.

Yapay zekanın dünyayı daha güzel bir yer yapmak için sunduğu fırsatlar büyük. Ancak bu fırsatları değerlendirmek, çaba ve azim gerektirir. Teknoloji geliştiren insanlar, bu konuda gerçek kahramanlardır. Diğer yanda ise her şeyin kolayına kaçan ve sadece eleştirenler var. Bu kişiler için tek dileğim, bir gün yatay pozisyondan kalkıp yapay zekanın sunduğu güzelliklerin farkına varmalarıdır.

Evet, yatay zekadan çıkıp, yapay zekanın sunduğu fırsatları değerlendirmek için harekete geçme zamanı. Çünkü dünya, ancak bizler çaba gösterdiğimizde daha güzel bir yer olacak. Ve unutmayın, bir gün yapay zeka gerçekten de sizin için çay yapabilir ama önce onu geliştirecek birilerine ihtiyacınız var. Yani, belki de bir ara şu yatay pozisyondan kalkıp bir şeyler yapmanın tam zamanıdır.

20 Haziran 2024
Biraz İnsan Ol!

Son zamanlarda sıkça duyduğumuz, belki de biraz içimizi sıkan bir konu hakkında fikirlerimi paylaşmak istedim sizlerle: Yapay zekâ ve onun bizi nasıl robotlaştırdığı. Şöyle bir düşünün; sabah uyanıyorsunuz, kahvenizi yaparken "Hey Siri, bana havayı söyle," diyorsunuz. Kahvaltınızı hazırlarken Spotify, "Senin için en uygun çalma listesi," diye bir şey açıyor. İşe gitmeden önce "ChatGPT, bugünkü toplantıya nasıl hazırlanmalıyım?" diyorsunuz. Yapay zekâya tamamen bağımlı hale geldik, değil mi?

Bu yazıda, biraz daha insan olmanın yollarını keşfedeceğiz. Evet, yapay zekâ harika bir arkadaş olabilir ama sadece bir arkadaş olarak kalmalı, hayatımızın merkezi değil.

Yapay zekâ, son yıllarda hayatımızın her alanına girdi. Evet, işleri kolaylaştırıyor, hayatımızı düzenliyor ve hatta bazen bizi bizden daha iyi tanıyor gibi. Ama unutmayalım ki, yapay zekâ bir araçtır; bir arkadaş olabilir ama asla hayatımızın merkezine yerleşmemeli. Harika bir arkadaş, ama sadece arkadaş!

Yapay zekâ bize günün hava durumu hakkında bilgi verebilir, müzik listesi oluşturabilir, hatta toplantılarımıza hazırlanmamıza yardımcı olabilir. Ancak, yaratıcılık ve duygu dediğimiz o eşsiz insani özelliklerimiz asla bir yapay zekâ tarafından tam anlamıyla kopyalanamaz. Evet, ChatGPT size harika bir makale yazabilir ama o makalenin arkasındaki gerçek duygu ve deneyimi asla yaşamamış bir makine tarafından yazıldığını unutmayın.

Bir düşünün, bir zamanlar hepimiz çocukken hayal gücümüzle neler neler yaratırdık. Bir kutu, bir gemi olurdu; bir çarşaf, bir pelerin. Peki, şimdi? Akıllı telefonlarımızdan, bilgisayarlarımızdan başımızı kaldırıp gerçek dünyaya bakmakta zorlanıyoruz.

Orijinallik ve yaratıcılık, insan olmanın en temel özelliklerindendir. Bir tablonun arkasındaki hikâye, bir şarkının içindeki duygu, bir romanın içinde geçen karakterlerin yaşanmışlıkları... Bunlar yapay zekânın asla tam anlamıyla yakalayamayacağı şeyler. Çünkü onlar, insan deneyimlerinin, duygularının ve yaratıcılığının ürünleridir.

Yapay zekâ, bize bir nevi konfor sağlıyor ama bu konforun bedeli ne? Belki de en büyük bedeli, hayatımızın sıradanlaşması. Yapay zekâ araçları, bizim yerimize düşünmeye başladıkça biz düşünmekten uzaklaşıyoruz. Her şeyin önceden programlandığı, otomatikleştirildiği bir dünyada yaratıcılık ve özgünlük kayboluyor.

Bir an durup düşünün: En son ne zaman kendi hayal gücünüzü kullanarak bir şey yarattınız? En son ne zaman sırf meraktan bir şey araştırdınız? Yapay zekâya sormak yerine bir kitabı elinize alıp sayfalarını karıştırdınız? İşte, burada devreye giriyoruz. Bu sıradanlaşma ve tekdüzelik tuzağına düşmemek için bazı tavsiyelerim var.

Dijital detoks yapın, arada sırada telefonunuzu, bilgisayarınızı bir kenara bırakın. Doğaya çıkın, yürüyüş yapın, sevdiklerinizle vakit geçirin. Bu, zihninizi tazeleyecek ve yaratıcılığınızı artıracaktır.

Hobilerinizi keşfedin. Belki de yapmaktan keyif aldığınız ama uzun süredir ihmal ettiğiniz bir hobiniz vardır. Resim yapın, müzikle ilgilenin, el işleri yapın. Kendi elinizle bir şeyler yaratmanın tadı, yapay zekânın sunduğu hiçbir şeyle kıyaslanamaz.

Yapay zekâ size özetler çıkarabilir, tavsiyeler verebilir ama bir kitabın sayfalarını çevirmenin yerini tutamaz. Kendi hayal gücünüzle o dünyaya dalın ve karakterlerle birlikte maceralara atılın.

Duygularınızı, düşüncelerinizi kâğıda dökün. Belki bir günlük tutun, belki hikâyeler yazın. Yazmak, düşüncelerinizi düzenlemenin ve yaratıcı olmanın harika bir yolu olabilir.

Gerçek yüz yüze iletişimin yerini hiçbir şey tutamaz. Sevdiklerinizle, arkadaşlarınızla, ailenizle daha fazla vakit geçirin. Sohbet edin, gülün, ağlayın. Bu duygular, bizi insan yapan şeylerdir.

Yapay zekâ, hayatımızı kolaylaştıran harika bir araçtır. Ancak, onunla olan ilişkimizi dengede tutmamız gerekiyor. Onu bir arkadaş olarak görmek güzel ama hayatımızın her alanına hâkim olmasına izin vermek, bizi insani özelliklerimizden uzaklaştırmaya başladı bile.

Biraz daha insan olmak için, yaratıcılığımızı, duygularımızı ve orijinalliğimizi korumamız gerekiyor. Bu, sadece bireysel olarak değil, toplumsal olarak da önemli. Unutmayın, insan olmanın güzelliği, hatalarımızda, duygularımızda ve yaratıcılığımızdadır. Yapay zekâ bizim yerimize düşünmeye başladığında, biz düşünmekten uzaklaşırız. Bu yüzden, teknolojiyi kullanırken kendimizi kaybetmemek ve biraz daha insan kalmak için çaba göstersek ne güzel olurdu.

Şunu kabul edelim; yapay zekâ kullananlar kısa vadede bir adım önde olabilir, çünkü bu araçlar işleri hızlandırır ve kolaylaştırır. Ancak, uzun vadede kazananlar, insani özelliklerini kaybetmeyenler olacak. Çünkü yaratıcılık, empati ve duygular, insanoğlunu diğerlerinden ayıran en temel özelliklerdir. Bu özellikler zamanla azalırsa, yapay zekâ ne kadar gelişirse gelişsin, insanlığımızı kaybetmiş oluruz.

Kısır bir döngüye doğru ilerliyoruz aslında; yapay zekâ insanların verilerinden gelişiyor her geçen saniye, ancak her geçen saniye insan artık veri üretemeyecek kadar aciz bir yola doğru ilerliyor. Çünkü süper arkadaşı her şeyi yapıyor zaten. Biz insanlığımızı son sürat kaybederken insandan beslenen yapay zekânın aç kalacağı günlerin ilk tohumları atılıyor bile.

Düşünsenize, tüm insanlar yapay zekâya iş yaptırmaya başladığında; insanın, insan olmanın, özgün olmanın önemi daha da çok ortaya çıkacak. Tüm sınavlardan tüm öğrenciler 100 alırsa, tüm işleri tüm insanlar müthiş yaparsa, tüm filmleri yapay zekâ çekerse, herkes birbirinin aynı olursa, ne olacak? Tekdüzen bir toplum, kim bilir, belki köleliğin en verimli hâli, robotlaşmış insanlardan oluşan ve insan olduğunu iddia eden topluluklar silsilesi.

Kısacası, biraz insan ol diyorum. Hayatın tadını çıkarın, yaratıcı olun ve duygularınızın sizi yönlendirmesine izin verin. Unutmayın, yapay zekâ harika bir arkadaş olabilir ama sadece bir arkadaş olarak kalmalı. Hayatınızı yönetmesine izin vermeyin.

Biraz İnsan Ol!

13 Haziran 2024
Yatırım Tavsiyesi Değildir

Blockchain ve Teknoloji Dünyasında espirili Bir Yolculuk yapalım.
Blockchain teknolojisi, kripto paralar, inovasyonlar ve bunların yarattığı baş döndürücü fırsatlar... Hayatımızın her alanına sızmayı başaran bu yenilikler, kimilerinin zengin olma hayallerini süslerken, kimilerinin ise kabusu oldu ve olmaya devam ediyor. Ancak unutmayın ki, bu yazı yatırım tavsiyesi değildir! Sizi biraz güldürmek, biraz düşündürmek ve en önemlisi blockchain dünyasında komik bir yolculuğa çıkarmak istiyorum.

Blockchain, kelime anlamı olarak blok zinciri demektir. Basitçe ifade etmek gerekirse, dijital verilerin güvenli ve değiştirilemez bir şekilde kaydedildiği bir defterdir. Hani şu muhasebecilerin her sayfasını dikkatle doldurduğu defterler var ya, işte onun dijital hali! Ama bu defterin özelliği, her sayfasının birbiriyle kilitli olması ve kimsenin sayfaları yırtıp değiştiremiyor olmasıdır. 

Bitcoin, Ethereum, Dogecoin, Navvigo gibi isimler size tanıdık geliyorsa, siz de blockchain dünyasına adım atmışsınız demektir. Bitcoin, 2009 yılında Satoshi Nakamoto adlı gizemli bir figür tarafından yaratıldı. Figür diyorum zira kişi mi topluluk mu hala gizemini korumaya devam ediyor. O günden bu yana da dijital altın olarak anılmaya başladı. Dogecoin nedir diye soracak olursanız, o da bir şaka olarak başlayıp milyonlarca dolar değere ulaşan bir kripto paradır. Evet, doğru duydunuz yada okudunuz, bir şaka!

Dogecoin'in hikayesi, 2013 yılında bir internet meme'inden esinlenerek yaratılmış olmasıdır. Doge adlı bir Shiba Inu köpeğinin sevimli ve şaşkın bakışları, milyar dolarlık bir kripto paraya dönüştü. İşte teknoloji dünyasının ne kadar öngörülemez olduğunun kanıtı!

Kripto paraların değerindeki dalgalanmalar, yatırımcıları bir rollercoaster yolculuğuna çıkaracak kadar baş döndürücü olabiliyor. Bir gün bir kripto paranın değeri tavan yaparken, ertesi gün dibi görebilir. İşte bu yüzden, YTD yani yatırım tavsiyesi değildir demek, belki de en önemli uyarıdır. Ancak yine de, insanlar bu dijital dünyada zengin olma hayallerinden vazgeçmez.

Tabi biraz da NFT den bahsetmeden olmaz; yani Non-Fungible Token, bir dönem blockchain dünyasının en yeni çılgınlıklarından biri oldu. NFT'ler, dijital varlıkların benzersiz olduğunu kanıtlayan ve onları koleksiyon değeri taşıyan varlıklar haline getiren tokenlar olarak tanımlanabilir. Bir dijital sanat eserinin ya da bir tweet'in NFT'sini satabilirsiniz. Evet, doğru duydunuz, bir tweet!

2021 yılında, Twitter'ın kurucusu Jack Dorsey, ilk tweet'ini NFT olarak sattı ve 2.9 milyon dolara alıcı buldu. Bu tweet'te ne mi yazıyordu? "just setting up my twttr" Yani, "Twitter'ımı kuruyorum". İşte bu kadar basit bir şey, dijital dünyada milyonlarca dolar değerinde olabilir.

Ya metaverse'e ne demeli; Sanal ve artırılmış gerçeklik teknolojileri kullanılarak oluşturulan dijital dünyaların birleşimidir. Bir nevi, Matrix filmindeki gibi bir dünya düşünün, ama bu sefer Neo'nun rolünde siz varsınız! Metaverse içinde, iş toplantılarından alışverişe, eğlenceden eğitime kadar her şeyi yapabilirsiniz. Ancak unutmayın, Metaverse'teki bir arsa satın almak gerçek dünyadaki kadar pahalı olabilir. Arazi, ev, arsa, konut konularından bir türlü vazgeçemeyen bir millet olarak çok da hızlı ayak uydurduğumuz bir dönem yaşadık bu alanda. Arsa nerede olursa olsun iyi bir yatırımdır diye düşünen bir çok insan metaversede de olsa bir çok arsa satın aldı. Ki bu da bir yatırım tavsiyesi değildir :)

Teknoloji ve inovasyon, her geçen gün daha da hızlanarak ilerliyor. Blockchain ve kripto paralar, bu ilerlemenin sadece bir parçası. Yapay zeka, otonom araçlar, kuantum bilgisayarlar... Bu yenilikler, geleceğimizi şekillendirmeye devam edecek olduğu ise çok açık. Ancak, her yeni teknolojinin beraberinde getirdiği riskleri de unutmamak gerekir. İşte bu yüzden, yatırım yaparken dikkatli olmak ve asla tüm yumurtaları aynı sepete koymamak önemlidir.

Blockchain ve teknoloji dünyasında yaptığımız bu kısa yolculukta, sizlere yatırım tavsiyesi vermemeye çalıştım. Kripto paralar, NFT'ler ve Metaverse gibi yenilikler, hayatımızı değiştirmeye devam ediyor. Ancak unutmayın, bu yazı yatırım tavsiyesi değildir! Teknoloji dünyasında her şey mümkün ve her an her şey değişebilir. Bu yüzden, yeniliklere açık olun, ama dikkatli ve bilinçli hareket edin. Ve en önemlisi, bu dijital dünyada eğlenmeyi unutmayın!

Finalde şunları söylemek isterim ki; blockchain ve teknoloji dünyasında her an her şey olabilir. Bir gün milyoner olup ertesi gün beş parasız kalabilirsiniz. Ancak, bu dünyanın sunduğu fırsatları ve riskleri doğru değerlendirmek, sizi bu yolculukta bir adım öne çıkaracaktır. Ve unutmayın, yatırım tavsiyesi değildir! Yalnızca eğlenceli ve düşündürücü bir bakış açısı ile belki de en iyi yatırımınızı yapmış olabilirsiniz. Keyifli yatırımlar ve bol kazançlar dilesem de işin aslı olan teknolojisini ve insanlara olan fayda kısmına odaklanmanızı önemle rica ediyorum. Geleceğin, sürdürülebilir teknolojinin ve dünyanın iyiliğinin doğru yatırımlar içerdiğini görmenizi, hiç kimsenin yatırım tavsiyesine ihtiyacınız olmadığını da unutmamanızı dilerim.

Bu arada; yatırım tavsiyesi değildir!

6 Haziran 2024
Sevgili Günlük!

Günlerdir zihnimde bir fikir dönüp duruyor; eski günlere dönmek, o saf, o masum çocukluk zamanlarına... Hani şu ortasında çizgili defterlerimize kalemle yazılar yazdığımız, hatırladın mı? Evet, sevgili günlük, seni yazdığımız günlerden bahsediyorum. Gel, hep birlikte o günlere geri dönelim ve bugüne kadar teknolojinin nasıl bir evrim geçirdiğini inceleyelim.

Önce o naif günlere gidelim. Hatırlıyorum da, o zamanlar defterlerimiz vardı, kapaklarına en sevdiğimiz çizgi film karakterlerinin çıkartmalarını yapıştırırdık. İçi sayfalarla dolu, basit ama bir o kadar da değerli defterler... Kalemlerimizle yazarken yaptığımız her hatayı silgilerle düzeltmeye çalışırdık. Bazen silgimiz kağıdı yırtar, bazen de sadece daha büyük bir leke yapardı.

Günlüklerimize yazdığımızda kimse bilmezdi, sırlarımızı güvenle saklardık. En yakın arkadaşımızın sırrını saklamakla görevliydik ve bu görev, NASA'da çalışmak kadar ciddiydi. O küçük kalplerimizi döktüğümüz, minik sırdaşlarımız... Ne kadar masumdu o günler. Tek derdimiz, annemizin günlüklerimizi bulup okumamasıydı. "Aman, sakın annem bulmasın!" diye yatağın altına sakladığımız günleri hatırlıyorum.

Sonra bir gün, teknoloji denen o büyülü varlık hayatımıza girdi. Önce bilgisayarlar geldi, tabii o zamanlar büyük bir lükstü. Ekranları bile tüplü, ağır mı ağırdı. İnternetin "cıs" olduğu, bağlantının "ııııııııı" diye ses çıkartarak kurulduğu zamanlardı. O dönemde "Chat" odalarıyla tanıştık. Günlük yazmayı bıraktık, çünkü sanal günlükler daha havalıydı! "Merhaba, nasılsın?" yazmak bile bir devrimdi o yıllarda.

Derken akıllı telefonlar çıktı. Parmaklarımızla ekrana dokunmak, sanki bir sihirbaz gibi hissettiriyordu. O zamanlar messenger gibi uygulamalar, anılarımızı paylaşmanın yeni yolları oldu. Günlükler yerini sosyal medya hesaplarına bıraktı. Artık tüm dünya bizim günlüklerimizi okuyabilirdi. Gizlilik mi? Ah, kim takardı ki artık gizliliği! Like almak, beğeni toplamak önemliydi. Herkesin görebileceği bir günlük tutmak ne kadar eğlenceliydi, değil mi?

Teknoloji hızla gelişmeye devam etti. Sosyal medya krallığı büyüdü, günlüklerimiz Instagram hikayelerine, Twitter gönderilerine ve Facebook paylaşımlarına dönüştü. Eskiden yatak altına saklanan günlükler, şimdi herkesin cebinde taşınıyor, anında paylaşılabiliyordu. Bir fotoğrafın altına yazılan bir cümle, binlerce insan tarafından görülüp yorumlanabiliyordu. Ne günlerdi o günler!

Ama sevgili günlük, değişmeyen bir şey vardı; insanların içten gelen yazma ihtiyacı. O yüzden şimdi, tam da bu noktada, geleceğe bir pencere açalım. Gelecekte günlükler nasıl olacak dersin? İzin ver, hayal gücümü serbest bırakayım...

Sevgili Günlük! 2050 Yılı

Merhaba sevgili günlük, yine buradayım. Bu sabah holografik ekranımı açtım ve seninle konuşmaya karar verdim. Yazmak mı? Hayır, artık konuşarak günlük tutuyorum. Sesimle yazılar oluşuyor, duygularımın tonunu bile algılayabiliyorsun. Ne kadar harika, değil mi?

Bugün, sanal gerçeklik gözlüğümü taktım ve arkadaşlarımla dijital parkta buluştum. Her şey o kadar gerçekçi ki, sanırsın gerçekten oradayız. Arkadaşım Davut ile birlikte Mars'a kısa bir yolculuk bile yaptık. Tabii, bu sadece bir simülasyondu, ama hissi inanılmazdı.

Holografik projeksiyonlar sayesinde evdeki kedimle bile konuşabiliyorum artık. Evet, yanlış duymadın. Kedim Hera, benimle konuşabiliyor. Tabii ki onun konuşması biraz robotik, ama yine de çok eğlenceli. Gün boyunca ona sırlarımı anlatıyorum, o da bana tavsiyeler veriyor. Gerçek hayatta çok iyi geçinemesek bile burada her şey çok güzel. 

Bu arada, bugün yemek yaparken bir tarif unuttum ve sadece Hey, günlük! Bana o ünlü İtalyan makarna tarifini hatırlatır mısın? dedim. Anında tarif karşımda belirdi. Teknoloji sayesinde her şey ne kadar da kolaylaştı. Halbuki o makarna tarifini bırakın unutmayı, bilmiyordum bile. Günlük, sen olmasan ne yapardım, bilmiyorum. 

Yarın ise bir tatile çıkmayı düşünüyorum. Evet, sanal tatil! O kadar gerçekçi ki, denizin tuzlu kokusunu bile alabiliyorum. Teknoloji, hayatımızı nasıl da güzelleştiriyor, değil mi?

Sevgili günlük, seni yazmak ve teknolojiyle iç içe olduğum bu zamanları paylaşmak bana büyük bir mutluluk veriyor. Eskiden defterlere yazarken hissettiğim masumiyet ve heyecan, şimdi teknolojinin sunduğu imkanlarla birleşerek bambaşka bir boyuta taşındı. Belki bir gün, bugünün çocukları da holografik günlüklere yazdıkları anılarını hatırlayacak ve gülümseyecekler.

Günlükler değişse de, yazma ihtiyacı ve anılarımızı saklama isteği hiç değişmiyor. Teknolojinin bize sunduğu bu harika imkanlarla, gelecekte de anılarımızı paylaşmaya ve saklamaya devam edeceğiz. İşte böyle, sevgili günlük. Bugünden geçmişe, oradan da geleceğe bir yolculuk yaptık. Ve anladık ki, en önemlisi anılarımızı her zaman en güzel şekilde saklamak ve paylaşmak.

Sevgilerle,

Teknoloji Tutkunu Bir Günlük Yazarı

30 Mayıs 2024
Geleceğin yolu, merkeziyetsiz navigasyon

Günümüzde teknoloji ve dijitalleşme hızla ilerlerken, navigasyon sistemleri de bu gelişmelerden nasibini alıyor. Geleneksel navigasyon sistemleri, merkezi yapıları ve verilerin tek bir noktada toplanmasıyla bilinirken, merkeziyetsiz navigasyon kavramı, bu durumu tamamen değiştirerek, kullanıcıların daha güvenli, verimli ve özgür bir şekilde seyahat etmelerini sağlamayı hedefliyor. Mahremiyetin bu kadar ön plana çıktığı bugünlerde bu yazı ile dikkatinizi çekmeyi planlıyorum. Bu makalede, merkeziyetsiz navigasyonun ne olduğu, nasıl çalıştığı, avantajları ve dezavantajları ile gelecekteki potansiyel etkilerini ele almaya çalışacağım. Aslında çaktırmadan da üzerinde hali hazırda çalıştığımız projemiz ile ilgili de göz kırpmış olacağım.

Merkeziyetsiz navigasyon, verilerin ve hizmetlerin merkezi bir otorite veya sunucu yerine, dağıtık bir ağ üzerinde paylaşıldığı ve yönetildiği bir sistemdir. Bu yaklaşım, blockchain teknolojisi ve diğer dağıtık defter teknolojileri kullanılarak gerçekleştirilir. Merkeziyetsiz navigasyon sistemleri, kullanıcıların konum verilerini ve yol tariflerini merkezi bir sunucuya bağımlı olmadan paylaşmalarına ve erişmelerine olanak tanır.

Merkeziyetsiz sistemlerinin temelini, sanılanın aksine sadece Bitcoin olarak bildiğiniz, duyduğunuz para biriminin ağ teknolojisi olan blockchain teknolojisi oluşturur. Blockchain, verilerin şifrelenerek bloklar halinde zincirleme bir yapıda saklandığı ve tüm ağ katılımcıları tarafından doğrulanan bir defterdir. Bu sayede, merkezi bir otoritenin kontrolüne ihtiyaç duyulmadan, verilerin güvenli bir şekilde paylaşılması ve doğrulanması mümkün olur.

Bir merkeziyetsiz navigasyon sistemi, kullanıcıların cihazlarından (örneğin, akıllı telefonlar veya araç içi sistemler) gelen verileri toplayarak, bu verileri blockchain ağı üzerinde işler. Her kullanıcı, ağın bir parçası olarak verilerin doğrulanmasına katkıda bulunur ve aynı zamanda ağdaki diğer kullanıcıların verilerine erişebilir. 

Kullanıcıların konum, hız, rota ve trafik verileri cihazları aracılığıyla toplanır. Toplanan veriler, blockchain teknolojisi kullanılarak şifrelenir ve bloklar halinde zincirlenir. Şifrelenmiş veriler, ağdaki diğer kullanıcılarla paylaşılır ve doğrulama sürecine dahil edilir. Ağdaki kullanıcılar, verilerin doğruluğunu ve bütünlüğünü doğrular. Doğrulanan veriler kullanılarak, en uygun rota ve trafik bilgileri hesaplanır ve kullanıcılara sunulur. İşleyişi aşağı yukarı bu şekilde özetlemek mümkün olabilir.

Merkeziyetsiz navigasyon sistemlerinin en büyük avantajlarından biri, güvenlik ve gizlilik konusundaki üstün performansıdır. Verilerin şifrelenerek saklanması ve merkezi bir otoritenin kontrolüne ihtiyaç duyulmaması, kullanıcıların konum ve seyahat bilgilerinin daha güvenli bir şekilde korunmasını sağlar. Ayrıca, kullanıcıların verileri üzerinde tam kontrol sahibi olmaları, gizlilik endişelerini de büyük ölçüde azaltır.

Verimlilik ve Güncellik bakımından da bir çok avantaj sağlar. Ağdaki tüm kullanıcıların verilerine anlık olarak erişebilir ve bu verileri güncel tutar. Bu sayede, trafik durumu, yol çalışmaları ve diğer seyahat bilgileri her zaman en güncel haliyle kullanıcılara sunulur. Ayrıca, merkeziyetsiz yapı, ağdaki yoğunluğu ve veri işleme yükünü dağıtarak, daha hızlı ve verimli bir navigasyon deneyimi sağlar.

Merkezi bir sunucunun çökmesi veya saldırıya uğraması gibi risklere karşı daha dayanıklıdır. Verilerin dağıtık bir ağ üzerinde saklanması ve yönetilmesi, herhangi bir noktanın çökmesi durumunda bile sistemin çalışmaya devam etmesini sağlar. Bu da, kullanıcıların her zaman kesintisiz bir navigasyon hizmeti almasını garanti eder.

Merkeziyetsiz navigasyon sistemlerinin yaygınlaşması, kullanıcıların ve hizmet sağlayıcıların bu yeni teknolojiye uyum sağlamasını gerektirir. Geleneksel merkezi sistemlere alışmış kullanıcılar için, merkeziyetsiz yapıya geçiş bir öğrenme süreci ve alışma dönemi gerektirebilir. Ayrıca, mevcut altyapının merkeziyetsiz sistemlerle uyumlu hale getirilmesinde zaman alabilir.İşte tam da bu sebepten web2 kullanıcılarını yani hali hazırda sizleri de bu yeni modele alıştırmak için bazı planlar içindeyiz. Buraya kadar merkeziyetsiz yapıyı anlatmış olsam da kullanıcılar olmadan bu tarz bir projenin hayat bulması zor olacak, ya da zaman alacaktır. Bu sebeple çalışmalarımızı burjuvai bir hava ile kısıtlı kullanıcılara sunmak yerine daha barışık ve öğretici bir model ile kolaylaştırıcı çözümlerimiz eşliğinde sizlerle buluşturmak niyetindeyiz. Vizyonu merkeziyetsiz bir navigasyon olan proje sayesinde; kullandığınız ve sizden izin alınmadan alınan, kullanılan verilerinizin sadece sizin onayınız ile ve karşılığında bir ödeme aldığınız yöntemi düşünün. Sizi iyi bir şoför olmaya teşvik eden, yeşil rotaları tercih ederseniz karbon ayak izinizi sıfırlamanıza yardımcı araçlar barındıran, belki yol üzeri görevler sayesinde ek kazançlar sunan bir app düşünün. Bakırköy'den Taksime kadar katettiğiniz 15km'lik gps izinizi bize satar mısınız teklifidir aslında işin Türkçesi. 

Bu yapı gelecekte seyahat ve ulaşım alışkanlıklarımızı kökten değiştirebilir. 
Akıllı Şehirler ve Ulaşım Sistemlerinin yoğunlukla konuşulduğu düşünülürse; merkeziyetsiz navigasyon sistemleri, akıllı şehirler ve entegre ulaşım sistemlerinin gelişimine katkıda bulunabilir. Trafik yönetimi, toplu taşıma entegrasyonu ve acil durum müdahaleleri gibi alanlarda daha verimli ve güvenli çözümler sunabilir.

Otonom araçlar, merkeziyetsiz navigasyon sistemleri sayesinde daha güvenli ve etkili bir şekilde çalışabilir. Anlık veri paylaşımı ve doğrulama süreçleri, otonom araçların çevreleriyle daha iyi etkileşimde bulunmasını ve daha güvenli seyahat etmelerini sağlayabilir.

Kullanıcıların seyahat tercihlerini ve alışkanlıklarını daha iyi analiz ederek, daha kişiselleştirilmiş seyahat deneyimleri sunabilir. Bu sayede, kullanıcılar en uygun ve hızlı rotaları seçebilir, seyahat sürelerini ve maliyetlerini optimize edebilirler.

Merkeziyetsiz navigasyon, geleceğin seyahat ve ulaşım dünyasında devrim niteliğinde bir değişim vaat ediyor. Blockchain teknolojisi ve dağıtık defter sistemleri sayesinde, daha güvenli, verimli ve kullanıcı dostu navigasyon hizmetleri sunulması mümkün hale geliyor. Ancak, bu teknolojinin tam anlamıyla benimsenmesi ve yaygınlaşması için teknik zorlukların aşılması ve kullanıcıların adaptasyon sürecinin desteklenmesi gerekiyor. Merkeziyetsiz navigasyonun potansiyel etkileri, gelecekteki seyahat deneyimlerimizi daha güvenli, verimli ve kişiselleştirilmiş hale getirebilir.

Kim bilir belki bu sayede hepimizin verdiği emekler ve yatırımları ile ortaya çıkacak bir navigasyonun ortakları olabilir, gelişimine, büyümesine, yayılmasına hep birlikte katkıda bulunabilir, yollarda kelimenin tam anlamıyla biri bizi gözetlemeden dolaşmanın keyfine varabiliriz.

23 Mayıs 2024
Girişimcinin terlikle mücadelesi

İyisiyle kötüsüyle çoğunlukla seçemediğimiz ailelere sahibiz. Aile derken içim bazen cız ediyor, zira; annesini, babasını kim bilir belki genç yaşta abla, abi yada kardeşini kaybedenler için üzgünüm, yaranızı deşmek değil amacım. Ancak hayat acımasız ve bazen adaletsiz gibi gelir insana. Neyse tatsız konuları bırakalım ve aile derken yakın çevremizde bizlerin yetişmesine katkıda bulunan ya da köstek olan insanlardan biraz bahsedelim. 

Hangimiz anne terliğinin tadına bakmadık ki! Bir hayalinizi, ya da saçma bir düşüncenizi dile getirdiğiniz zaman evdeyseniz annenizin menzilinde olmamanız gerekir. Çünkü her an terlikle burun buruna gelebilir ve girişimci ruhunuza ilk darbeyi alabilirsiniz ki bu konuda çok yeteneklidirler, isabet oranları da oldukça iyidir. Yaptığınızın yanlış olduğu düşüncesiyle can havliyle salondan uzaklaşırken, mutfak girişinde kurtuldunuz sandığınız anda o terlik mutlaka sizi yakalar ve kendinize getirir :) Şaka yollu olsa da aykırı düşüncelerin genelde maruz kaldığı bir durumdur bu. Kimi zaman abiniz ya da ablanızın kimi zaman evin reisi babanızın söylemleri ile artık saçmalıklarınızı kendinize saklar olursunuz. Şimdilerde kutunun dışında düşün diye naralar atılan girişimcilik sohbetlerinden çok uzakta ama gerçekliğin ta kendisiyle yüzleşirsiniz. Tabi her zaman durum bu şekilde olmayabilir.

Girişimcilik, bir fikri hayata geçirme ve yeni çözümler üretme sürecidir. Bu yolculukta en büyük destekçiler genellikle en yakınımızdaki insanlar olur: Ailemiz. Aile, girişimcilik ruhunu besleyen bir laboratuvar gibidir. En saçma fikirlerinizi yüksek sesle konuşmaya başladığınız ve kafalarını ilk şişirdiğimiz insanlardır. Size sabır gösteren, yol gösteren, deneyim kazandıran yer de orasıdır. Girişimcilik serüvenine atılan birçok kişi için aile, ilk fikirlerin paylaşıldığı, ilk geri bildirimlerin alındığı ve cesaretin toplandığı yerdir. Aile fertleri, özellikle de ebeveynler, çocuklarını risk almaya teşvik edebilir, onların yaratıcılıklarını destekleyebilir ve bağımsız düşünmelerini sağlayabilir. Bu destek, çocukların özgüveninin artmasına ve problem çözme becerilerinin gelişmesine yardımcı olur.

Maalesef herkes bu kadar şanslı olamayabiliyor. Anlayışsız insanlar arasında yaşıyorsanız her hareketiniz, tavrınız her geçen gün törpülenir. Anlayışsız biraz ağır oldu biliyorum, kastettiğim; yeni fikirlere açık olamayan daha kötüsü ön yargılarından bir türlü kurtulamayan insanlar aslında. Öyle zordur ki hayallerine gem vurulan bir ortamda nefes almak; tek rakibiniz sigortalı işi olan komşunun ya da akrabanın çocuğudur. Hayat boyu peşinizi bırakmayacak bir kabus gibidir. Ne yapsanız ne deneseniz başarılı olsanız dahi, hep iyi bir seçenekmiş gibi sinsice bekler başarısız olacağınız anı.


Oysa birçok girişimci için ilk yatırımcı da ailesidir. Aile bireyleri, hem maddi hem de manevi destek sağlayarak girişimcinin yolculuğunda önemli bir rol oynar. Bu destek, girişimcinin iş fikrini test etmesine ve pazar yerinde kendini kanıtlamasına olanak tanır. Ancak, aile içindeki maddi destek dengeli bir şekilde yönetilmelidir. Aşırı maddi destek, girişimcinin gerçek dünya şartlarında ayakta kalma yeteneğini zayıflatabilir. Her ne kadar aile büyük bir destek sağlasa da, aşırı koruyuculuk veya yüksek beklentiler girişimcinin üzerinde baskı oluşturabilir. Aile bireyleri arasında iş ve kişisel ilişkilerin iç içe geçmesi, profesyonellikten ödün verilmesine ve kararların objektif olmaktan çıkmasına neden olabilir. Bu durum, işin büyümesini ve gelişmesini engelleyebilir.

Girişimcilik ve aile ilişkileri arasındaki dengeyi bulmak, sürdürülebilir başarı için kritik öneme sahiptir. Aile bireylerinin girişimciye destek olurken aynı zamanda bağımsız bir yapıyı teşvik etmeleri gerekir. Sanırım ülkemizde en zorlanılan kısım burası.. Hiç ortamız yok, ya köstek oluyoruz, ya da o kadar çok verici davranıyoruz ki, girişimci olabilecek aile ferdini tembelleştirebiliyor ve gerçek hayattan uzaklaştırıyoruz.

Aile, girişimciliğin en değerli ve en zorlu merkezlerinden biridir. Doğru destekle aile, girişimcilik ruhunu ateşleyen ve sürdürülen başarılara zemin hazırlayan bir temel olabilir. Ancak, bu destek dengeli ve stratejik bir şekilde sunulmalıdır. Girişimcilik yolculuğunda aile desteği ile birlikte bağımsız kararlar almak ve profesyonel yardım almak, uzun vadede başarıya ulaşmanın anahtarlarından biridir.

Bir çok girişimcilik merkezi açıldı, çok başarılı olanlar da var, popüler bir nedenle açılmaya devam edenler de var. Dört duvar 3 masa 5 sandalye ile bu işlerin olamayacağını vurgulamak için sizlerle düşüncelerimi paylaşmak istedim aslında. Ya da ben acımasız davrandım belki! Tamam sizin istediğiniz olsun son teknoloji araç gereçlerle donatılmış bir girişimcilik merkezini ele alalım; içinde girişimci ruhu olmadan o merkez ne işe yarar ki. Bu durumu şimdilerde maalesef yaşıyoruz. O kadar çok girişimcilik merkezi var ki, bizim ülkede o kadar girişimci yok. İmkanlar bu kadar fazla değilken, merkez yok, eğitim yok diyorduk şimdilerde ise yenilikçi girişimci bulmakta zorlanıyoruz. Yani demem o ki güzel güzel binalar merkezler yapmak yerine bu işin ruhuna odaklanalım, deneyime dayalı işler planlayalım, tohumun ekilmesinden itibaren sulamasını düzgün yapalım. Ve bunu önce en yakınımızdan başlayarak yapalım. Komşunun tavuğu kaz görünmesin, evinizin içindeki çirkin ördek yavrusuna, farklı düşünen çocuğa kulak verelim. Belki o kadar oyuncağı kırmasının nedeni sadece içindeki mekanizmayı merak etmesidir. Onu hiperaktivite ilaçları ile sanki bir hayvanı sakinleştirmeye çalışırcasına davranmak yerine yanına oturup anlamaya çalışmanız eminim hepinize katkı sağlayacaktır. Sözüm meclisten dışarı tabi :) 

Siz her konforu sağlasanız da zihnen hala; bir masa üç sandalye olan insanları nasıl girişimci yapacaksınız. Onlara ne ara cesaret verecek, deneyim kazandıracak hatta motive edeceksiniz. Aynı; okulları hapishane gibi demir parmaklıklar ile inşa edip, zorla içeride tutmaya çalışan bir kafa gibi davranarak onlara nasıl uçmayı, uzayı öğreteceksiniz, özgürlükten bahsedeceksiniz. 

Önce çekirdek aileden başlayarak, deneyerek, başarısız olarak fakat aynı zamanda hep aynı cesarete sahip olan girişimci ruhlu insanlar yetiştirmedikçe, kültür aşılamadıkça, hep bir eksik olacak bu hikaye. Binlerce okul yapıp, betonarme bloklar, yapılar arasında sizi anlayacak kimseyi bulamamak gibi.
Betonarme yapıların, devasa işletmelerin, okulların yapılmasına rağmen kültür şokunun yaşanması, eğitim düzeyinin niteliğinin her geçen gün azalmış olması bunun en iyi belirtisi değil mi? 

Oysa girişimcilik, bir meslek mi yoksa yaşam biçimi mi olduğu sürekli tartışılan bir konudur. Zorluklar mı bizi girişimci yapar, fırsatlar mı? Yoksa zorluklar aslında birer fırsat mıdır, adaletsizlik midir? Bu kargaşa içinde yine de mikro düzeyde en iyi girişimcilik merkezi şimdilik aile değilse de aile olmalıdır.

Çünkü girişimcilik bir kültürdür ve bu kültürün oluşması kolay değildir, uzun zaman alır. Eğer en aykırı düşüncelerinize, gelecek planlarınıza, hayal dünyanıza saygı duyan ve sizi anlamaya çalışan insanlarla birlikte olursanız, onların desteğini alırsanız, başarısız olduğunuzda öğrenmenizi sağlayacak insanlardan oluşan bir aileniz olursa her şey daha kolay ve güzel olurdu.

Son olarak genç girişimci arkadaşlarıma tavsiyem şudur: Ailemiz bizi anlamıyor demek yerine, onların anlaması için hiç adım attınız mı? Mesela yeni bir teknoloji çıktığında "Sen ne anlarsın?" demek yerine, dokuz ay seni karnında taşımış, yıllarca seni yetiştirmiş annen, evi geçindirmek için uykusuz kalmış baban, ya da bir diğer aile ferdinin seni anlaması için sen ne yaptın? Şimdi senin sıran.
Eğer o evin içinde bir şeylerin değişmesini istiyorsan, ilk girişimcilik hikayen başlıyor.
Bazen kendi gideceğin yolun asfaltını kendin dökmen, o kaldırım taşlarını kendin döşemen gerekir.

 

 

16 Mayıs 2024
Atasözleri ile Girişimcilik

Girişimcilik, çeşitli aşamaları ve zorlukları olan karmaşık bir süreç. Atasözleri, bu yolculuğun farklı aşamalarını açıklamak ve ilham vermek için zaman zaman imdadıma yetişiyor. Sanırım 300'den fazla kez sahne aldığım süreçte bir çok kez atasözlerinden faydalandım. Türk atasözleri doğal olarak daha fazla aklımdaydı. Büyüklerimizden yada okuduklarımızdan, sıklıkla ise deneyimlerimizden öğrendiğim bazı atasözleri ile girişimcilik yolculuğuna bakış atmak istiyorum.

"Eldeki buzağıdan öküz olmaz" bu atasözü genelde elimizdeki, yanımızdaki değerli şeylerin, insanların değerini bilmemekle ilgili mesajlar veriyor. Aileniz, arkadaşlarınız sizin bir başarı ile tescil edilmiş bir hayatınız olana ve görünene kadar size gerekli ilgiyi göstermiyor ne yazık ki! Çok elinizin altındaki insanların başarı göstermesini neden beklemiyoruz yada neden onlara gereken önemi vermek yerine başkalarını daha başarılı buluyoruz bilemiyorum. Umarım bu durum değişir ve yabancı hayranlığının en çok yaşandığı topraklarda değişime yol açarız.

"Kervan yolda düzülür" atasözü bana ilk bakışta biraz MVP hatırlatıyor fakat bir girişim yapılacaksa plansız olması da beklenemez. Ancak bir şekilde yola çıkmak gerekliliği, ya da mükemmel ürün ortaya çıkmadan da işe başlanabileceği gibi yorumlamak daha çok işime geliyor. Gerçekten her şey mükemmel olmalı dürtüsü fazlasıyla zaman kaybettiriyor olmasının yanında hedef kitlenizin ihtiyaçlarını anlamadan analiz etmeden pazara hazırlık yaptığınız anlamına da gelebilir. Fazlasıyla karmaşık hale gelmeden ana ürünün oluşması ve pazarda denenmesi hem size hız kazandırır hem de gereksiz ayrıntıları elemenize de yardımcı olacaktır.

"Bir elin nesi var, iki elin sesi var." Bu atasözünü duyar duymaz tabi ki hepimizin aklına ekip geliyor zira ne kadar önemli olduğunu anlamak için kahin olmaya gerek yok. İşini büyütme aşamasında doğru ortaklar ve çalışanlar bulmak, sadece bizim için değil aynı zamanda yatırımcıların da ilgisini çekiyor. Takım çalışması ve iyi bir iş ortaklığı, başarıya ulaşmada daima büyük rol oynar. Bunları unutmamak ve biraz da paylaşımcı olarak bu konuda oldukça iyi sonuçlar almanız çok da zor değil.

"Taşıma suyla değirmen dönmez." Sürdürülebilirlik, her girişimcinin üzerinde durması gereken bir konu ve bu atasözü sanırım bu başlığa cuk oturuyor. Kısa vadeli çözümler yerine, uzun vadeli ve kendini yenileyebilen kaynaklar ve stratejiler geliştirmek girişimcilik dünyasının olmazsa olmazlarındandır. Sıklıkla sürdürülebilirlik konusu gündeme gelir ve en önemli madde olarak girişimcilikte ve hatta sosyal sorumluluk projelerinde de önemini korur.

"Ne ekersen onu biçersin." Girişimcinin yaptığı her iyi yada kötü hamle yatırımdır. Emek ve kaynaklar sonunda kendi kalitesini ve miktarını belirler. Kaliteli işler ve etik iş anlayışı, uzun vadede olumlu sonuçlar getirir. Aynı iyilik yapmak gibi; İyilik mükafatını mutlaka alır sadece bazen bu zaman biraz uzayabiliyor.

"İşleyen demir ışıldar." Bir girişimci olarak aktif ve sürekli çalışmak, becerilerinizi geliştirmenize ve fırsatları değerlendirmenize olanak tanır. Çalışkanlık ve sürekli öğrenme, başarıya giden yolda vazgeçilmezdir. Bazı atasözleri gerçekten hiç açıklamaya bile gerek bırakmıyor.

"Bir musibet bin nasihatten iyidir." Sanırım en sevdiğim kısım burası. Girişimcilik yolculuğunda karşılaşılan zorluklar ve başarısızlıklar, önemli dersler ve tecrübeler sunar. Bu zorluklardan öğrenmek ve adaptasyon sağlamak, girişimcinin ilerlemesi için kritiktir.
Bu atasözleri, girişimcilik yolculuğunun her adımını kavramak ve ilerlemek için pratik ve kültürel bir rehber sunar. Girişimci bu bilgeliklerle donanarak, zorlukların üstesinden gelmeye ve başarıya ulaşmaya daha hazırlıklı olabilir. Her ne kadar bir sürü başarısızlık hikayesi duysak da insan egolu bir varlık ve kendisinin o hataları yapmayacağını düşünür. Taa ki o hatayı yapıp gerçekten başına bir şey gelene kadar. 

Bir İngiliz atasözü; "Her karanlık bulutun arkasında bir gümüş kenar vardır" der.
Girişimcilikte karşılaşılan her zorluk, aslında yeni bir fırsatı da beraberinde getirir. Başlangıç aşamasındaki zorluklar, önemli öğrenme ve büyüme fırsatları sunabilir. Girişimcilik genel olarak fırsatları da iyi değerlendirmek gibi yorumlandığında, zorluklar ve kriz ortamlarında da sabırlı ve akıllı olmayı gerektirir.

"Taşın üstünde bile üç yıl" bu atasözü Japonlara ait. Bizim sabır ve azim konusunu iyi anlatıyor.
Sabır ve dayanıklılık, başarıya giden yolda kritik öneme sahiptir. Girişimciler, başarı için zaman ve sabır gerektiren zorlukları kabul etmelidir. Zaten zaman gibi bir konuda bile sabır gösteremeyen, bu konuda yatırımı olmayan kişinin başarıya ulaşması daima na mümkün görünüyor.

"Bin mil yolculuk, ayakların altından başlar" Büyük hedeflere ulaşmak, küçük ve somut adımlar atarak başlar. Girişimciler, büyük hedeflere ulaşmak için küçük adımlarla başlamalıdır temalı bir Çin atasözü. 

"Kuş yuvasını küçük küçük yapar" Girişimcilerin zamanla ve sabırla kendi işlerini kurmaları gerektiğini hatırlatır. Her küçük adım, büyük bir başarının temelini oluşturur olarak yorumlamak sanırım yanlış olmayacaktır.

Haraka haraka haina baraka :) Bu atasözü Afrika'da söylenmiş ve acele işe bereket gelmez anlamına geliyor.

İnsan ister istemez Acele işe şeytan karışır sözünü hatırlıyor.
İşleri aceleyle yapmak genellikle başarısızlıkla sonuçlanır. Girişimciler, dikkatlice ve özenle ilerlemeli, aceleci davranışlardan kaçınmalıdır uyarısını dikkate almak da gerekebilir.

"Aceleye gelirse, insanları güldürürsün" Acele kararlar ve hızlı harekrtler genellikle hatalı sonuçlar doğurabilir. Girişimcilerin planlı ve ölçülü hareket etmeleri önemlidir. Komik duruma düşme ile ilgili bir travmanın izlerini taşıyan bu atasözü sanırım herkesin korkulu rüyası olsa gerek.

"Erken kalkan kuş solucanı yakalar" Bu atasözünü ilk olarak İngilizce öğretmenimden duymuştum.
Girişimcilerin fırsatları değerlendirme ve başarılı olma şansını artırmak için proaktif ve tetikte olmaları gerektiğini vurgulayan bu cümle hala en sevdiği isim Şukufe olan İngilizce öğretmenimi anmama sebep oluyor.

"Kör ölür, badem gözlü olur" En sevdiklerimden olan bu atasözü ise, iyi bir girişim fikrini dinledikten sonra işe yaramaz, ya da var zaten bundan diyerek reddedip daha sonra başarıya ulaştığını sağdan soldan duyduğunuzda değere binmesini anlatır. Bizim ekosistemi de çok iyi anlatan bu atasözü, başarıya ulaşmış girişimi sonradan sahiplenerek, biz de şöyle destek olmuştuk, zaten biliyorduk diyerek öngörüsüz hallerinizi kapatmaya çalışma çabalarınızı anlatır.

Girişimci olup artık bu yola girdiysen, bir çok şeyi göze almış olmalısın ve zorlanacaksın. Bundan sürekli şikayet etmek, eski konforuna ah çekmek yerine, çalışmalarına hız vermeli, çok araştırmalı, az şikayet etmeli, çok çalışmalısın.

Eee ne demişler "Hamama giren terler"

 

 

9 Mayıs 2024