Tgrt Haber

Doç. Dr. Hasan Bardakçı Yazıları

Doç. Dr. Hasan Bardakçı

Doç. Dr. Hasan Bardakçı

hasanbardakci@harran.edu.tr
İran İzlenimlerim-2: Değişim Rüzgarları ve Göz Ardı Edilen Gerçekler

İran’a dair ikinci izlenimlerimi paylaşmak için klavyenin başına geçerken, zihnimde 15-20 yıl öncesine ait şehirler canlanıyor: Geçen hafta Tebriz'i, Erdebil’i ve Astara’yı anlatmıştım. Ardından Enzeli, Kazvin, Tahran, Reşt, Kum, İsfahan, Hamedan, Mahabad ve Urmiye seyahati ile dün Türkiye'ye döndüm.

Zamanım kısıtlıydı. Özellikle Yezd ve Şiraz kentlerine çok gitmek istememe rağmen zamanım yetmedi. Bir başka sefere muhakkak gideceğim tabii. Bu şehirlerin her birinde yaşanan değişimler, hem İran’ın genel çehresini hem de İran insanının dinamiklerini anlamak açısından büyük ipuçları sunuyordu.

Enzeli: Deniz Kokusu

Bir zamanlar sahil kasabası havasındaki küçük Enzeli, şimdi modernleşme yolunda hızla ilerliyor. Gelişmiş yollar, genişleyen limanlar ve turizme verilen önem, buradaki canlılığı artırmış. Eskiden daha sakin ve geleneksel bir yapıya sahip olan şehir, günümüzde turizm açısından önemli bir noktaya dönüşmüş. Ancak her şeyden önemlisi, burada yaşayan halkın hayata bakışı... İranlıların içine kapanık bir toplum olduğu önyargısı, Enzeli'de tamamen çürütülüyor. İnsanlar oldukça misafirperver ve yeniliğe açık. Eğitimli bir kitle, sanıldığı gibi izole bir hayat yaşamıyor.

Tahran, Kazvin ve Reşt: Alamut Kalesi ve Modernleşmenin İzleri

Kazvin ve Reşt şehirleri, İran’ın Batı'ya açılan kapısı olarak bilinir. Doğrusu, Kazvin şehrini çok da inceleme fırsatım olmadı. Çünkü oraya gitme sebebim, Hasan Sabbah'ın Alamut Kalesi'ni görmekti. Gördüm ve heyecan verici olduğunu söyleyebilirim. Adıyaman'daki Nemrut Dağı'na gidenler bilir, çıkması zor bir yer. İşte Alamut, ondan üç kat zor. Ama cennet bahçeleri ve soğuk kaynak sularının dibinde yer alan bir kayayı andıran, üstünde kartalların uçuştuğu (dağın yerel ismi Kartal Yuvası) Alamut Kalesi'ni görmek, benim için benzersiz bir deneyimdi.

Ama bir diğer şehir Reşt, kazvinden farklı olarak kültürel zenginliğiyle bilinen bir şehir olarak modernleşme adımlarını hızlandırmış. Eğitimli nüfus, Batı'ya kıyasla İran’ın hiç de geride olmadığını gösteriyor.

Tahran ise bildiğiniz gibi. Halen kalabalık, İstanbul'u andırıyor. Sekiz şerit yollar, yoğun trafik ve büyük sanayi işletmeleriyle boy gösteriyor. Tabii Azadi Kulesi ile görülmeye değer yine de. Dahası, bence  bu şehirlerdeki insanlar, İran’ın dış dünyaya kapalı olduğu algısını tamamen yıkıyor. Ayrıca çok misafirperver olduklarını söylemem yanlış olmayacak.

Kum: Gelenek ve Modernlik İç İçe

İran'ın dini merkezi olarak bilinen Kum, her zaman muhafazakâr bir yapıya sahip olmuştur. Bundan 15-20 yıl önceki Kum ile bugünkü Kum arasında büyük farklar var. Geleneksel yapısını korumakla birlikte, eğitim ve teknoloji konularında ciddi gelişmeler yaşanmış. Sokakta yürürken karşılaştığınız insanlar, dinin ve bilimin iç içe olabileceğini gösteren canlı örnekler. Tabi Hz. Fatime-i Masume Türbesi'ni gezmemek olmazdı. İhtişamı görülmeye değerdi.

İsfahan: Sanatın Başkenti

İsfahan her zaman İran’ın kültürel ve sanatsal merkezi olmuştur. Geçmişte ve tabii bu günde devam ediyor. Ancak bu şehirde de büyük bir modernleşme yaşanmış durumda. Eski yapılarla yeni binaların yan yana yükseldiği şehirde, kültürel zenginlik korunurken modern hayatın tüm unsurları kendini gösteriyor. İsfahan Meydanı, Kırk Sütun Parkı, Se O Se Pol Köprüsü görülmesi gereken yerler; İranlı sokak sanatçılarının ezgileri eşliğinde tabii ki.

Ayrıca İsfahan halkı, hem kültürel hem de entelektüel anlamda oldukça zengin. İran insanının dışa kapalı olduğu algısını burada da görmek mümkün değil. Eğitimli ve dünya ile entegre olmuş bir kitle, sanatı ve bilimi içselleştirmiş durumda.

Hamedan ve Mahabad: Sessiz Dönüşüm

Hamedan ve Mahabad, her ne kadar diğer büyük şehirler kadar dikkat çekici olmasa da kendi içinde bir dönüşüm yaşıyor. Hamedan, antik tarihinin yanı sıra modernleşme adımlarıyla dikkat çekiyor. Özellikle buraya gidenler muhakkak Ali sadr su mağarasını ziyaret etsinler dunyada eşi benzeri yok bence. Mahabad Kürt nüfusun yoğun olduğu bir bölge olarak, kültürel çeşitliliğin bir simgesi haline gelmiş. İnsanlar, hem geleneksel değerlere bağlı hem de yeniliklere açık. Bu şehirlerde karşılaştığım insanlar, sanılanın aksine oldukça eğitimli ve dünya gündemini takip eden bir yapıya sahip.

Urmiye: Coğrafyanın Ortasında

Urmiye, stratejik konumu nedeniyle her zaman önemli bir şehir olmuştur. Hem ticaret hem de kültürel etkileşim açısından büyük bir potansiyele sahip olan bu şehir, zamanla modernleşme sürecine dahil olmuş. Urmiye Gölü'nün çevresindeki değişiklikler, doğaya verilen önemin artmasına işaret ediyor. Şehirdeki insanlar ise doğaya ve kültüre olan bağlılıklarıyla dikkat çekiyor. Tabi Van Gölü'nden daha büyük olan Urmiye Gölü'nün nasıl da kurumaya başladığını görünce, şaşırmadım dersem yalan olur. 18 yıl önce arabalı vapurla üzerinden geçtiğim gölün kurumaya bu hali şaşırtıcı.

İran İnsanı: Göz Ardı Edilen Gerçekler

İran denince akla sıkça "kapalı" bir toplum geliyor. Ancak şehirleri gezip insanlarla birebir iletişim kurduğunuzda, bu algının tamamen yanlış olduğunu anlıyorsunuz. İran'da sempatik, eğitimli ve dünyaya entegre olmuş büyük bir kitle var aslında. Ülkenin dışarıya kapalı olduğu yönündeki algı, İran halkının sıcak kanlı ve misafirperver yapısını göz ardı ediyor. İnsanların çoğu, dünya gündemini yakından takip ediyor ve farklı kültürlerle iletişim kurmaya oldukça açık. Eğitim seviyesi yüksek, bilime ve sanata değer veren bir toplum, İran’ın sanıldığından çok daha farklı bir portresini sunuyor.

Kanunların İşleyişi ve Televizyon Algısı

İran’a dair bir diğer önemli gözlemim ise kanunların işleyişi ile ilgili. Medyada İran'daki kanunların aşırı sert olduğu yönündeki algı, yerel hayatta karşılaştığım gerçeklerle pek örtüşmüyor. Elbette kanunlar katı olabilir, ancak günlük yaşamda bu sertliğin abartıldığı kadar hissedilmediğini gördüm. İran'daki hukuki düzen, sanılanın aksine birçok konuda oldukça düzenli işliyor. İnsanlar, hem birbirlerine hem de yasalara karşı saygılı. Ayrıca televizyonlardan izlediğimiz İran imajı ile gerçeklik arasında büyük bir uçurum var. Günlük yaşamda gördüğüm İran, televizyonlarda sunulandan çok daha farklı, daha dinamik ve modern.

Son olarak İran’ın, dışarıdan görünenin ötesinde zengin bir tarihe, kültüre ve modernleşme sürecine sahip olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca insanları eğitimli, yeniliklere açık ve sempatik. Şehirler, son 15-20 yılda büyük değişimler geçirmiş ve bu değişim, sadece fiziksel yapılarla sınırlı değil. İran halkı, hem kültürel hem de entelektüel anlamda güçlü bir varlık gösteriyor. Kanunlar ve televizyonlarda yansıtılan İran ile gerçek İran arasında büyük farklar var. Bu ülkede, birçok şey sanıldığından çok daha farklı ve karmaşık.

17 Eylül 2024
İran İzlenimlerim-1: Yirmi Yıl Önce ve Bugün

Yaklaşık yirmi yıl önce, ilk kez İran'ın kuzeybatısına seyahat ettiğimde, karşıma çıkan manzara bugün hâlâ zihnimde canlı. Şimdi, yıllar sonra aynı güzergahları tekrar geçerken, hem değişimin hem de değişmeyenlerin farkına varmak oldukça ilginç. Özellikle Tebriz, Erdebil ve Astara gibi kuzeybatıdaki bu üç şehir, İran'ın sosyal, ekonomik ve kültürel yapısının en belirgin göstergelerinden sayılabilir.

Tebriz: Modernleşme ve Gelenek Arasında

Yirmi yıl önce Tebriz'e adım attığımda, şehrin sokakları tarih kokan binalarla doluydu. Kadim ticaret yollarının bir kavşağı olan Tebriz, hem kültürel çeşitliliği hem de tarihi dokusuyla dikkat çeken bir şehirdi. Ancak, modernleşme süreci daha yeni yeni kendini göstermeye başlamıştı. Geleneksel çarşılarda dolaşırken, kalabalık ve hareketli bir sosyal yaşamla karşılaşıyordum. O dönemde, halkın yaşam tarzı hâlâ büyük ölçüde geleneksel kalmıştı ve modern teknoloji hayatın her alanına nüfuz etmemişti.

Günümüzde ise Tebriz, İran'ın en modern şehirlerinden biri haline geldi. Alışveriş merkezleri, geniş caddeler ve yeni inşa edilen binalar, şehrin modernleşme sürecinin ne kadar ilerlediğini gösteriyor. Ancak, modernleşme ile birlikte bazı şeyler de kaybolmuş gibi görünüyor. Eski mahallelerdeki samimi atmosfer, yerini daha hızlı bir yaşam temposuna bırakmış durumda. Yine de, Tebriz’in zengin kültürel mirası, modern dünyanın talepleriyle iç içe geçmiş bir şekilde yaşamaya devam ediyor.

Erdebil: Geçmişin İzleriyle

Erdebil, her zaman İran’ın tarihi kimliğinin önemli bir parçası olmuştur. Yirmi yıl önce, Şeyh Safi Türbesi ve diğer tarihi yapılar, bu şehrin ruhunu hissetmenin en iyi yollarıydı. Halkın büyük bir kısmı tarımla geçimini sağlıyor, geleneksel el sanatları ise şehirde önemli bir yer tutuyordu. Şehir, sakin bir yaşam tarzına sahipti ve büyük şehirlerin karmaşasından uzak kalmayı başarıyordu.

Bugün, Erdebil hâlâ geçmişin izlerini taşıyor; ancak modernizasyon burada da kendini hissettiriyor. Şehirdeki altyapı gelişmiş, yollar genişlemiş ve bazı tarihi binalar restore edilmiş. Yine de, Erdebil’in kendine has karakteri ve sakin yaşam tarzı büyük ölçüde korunmuş durumda. Bu da şehri, modernite ile geleneksellik arasındaki ince çizgiyi başarıyla sürdüren bir yer haline getiriyor.

 

Astara: Doğa ve Ticaretin Kesişim Noktası

Yirmi yıl önce Astara’ya ilk geldiğimde, bu küçük sınır kasabası, İran ve Azerbaycan arasında bir köprü gibiydi. Karadeniz ikliminin etkisiyle yemyeşil ormanlar ve dağlar, şehre doğal bir güzellik katıyordu. O dönemde ticaret, kasabanın en önemli gelir kaynağıydı ve Astara, kuzeybatı İran’ın en önemli sınır kapılarından biri olarak öne çıkıyordu.

Bugün ise Astara’nın bu rolü daha da güçlenmiş durumda. Sınır ticareti, kasabanın ekonomisini beslemeye devam ediyor; ancak aynı zamanda turizm de önemli bir gelir kaynağı haline gelmiş. Doğal güzellikleri ve sakin atmosferiyle Astara, hem yerel halk hem de turistler için bir cazibe merkezi haline gelmiş. Şehir, bir yandan İran’ın ekonomik gelişimine ayak uydururken, diğer yandan doğanın sunduğu huzuru korumayı başarmış.

Değişen ve Değişmeyen İran

Yirmi yıl içinde İran, büyük bir değişim sürecinden geçmiş gibi. Tebriz, Erdebil ve Astara gibi şehirler, bu değişimin farklı yönlerini sergiliyor. Modernleşme ve küreselleşme, İran’ın sosyal ve ekonomik yapısını dönüştürürken, aynı zamanda geçmişin izlerini de korumak için bir çaba gösteriliyor. Bu şehirler, İran’ın zengin tarihini ve kültürünü, modern dünyanın gereksinimleriyle birleştirmenin mükemmel örnekleri olarak öne çıkıyor.

Son olarak, size yazıYI İran'ın Anzali şehrinden yazıyorum. Bir tatil beldesi ve seyahatim devam ediyor. Daha Tahran'a, Kum şehrine, İsfahan'a ve Şiraz'a geçeceğim. Oradan izlenimlerimi haftaya devam yazımda aktaracağım. Görüşmek dileği ile.

10 Eylül 2024
Kasım Gülpınar ve Şanlıurfa siyaseti üzerine bir değerlendirme

Kasım Gülpınar’ın AK Parti saflarına katılma ihtimalini, yalnızca Şanlıurfa değil, tüm Güneydoğu Anadolu Bölgesi için önemli bir siyasi hamle olarak değerlendiriyorum. AK Parti'nin bölgede zaten güçlü olan konumunu pekiştirebilecek bu adım, aynı zamanda partinin yerel ve ulusal siyasetteki stratejik üstünlüğünü artırabilir.

Kasım Gülpınar’ın AK Parti’ye geçişi, sadece bireysel bir transfer olarak görülemez bence. Gülpınar ailesi, Şanlıurfa’da köklü bir geçmişe sahip, bölge halkı üzerinde etkili bir aile ama Kasım bey benimde yakından tanıdığım bir siyasetçi ve bence AK Parti'nin vazgeçmemesi gereken bir siyasetçi olduğunuda düşünüyorum.  Dahası siyaset de  yol adap da bilen biri bence kendisi. Bu nedenle, Gülpınar’ın AK Parti’ye katılımı, Şanlıurfa'da hatta çevresindeki illerde AK Parti’nin siyasi gücünü pekiştirebilecek ve partinin bölgedeki oy potansiyelini daha da artırabilecek bir hamle olur.

Yine Urfa siyasetine gelecek olursam, özellikle Şanlıurfa son yıllarda Türkiye siyasetinde önemli siyasi hamleler ortaya koyan bir şehir olarak göze çarpıyor. Bu ildeki siyasi dengeler, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin geneline de yansıyor bence. Özellikle Urfa'da Bucak ailesi gibi güçlü ve etkin bir diğer ailenin de AK Parti saflarında yer alması, AK Parti’nin bölgedeki siyasi rekabetini önemli ölçüde artırdı.  Gülpınar ve Bucak ailelerinin birlikte AK Parti çatısı altında yer alması, partiyi Şanlıurfa’da neredeyse rakipsiz hale getirebilir. Bu, aynı zamanda bölge halkı nezdinde AK Parti’nin güvenilirliğini ve istikrarını da pekiştirecek bir gelişme olabilir.

Hatta bana sorarsanız bu konuştuğum konuya ek olarak Kasım Gülpınar’ın sadece yerel düzeyde değil, aynı zamanda ulusal düzeyde genel merkez siyasetinde de değerlendirilmesinin, partinin doğru ve stratejik bir hamlesi olacağını düşüyorum. Gülpınar’ın bölgedeki etkisi, genel merkez siyasetine taşındığında, AK Parti’nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde daha güçlü bir siyasi aktör olarak varlığını sürdürmesine katkı sağlayacaktır. Ayrıca, bu hamleyle AK Parti, sadece yerel düzeyde değil, ulusal düzeyde de stratejik davranmış olacaktır.

Özellikle lafımı bitirmeden Kasım Gülpınar’ın bağımsız kalmasının mümkün olmadığını düşünüyorum. Urfa siyasetinde baskınlık kurmak isteyen tüm partilerin kendisine teklifle gideceğini düşünüyorum. AK Parti’ye katılımı, Şanlıurfa ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi için önemli bir siyasi gelişme olur. Bucak ve Gülpınar ailelerinin birlikte AK Parti çatısı altında yer alması, partiyi bölgede rakipsiz kılabilir, AK Parti’nin bölgedeki siyasi etkinliğini ve gücünü dahada arttırabilir. İzleyip, göreceğiz. Hafta görüşmek dileği ile...

5 Eylül 2024
Oklar Şimşek'in üzerinde (!) 

Son dönemde Türkiye ekonomisinin yönetiminde önemli bir rol üstlenen Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in görevden alınmasını isteyen bazı çevrelerin, sistematik olarak olumsuz haberler yaydığını gözlemliyorum. Bu çevreler, Şimşek'in göreve geldiği günden bu yana yaptığı önemli çalışmaları gölgede bırakmaya çalışarak, onu istenmeyen bir figür olarak sunma gayreti içindeler. Özellikle Şimşek gelmeden önceki birkaç yıl boyunca ekonominin bir türlü kontrol altına alınamamış olması, Şimşek'in ne kadar önemli bir işi başardığının önemli bir göstergesi.

Yani, Mehmet Şimşek'in, Türkiye ekonomisinin en kritik dönemlerinde üstlendiği Maliye Bakanlığı görevini, büyük bir başarıyla yürüttüğünü söylemem abartı olmaz. Mehmet Şimşek'in yönetimi altında bu başarı, somut verilere dayanıyor.

Fakat ne yazık ki, Şimşek'in bu başarıları, bazı çevreler tarafından sistematik bir şekilde gözardı edilmekte ve yerine olumsuz algılar oluşturulmaya çalışılmakta. Ekonomideki her olumsuz gelişme, bu çevreler tarafından büyütülmekte, Şimşek'in başarısızlığı olarak sunulmaya çalışılmakta. Oysa ki, ekonomik veriler ve uluslararası raporlar, Mehmet Şimşek'in görevde bulunduğu süre boyunca Türkiye ekonomisinin iyileşme yolunda olduğunu net bir şekilde ortaya koyuyor.

Bu tür manipülasyonlara rağmen, gerçekler ortada. Mehmet Şimşek, Maliye Bakanı olarak göreve geldiğinden bu yana enflasyonu kontrol altına almayı başarmış ve ekonomiyi rayına oturtmak için güçlü adımlar atmıştır. Bu gerçekler ışığında, Şimşek'in görevde kalmasının Türkiye ekonomisinin geleceği açısından hayati önemde olduğu açıktır.

Bu yüzden, gündemde tutulmaya çalışılan bu olumsuz algılara rağmen, Mehmet Şimşek'in ekonomik reformları kararlılıkla sürdürmesi ve Türkiye'nin ekonomik istikrarına katkı sağlamaya devam etmesi, ülkemiz için en doğru yol olacaktır.

Tarih, başarılı liderleri ve politikalarını yazacaktır, bu yüzden Mehmet Şimşek'in arkasında durmak ve ona gereken desteği vermek, her birimizin sorumluluğudur.

Ayrıca sizler için Mehmet Şimşek'in Maliye Bakanlığı'na gelmesinden bu yana Türkiye ekonomisinde olumlu yönde değişen bazı temel verileri öncesi ve şimdi diye sıraladım. Bence bunlara bakmanızda fayda var:

Enflasyon Oranı:

-Önce: Enflasyon oranı, Şimşek’in göreve gelmesinden önce yüksek seyrediyordu ve %60'lara kadar çıkmıştı.

-Şimdi: Şimşek’in mali disiplin politikaları ve sıkı para politikasıyla, enflasyon oranında kademeli bir düşüş görülmeye başlandı. Enflasyon oranı %40 seviyelerine geriledi ve daha da gerilemesi bekleniyor.

Merkez Bankası Rezervleri:

-Önce: Rezervler düşüktü ve Merkez Bankası'nın döviz rezervlerinde ciddi bir erime söz konusuydu.

-Şimdi: Şimşek’in göreve gelmesiyle birlikte rezervler toparlanmaya başladı ve döviz girişleri arttı. Rezervler yeniden güçlü bir seviyeye ulaştı.

Faiz Oranları:

-Önce: Faiz oranları düşük seviyelerde tutulmuş ve bu da enflasyonu körüklemişti.

-Şimdi: Şimşek, daha gerçekçi bir para politikası izleyerek faiz oranlarını yükseltti. Bu, enflasyonla mücadelede ve finansal istikrarı sağlamada etkili oldu.

Bütçe Açığı:

-Önce: Bütçe açığı yüksek seyrediyordu ve kamu borç yükü artış gösteriyordu.

-Şimdi: Sıkı mali politikalarla bütçe açığı kontrol altına alındı ve kamu borcu dengelenmeye başladı.

Yatırımcı Güveni:

-Önce: Siyasi belirsizlik ve yüksek enflasyon nedeniyle yabancı yatırımcıların Türkiye’ye olan güveni zayıftı.

-Şimdi: Şimşek’in güven verici politikalarıyla birlikte yabancı yatırımcıların Türkiye’ye olan ilgisi yeniden canlandı, yatırımlar artış gösterdi.

Bu veriler, Mehmet Şimşek’in göreve gelmesiyle birlikte Türkiye ekonomisinde bir toparlanma ve dengeleme sürecinin başladığını gösteriyor.

2 Eylül 2024
Sendikalara sitem var...

Türkiye'de memurlar, emeklerinin karşılığını almak ve çalışma koşullarını iyileştirmek için sendikalara güveniyorlar. Ancak son yıllarda, birçok memur sendikaların işlerini yeterince iyi yapmadığından yakınıyor. Bu durum, sendikaların asli görevlerini yerine getirmekte yetersiz kaldıkları algısını güçlendiriyor. Özellikle yakında yaklaşacak hükümet-sendika görüşmelerinde memur tarafında tedirginlik olduğunu seziyorum. Sendikaların memur haklarını savunmada yetersiz kaldıklarına dair izlenimler alıyorum. Geçenlerde konuştuğum bir arkadaşımın henüz geçen  görüşmelerde uzlaşılan konuların bile hayata geçmeden,  yeni bir görüşme masası kurulmasının bir anlam ifade etmediğinden bahsetti. Ona göre her masaya oturulduğunda aynı konular pişiriliyor ama uzlaştık deyip, bir sonraki dönem aynı konular tekrar konuşuluyor. Kısacası bir güven problemi olduğu ortada.

Yani buradan yola çıkarak şunu söyleyebilirim. Sendikaların asıl varlık sebebi, üyelerinin haklarını savunmak, onların sesini duyurmak ve gerektiğinde güçlü bir temsil mekanizması oluşturmaktır. Ancak ve ne yazık ki, birçok sendika bu misyonu tam anlamıyla yerine getiremiyor. Bunun birkaç temel nedeni olduğunu düşünüyorum. Öncelikle, sendikaların yeterince bağımsız olamadığı ve siyasetle iç içe geçmiş bir yapıları var bence. Hatta bir çok üye sendika başkanlarının sendikaları bir siyasi yükselme noktası olarak gördüklerini düşünüyor ve bu fikir üyeler arasında önemli bir yer  tutuyor. Bu durum, sendikaların önceliklerini değiştirebiliyor ve üyelerinin çıkarlarını koruma konusunda zayıf kalmalarına neden oluyor.

Yine bir diğer sorun, sendika yönetimlerinin bazen üyeleriyle yeterince iletişim kuramaması yada kurmaması, memurların ihtiyaç ve taleplerini anlamakta zorlanmalarına yol açıyor. Bu eksiklik, sendikaların toplu sözleşme süreçlerinde etkisiz kalmasına neden oluyor. Memurların talepleri tam olarak masaya yatırılmıyor ve sonuç olarak hak ettikleri kazanımları elde edemiyorlar.

Bu durumun en önemli sonuçlarından biri, memurlar arasında yaygın bir memnuniyetsizlik ve güvensizlik duygusunun oluşması. Sendikaların işlerini yeterince iyi yapmadığına inanan memurlar, kendilerini yalnız hissetmeye başlıyorlar. Bu, sendikaların varlık amacına ters düşen bir durum ve uzun vadede sendikaların itibarını zedeliyor.

Ayrıca şu unutulmamalıdır. Sendikalar, memurların haklarını savunmak ve onlara daha iyi bir çalışma hayatı sağlamak için var. Ancak bu misyonlarını yerine getirebilmek için daha bağımsız, daha şeffaf ve daha etkin bir yapı kurmaları gerekiyor. Memurların sesi, sendikanın gücü olmalı. Aksi halde, yetersiz temsilin bedelini yine memurlar ödemek zorunda kalacak. Kısacası sendikalara uyarım, memurlar çok şikayetçi, biraz kulaklarınızı açmanız gerekiyor.

26 Ağustos 2024
Vekiller bunu yaparsa, halk ne yapsın (!) 

Meclis, demokrasinin kalbinin attığı yer olarak tanımlanır. Halkın seçtiği milletvekilleri, vatandaşların sorunlarını çözmek, ülkenin geleceğini şekillendirmek için burada bir araya gelir. Ancak son zamanlarda, meclis tartışmalarının yerini şiddetli kavgalar ve küfürleşmelerin aldığına sıkça tanık oluyoruz. Bu durum, sadece meclisin saygınlığını değil, halkın demokrasiye olan inancını da zedeliyor. Özellikle geçtiğimiz gün Ahmet Şık'ın zan altında bırakan ağır ithamlarından sonra ortaya çıkan görüntüler bu son olayların zirve yapmasına sebep oldu.

Ama şu unutulmamalıdır ki milletvekilleri, temsil ettikleri halkın sesi olarak orada bulunuyor. Onların tavırları, halkın gözünde birer örnek teşkil ediyor. Meclisteki kavgalar, aslında toplumun aynasıdır. Eğer milletvekilleri sorunları tartışarak çözmek yerine, yumruklarla çözmeye çalışıyorsa, bu durum sokaktaki insanın da şiddete başvurabileceği düşüncesini güçlendirir. Şiddet ve kaba kuvvet, ne yazık ki toplumsal bir norm haline gelmeye başlar.

Ayrıca bu tür kavgalar, halkın siyasete olan güvenini ciddi şekilde sarsar. Milletvekillerinin, kendilerine verilen yetkiyi topluma hizmet etmek yerine birbirleriyle kavga ederek harcadığını gören vatandaş, siyasetten soğur ve giderek daha apolitik bir hale gelir. Bu da uzun vadede demokrasi için büyük bir tehdit oluşturur. Çünkü demokrasi, halkın katılımını ve desteğini gerektirir. Halkın siyasete olan inancı kaybolduğunda, demokrasi de zarar görür.

Meclis'teki bu tür olumsuz görüntüler, gençlerin siyasete bakış açısını da olumsuz etkiler. Gençler, milletvekillerini rol model olarak görebilir. Ancak bu tür kavgalara tanık olduklarında, siyasetin sadece güç mücadelesi olduğu algısına kapılabilirler. Bu da ülkenin geleceği açısından büyük bir kayıp olur. Zira gençlerin siyasete olan ilgisini kaybetmesi, gelecekte kaliteli liderler yetiştirme konusunda ciddi sorunlar doğurur.

Yani, milletvekillerinin mecliste sergilediği davranışlar sadece onları değil, tüm toplumu etkiler. Bu nedenle, meclisteki tartışmaların saygı çerçevesinde yürütülmesi ve milletvekillerinin, topluma örnek olacak şekilde davranması elzemdir. Unutulmamalıdır ki, milletvekilleri halkın umududur ve bu umudu kırmak yerine yeşertmek onların en önemli görevidir.

18 Ağustos 2024
Aşk ve Ticaret 

Merhaba değerli okurlarım. Aslında sürekli köşe yazmanın bazen aklımıza farklı şeyler getirmediğini söylemek yanlış olur. Oturup düşünürken aşk ve ticaret arasında bir ilişki kurdum aslında. Biraz gülünç gelebilir ama çok mantıksız da sayılmaz.

Buyurun beraber bakalım:

İlk bakışta, aşk ve ticaret birbirinden çok uzak iki kavram gibi görünebilir. Aşk, duyguların zirveye çıktığı, kalbin rehberlik ettiği bir duygu veya alan olarak algılanırken; ticaret, strateji ve mantığın hüküm sürdüğü, soğukkanlı kararların alındığı bir dünya olarak bilinir. Ancak derinlemesine incelendiğinde, bu iki kavram arasında şaşırtıcı derecede güçlü bağlar olduğu ortaya çıkar.

Peki, aşk ve ticaret arasında nasıl bir bağ olabilir? Bu yazıda, bu iki dünya arasındaki paralellikleri ve birbirlerine nasıl ilham verdiklerini inceledim sizler için.

Ticarette başarılı olanlar genellikle işlerine büyük bir tutkuyla bağlıdır. Bir iş fikrini hayata geçirirken, girişimciler tıpkı bir aşk ilişkisinde olduğu gibi büyük bir coşku ve bağlılık hisseder. Steve Jobs’ın Apple’ı kurarken duyduğu tutku veya Elon Musk’ın sürdürülebilir enerjiye olan inancı, bu iki dünyayı birleştiren temel unsurlardan sadece birkaçıdır. Aynı şekilde, aşkta da bir ilişkiye başlamak, derin bir bağlılık ve vizyon gerektirir. Nasıl ki bir ticari girişim, inanç ve kararlılık olmadan hayatta kalamazsa, aşk da öyle.

Benzer şekilde işte güven, ticaretin temel taşlarından biridir. Müşterilerle, iş ortaklarıyla veya çalışanlarla güvene dayalı ilişkiler kurmak, başarılı bir işin anahtarıdır. Aynı durum aşk için de geçerlidir. Bir ilişkide güven olmazsa, o ilişki sürdürülebilir olmaz. Ticarette olduğu gibi, aşkta da taraflar arasındaki iletişim ve anlayış, ilişkinin sağlıklı bir şekilde ilerlemesini sağlar.

Yine aşk ve ticaret, her ikisi de risk almayı gerektirir. Bir iş kurarken ya da yatırım yaparken her zaman bir belirsizlik vardır. Ancak, bu riskler dikkatlice yönetildiğinde büyük getiriler elde edilebilir. Aşkta da kalbimizi açmak, duygusal riskler almak anlamına gelir. Karşımızdaki kişiye duygularımızı açmak, bizi incinebilir hale getirse de, karşılığında büyük bir mutluluk ve sevgi kazanabiliriz. Hem aşk hem de ticaret, risk ve ödül dengesini kurabilmeyi gerektirir.

Ayrıca ticarette başarı, genellikle sabır ve dayanıklılık gerektirir. Başarısızlıklar, engeller ve zorluklar kaçınılmazdır. Ancak bunları aşmak için sabırlı ve kararlı olmak gerekir. Aşk da aynı şekilde zaman zaman zorluklarla karşılaşır. Bir ilişkinin sürdürülebilir olması, tarafların birbirine karşı sabırlı ve anlayışlı olmasını gerektirir. Tıpkı bir işin büyümesi gibi, aşk da zamanla gelişir ve güçlenir.

Son olarak, hem ticarette hem de aşkta yenilikçilik, monotonluğun ve durağanlığın önüne geçer. İş dünyasında başarılı olmak için yenilikçi fikirler üretmek ve farklı çözümler sunmak gerekir. Aynı şekilde, aşkta da ilişkiyi canlı tutmak, sürekli olarak yeni şeyler denemekle mümkündür. Yenilikçi yaklaşımlar, hem ticarette hem de aşkta heyecanı korur ve ilişkileri derinleştirir.

Tüm bunları göz önünde bulundurursak aşk ve ticaret, ilk bakışta birbirinden uzak görünen iki kavram olsa da, aslında birçok ortak noktaları vardır. Her ikisi de tutku, güven, risk alma, sabır ve yenilikçilik gibi unsurlar etrafında şekillenir. Bu iki dünyanın dinamiklerini anladığımızda, hem iş hayatında hem de aşk hayatında daha dengeli ve başarılı olabiliriz.

Unutmayalım ki, aşk da ticaret de, kalbin ve zihnin mükemmel bir uyum içinde çalışmasını gerektirir. İşte bu dengeyi kurabilenler, her iki alanda da gerçek başarıya ulaşır. Aşkla çalış derken aslında bunu ima ediyoruz biraz da değil mi? :)

15 Ağustos 2024
Olimpiyatlarda neden yeterince başarı sağlanamıyor?

Eski bir sporcu olduğumdan, olimpiyatları büyük bir keyifle takip ettim. Fakat benim gibi sizler de muhakkak Türkiye'nin, Olimpiyat Oyunları’nda şimdiye kadar istenilen başarıyı yakalayamamış bir ülke olarak ön plana çıktığına dikkat ediyorsunuzdur. Her ne kadar sporun farklı dallarında yetenekli sporcular yetişse de, bu başarıların uluslararası arenada sürdürülebilir bir başarıya dönüşmesi nadiren gerçekleşiyor.

Peki, Türkiye Olimpiyatlarda neden yeterince başarı sağlayamıyor ve bu durumu nasıl tersine çevirebiliriz?

Öncelikle, bir ülkenin spor dallarında başarılı olabilmesi için güçlü bir altyapıya ve modern tesislere sahip olması gerekir. Her ne kadar futbol, voleybol ve güreş gibi alanlar için salon ve mekanda ciddi yatırımlar yapılsa da Türkiye'de, özellikle bazı spor dallarında yeterli tesis ve altyapının bulunmaması, sporcuların gelişimini olumsuz yönde etkileyebiliyor. Örneğin, yüzme, atletizm ve jimnastik gibi branşlarda dünya standartlarında tesislerin eksikliği, sporcuların rekabet edebilirlik düzeyini düşürüyor. Bu durum, Olimpiyatlarda başarılı olma şansımızı bence azaltıyor.

Ayrıca Türkiye’de spor kültürü, genellikle futbol üzerine yoğunlaşmış durumda. Diğer spor dallarına yönelik ilgi ve destek, futbolun gölgesinde kalıyor. Halbuki, bir ülkenin Olimpiyatlarda başarılı olabilmesi için sporun her dalında geniş bir katılım ve destek ağına sahip olması gerekir. Okullarda ve yerel düzeyde sporun yaygınlaştırılması, genç yeteneklerin keşfedilmesi ve bu yeteneklerin doğru yönlendirilmesi kritik bir öneme sahiptir.

Dahası sporcuların başarılı olabilmesi için sadece yetenekli olmaları yeterli değildir; aynı zamanda maddi destek ve sponsorluklar da gereklidir. Türkiye’de, Olimpiyat branşlarında mücadele eden sporcuların birçoğu yeterli maddi destek bulmakta zorlanıyor. Bu durum, sporcuların antrenman süreçlerini olumsuz etkileyebilir ve potansiyellerini tam olarak ortaya koymalarını engelleyebilir. Devletin ve özel sektörün bu konuda daha aktif rol alması, sponsorluğun teşvik edilmesi önemlidir.

Birçok sporcu çok zor şartlar altında hazırlandığını belirtiyor. Burada sponsorlar çok önemli Türkiye'de ne yazık ki büyük şirketler sadece bina bağışında bulunuyor sporculara sponsor olmakta ülke için büyük destektir. Benzer şekilde sporcuların yetiştirilme süreci, başarılı bir Olimpiyat kariyerinin temelini oluşturur. Türkiye'de, sporcu eğitimi ve antrenman sisteminin dünya standartlarına uygun hale getirilmesi gerekiyor. Özellikle genç sporcuların erken yaşta tespit edilip, uluslararası düzeyde rekabet edebilecek şekilde eğitilmeleri, başarılı sonuçlar elde edilmesinde kilit rol oynayacaktır. Bu noktada, deneyimli antrenörler ve bilimsel antrenman metodolojileri büyük önem taşır.

Ayrıca bence Türkiye eğitim sistemi sporcu yetiştirmeye çok müsait değil, özellikle çocukların fiziksel olarak geliştikleri ilk ve orta okul dönemlerinde spora yeterince zaman ayıracak bir boşluk bulamadıkları kesin. Bunu ne yazık ki kendi çocuklarımı yetiştirirken çok net görüyorum. Bu yüzden eğitim sisteminin içine çocukların fiziksel ve sportif geleceğini şekillendirecek ders ve sürelerin dahil edilmesi gerekiyor. Ayrıca Türkiye, bu çocukların yani sporcularını uluslararası düzeyde yeterince deneyim sahibi yapacak turnuvalara ve kamplara katılımını artırmalıdır.

Olimpiyatlar gibi büyük organizasyonlarda başarılı olabilmek için sporcuların uluslararası arenada sık sık boy göstermesi, farklı rakiplerle karşılaşarak tecrübe kazanması elzemdir. Bu deneyim eksikliği, sporcuların büyük organizasyonlardaki performansını doğrudan etkiliyor. Yusuf Dikeç gibi bir doğal atıcıyı 51 yaşında görmemiz biraz da bunun sonucu aslında.

Aslında sıralayacak olursak, Türkiye’nin spor altyapısına yatırım yaparak, sporcuların ihtiyaç duyduğu modern tesisleri sağlaması gerekiyor. Özellikle olimpik spor dallarına yönelik özel tesislerin artırılması önemlidir. Buna ek olarak okullardan başlayarak, sporun bir yaşam tarzı haline getirilmesi sağlanmalı. Futbol dışındaki spor dallarına da ilgi gösterilmesi için kamuoyu bilinci oluşturulmalıdır ve sporculara yönelik maddi desteklerin artırılması için devlet ve özel sektör işbirliği teşvik edilmelidir.

Sponsorluk yasalarının düzenlenmesi ve sporculara sağlanan mali desteğin artırılması, sporcuların başarı yolunda daha sağlam adımlar atmasını sağlayacaktır. Bir de antrenörlerin eğitimi ve bilimsel antrenman metodolojilerinin benimsenmesi, sporcuların performansını artıracaktır. Bu sayede genç yetenekler dünya standartlarında bir eğitimle yetiştirilecektir.

Sporcuların uluslararası deneyim kazanması için daha fazla turnuva ve kamp organizasyonlarına katılımı sağlanmalıdır.

Yani Türkiye’nin Olimpiyatlarda başarılı olabilmesi için spor politikalarının gözden geçirilmesi, uzun vadeli planlamaların yapılması ve özellikle altyapı, eğitim, maddi destek gibi alanlarda köklü değişikliklere gidilmesi gerekiyor. Türkiye, potansiyelini tam anlamıyla kullanabilirse, gelecekte Olimpiyatlarda daha fazla başarı elde edebilir.

12 Ağustos 2024
Instagram yasağı kimi ne kadar etkiler?

Sosyal medya, modern dünyada sadece bireyler arası etkileşimde değil, aynı zamanda işletmeler ve ekonomiler üzerinde de büyük bir etkiye sahip. Türkiye'de Instagram, özellikle genç nüfus arasında popüler bir platform. Ayrıca hem bireysel kullanıcılar hem de küçük ve orta ölçekli işletmeler (KOBİ) için önemli bir pazarlama ve satış kanalı haline geldiği su götürmez bir gerçek.

Ancak, son birkaç gündür instagramın şirket olarak bazı kriterleri yerine getirmemesinden kaynaklı Türkiye'de yasaklanması, bu dinamik ve dijital ekonomi üzerinde çeşitli olumsuz etkilere yol açıyor gibi. Hatta süreç uzarsa etkiler daha farklı bir boyut da kazanabilir.

Bu etkilere bakacak olursak;

Instagram'ın, markaların görsel içerik yoluyla hedef kitlelerine ulaşmalarını sağlayan etkili bir platform olduğunu söylemek yanlış olmaz. Özellikle moda, güzellik, yiyecek ve içecek sektörlerinde faaliyet gösteren işletmeler, ürünlerini tanıtmak ve müşteri tabanlarını genişletmek için Instagram'a büyük ölçüde güveniyor. Instagram yasağı, bu işletmelerin erişimlerini ve potansiyel müşterinin sayılarını ciddi şekilde sınırlayarak satış gelirlerinde düşüşe yol açacak gibi görünüyor.

Ayrıca Türkiye'de büyük bir influencer kitlesi bulunuyor. Bu kişiler, markalar için ürün tanıtımları yaparak gelir elde ediyor. Instagram yasağı, bu influencerların gelir kaynaklarını kesecektir ve bu sektörde çalışan binlerce kişiyi işsiz bırakacaktır. Aynı zamanda, markaların influencer işbirlikleri aracılığıyla ulaştıkları geniş kitlelere erişimini de kısıtlayacaktır. Bu durum, çok istenen bir şey değil yani.

Reklam gelirleri azalacak

Instagram, Türkiye'de dijital reklamcılıkta önemli bir rol oynuyor. Platformun yasaklanması, dijital reklam harcamalarının azalmasına neden olabilir ve bu durum, reklam ajanslarından medya şirketlerine kadar geniş bir yelpazede ekonomik aktörleri olumsuz etkileyecektir. Özellikle KOBİ'ler, daha uygun maliyetli dijital reklamcılık seçeneklerinden mahrum kalarak, büyük reklam bütçelerine sahip rakipleri karşısında zayıflayacaktır.

E-Ticaret zarar görecek

Instagram, birçok küçük işletme için e-ticaret platformu olarak da işlev görüyor. Ürünlerini Instagram üzerinden tanıtan ve satışını gerçekleştiren işletmeler, platformun yasaklanmasından dolayı alternatif kanallar aramak zorunda kalacaktır. Bu geçiş süreci, maliyetli ve zaman alıcı olacak, aynı zamanda satışlarda geçici bir düşüşe neden olacaktır.

Girişimciler zarar görecek

Instagram, Türkiye'deki girişimciler için düşük maliyetli bir pazarlama aracı sunuyor. Özellikle genç girişimciler, ürünlerini tanıtmak ve marka bilinirliği oluşturmak için Instagram'ı kullanıyor. Platformun yasaklanması, yeni girişimlerin pazara girişini zorlaştıracak ve inovasyonun önünü kesecektir.

Toparlayacak olursak, Instagram yasağının Türkiye ekonomisi üzerindeki olası etkileri, sadece bireysel kullanıcıları değil, aynı zamanda geniş bir ekonomik ekosistemi de etkileyecek potansiyele sahiptir. Bu nedenle, sosyal medya platformlarının yasaklanmasının kısa vadeli faydaları, uzun vadeli ekonomik maliyetleri göz önünde bulundurularak dikkatlice değerlendirilmelidir. Alternatif platformların teşviki, dijital pazarlama ve e-ticaretin çeşitlendirilmesi gibi stratejiler, olası zararların hafifletilmesine yardımcı olabilir.

Şu unutulmamalıdır; Türkiye'nin dijital ekonomisi, küresel trendler ve teknolojik gelişmeler doğrultusunda hızla büyümektedir. Bu büyümenin sürdürülebilir olması için, sosyal medya ve dijital pazarlama gibi modern araçların etkin kullanımını engelleyen kısıtlamaların dikkatle ele alınması gerekmektedir. Ekonomik kalkınmanın anahtarı, dijitalleşmenin sunduğu fırsatları tam anlamıyla değerlendirebilmektir. Haftaya görüşmek dileğiyle...

6 Ağustos 2024
Gelecekte Ticaret nasıl olacak!

Dünya, teknolojinin hızla geliştiği ve küreselleşmenin etkilerini yoğun bir şekilde hissettiği bir dönemden geçiyor. Dahası bu değişim rüzgarları, ticaretin doğasını da köklü bir şekilde dönüştürüyor. Peki, gelecekte ticaret nasıl olacak? Bu yazıda, teknolojik yenilikler ve sürdürülebilirlik odaklı yaklaşımlar çerçevesinde geleceğin ticaretini ele alacağım.

Dijitalleşme ve Otomasyon dönemi başlıyor 

Gelecekte ticaretin en önemli unsurlarından biri, dijitalleşmenin yaygınlaşması olacak. E-ticaretin hızla büyümesi, tüketicilerin alışveriş alışkanlıklarını köklü bir şekilde değiştirdi. Artık fiziksel mağazalar yerine, dijital platformlar üzerinden alışveriş yapmak bir norm haline geliyor hatta geldi. Bu trendin devam etmesiyle birlikte, sanal gerçeklik (VR) ve artırılmış gerçeklik (AR) gibi teknolojilerin de ticarette daha yaygın kullanılması bekleniyor. Örneğin, müşteriler sanal mağazalarda gezebilecek, ürünleri deneyimleyebilecek ve kişiselleştirilmiş alışveriş deneyimleri yaşayabilecek. Ayrıca bunların bazı örnekleri günümüzde uygulanmaya başlamış durumda.

Otomasyon da ticaretin geleceğinde önemli bir rol oynayacak. Depolarda ve lojistik süreçlerinde robotlar ve yapay zeka (AI) kullanımı artacak, bu da maliyetleri düşürecek ve verimliliği artıracak. Akıllı algoritmalar, stok yönetimini optimize edecek ve talep tahminlerini daha doğru bir şekilde yaparak tedarik zincirini güçlendirecek. Yani içinde insan olmayan teknolojiler bizim işlerimizi görmeye başlayacak.

Sürdürülebilirlik ve Etik Tüketim önem kazanacak 

Gelecekte ticaretin bir diğer kritik unsuru, sürdürülebilirlik ve etik tüketim olacak. İklim değişikliği ve çevresel sorunlar, tüketicilerin ve şirketlerin daha sürdürülebilir alışkanlıklar benimsemesini zorunlu kılıyor. Bu bağlamda, karbon ayak izini azaltmaya yönelik girişimler yani çevreye daha fazla saygı gösteren ve geri dönüştürülebilir ambalajlar ile sürdürülebilir üretim süreçleri önem kazanacak.

Tüketiciler, satın aldıkları ürünlerin nereden geldiğini, nasıl üretildiğini ve hangi koşullar altında taşındığını daha fazla sorgulamaya başlayacak. Bu durum, şirketleri daha şeffaf olmaya ve etik standartlara uyum sağlamaya yönlendirecek. Yerel ve organik ürünlere olan talep artacak ve küçük ölçekli üreticiler, bu trendden faydalanacak.

Blokzincir ve Güvenli Ticaret daha çok önem kazanacak 

Blokzincir teknolojisi, gelecekte ticarette devrim yaratacak bir diğer yenilik olarak öne çıkıyor. Bu teknoloji, ticaret işlemlerini daha güvenli ve şeffaf hale getirebilir. Blokzincir tabanlı akıllı sözleşmeler, taraflar arasındaki güveni artırarak dolandırıcılığı ve sahtekarlığı önleyecek. Ayrıca, tedarik zinciri süreçlerinin izlenebilirliği de bu teknoloji sayesinde artacak, böylece tüketiciler ürünlerin menşeini ve kalite standartlarını daha iyi anlayabilecekler.

Küresel ve Yerel Dengeler daha etkili olacak

Küreselleşmenin etkisiyle, gelecekte ticaretin sınırları daha da genişleyecek. Ancak, bu küreselleşme süreci, yerel üretim ve tüketim alışkanlıklarıyla dengelenecek. Pandemi dönemi, yerel üretimin ve tedarik zincirlerinin önemini bir kez daha ortaya koydu. Gelecekte, ülkeler hem küresel ticaretten faydalanmak hem de yerel üretimi desteklemek için bir çok yeni stratejiler geliştirecekler.

Tüm bunlar bize Gelecekte ticaretin, dijitalleşme, otomasyon, sürdürülebilirlik, blokzincir ve yerel-küresel dengelerin şekillendirdiği bir döneme gireceğini gösteriyor. Bu yeni ticaret ekosisteminde, hem tüketiciler hem de şirketler için büyük fırsatlar ve zorluklar olacak. Teknolojik yeniliklerin getirdiği hız ve verimlilik, sürdürülebilirlik ve etik tüketim talepleriyle dengelendiğinde, daha şeffaf ve adil bir ticaret sistemi oluşabilir. Bu süreçte, yenilikçi çözümler geliştiren ve değişime uyum sağlayabilen şirketler, geleceğin kazananları arasında yer alacak. Yani ticaretin geleceği, teknoloji ve sürdürülebilirlik ekseninde şekillenirken, bu süreçteki yeniliklere ayak uydurmak her zamankinden daha önemli olacak.

1 Ağustos 2024
Ekonomide umutlar yeşeriyor

Son dönemde ekonomide gözle görülür bazı olumlu gelişmeler yaşanıyor. Piyasaların köpüğünün yavaş yavaş kaybolmaya başladığı ve enflasyondaki yükselme hızının düşüş eğilimine girdiği bir dönemdeyiz. Ev, araba gibi ürünlerin fiyatlarındaki düşüş artık daha net bir şekilde hissediliyor. Bu gelişmeler, mevcut ekonomi politikalarının enflasyonu dizginlemede ve vatandaşların satın alma gücünü artırmada doğru yolda ilerlediğini gösteriyor. Bunun yani ekonomi politikalarının işe yaradığının bir diğer göstergesi ise geçtiğimiz günlerde Moody's'in Türkiye'nin kredi notunu B3'ten B1'e çekerek 2 derece birden yükseltmesi olarak alabiliriz.

Ekonomi yönetiminin attığı adımlar, enflasyonun kontrol altına alınmasında etkili olmuş görünüyor. Piyasadaki fiyat hareketliliğinin azalması ve belirli ürünlerde gözle görülür fiyat düşüşleri, vatandaşların alım gücünün artmasını sağlıyor. Bu olumlu tablo, gelecek adına daha da iyi sonuçlar görebileceğimizin bir işareti olarak değerlendirilmeli. Ancak, sürdürülebilir ekonomik istikrar için daha fazla çaba sarf edilmesi gerektiği de unutulmamalıdır.

Öte yandan, hükümetin seçim öncesi verdiği bazı önemli sözler var. Memurlara hac izni ve disiplin affı, emeklilerin yaşam koşullarının iyileştirilmesi, deprem bölgesindeki istihdam ve konut destekleri gibi taahhütlerin hızlı bir şekilde yerine getirilmesi, toplumun hükümete olan güvenini pekiştirecektir. Bu adımlar, sadece ekonomik değil, aynı zamanda sosyal anlamda da önemli faydalar sağlayacaktır.

Satın alma gücünü yükseltmek için daha fazla çaba sarf edilmesi gerektiği açık. Ekonomik politikaların yanında, kurumlardaki liyakat sorunlarının çözülmesi, toplumda oluşan olumsuz havanın dağıtılmasında büyük önem taşıyor. Kamu kurumlarındaki yönetim ve işe alım süreçlerinde liyakatın esas alınması, hem kamu hizmetlerinin kalitesini artıracak hem de vatandaşların devlete olan güvenini güçlendirecektir.

Fakat bu saydığım eksikliklere rağmen ekonomide yaşanan olumlu gelişmeler umut verici. Ancak, sürdürülebilir bir ekonomik istikrar için hükümetin verdiği sözleri yerine getirmesi ve liyakat sorunlarını çözmesi gerekiyor. Bu adımlar, hem ekonomideki iyileşmeyi kalıcı kılacak hem de toplumun genel refahını artıracaktır. Gelecek adına umut dolu adımlar atılması temennisi ile.

22 Temmuz 2024
İkiyüzlülüğün en acı tezahürü: Darbe gecesi ve sonrası

15 Temmuz 2016, Türkiye tarihinde kara bir leke olarak yerini aldı. O gece yaşananlar, toplumun farklı kesimlerinde derin yaralar açtı, korkulara sebep oldu ve herkesin ne kadar savunmasız olabileceğini gözler önüne serdi.

Tabii beraberinde büyük kahramanlıklara da sahne oldu. Ancak, bazı olaylar var ki, insana sadece o anın korkusunu değil, aynı zamanda insanların iki yüzlülüğünü de acı bir şekilde hatırlatıyor. Darbe gecesi, benim yaşadığım bir olay, tam da bu durumu özetler nitelikte.

Kendisini akademisyen olarak tanıdığım, ülkenin geleceği için genç zihinlere ışık tuttuğunu düşündüğüm bir kişi, o gece markette karşılaştığımızda ben parmak karası terliğim ve pijamalarımla darbe var gidip direneceğiz dediğimde, korkudan bana, "Sen başının çaresine bak, darbede ilk seni alırlar" dedi ve hemen evine kapandı.

O anki korkusunu, endişesini anlıyorum. Ancak, asıl hayal kırıklığı, bu kişinin birkaç ay sonra üniversitede düzenlenen bir darbe konferansında baş konuk olarak yer alması ve darbeye karşı direnmenin öneminden bahsetmesiydi.

Bu nasıl bir tezat, nasıl bir ikiyüzlülüktü? O gece kendi güvenliğini düşünerek kaçan birinin, sonra kahraman edasıyla konuşma yapması hangi vicdana sığar?

Toplum olarak böyle insanların maskelerini düşürmek zorundayız. O gece gerçekten direnen, demokrasiyi savunan insanlar varken, korkakça davrananların şimdi sahnede olmasını kabul edemeyiz.

Bu olay, aslında toplumsal bir sorun olan ikiyüzlülüğünde bir yansıması. İnsanlar zor anlarda gerçek yüzlerini gösterir. Korku, herkesin kalbinde farklı tepkiler uyandırabilir ama önemli olan, bu korkuya rağmen doğru olanı yapmaktır. Maalesef, bazıları bu sınavı geçememekte ve geçmişteki hatalarını örtbas etmeye çalışmaktadır.

Toplum olarak bu iki yüzlülüğü fark etmeli ve buna göre adımlar atmalıyız. Gerçek kahramanları, korkusuzca mücadele edenleri onurlandırmalı, sahte kahramanlara prim vermemeliyiz. Çünkü ancak bu şekilde, gelecekte benzer olaylarla karşılaştığımızda daha sağlam durabiliriz.

Bu sebeple, 15 Temmuz darbe girişimi sadece siyasi bir olay değil, aynı zamanda toplumsal değerlerimizin de test edildiği bir geceydi. Bu testte sınıfta kalanların, şimdi sahte kahramanlıklarla öne çıkmalarına izin vermemeliyiz.

İkiyüzlülük, toplumsal dayanışmanın en büyük düşmanıdır ve bununla mücadele etmek hepimizin görevidir. O gün kabuğuna çekilen kişilerin, bugün büyük bir destanın parçası gibi davranmaları oldukça acı. Ayrıca o gün kimin tarafında olduğunu belli etmemeye çalışan adamların bugün belli makam ve mevkilerde olması durumu daha da vahim bir hale getiriyor. Bazıları belli partilerde ve kurumlarda yönetici pozisyonları elde ettiler.

Bunların kim olduklarını öğrenmek ise çok kolay, 16 Temmuz 2016 tarihindeki sosyal medya paylaşımlarına bakmak her şeyi apaçık gösterir. 15 Temmuz'dan sonra bir ay süren darbe nöbetinde tek bir paylaşım yapmamış insanlar, nasıl olur da bir darbeye direnmiş olabilirdi.

Son olarak, o gün direnen tüm 15 Temmuz gazilerine tekrar minnet duyuyor ve şehitlerimize Allah'tan rahmet diliyorum.

15 Temmuz 2024
Türkiye'nin ihracata daha fazla önem vermesi gerekiyor

Türkiye, son yıllarda ekonomik büyüme ve kalkınma hedeflerine ulaşmak için çeşitli stratejiler benimsiyor. Ancak, sürdürülebilir ekonomik büyüme ve global arenada rekabet edebilmek için ihracata daha fazla önem verilmesi gerektiği aşikar.

İhracatın artırılması; ekonomik istikrar, döviz rezervlerinin güçlendirilmesi ve istihdam gibi birçok alanda ülkemize önemli katkılar sağlayacaktır. İhracat neden önemli, gelin nedenlerini  tek tek sıralayalım:

1. Ekonomik istikrar ve büyüme için gereklidir

İhracat, ekonomik büyümenin motorlarından biridir. Türkiye'nin dış ticaret açığını kapatmak ve cari açığını azaltmak için ihracatını artırması gerekmekte. Daha fazla ihracat, döviz gelirlerini artırarak ekonomik istikrarı sağlar ve dışa bağımlılığı azaltır. Bu durum, ekonomideki dalgalanmaların ve krizlerin etkilerini minimize ederek, sürdürülebilir büyüme sağlar.

2. Döviz rezervlerinin güçlendirilmesi ihtiyaç duyulur

İhracat gelirleri, ülkenin döviz rezervlerini artırır. Yüksek döviz rezervleri, uluslararası finansal piyasalarda Türkiye'nin güvenilirliğini artırır ve ekonomik kriz dönemlerinde ülkeye mali esneklik sağlar. Güçlü döviz rezervleri, aynı zamanda ülkenin kredi notunu olumlu etkiler ve dış borçlanma maliyetlerini düşürür.

3. İstihdamın artırılmasında kullanılabilir

İhracat sektörleri, geniş bir istihdam potansiyeline sahiptir. Türkiye'nin çeşitli sanayi kollarında ihracata yönelik üretimi artırması, yeni iş imkanları doğurur ve işsizliği azaltır. Özellikle, nitelikli iş gücüne olan talep artar ve genç nüfusun istihdam edilmesi sağlanır.

4. Teknolojik gelişim ve yenilikçilik için elzemdir

İhracat pazarlarında rekabet edebilmek için firmaların teknolojik olarak gelişmiş ve yenilikçi ürünler sunması gerekmektedir. Bu durum, Ar-Ge yatırımlarının artmasını teşvik eder ve teknolojik gelişimi hızlandırır. Teknolojik ilerlemeler, sadece ihracat sektörlerini değil, tüm ekonomik yapıyı olumlu etkiler ve genel verimliliği artırır.

5. Küresel pazarlarda rekabet gücü oluşturur

Türkiye'nin ihracata yönelmesi, küresel pazarlarda rekabet gücünü artırır. Daha fazla ülkeye ihracat yaparak, Türk markalarının ve ürünlerinin bilinirliği artar. Bu durum, uzun vadede ülkenin uluslararası ticaretteki konumunu güçlendirir ve ekonomik bağımsızlığını pekiştirir.

6. Bölgesel kalkınma ve denge için lazımdır

İhracat odaklı politikalar, bölgesel kalkınmayı destekler ve ekonomik dengesizlikleri azaltır. Türkiye'nin farklı bölgelerinde ihracata yönelik yatırımların artması, bu bölgelerin ekonomik gelişimini hızlandırır ve bölgesel eşitsizlikleri giderir.

Toparlayacak olursak, Türkiye'nin ihracata daha fazla önem vermesi, ekonomik büyüme, istikrar, istihdam ve teknoloji gibi birçok alanda olumlu etkiler yaratacaktır. Hükümetin ve özel sektörün bu alandaki iş birliği ve yatırımları, Türkiye'yi global ticarette daha güçlü bir oyuncu haline getirecektir. 
İhracatın artırılması, sadece ekonomik değil, aynı zamanda sosyal ve kültürel kalkınmanın da anahtarıdır. Bu tür stratejik adımlar, Türkiye'nin gelecekte daha sürdürülebilir ve güçlü bir ekonomiye sahip olmasını sağlayacaktır.

9 Temmuz 2024
Gelecekte olası bir senaryo olarak Su Savaşları

Son yıllarda küresel ısınma, iklim değişikliği ve artan nüfus gibi faktörler, su kaynaklarının hızla tükenmesine yol açmaktadır. Bu durum, sadece çevresel bir kriz oluşturmakla kalmayıp, aynı zamanda uluslararası ilişkilerde de ciddi gerginliklere neden olabilecek bir tehdit oluşturuyor.O tehtidin adı da "Su savaşları". Özellikle gelecekte su kaynakları üzerinde yaşanabilecek olası çatışmalar, bugün üzerinde düşünülmesi ve harekete geçilmesi gereken önemli bir konudur. Türkiye'nin bu ihtimale karşı şimdiden tedbirler alması hayati öneme sahiptir.

Su Kıtlığının Küresel Boyutları

Dünya üzerindeki su kaynakları sınırlıdır ve ne yazık ki, bu kaynakların büyük bir kısmı kirlenmiş veya sürdürülemez bir şekilde kullanılmaktadır. Birleşmiş Milletler raporlarına göre, 2025 yılına kadar dünya nüfusunun üçte ikisi su sıkıntısı çeken bölgelerde yaşayacak. Bu öngörü, suyun stratejik bir kaynak olarak önemini artırmakta ve potansiyel çatışmaların fitilini ateşlemektedir.

Türkiye’nin Su Kaynakları ve sorunlar

Türkiye, su kaynakları bakımından zengin bir ülke olarak görülse de, kişi başına düşen su miktarı bakımından "su stresi" yaşayan ülkeler arasında yer almaktadır. Özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde su kaynaklarının azalması, tarım ve sanayi üretiminde ciddi sıkıntılara yol açabilir. Ayrıca, Türkiye'nin sınır komşuları olan Suriye ve Irak ile paylaştığı Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde yaşanan su anlaşmazlıkları, bölgesel istikrarı tehdit eden önemli bir faktördür. Türkiye şu tedbirleri alarak çözüme gidebilir.

 Su Yönetimini sürdürülebilir yapmak

 Türkiye, su kaynaklarını sürdürülebilir bir şekilde yönetmek için kapsamlı bir su politikası geliştirmelidir. Bu politika, su tasarrufu sağlayan teknolojilerin kullanımını teşvik etmeli, su kaynaklarının korunmasını sağlamalı ve su israfını önlemelidir.

Yenilikçi Teknolojileri kullanmalı 

 Su arıtma ve yeniden kullanım teknolojilerine yatırım yapılmalıdır. Gelişmiş su arıtma tesisleri ve gri suyun yeniden kullanımı, su kaynaklarının daha verimli kullanılmasını sağlayabilir.

Uluslararası İşbirliğine gitmeli 

Su kaynakları uluslararası bir mesele olduğundan, Türkiye, komşu ülkelerle işbirliğini güçlendirmelidir. Ortak su yönetim projeleri ve adil su paylaşım anlaşmaları, bölgesel barış ve istikrarı destekleyecektir.

Halk Eğitiminde Farkındalık oluşturmalı

 Su tasarrufu konusunda halkın bilinçlendirilmesi ve eğitilmesi, su kaynaklarının korunmasında önemli bir rol oynar. Okullarda ve kamu kampanyalarıyla suyun önemi ve tasarruf yöntemleri konusunda farkındalık artırılmalıdır.

Tarımda Verimliliği Arttırmalı

 Türkiye, suyun en fazla kullanıldığı tarım sektöründe verimliliği artırmak için modern sulama tekniklerine geçiş yapmalıdır. Damla sulama ve yağmurlama gibi yöntemler, suyun daha etkin kullanılmasını sağlayarak su israfını azaltabilir.

Sonuç olarak, Su savaşları, gelecekte insanlığın karşı karşıya kalabileceği en büyük tehditlerden biridir. Türkiye, bu olasılığa karşı şimdiden tedbirler alarak, hem kendi su güvenliğini sağlamak hem de bölgesel istikrarı korumak için adımlar atmalıdır. Su kaynaklarını koruma ve sürdürülebilir bir şekilde yönetme çabaları, gelecekteki olası çatışmaları önlemenin en etkili yolu olacaktır. Unutulmamalıdır ki, suyun her damlası hayat demektir ve bu hayatı korumak hepimizin sorumluluğudur.

1 Temmuz 2024
İbn Haldun’un perspektifi ile Türkiye’nin ekonomik geleceği

Son dönemde Türkiye’nin vergi politikası ile ilgili bazı eleştiriler var. Artan vergilerle ilgili bazı vatandaşların eleştirileri bulunuyor. Tabii buna karşın artan vergilerin doğru olduğunu ifade edenler de yok değil.

Ama ben hem bu sorun için hem de ülkelerin daha iyi yönetilmesi konusunda birçok deneyimi olan birinin görüşlerine başvuracağım! Bunun için yaklaşık 700 yıl geriye giderek, dönemin devlet adamlarından olan İbn Haldun’un bu konularda ne dediğine bakmak istedim.

Bilmeyenler için İbn Haldun, Endülüs döneminde yaşamış ünlü bir siyaset ve devlet adamı. Tabii bunun yanında sosyoloji, tarih ve felsefe bilimleri ile ayrıca ilgilenmiş, bunların yanı sıra döneminin tüm deneyimlerini de birçoğumuzun hâlâ okuduğu mukaddime adlı kitabında toplamış bir devlet adamı. Hatta iktisatçıların birçoğu iktisadın babası kabul edilen Adam Smith’in dahi bu mukaddimeden etkilendiğini ve faydalandığını ifade ediyor.

İbn Haldun’un Mukaddime'si, tarih ve toplum üzerine derin analizleriyle sadece kendi dönemine değil, günümüze de ışık tutan bir eser. İbn Haldun'un, Mukaddime'de devletlerin yükselişi ve çöküşü üzerine yaptığı tespitler, bugün Türkiye'nin daha iyi yönetilmesi için de önemli ipuçları sunmakta.

Bu yazıda, İbn Haldun'un görüşlerinden yola çıkarak Türkiye'nin nasıl daha iyi yönetilen bir devlet olabileceğine dair bazı önerileri ele alacağım

Adaletin Önemi

İbn Haldun, bir devletin sağlam temeller üzerinde yükselmesinin ve uzun ömürlü olmasının en önemli şartlarından birinin adalet olduğunu vurgular. Adalet, sadece hukuki sistemin düzgün işlemesi değil, aynı zamanda ekonomik ve sosyal adaletin de sağlanması anlamına gelir. Türkiye, adalet sistemini güçlendirerek, her vatandaşın eşit muamele gördüğü bir toplumu inşa etmelidir. Bu, sadece yasaların eşit uygulanmasıyla değil, aynı zamanda gelir dağılımındaki adaletsizliklerin giderilmesiyle de mümkündür.

Devlet ve Toplum Arasındaki Güven İlişkisi

İbn Haldun'a göre, devlet ile toplum arasındaki güven ilişkisi, bir devletin ayakta kalabilmesi için hayati öneme sahiptir. Türkiye'de devletin halkına karşı şeffaf ve hesap verebilir olması, bu güven ilişkisinin güçlenmesini sağlar. Yolsuzlukla mücadele, kamusal kaynakların etkin ve verimli kullanımı, devlet kurumlarının liyakat esasına göre yönetilmesi gibi adımlar, toplumun devlete olan güvenini artıracaktır.

Eğitim ve Kültürel Kalkınma

Eğitim, İbn Haldun'un gözünde bir toplumun gelişmişliğinin anahtarıdır. Türkiye, eğitim sistemini yenilikçi ve kapsayıcı bir şekilde yeniden yapılandırmalıdır. Bilimsel ve teknolojik gelişmelere açık, eleştirel düşünmeyi teşvik eden bir eğitim sistemi, ülkenin uzun vadeli kalkınmasını sağlar. Aynı zamanda kültürel değerlerin korunması ve geliştirilmesi, toplumun moral ve motivasyonunu artırır.

Ekonomik İstikrar ve Üretim

İbn Haldun, ekonomik büyümenin temelinin üretim olduğunu belirtir. Üretim faaliyetlerinin artması, vergi gelirlerini de artırır ve devletin mali gücünü sağlar. Türkiye, üretimi teşvik eden politikalar geliştirerek, sanayi ve tarım sektörlerini desteklemelidir. Yenilikçi ve teknoloji odaklı üretim modelleri benimsenmeli, küçük ve orta ölçekli işletmelere (KOBİ’lere) yönelik teşvikler artırılmalıdır. Bu, hem yerli üretimi artıracak hem de istihdamı destekleyecektir.

İbn Haldun, devletlerin ekonomik temellerinin sağlam olması gerektiğini çokça vurgular. Bu  yüzden Türkiye’nin  ekonomik istikrarı sağlamak için sürdürülebilir politikalar geliştirmesi önemlidir. Yerli üretimi teşvik eden, inovasyonu destekleyen ve dışa bağımlılığı azaltan bir ekonomik model, ülkenin bağımsızlığını ve refahını artırır.  

İbn Haldun, ayrıca ekonominin kayıt altına alınmasının önemli olduğu söyler. Kayıt dışı ekonomi ile mücadele edilmesi gerektiğini ifade eder. İbn Haldun’a göre, kayıt dışı ekonomi, devletin vergi gelirlerini azaltır ve ekonomik dengesizliklere yol açar. Bu yüzden Türkiye, kayıt dışı ekonomiyle etkin bir şekilde mücadele etmeli, vergi denetim mekanizmalarını güçlendirmelidir. Dijital vergi sistemlerinin geliştirilmesi, bu konuda önemli bir adım olabilir.

Vergi ve Ekonomik Denge

İbn Haldun, vergilerin ekonomik denge üzerindeki etkisine oldukça önem verir. Ona göre, yüksek vergi oranları, ekonomik faaliyetleri olumsuz etkileyerek ticaretin ve üretimin azalmasına neden olur. Bu durum, devletin vergi gelirlerinin düşmesi ve ekonomik çöküşe yol açar. Türkiye, İbn Haldun’un bu tespitlerinden yola çıkarak, vergi politikalarını dengeli bir şekilde düzenlemelidir. Yüksek vergi oranlarından kaçınılarak, vergi tabanı genişletilmeli ve kayıt dışı ekonomiyle mücadele edilmelidir. Ayrıca vergi adaleti sağlanmalıdır.  

İbn Haldun vergilerin adil bir şekilde dağıtılması, toplumun tüm kesimlerinin vergi yükünü eşit şekilde paylaşması gerektiğini savunur. Türkiye’de vergi adaletini sağlamak için, özellikle düşük ve orta gelirli kesimlerin üzerindeki vergi yükünü hafifletmeli, büyük gelir sahiplerinin ve şirketlerin adil bir şekilde vergilendirilmesini sağlamalıdır. Bu, sosyal adaleti ve toplumsal huzuru pekiştirecektir.

Toplumsal Dayanışma ve Birlik

Mukaddime'de, toplumsal dayanışmanın ve birliğin devletlerin gücünü artırdığı belirtilir. Türkiye, toplumsal farklılıkları zenginlik olarak kabul eden, hoşgörü ve birlikte yaşam kültürünü teşvik eden politikalar geliştirmelidir. Etnik, dini ve kültürel farklılıkları bir arada yaşatma becerisi, toplumun bir bütün olarak hareket etmesini sağlar ve devletin iç huzurunu korur.

İbn Haldun'un Mukaddime'sinden Çıkarabileceğimiz Dersler

İbn Haldun’un Mukaddimesi Türkiye'nin daha iyi yönetilen bir devlet olma yolunda önemli ipuçları sunmaktadır ve Türkiye’nin ekonomik politikalarına yön verebilecek niteliktedir. Vergi adaletinin sağlanması, üretimin teşvik edilmesi, kayıt dışı ekonomiyle mücadele ve uzun vadeli ekonomik stratejilerin benimsenmesi, Türkiye’nin sürdürülebilir ekonomik büyüme ve refah hedeflerine ulaşmasında kritik rol oynayacaktır. Ayrıca Adaletin tesisi, güven ilişkilerinin güçlendirilmesi, eğitim ve kültürel kalkınma, ekonomik istikrar ve toplumsal dayanışma, bu yolda atılacak temel adımlardır. Türkiye, bu prensipler doğrultusunda hareket ederek, güçlü ve müreffeh bir devlet olma hedefine ulaşabilir.

23 Haziran 2024
"Türkiyeli" mi? "Türk" mü?

Türkiye, tarih boyunca birçok farklı kültürün, dilin ve dinin bir arada yaşadığı bir coğrafya olmuştur. Anadolu'nun zengin tarihî ve kültürel dokusu, bu çeşitliliğin bir yansımasıdır. "Türkiyeli" terimi, bu çeşitliliği kucaklayan, kapsayıcı bir kimlik önerisidir. Bu terim, Türkiye'de yaşayan herkesin ortak bir kimlik altında birleşmesini sağlar, köken, dil, din veya etnik farklılıklar ne olursa olsun herkesin bu kimliğe dahil olduğunu ifade eder.

"Türkiyeli" Teriminin Birlik ve Beraberlik Mesajı

"Türkiyeli" demek, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ortak bir aidiyet duygusunu paylaşması anlamına gelir. Bu terim, farklılıklarımızı bir kenara bırakıp, ortak bir gelecek inşa etme arzusunu yansıtır. Ülkemizin içinde bulunduğu coğrafi ve politik şartlar göz önüne alındığında, birlik ve beraberliğin önemi daha da belirginleşmektedir. "Türkiyeli" kavramı, tüm vatandaşları bir arada tutan, ortak değerler etrafında toplayan bir köprü işlevi görebilir.

Türklüğü İnkar Değil, Daha Geniş Bir Kapsam

"Türkiyeli" teriminin kullanılması, Türklüğü inkâr etmek anlamına gelmez. Türk kimliği, Türkiye'nin kurucu unsurlarından biridir ve bu kimlik ülkemizin tarihî ve kültürel mirasının önemli bir parçasıdır. Ancak, Türkiye'de yaşayan herkesin kendini bu kimliğe ait hissetmesi beklenemez. "Türkiyeli" terimi, bu noktada devreye girer ve etnik, dinî ya da kültürel farklılıkları olan insanların da kendilerini bu ülkenin bir parçası olarak görmelerini sağlar. Bu, Türklüğün yanı sıra, Kürt, Arap, Laz, Çerkes ve daha birçok etnik grubun da Türkiye'nin bir parçası olduğunu kabul eden bir anlayışı ifade eder.

Güçlü Bir Birliktelik

Anadolu toprakları, binlerce yıl boyunca farklı milletlerin, kültürlerin ve inançların barış içinde bir arada yaşadığı bir mozaik olmuştur. Bu mozaik, Türkiye'nin zenginliğidir. "Türkiyeli" terimi, bu zenginliği ve çeşitliliği koruyarak, güçlü bir birlikteliği teşvik eder. İnsanların kendilerini bir kimlik çatısı altında birleşmiş hissetmeleri, toplumsal barış ve huzurun sağlanması açısından kritik öneme sahiptir.


"Türkiyeli" teriminin benimsenmesi, Türkiye'de yaşayan tüm bireylerin ortak bir kimlik duygusu geliştirmelerine katkıda bulunabilir. Bu terim, Türklüğü inkâr etmeden, tüm etnik ve kültürel farklılıkları kucaklayan bir birliktelik ve aidiyet duygusu yaratır. Anadolu'nun binlerce yıllık tarihî ve kültürel mirası, bu çeşitlilik ve birliktelik anlayışıyla daha da güçlenecektir. Dolayısıyla, "Türkiyeli" demek, farklılıklarımızı zenginlik olarak görüp, ortak bir geleceğe birlikte yürümek demektir. Ayrıca bu tartışmalardan artık sıyrılmak gerekiyor. Bu coğrafyada yaşayan tüm uluslar bizim ortak değerimizin bir parçasıdır. Azerbaycan'dan tüm Türkistan coğrafyasına kadar olan devletlerin içindeki çok kültürlülüğüde dahil ederek, bütün toplumları Anadolu coğrafyası ve Türkiye Kimliği altında toplama çabası ulaşılabilecek en büyük eylem olarak görülmelidir. Türk veya Türkiyeli olmaktan çok bu toprakların daha ileri bir medeniyet seviyesine ulaşabilip, ulaşamayacağı sorunsalına takılmak bence daha önceliklenmesi gereken bir konu olmalı.Bu uğurda mücadele edilmeli ve Tabi en önemlisi terörle mücadeleden ödün verilmeden, bu coğrafyadaki tüm toplumu birleştirici ve kapsayıcı her adımın önü açılmalı.

19 Haziran 2024
Nereden çıktı bu BRICS, Türkiye ne istiyor? 

Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan'ın bu hafta Brics toplantısına katılacağı açıklandı. Öncesinde de Türkiye'nin BRICS'e katılabileceği gündeme düşmüştü.

Peki ama "BRICS" neden bu kadar önemsenmeye başladı?

BRICS, aslında gelişmekte olan beş büyük ulusal ekonominin kurduğu birliğin kısaltmasıdır. Bu ülkeler; Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve sonradan eklenen Güney Afrika'dır.

Peki nereden çıktı bu BRICS?

BRICS kavramı, 2001 yılında ekonomist Jim O'Neill tarafından türetilen Güney Afrika hariç "BRIC" kısaltmasıyla başladı. İlk dört ülke (Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin) ilk zirvelerini 2009'da gerçekleştirdi ve bu, koalisyonun resmi başlangıcı oldu. Güney Afrika ise 2010 yılında gruba katılarak nüfuzunu genişletti ve "BRICS ülkesi" haline geldi.

Peki Türkiye neden BRICS'e katılmak isteyebilir?

Türkiye'nin BRICS'e katılma konusundaki ilgisini, çeşitli stratejik ve ekonomik motivasyonlara bağlamak mümkün:

Birincisi, BRICS'e katılmak Türkiye'nin ekonomik ortaklıklarını çeşitlendirmesine ve geleneksel Batı ekonomik yapılarına bağımlılıklarını azaltmasına olanak tanıyacaktır. Bu, Türkiye'nin küresel ekonomik ilişkilerdeki rolünü artırma ve yükselen ve gelişmekte olan ülkeler üzerindeki nüfuzunu artırma yönündeki dış politika stratejisiyle uyumlu olacaktır.

Türkiye, BRICS'in saygın saflarına katılma olasılığını düşünürken, bu stratejik hamlenin ardındaki nedenleri ve ülkeye getirebileceği potansiyel faydaları anlamak büyük önem taşıyor. Türkiye'nin BRICS'e katılma ilgisinin, ekonomik çeşitlilikten küresel sahnedeki siyasi konumlanmaya kadar çok sayıda faktörden kaynaklandığı söylenebilir.

Ekonomik açıdan BRICS'e katılım Türkiye için önemli bir vaattir. Birlik haline gelen BRICS üyeleri arasında Türkiye, bu birliğin bir parçası olmayı başarırsa aynı zamanda dünya nüfusunun yüzde 40'ından fazlasını kapsayan geniş bir pazara ve küresel ekonominin önemli bir bölümünü oluşturan toplam GSYH'ye erişebilecek bir potansiyele sahip olacak. Bu erişim, Türkiye'nin yalnızca ticari ilişkilerini genişletmesine olanak sağlamakla kalmayacak, aynı zamanda BRICS ülkelerinden doğrudan yabancı yatırım çekmesine de olanak tanıyacak ve bu da ekonomik büyüme ve kalkınmanın desteklenmesine yardımcı olabilecektir.

Dahası, BRICS'in bir parçası olmak, aynı zamanda başka faydalar da sağlayabilir:

BRICS ülkeleri bilgi teknolojisi, enerji ve ulaşım gibi çeşitli sektörlerdeki ilerlemeleriyle tanındığından, teknolojik ve altyapı iş birliği için Türkiye'ye yeni yollar açılıyor.

Bu iş birliği, Türkiye'nin altyapısını ve endüstrisini modernleştirmesine yardımcı olarak küresel pazarda rekabet gücünün artmasına yol açabilir.

Ayrıca BRICS'e katılmak, Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin gibi gelişmekte olan kilit güçlerle bağlarını sıkılaştıran Türkiye'nin jeopolitik konumunu da güçlendirecektir.  

BRICS'e katılmak, Türkiye'ye yalnızca ekonomik fayda sağlamakla kalmayacak, aynı zamanda Türkiye'nin küresel sahnede siyasi konumunu da güçlendirecektir.

BRICS üyesi olarak Türkiye, küresel ekonomi politikalarına yön veren üst düzey tartışmalara ve karar alma süreçlerine katılma fırsatına sahip olacaktır. Bu, Türkiye'nin uluslararası ilişkilerde daha fazla söz sahibi olmasını sağlayacak ve küresel ekonomik yönetişimin yönünün şekillenmesine katkıda bulunacaktır.

Üstelik BRICS'in bir parçası olmak, Türkiye'nin diğer üye ülkelerle diplomatik ilişkilerini de geliştirecek; güvenlik, enerji, iklim değişikliği gibi çeşitli konularda iş birliği fırsatları sağlayacaktır.

Bu, Türkiye'nin stratejik ortaklıklarını genişletmesine, dış politika gündemini çeşitlendirmesine ve geleneksel Batılı müttefiklere bağımlılığını azaltmasına yardımcı olacaktır.

Ayrıca, BRICS'e katılmak Türkiye'ye, gelişmekte olan ekonomilerin karşı karşıya olduğu ortak zorlukların ve fırsatların ele alınabileceği bir platform sağlayabilir. Diğer BRICS üyeleriyle yakın iş birliği içinde çalışarak Türkiye, sürdürülebilir kalkınmayı teşvik etme, iklim değişikliğiyle mücadele etme ve güvenlik kaygılarını gidermeye yönelik girişimlerde iş birliği fırsatı yakalayabilir.

Türkiye, BRICS'in bir parçası olarak, benzer kalkınma zorluklarıyla karşılaşan diğer ülkelerle deneyimlerini, en iyi uygulamalarını ve uzmanlığını paylaşabileceği bir platforma erişim sağlayacaktır.

Ayrıca BRICS üyeliği Türkiye için yeni ticaret fırsatları da doğurabilir. Önemli tüketici pazarlarına sahip gelişmekte olan ekonomiler grubunun bir parçası olarak Türkiye,  BRICS üyeleri arasında artan ticaret ve yatırım fırsatlarından yararlanabilir. Bu, Türkiye'nin ihracatını artırmaya, doğrudan yabancı yatırımı çekmeye ve ekonomik büyümeyi teşvik etmeye yardımcı olacaktır.

Ayrıca BRICS üyesi olmak, Türkiye'nin küresel ekonomik arenadaki görünürlüğünü ve güvenilirliğini artıracak ve uluslararası topluma, Türkiye'nin gelişmekte olan piyasalarda önemli bir oyuncu olduğu ve ekonomik iş birliğini geliştirmeye kararlı olduğu sinyalini vererek, daha fazla yabancı yatırımın çekilmesine yardımcı olacaktır.

11 Haziran 2024
Ekonomide neler oluyor? 

Merhaba değerli okurlarım. Bu hafta Maliye Bakanımız Sn. Mehmet Şimşek, sosyal medya hesaplarından yaptığı paylaşımlarda, yaptıkları çalışmaların artık meyvelerini almaya başlayacak sürece girildiğini  belirten bir paylaşım yaptı. Ben de geçmişten bugüne neler olup bittiğini ve bundan sonra neler olabileceğini kaleme alırsam iyi olacağını düşündüm.

Ve belki de en uzun yazımı kaleme alacağım. Çünkü ekonominin üzerine konuşmak biraz ayrıntı istiyor.

Şimdi hep beraber Türkiye'nin mevcut ekonomik durumunu, Türkiye'nin genel ekonomik performansını yansıtan Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) ve büyüme oranları aracılığıyla değerlendirerek başlayalım:

Türkiye, 2023 yılı itibarıyla 1.024 milyar dolarlık GSYİH ile dünyanın 17. büyük ekonomisidir. Özellikle, 2024 yılının ilk çeyreğindeki yüzde 5,7'lik büyüme oranıyla ekonomisinde iyi bir dayanıklılık ve büyüme gösterdi. İnşaat da dahil olmak üzere hizmet sektörü yüzde 5,3'lük önemli bir artış yaşadı; bu da çeşitlilik gösteren ve büyüyen bir ekonomiye işaret ediyor.

Zorluklara rağmen Türkiye, 2022'de yıllık yüzde 5,6'lık büyüme oranıyla son on yılda büyüme ivmesini sürdürdü. Bu sürdürülebilir büyüme yörüngesi, Türkiye'yi küresel ekonomide kilit bir oyuncu olarak konumlandırmakta ve ekonomik potansiyelini ve istikrarını ortaya koymaktadır.

İşsizlik oranları ve enflasyon ise Türkiye'nin ekonomik manzarasının şekillenmesinde önemli rol oynuyor. Türkiye, ekonomi üzerinde olumsuz etkisi olan yüksek enflasyon oranları nedeniyle sürekli zorluklarla karşı karşıya kalıyor. Yüksek enflasyon sorunu uzun süredir devam ederken, bu sorun, yüksek faiz oranlarına ve ekonomik istikrarsızlığa katkıda bulunuyor.

Ayrıca Türkiye, 1970'li yılların sonlarından bu yana krizler ve olumsuz gelişmelerden kaynaklanan kronik enflasyon ve işsizlik süreçleriyle boğuşmakta. Bu zorlukların üstesinden gelmek, hem maliye hem de para politikalarını dikkate alan kapsamlı bir yaklaşımı gerektiriyor. Yüksek enflasyon ve işsizlik oranlarının etkisini azaltmak için bu politikalar arasında etkin koordinasyon çok önemli, hatta şarttır. Türkiye, katsayıları, rejim geçiş olasılıklarını ve ekonomik gelişmeleri değerlendirerek enflasyon ve işsizliği etkin bir şekilde ele alacak stratejik ekonomi politikalarını uygulayabiliyor.

Maliye ve para politikaları, Türkiye'nin ekonomik zorluklarıyla baş etmede ve sürdürülebilir büyümeyi teşvik etmede önemli bir rol oynuyor. Türkiye, ekonomik belirsizlikleri yönetmek için son yıllarda para basmak ve döviz rezervlerini kullanmak gibi önlemleri benimsiyor. Ancak bu stratejilerin cari açığı kapatma ve yatırımları teşvik etme konusundaki etkinliği tartışma konusu olmaya devam ediyor tabii ki. Ayrıca özellikle Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in de şu an en çok uzerinde durduğu kamu harcamaları, faiz oranları ve ekonomik istikrarın dengelenmesi, Türkiye ekonomisinde büyüme ve dayanıklılığın desteklenmesi açısından büyük önem taşıyor. Türkiye, enflasyonu, işsizliği ve mali açıkları ele alan stratejik politikalar uygulayarak ekonomik görünümünü iyileştirebilir ve vatandaşları için daha istikrarlı ve müreffeh bir gelecek kurabilir.

Türkiye ekonomisindeki son gelişmeler

Geçtiğimiz yıllarda Covid-19 salgınının Türkiye ekonomisi üzerinde önemli bir etkisi oldu, çeşitli sektörler etkilendi ve ciddi ekonomik zorluklara sebep oldu. Salgın nedeniyle ekonominin arz ve talep tarafında yaşanan şoklar, dünyadaki birçok ülkede olduğu gibi Türkiye'de de ekonomik faaliyetlerin daralmasına neden oldu. Özellikle Türk bankacılık ve finans sektörü, pandemi sırasında ticaret kalıplarındaki değişiklikler ve tedarik zincirlerindeki aksamalar nedeniyle zorluklarla karşı karşıya kaldı. Türkiye'de döviz kurları, ekonomik ve siyasi gerilimlerin yanı sıra Covid-19 salgınının da etkisiyle daha da yükselerek ülkedeki ekonomik durumun karmaşıklığını ortaya koydu.

Türkiye ekonomisinde son dönemde yaşanan gelişmelerde ticaret ve yatırım kalıplarındaki değişiklikler dikkat çekicidir. Makroekonomik göstergeler ile Covid-19 salgını arasındaki bağlantı, ülkedeki ekonomik büyümeyi ve dış ticareti önemli ölçüde etkilemiştir.

Ekonomik faaliyetin akışı temel düzeyde salgından etkilenmiş, ticaret dinamikleri ve yatırım kararları etkilenmiştir. Daha önce özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ekonomik reform paketinde Türkiye'yi güvenli bir geleceğe yönlendirmek için hükümetin ekonomik zorluklarla mücadele ve büyümeyi artırmaya yönelik girişimlerini yansıtan somut ve çözüm odaklı politikaların önemini vurgulamıştı.

Tabii buradaki temel nokta hükümet girişimleri ve reformlarıdır. Bunlar Türkiye'nin ekonomik manzarasının şekillenmesinde önemli bir rol oynuyor. Ekonomik reform, küreselleşme ve neo-liberalizmin ve uluslararasılaşmanın etkilerinin ele alınmasına yönelik çabalar politika yapıcılar için temel odak alanları olmuştur.

Hükümet, ülkede ekonomik istikrarı ve büyümeyi desteklemek için yeni ekonomik kanunlar, ekonomik sınıflandırmada değişiklikler ve mevzuatlar getirmiştir. Nitekim Meclis'e yeni gelen Blockchain ve kripto para birimlerinin Türkiye'nin ekonomik durumu üzerindeki potansiyel etkisine ilişkin tartışmalar, ekonomik ortamın gelişen doğasına ve değişen küresel trendlere yanıt olarak uyum sağlama ve yenilik ihtiyacına işaret ederek ortaya çıkmıştır.

Türkiye ekonomisinin karşılaştığı zorluklar ve fırsatlar

Özellikle dış ilişkiler ve jeopolitik faktörler, Türkiye'nin ekonomik manzarasının şekillenmesinde ve mevcut ekonomik durumunun etkilenmesinde önemli bir rol oynuyor. Türkiye'nin Avrupa ve Asya'nın ortasında yer alan eşsiz jeopolitik konumu, hem stratejik avantajlara hem de zorluklara sahip. Ülkenin dış politikası, ekonomik çıkarlarının yanı sıra tarihi ve kültürel bağlarıyla da karmaşık bir şekilde bağlantılı. Türkiye'nin jeopolitik önemi, kıtaların kesişme noktasındaki konumundan kaynaklanıyor ve bu da onu bölgesel istikrar ve küresel ticarette kilit bir oyuncu yapıyor. Ancak dış ilişkilerin karmaşıklığı, ticaret kesintileri, döviz dalgalanmaları ve jeopolitik gerilimler gibi ekonomiyi etkileyen belirsizlikleri ve riskleri de beraberinde getiriyor.

Yine yapısal reformlar, Türkiye'nin uzun vadeli büyüme beklentilerini artırması ve ekonomik zorlukların üstesinden gelmesi açısından hayati öneme sahip. Türkiye geçmişte, özellikle 2006 ile 2017 yılları arasında, üst-orta gelir statüsüne ulaşılmasına ve yoksulluğun azaltılmasına katkıda bulunan önemli reformlar gerçekleştirdi. Ancak büyümeyi sürdürmek, rekabet gücünü artırmak ve yatırımları çekmek için yapısal reformların devam etmesi gerekiyor. Bu reformlar siyasi, sosyal ve ekonomik yönleri kapsamakta olup sürdürülebilir ekonomik kalkınma ve refah için daha elverişli bir ortam oluşturmayı amaçlıyor.

Sürdürülebilir büyüme ve rekabet edebilirlik için daha fazla reform gerektiren alanlar

Sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşmak, Türkiye'nin ekonomik dayanıklılığının artırılması ve uzun vadeli istikrarın teşvik edilmesi açısından hayati öneme sahip. Türkiye, ekonomi politikalarını sürdürülebilir kalkınma hedefleriyle uyumlu hale getirerek kapsayıcı büyümeyi, çevreyi korumayı ve sosyal ilerlemeyi sağlayabilir.

Ülkenin kalkınma hedefleri istikrarlı büyümeyi, rekabet edebilirliği ve eşitliğin yanı sıra Avrupa Birliği standartlarına uyumuda vurguluyor. Sürdürülebilir kalkınma ilkelerinin ekonomik planlama ve karar alma süreçlerine entegre edilmesi, Türkiye'nin ekonomik, sosyal ve çevresel hususları etkili bir şekilde dengeleyen daha dayanıklı bir ekonomi inşa etmesine yardımcı olabilir.

Türkiye'nin mevcut ekonomik durumu, zorluklar ve fırsatlarla dolu karışık bir tablo ortaya koyuyor. GSYİH büyüme oranlarındaki dalgalanmalar, yüksek işsizlik ve enflasyonla karşı karşıya olmasına rağmen ülke, maliye ve para politikaları aracılığıyla dayanıklılık gösteriyor. Covid-19'un etkisi, ticaret kalıplarındaki değişiklikler ve hükümet girişimleri de dahil olmak üzere son gelişmeler Türkiye'nin ekonomik manzarasını şekillendiriyor.

İleriye gitmek, dış ilişkilerle ilgili zorlukların üstesinden gelmek, yapısal reformları uygulamak ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerine odaklanmak, uzun vadeli büyüme beklentileri ve ekonomik dayanıklılık açısından hayati önem taşıyacak gibi görünüyor.

Son olarak ve tabii en önemlisi Türkiye, tüm bu zorlukların üstesinden gelerek fırsatları değerlendirerek ekonomisini güçlendirme ve küresel pazarda daha güçlü bir oyuncu olarak ortaya çıkma potansiyeline sahip olduğunu her fırsatta gösteriyor.

4 Haziran 2024
AK Parti'de güçlü ve politika üreten liderlerin zamanı

Geçtiğimiz hafta sonu Batman'daydım. AK Parti'nin Batman İl Başkanı seçimleri için temayül yoklamasını yerinde izledim. AK Parti'nin son seçimde Batman, Adıyaman ve Rize gibi illerde beklentisinin çok altında kaldığını bildiğimden, nasıl bir aday belirleme sürecine gireceğini merak ediyordum.

Siyaset bilimi çerçevesinde incelediğimde AK Parti'nin il başkanı adayları için yapılan temayül yoklamaları, partinin geleceği açısından kritik bir adımı temsil ediyor. Ancak bu süreç, sadece bir ismin seçilmesiyle sınırlı olmamalı. Temayül yoklamalarının sonuçlarının iyi değerlendirilmesi ve aday açıklanmadan önce güçlü ve politika üretebilecek liderlerin belirlenmesi gerekiyor.

Parti içindeki çeşitli dinamiklerin ve kamuoyunun beklentilerinin dikkate alınması elbette önemlidir. Ancak sadece popülerlik veya güçlü bir ismin etkisiyle hareket etmek, partinin uzun vadeli hedeflerine hizmet etmeyebilir. İl başkanı, sadece o ilde değil, aynı zamanda partinin genel politikalarının ve vizyonunun yerel düzeyde temsilcisi olarak da önemli bir role sahiptir.

Bu nedenle, temayül yoklamalarının sonuçları sadece bir rehber olarak değerlendirilmeli ve aday belirlenirken daha geniş bir perspektif göz önünde bulundurulmalıdır. Güçlü liderlerin yanı sıra politika üretebilen, yerel sorunları analiz edip çözüm önerileri sunabilen adaylar öncelikli olmalıdır.

Adayların, parti içindeki birlik ve uyumu sağlayabilecekleri, parti programını etkin bir şekilde hayata geçirebilecekleri ve seçmenlerle etkili iletişim kurabilecekleri yeteneklere sahip olmaları da önemlidir. Partinin genel stratejisiyle uyumlu adaylar, partinin başarısını artıracaktır.

Son olarak, AK Parti'nin il başkanı adaylarını belirlerken sadece temayül yoklamalarının sonuçlarına değil, aynı zamanda güçlü liderlik özelliklerine ve politika üretme kabiliyetine sahip adaylara odaklanmak, partinin geleceği açısından önemli. Bu yaklaşım, partinin yerelde ve genelde daha güçlü bir şekilde temsil edilmesine ve hedeflerine ulaşmasına yardımcı olacaktır.

 

28 Mayıs 2024
Reisi'nin ölümü kaza mı, sabotaj mı?

Dün, İran Cumhurbaşkanı'nın helikopterinin trajik bir şekilde düşmesi, dünya gündeminde geniş yer buldu. Bu olay, gerek İran içinde gerekse uluslararası arenada çeşitli spekülasyonlara yol açtı. Ben bu yazıyı yazarken, helikopterdeki İran Cumhurbaşkanı Reisi'nin ve beraberindekilerin de ölüm haberi geldi.

Peki, bu düşüş bir kaza mı yoksa bir sabotaj mı? Bu sorunun cevabını ararken, durumu farklı açılardan ele almak gerekiyor.

Teknik sebepler ve hava koşulları!..

Kaza olan bölgeyi, üniversiteyi Azerbaycan'da okuduğum için ve İran'a da sık sık gittiğim için iyi biliyorum. Özellikle Türkiye'nin Karadeniz bölgesine benzeyen, fakat daha dik yamaçların olduğu ve çok sık sis görülüp, yağmur yağan bir bölgeden bahsediyoruz. Bu noktada ilk olarak, teknik arızalar ve hava koşulları göz önünde bulundurulmalıdır.

Özellikle helikopter kazalarının büyük bir kısmı, teknik arızalar, insan hatası veya olumsuz hava koşullarından kaynaklanmaktadır. İran’ın sivil havacılık altyapısının yaşadığı sıkıntılar ve uygulanan uluslararası yaptırımlar nedeniyle, yedek parça tedarikinde yaşanan zorluklar helikopter bakımını etkileyebilir.

Bu bağlamda, teknik bir arıza ihtimali göz ardı edilmemelidir. Ayrıca, o dünkü hava şartları da analiz edilerek, olumsuz koşulların kazaya yol açıp açmadığı incelenmelidir.

Sabotaj olabilir!

Öte yandan, sabotaj olasılığı da ciddi şekilde değerlendirilmeli. İran, son yıllarda hem iç hem de dış politikada büyük çalkantılar yaşıyor. İçeride, farklı siyasi ve etnik gruplar arasında gerilimler mevcutken, dışarıda ise özellikle ABD ve İsrail ile yaşanan gerginlikler, böylesi bir sabotajın olabileceği ihtimalini akla getirebilir. İran'ın nükleer programı ve Orta Doğu'daki askeri faaliyetleri nedeniyle maruz kaldığı baskılar, bu tür bir eylemin arkasında kimin olabileceği konusunda spekülasyonlara yol açıyor.

Siyasi analiz:

Olayın bir sabotaj olabileceği ihtimali, iç politikadaki iktidar mücadeleleri bağlamında da değerlendirilebilir. İran’ın siyasi yapısı oldukça karmaşık ve çok katmanlıdır. Cumhurbaşkanı, dini lider ve diğer siyasi aktörler arasındaki güç dengesi, zaman zaman şiddetli çatışmalara sahne olabiliyor. Bu bağlamda, olası bir iç hesaplaşma ya da iktidar mücadelesinin bir sonucu olarak da bu tür bir sabotaj gerçekleştirilmiş olabilir.
Uluslararası tepkilere bakmak gerek.

Bu olayın uluslararası yansımaları da önemli bir ipucu sağlayabilir. Eğer kazadan sonra bazı ülkelerden anında sert tepkiler gelmişse veya bazı gruplar olayın hemen ardından sorumluluğu üstlenmişse, bu durum olayın bir sabotaj olduğuna dair kanıt niteliği taşıyabilir. Uluslararası istihbarat raporları ve açıklamalar da bu konuda aydınlatıcı olabilir. Özellikle komşu ülkelerdeki istihbarat bilgileri olayı aydınlatmada işe yarayabilir.

Sonuç olarak, İran Cumhurbaşkanı'nın helikopterinin düşmesinin bir kaza mı yoksa sabotaj mı olduğu sorusu, birçok faktörün dikkatlice değerlendirilmesini gerektiren karmaşık bir konu. Teknik ve çevresel faktörlerin yanı sıra, siyasi ve uluslararası dinamiklerin de dikkate alınması gerekiyor. Olayın aydınlatılması, sadece İran için değil, bölgesel ve küresel istikrar açısından da büyük önem taşıyacaktır. Ayrıca bu tarz olaylarda gerçekler ortaya çıkana kadar, spekülasyonlar devam edecek gibi görünüyor. belkide gerçek asla ortaya çıkamayacak.

20 Mayıs 2024
Artan ihracat rakamları ne ifade ediyor?


Son yıllarda Türkiye'nin ihracat rakamlarında gözle görülür bir artış yaşanıyor. Özellikle Maliye Bakanı Sn. Mehmet Şimşek'in ekonomiyi kontrol etmeye başlaması  ile birçok alanda gözle görülür düzelmeler ortaya çıkmaya başladı. Ekonomik veriler de buna bağlı olarak pozitif yönde evrilmeye başladı. Artış sadece ekonomik bir başarı değil, aynı zamanda ülkenin geleceği için de önemli bir işaret taşıyor.

Öncelikle, artan ihracat rakamları Türkiye'nin ekonomik çeşitliliğini ve rekabet gücünü ortaya koyuyor. Farklı sektörlerdeki firmaların uluslararası pazarlarda başarılı olması, ülkenin ekonomik temellerinin sağlam olduğunu gösteriyor. Bu da Türkiye'nin sadece belirli bir sektöre bağımlı olmadığını ve çeşitli alanlarda rekabet edebilir durumda olduğunun açık bir göstergesi.

İhracattaki artış, Türkiye'nin uluslararası arenada daha fazla tanınmasına ve itibar kazanmasına da katkı sağlıyor. Dünya genelinde daha fazla ülkeye ürün ve hizmet sunmak, Türkiye'nin küresel bir oyuncu olarak konumunu güçlendiriyor ve uluslararası ilişkilerde daha etkili bir rol oynamasını da sağlıyor.

Ayrıca, artan ihracat Türkiye'nin ekonomik büyümesine de olumlu yansıyor. İhracattaki artış, üretim ve istihdamı arttırarak ekonominin canlanmasına katkı sağlıyor. Bu da iç talebi destekleyip, genel refah düzeyini yükseltiyor.

Ancak, artan ihracatın sürdürülebilir olması için uzun vadeli bir stratejiyle desteklenmesi gerekir. Maliye Bakanı Sn. Mehmet Şimşek'in kazandırdığı bu ivme desteklenebilirse Türkiye için son zamanlarda özellikle ekonomideki kötü gidişat olumluya ciddi bir şekilde evrilecek gibi görünüyor. Hükümetin özellikle dış ticaret konusunda kaliteli ürünlerin üretimi, pazar araştırmalarına dayalı stratejilerin belirlenmesi ve lojistik altyapının güçlendirilmesi gibi faktörleri göz önünde bulundurarak ihracatın sürekliliğini sağlamak adına adımlar atması önemlidir.

Yazımı toparlayacak olursam, Türkiye'nin artan ihracat rakamları ülkenin ekonomik büyümesi, uluslararası rekabet gücü ve küresel etkisinin artması açısından önemli bir gösterge olarak karşımıza çıkıyor. Ancak, bu başarının sürdürülebilir olması ve gelecek için daha da güçlenmesi için gerekli adımların atılması gerekmektedir. Bunun için Hükümetin son dönem politikalarına sıkı sıkıya bağlanması ve her koşulda başarıya ulaşmak için süreci devam ettirmesi gerekiyor. Bu konuda şu ana kadar oldukça başarılı olduğunu söylemeden de geçmek istemiyorum. 
Haftaya görüşmek dileğiyle....

13 Mayıs 2024
Türkiye, İsrail'e "dur" dedi 

Türkiye'nin İsrail ile ticari ilişkilerini sonlandırma kararı, bölgesel politikayı ve ekonomiyi etkileyen önemli bir adım. Başlıkta, "Türkiye İsrail'e 'dur' dedi " dememdeki mantık, bu. Bu kararın İsrail'i hem ekonomik hem de politik olarak zorlayacağı ve Gazze için bir çıkış kapısı olabileceğini düşünüyorum.

Öncelikle, Türkiye'nin İsrail ile olan dış ticaretini sonlandırma kararının, İsrail ekonomisi üzerinde önemli bir etkiye sahip olacağını biliyorum. Türkiye, İsrail'in önemli bir ticaret ortağıydı ve bu ilişkinin sona ermesi, İsrail'in ticaret dengesini olumsuz etkileyecek. Alternatif bulma durumu var ama İsrail bu işten kesinlikle zararlı çıkacak. Özellikle çelik, kimyasal mamüller, tarım ürünleri ve teknoloji alanındaki ihracatında Türkiye'ye bağımlı olan İsrail, yeni pazarlar bulmakta zorlanacak.

Bununla birlikte, Türkiye'nin adımıyla, Gazze için bir çıkış kapısı olma potansiyeli var. Türkiye'nin insani yardım ve ticaret yoluyla Gazze'ye destek verme geçmişi göz önüne alındığında, aradaki ticaretin sonlanması, Gazze'ye yönelik yardımların artmasına ve bu bölgeye olan uluslararası desteğin güçlenmesine katkı sağlayabilir. Bu, coğrafyada İsrail'e karşı güçlü bir ekonomik yaptırımın ön ayağı olabilir.

Ancak, bu adımın İsrail ile Türkiye arasındaki politik ilişkilere de olumsuz etkisi olabilir. İki ülke arasındaki ilişkilerin daha da gerilmesine ve bölgesel istikrarsızlığa yol açabilecek potansiyel bir krize yol açabilir. Bununla birlikte, Türkiye'nin bu adımıyla İsrail'in uluslararası arenadaki konumunu zayıflatabileceği ve Filistin meselesindeki çözüm arayışlarında Türkiye'nin rolünü güçlendirebileceği de göz ardı edilmemelidir.

Sonuç olarak, Türkiye'nin İsrail ile ticaret ilişkilerini sonlandırma kararı, hem İsrail hem de bölgesel politika üzerinde önemli etkilere sahip olabilir. Bu adımın İsrail'i ekonomik ve politik olarak zorlamasıyla birlikte, Gazze'ye olan yardımları artırarak bu bölgeye umut ve destek sağlama potansiyeli bulunmaktadır. Ancak, bu adımın bölgedeki politik ve ekonomik dengeyi nasıl etkileyeceğini yakından takip edip göreceğiz. Sadece Türkiye'nin bu adımla İsrail'in hiç beklemediği baskıyı oluşturmaya başladığını görmek gerekiyor.

7 Mayıs 2024
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Irak ziyareti üzerine...

Geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Irak'ı ziyaret etti ve bir dizi temasta bulundu. Bu ziyarette daha çok siyasi konuların görüşüldüğü gibi bir algı oluşsa da ziyaret, temelde Türkiye için gelecekte büyük önem taşıyan bir projenin önemli ayaklarının bir ara geldiği bir buluşmaydı. Bu proje Türkiye-Irak Kalkınma Yolu Projesi olarak lanse ediliyor ve  son yılların en önemli altyapı girişimlerinden biri olarak öne çıkıyor. 

Söz konusu proje, Türkiye'nin ekonomik ve stratejik açıdan önemli bir adımı olarak değerlendirilmekte. Özellikle Çin'in "Kuşak ve Yol Girişimi" ile bağlantılı olarak ele alındığında, proje hem bölgesel hem de küresel düzeyde önem kazanıyor.

Peki nedir bu Kalkınma Yolu Projesi?

Türkiye, coğrafi konumu nedeniyle Asya ile Avrupa arasında köprü konumunda bulunuyor. Bu durum, ülkeyi bölgesel bir ekonomik güç haline getiriyor ve ticaretin merkezi konumuna yerleştiriyor. Türkiye-Irak Kalkınma Yolu Projesi, bu stratejik konumu daha da güçlendirecek bir proje olarak ortaya çıkıyor. Proje, Türkiye'nin Irak ile olan ticaretini artırarak bölgesel ekonomik entegrasyonu teşvik ediyor. Ayrıca, Irak'ın yeniden inşası ve kalkınması için kritik bir rol oynayarak, bölgede istikrarı destekliyor.

Türkiye-Irak Kalkınma Yolu Projesi, temelde Türkiye ile Irak arasında yapılan bir altyapı projesi. Bu proje, Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nden başlayarak Irak'a kadar daha sonraki süreçte ise Avrupa ile bağlanacak bir otoyol ve demiryolu ağı inşa etmeyi amaçlamakta.

Proje, ticaretin ve ulaşımın kolaylaştırılması, ekonomik kalkınmanın teşvik edilmesi ve bölgesel iş birliğinin artırılması gibi hedeflerle yürütülmekte. Bu yol aynı zamanda Türkiye'nin Orta Doğu ile olan ekonomik ve stratejik bağlarını güçlendirerek bölgede daha etkin bir rol oynamasına da katkı sağlamakta.

Ancak Türkiye-Irak Kalkınma Yolu'nun önemi sadece bölgesel değil, aynı zamanda küresel bir boyuta da sahip. Özellikle, Çin'in "Kuşak ve Yol Girişimi" ile ilişkilendirildiğinde, proje, küresel ticaretin ve ekonomik entegrasyonun daha geniş bir parçası haline geliyor. Çin'in bu girişimi, Asya'yı Avrupa ve Afrika ile bağlamayı hedefliyor ve bu bağlamda Türkiye'nin konumu çok kritik bir rol oynuyor. Türkiye-Irak Kalkınma Yolu, Çin'in bu genişlemesine katkıda bulunarak küresel ticaretin ve ekonomik ilişkilerin güçlenmesine yardımcı oluyor.

Dahası, Türkiye'nin bu proje üzerindeki etkisi sadece ekonomik değil, aynı zamanda siyasi ve stratejik açıdan da önemli. Proje, Türkiye'nin bölgesel liderlik rolünü pekiştiriyor ve ülkeyi Orta Doğu'da daha fazla etki sahibi yapıyor. Ayrıca uluslararası alanda itibarını artıran Türkiye'nin proje aracılığıyla, bölgesel istikrarı ve güvenliği teşvik etme yeteneği de artıyor

Sonuç olarak, Türkiye-Irak Kalkınma Yolu Projesi, sadece bölgesel değil, aynı zamanda küresel düzeyde de büyük önem taşıyor. Özellikle Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi ile bağlantılı olarak ele alındığında, proje, Türkiye'nin ekonomik, siyasi ve stratejik açıdan rolünü güçlendiriyor ve küresel ekonomik entegrasyona katkı sağlıyor.

Bu nedenle, proje üzerindeki çalışmaların hızla ilerlemesi ve bölgesel iş birliğinin artması, Türkiye'nin ve bölgenin kalkınması için kritik bir adım olacaktır.

29 Nisan 2024
Orta Doğu'nun iki uslanmazı: İsrail ve İran arasındaki gerilimden kimler ne kazanıyor?

Bu aralar yatıyoruz, kalkıyoruz; İsrail ve İran'ın atışmalarına tanık oluyoruz. Orta Doğu'da uzun süredir devam eden gerilimlerin odak noktası haline gelen İsrail ve İran arasındaki çatışmalar, sadece bölgenin siyasi dengelerini etkilemekle kalmıyor, aynı zamanda her iki ülkenin iç ve dış politikalarında güçlenmeyi amaçlayan bir dinamizm sağlıyor.

Bu çatışmalar, sadece askeri alanda değil, ekonomik ve stratejik olarak da önemli sonuçlara yol açıyor.

Özellikle bu iki ülkenin çatışması çok farklı amaçlar barındırıyor!

İçinde ekonomik ve siyasi beklentilerin çok olduğu bir çatışma. Bu köşe yazımda bu iki ülke için ayrı birer analiz yapmak istedim. İki ülkenin çok da masum sayılmayacak amaçlar güttüğünü görüyorum.

Önce İsrail'den başlayalım: Bu işten kazancı ne?

İsrail, tüm Filistin topraklarını işgal etmek dışında bir de İran'ın bölgedeki nüfuzunu sınırlamak için bir dizi strateji izliyor. Bu stratejilerin başında, İran destekli gruplara karşı askeri operasyonlar ve bölgesel müttefiklerle iş birliği geliyor.

Bu çatışmalar, İsrail'in askeri güvenliğini sağlamak adına, hükümetin de iç siyasette güçlenmesine katkı sağlıyor. Netanyahu hükümeti, İran'ı bir tehdit olarak göstererek muhalefeti ve eleştirileri baskılamayı belli oranda başarıyor.

Fakat son zamanlarda çok fazla da eleştiriliyorlardı. Bu eleştiriler İran gerilimi ile azalmaya başladı. Yani İsrail hükümeti bu gerilimden sürekli kârlı çıkıyor.

Ayrıca İran tehdidi kullanılarak, hükümet Batılı ülkelerle ilişkilerde diplomatik destek bulma fırsatları da yakalıyor.

Ekonomik olarak ise silah ve savunma sanayiindeki güçlü konumu, bölgedeki gerilimlerden kazanç elde etmesini sağlıyor.

Peki İran'ın bu çatışmalardan kazancı ne?

İran, bölgedeki çatışmaları kendi lehine kullanarak hem içeride hem de dışarıda güçlenmeyi hedefliyor. İsrail'e karşı bölgesel müttefiklerle iş birliği yaparak, bölgede etkin bir aktör olarak konumunu pekiştiriyor.

Ayrıca, İran'ın yönetimine de, bölgesel güç olarak algılanmalarının verdiği güçle, iç muhalefeti bastırma imkanı doğuyor.

Ekonomik olarak ise gerilimin artması, İran'ın bölgedeki enerji kaynakları üzerindeki etkisini artırmasını, buna bağlı olarak da ekonomisini güçlendirmesini sağlıyor.

Gerilimin petrol ve doğal gaz fiyatlarını "her zaman" artırdığı söylemek mümkün.

Sonuç olarak, İsrail ve İran arasındaki gerilim, sadece bölgesel denklemleri değil, küresel siyaseti de etkileyen önemli bir faktör haline gelmiş durumda. Her iki ülke de bu gerilimden çıkar sağlamaya çalışırken, bölgedeki istikrarsızlık ve çatışma ortamının sürmesi, uluslararası toplum için de ciddi tehdit oluşturuyor; özellikle de Türkiye için.

Bu nedenle Türkiye'nin, içerisine uluslararası toplumu da dahil ederek, bu çatışmaları çözme ve bölgede barışı tesis etme yönünde daha aktif rol üstlenmesi gerekiyor.

Ayrıca Filistin konusuna Türkiye'nin duyarlılığını kaybetmemesi çok önemli!

Haftaya görüşmek dileğiyle...

22 Nisan 2024
Vatandaş düşünceli, yapmak lazım!

Son yıllarda Türkiye ekonomisi, vatandaşların alım gücünü olumsuz etkileyen birçok zorluğa maruz kaldı.

Bu bayramda ben de memleketim olan Batman'a gittim. Orada eş-dost birçok kişi ile bir araya gelme fırsatı buldum. Fakat doğrusunu söylemem gerekirse, bu sohbetlerde önemli bazı anekdotlara ulaştım.

Burada, içlerinde tamamı farklı kurumlarda olan bir daire başkanı, bir il müdürü, bir siyasetçi, bir ordu personeli ve bir iş adamının olduğu bir sohbette ilginç bazı tespitler elde etme imkanım oldu. Doğrusu, şimdi bahsedeceğim tespitler hakkında çokça bilgim vardı. Ama en azından önem sırasını öğrenme imkanı buldum. 

Tamamı üst gelir grubu sayılabilecek meslek mensubu bu kişilerden il müdürü, kendi kızını üniversitede okumakta zorlandığını, masrafları fazla diye kızına okulu bırakıp tekrar sınava girip kendi memleketinde okumasını istediğini üzülerek söylüyordu. Daire başkanı artık eve et alırken iki defa düşündüğünü, günlük ihtiyaçları bile karşılamakta zorlandığını ifade ediyordu. Dahası bir ev ya da araba almanın artık ne kadar imkansız olduğunu vurguluyorlardı. Çoğu ev veya arabası olduğuna şükredip, bugün olsa alamayacaklarını söylüyordu.

EKMEK ALMAKTA BİLE ZORLANANLAR VAR

Peki ya bugün çalışmaya başlayan ne yapacak?

Ekmek fiyatının 15 TL'ye ulaştığını, bir emeklinin günlük sadece ekmek tüketirken bile zorlandığını anlatıyordu ortamdakiler... Aslında bu zorlukların üstesinden gelmek için atılacak adımlar mevcut. Özellikle, vatandaşların temel ihtiyaçlarını karşılamasını sağlamak adına devletin müdahale etmesi gereken alanlar olduğunu düşünüyorum.

TOKİ DAHA FAZLA İŞİN İÇİNE GİRMELİ

Gündelik yaşamımızda vazgeçilmez olan ev, araba ve temel gıda ürünlerinin, vatandaşların büyük bir kısmının erişiminde zorluklar yaşadığı alanlar olduğunu biliyorum. Bu ürünlerin fiyatlarının düşürülmesi, vatandaşların alım gücünü artırmak için atılacak bir adım, önemli bir ilk adım olacaktır. Her konuda değil ama ilk ev veya arabasını almak isteyenlere devlet desteği ile uzun vadeli ve ucuz kredi desteği verilebilir.

Bu TOKİ eli ile yapılabilir. Daha uzun vadede daha ucuz ödeme koşulları ile herhangi bir şarta bağlı olmaksızın evi veya arabası olmayan kişilere verilebilir. Bu yapılırken yerli araç alımı da teşvik edilebilir. Sonuçta amaç bağcıyı dövmek değil, üzüm yemek. Çünkü, AK parti hükümeti döneminde TOKİ'nin bu konuda başarılı çalışmaları geçmişte olmuştu.

ZAMAN KAYBETMEDEN YAPILMALI

Özellikle et, ekmek, su ve süt gibi temel gıda ürünlerinin fiyatlarının indirilmesi, aile bütçelerine ciddi bir nefes aldıracaktır. Bu adım, özellikle dar gelirli ailelerin yaşam standartlarını yükseltecek ve ekonomik olarak daha güçlü olmalarını sağlayacaktır. 500 - 600 TL fiyatlarla kırmızı et almak, yerine gerekirse vatandaşı zorlayan bu tarz gıda ürünlerine özel, ithalatın önü açılarak ülkeye ucuz et girmesi sağlanabilir. Aynı şey süt ve ekmek için de geçerli... Temel gıdaya bile düzgün ulaşamazken, büyük hedefler koymak, vatandaşın endişelerinin anlaşılmadığı algısını ortaya koyuyor.

Devletin bu konuda alacağı kararların ve uygulayacağı politikaların sadece fiyatları düşürmekle sınırlı kalmaması gerekiyor. Aynı zamanda gelir dağılımındaki adaletsizliği gidermek için vergi politikalarında da reformlar yapılması gerekiyor.

Vergi toplamak devletler için  önemli bir faaliyettir. Fakat vatandaşını bu kadar zorlayacak vergiler koymak mı, yoksa az vergi çok emek mi derseniz; ben, az vergiden yanayım.

Dahası toplumun büyük kesiminde kamuda ciddi bir liyakatsizlik olduğu algısı hakim. Bu endişelerin ortadan kalkması gerekiyor. Böylece, daha adil bir ekonomik ve sosyal yapı oluşturulabilir ve herkesin daha iyi bir yaşam standardına sahip olması sağlanabilir.

Bunları yazarken özellikle hükümetin vatandaşların alım gücünü artırmak için acil adımlar atması gerektiğini vurgulamak için bu yazıyı kaleme alıyorum. Çünkü, vatandaş sesinin cumhurbaşkanına ulaştırılamadığını düşünüyor. Devletin, ev, araba, temel gıda ürünleri gibi hayati malzemelerin fiyatlarını düşürme ve gelir dağılımındaki adaletsizliği giderme konusunda kararlı bir şekilde hareket etmesi gerekiyor. Bu, sadece ekonomik olarak daha güçlü bir Türkiye için değil, aynı zamanda daha adil bir toplum için de önemli.

Bu haftaki yazıma burada son verirken, Türkiye’nin başarılı bir ekonomi politikası yürütürken, vatandaşı da kollayan bazı adımlarla öne çıkması gerektiğini belirtmek istiyorum.

Haftaya görüşmek dileği ile.

15 Nisan 2024
"Kayfor 24" ve onun üstüne gelen İsrail kısıtlamaları

Merhaba, değerli okurlarım. Tunceli Munzur Üniversitesi'nin ev sahipliğinde 16-18 Mayıs tarihleri arasında düzenlenecek Türkiye'nin en önemli forumlarından biri olan

Uluslararası Kamu Yönetimi Forumu'na (KAYFOR 24) oturum başkanı olarak katılacağım. 

Bu toplantı öncesi, sizler için bu yazıyı kaleme alıyordum ki önüme, Türkiye’nin bazı ürünlerde İsrail’e

dış ticaret kısıtlamaları

getirdiği haberleri düştü.

Ayrıntıları okurken, benim de panelde değineceğim konular olduğundan, bu yazıda da bunlara biraz değinmek istedim.

Ancak öncesinde şunu vurgulamak istiyorum: Bu forum önemli; çünkü kamu yönetimi disiplini ve kamu yönetimi teşkilatı konularında siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel boyutlarda temel dinamikleri inceleyerek, yeni sorunları ve tartışma alanlarını belirleyecek bir forum bu.

Bu forum ayrıca, politika üretme sürecinden çıkan kurumsal yapıları ve bu yapıların kamu yönetimine getirdiği yeni yaklaşımları tartışmayı da amaçlıyor. İşte tam da bu yüzden bu forum benim için "dış ticaretin bir politika aracı olarak kullanılabileceği konusu"nun tartışılabileceği bir forum olma potansiyeli taşıyor.

Aslında benim de ele alacağım konu tam da buydu zaten. Ve şu soruları tartışmak istediğim bir mecra olması dolayısıyla bu forumu önemsiyorum:

"Kamu yönetimi disiplini dış ticarette kullanılabilir mi?", "Uluslararası politikalar dış ticaret ile şekillendirilebilir mi?"

 

Bu soruların cevabı, hem evet hem de hayır!

Türkiye'nin İsrail'e uyguladığı ticaret kısıtlamaları uluslararası bir tepki yaratabilir mi?

Türkiye'nin İsrail'e getirdiği bu son uluslararası ticaret kısıtlamaları, İsrail'in Gazze'ye uyguladığı politikaları protesto etme amacı taşıyor. Ancak, bu kısıtlamaların sadece ekonomik etkileri değil, aynı zamanda uluslararası alanda baskıları yoğunlaştırma potansiyeli de bulunuyor.

Ticaret kısıtlamalarının İsrail'in Gazze'ye uyguladığı politikaları sorgulama ve değişime zorlama amacı taşıdığı açık. Bu kısıtlamaların İsrail'de kamuoyunu harekete geçirerek, uluslararası baskıların artmasına katkı sağlayabileceğini düşünüyorum.

Ancak, bu tür adımların uluslararası ilişkilerde nasıl bir etkiye sahip olacağı ve hangi sonuçları doğuracağı tartışmalı bir konu. Başarı sağlayabilecekken, geçmiş deneyimler, karşı bir tepki getirme durumu gelişebileceğini de göstermekte.

Özellikle, Türkiye'nin bu tür politikalarla uluslararası arenada nasıl bir rol üstleneceği ve bu adımların hangi stratejik hedeflere hizmet ettiği önemli bir soru işareti olarak duruyor. Buna karşın bu tür adımların uluslararası baskıları yoğunlaştırma potansiyeli taşıdığı da açık bir şekilde görülüyor.

Ben, Türkiye'nin İsrail'e uyguladığı ticaret kısıtlamalarının sadece ekonomik etkilerle sınırlı kalmayabileceğini, uluslararası baskıları yoğunlaştırma potansiyeli taşıdığını da düşünüyorum.

Fakat, bu tür politikaların uzun vadeli etkileri ve sonuçları henüz netlik kazanmış değil. Bu nedenle, uluslararası ilişkilerdeki bu tür adımların dikkatle takip edilmesi gerekiyor.

Kısıtlamalarla beraber uluslararası kamuoyuna baskı oluşturmaya çalışmak, sürecin Türkiye’nin dış diplomasisi açısından da destekleyici olabilir. Özellikle dış ticareti belli konularda kısıtlamaya çalışmak karşıda belli bir baskı oluştururken, imzaladığımız uluslararası anlaşmalar ve bağlı olduğumuz Dünya Ticaret Örgütü nezdinde bazı uyarılar almamıza sebep olabilir. Hatta başka ülkelerin de başka ürünlerinde bize kısıtlama getirmesine sebep olabilir.

Biraz daha açacak olursak, küresel ticaret hacminin arttırılması amacıyla ülkeler tarafından önce 1948 yılında Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT) anlaşması imzalanmış, ilerleyen süreçte bu anlaşma yerini 1995 yılında Dünya Ticaret Örgütü'ne (DTÖ) bırakmıştır.

Ülkelerin oluşturduğu bu iki oluşumun amacı, uluslararası ticareti kısıtlayan önlemlerin ortadan kaldırılarak küresel ticaret hacminde artışın sağlanması ve serbest ticaretin ülkeler tarafından benimsenmesini sağlamaktı.

Bu durum karşısında, dış ticarette korumacı politikaları benimseyen ülkeler, başka ülkeleri de alternatif korunma önlemleri almaya itebilir.

Tabii bu durum, Türkiye’nin aleyhine de dönebilir.

Bu yüzden, kısıtlamalarla beraber hızlı bir şekilde uluslararası kamuoyunu İsrail aleyhine caydırıcı kararlar almaya teşvik edecek adımları atmamız gerekiyor.

 

Türkiye'nin Birleşmiş Milletler ve ABD'ye uygulayacağı diplomatik baskılarla İsrail’e geri adım attırmaya çalışması ve uluslararası ilişkilerde İsrail’i yalnızlaştırma politikası gütmesi, bence daha etkili sonuçlar doğurabilir. Bu adımın etkilerini izleyip, göreceğiz… Haftaya görüşmek dileğiyle..

9 Nisan 2024
Yerel seçimlerin ardından çıkartılacak dersler; Çuvaldızı kendine, iğneyi başkasına..

Son yerel seçimler, Türkiye için önemli bir dönüm noktası oldu. Cumhuriyet halk partisi (CHP) uzun yıllardır elde edemediği bir başarı elde etti. Burada kendi içinde yaşadığı değişimin katkılarından bahsetmek mümkündür. Fakat sonuçlar bana göre muhalefetin başarısından çok iktidarın yanlış tercih ve son dönem gelişmelerinden kaynaklanıyor. Seçim öncesi güneydoğu illerinde yaptığım görüşmeler Ak parti için iyi sonuçların gelmeyeceğinin apaçık bir şekilde ortada olduğunu söylemem gerekiyor... Genel seçimler öncesi ortaya çıkan tablo Ak Parti cephesinde teşkilatlarda ciddi bir değişim olması ihtimalinin arttığını ortaya koyuyor. Bu seçimler, sadece belirli bir siyasi partinin zaferi değil, aynı zamanda toplumun önceliklerine ve beklentilerine dair bir mesajdı. Çuvaldızı kendine, iğneyi başkasına dememdeki mantıkta budur. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın seçim sonrası balkon konuşmasından uyarıyı aldık mesajı vermesi seçim sonrası Ak Parti için iyi bir başlangıç oldu. bundan sonra seçim sonuçlarından çıkarılacak dersler ve ortaya çıkan öncelikler, önümüzdeki dönemin şekillenmesinde belirleyici olacaktır.

Bu önceliklerden birincisi ve en önemlisi, ekonomik kalkınma ve refahın sağlanmasıdır. Seçim kampanyaları boyunca adaylar, ekonominin canlandırılması, işsizlikle mücadele ve gelir dağılımının adaletli hale getirilmesi gibi konuları ön plana çıkardılar. Özellikle emeklilerin ve memurların yaşam koşullarının yüksek enflasyon çok fazla bozulduğunu söylemek doğru olacaktır. Akademisyenler bile bu gün geçim kaygısı ile karşı karşı karşıya iken diğer meslek gruplarını düşünemiyorum. Ancak, seçimler bittikten sonra da bu konuların önceliği devam etmelidir. Halkın gelir ve refah seviyelerinin artırılması için somut adımlar atılmalı, ekonomik istikrar sağlanmalı ve yatırım ortamı iyileştirilmelidir.

İkinci olarak, insan hakları ve adalet konularına daha fazla önem verilmelidir. Yerel yönetimler, halkın temel haklarını korumak, adaleti sağlamak ve toplumsal huzuru temin etmek için önemli bir role sahiptir. Seçim sonrasında, bu konuların göz ardı edilmemesi ve üzerine titizlikle durulması gerekmektedir. Herkesin eşit haklara sahip olduğu, yargının bağımsızlığının güvence altına alındığı bir toplum için çaba gösterilmelidir.

Üçüncü olarak, uluslararası meselelere duyarlılık gösterilmelidir. Filistin meselesi gibi uluslararası konular, sadece bölgesel değil, aynı zamanda küresel bir öneme sahiptir. Yerel seçimlerde bu tür konuların gündeme gelmesi ve doğru adayların seçilmesi önemlidir. Türkiye'nin uluslararası arenada barış, adalet ve insan hakları için aktif bir şekilde çaba göstermesi, toplumun ortak sorumluluğudur.

Sonuç olarak, yerel seçimler sadece siyasi partiler arasında bir yarış değil, aynı zamanda toplumun geleceğine dair bir rehberdir. Ekonomik kalkınma, insan hakları ve uluslararası ilişkiler gibi konuların önemsenmesi, Türkiye'nin daha adil, daha güçlü ve daha barışçıl bir geleceğe doğru ilerlemesini sağlayacaktır. Ayrıca halka rağmen aday tercihleri bunca olumsuzlukla birleştiğinde toplumda ciddi tepkileri beraberinde getiriyor diyerek sözlerimi burada noktalıyorum. Seçimlerin ülkemiz için hayırlara vesile olmasını diliyorum.

1 Nisan 2024
Seçim sonrası Türkiye'de döviz kurunda ve borsada durum ne olacak? 

Merhaba kıymetli okurlarım. Bu aralar Türkiye'de hangi şehirde yada mekanda olursanız olun. Konu yerel seçim. Tabi yerel seçim sonrasında gerçekleşmesi beklenen ekonomik değerlendirmelerde cabası. Yani yerel seçimlerin ardından Türkiye'de döviz kurları ve borsa üzerinde oluşabilecek etkiler yakından takip ediliyor. Peki seçimden sonra ne olacak. Seçim sonuçlarından sonra  ekonomik belirsizliklerin azalması ve politik istikrarın sağlanması beklenirken, döviz ve borsanın nasıl tepki vereceği toplumda ciddi bir merak konusu.

DOLAR 40 TL'Mİ OLACAK?

Döviz kurları, yerel seçimler öncesinde ve sonrasında genellikle oynaklık gösterir. Özellikle Kamuoyunda dolaşan bir doların 40 TL olacağı mevzusu var.  Tabi farazi bir söylem bu. Ayrıca  gerçeklik payı çok yok açıkçası. Bunun için şuan uygun bir ortamda yok.

Çünkü, merkez bankasının faiz oranında 500 baz puanlık genişlemesinden sonra çok olumsuz bir durum gelişmez ise, bu çok mümkün görünmüyor.

En azından kısa vadede. 

Fakat seçim ile ilgili bir değerlendirme yapmam gerekirse, seçim öncesi dönemde artan belirsizlikler ve spekülasyonlar, döviz kurlarında yükselişlere neden olabilir. Ancak, seçim sonrasında siyasi istikrarın sağlanması ve ekonomik politikalara yönelik açıklamaların netleşmesi, döviz kurlarında daha istikrarlı bir seyir beklenmesine sebep olacaktır. Özellikle, Merkez Bankası'nın para politikaları ve döviz piyasasına müdahaleleri, döviz kurlarının seyrinde belirleyici olacaktır.

SEÇİM SONRASI BORSA

Borsa ise genellikle siyasi ve ekonomik belirsizliklere duyarlıdır. Seçim öncesi dönemde borsalarda dalgalanmalar yaşanabilirken, seçim sonrasında politik istikrarın sağlanması ve ekonomiye dair olumlu sinyallerin verilmesiyle birlikte borsa endekslerinde yükselişler görülebilir. Ancak, yatırımcıların seçim sonrası açıklamaları ve politika yönelimini dikkatle takip etmeleri önemlidir. Özellikle, ekonomik reformların hızlandırılması ve yapısal sorunlara çözüm odaklı yaklaşımların benimsenmesi, borsaların olumlu bir şekilde tepki vermesini sağlayabilir.

YAKINDAN TAKİP EDİLMELİ

Sonuç olarak, yerel seçimlerin ardından Türkiye'de döviz kurları ve borsa üzerindeki etkiler yakından takip edilmelidir.

Siyasi istikrarın sağlanması ve ekonomik politikaların belirlenmesi, döviz kurları ve borsa endekslerinin seyrini belirleyecek önemli faktörlerdir. Ancak, uluslararası piyasalardaki gelişmeler ve küresel ekonomik koşullar da dikkate alınarak, dengeli bir değerlendirme yapılmalıdır. Özellikle bu yıl içerisinde Amerika'nın faiz indirimine gitmesi beklemekte, bu gerçekleşirse ABD dışında döviz kurlarında ve Borsalarda daha ılımlı bir hava seyredebilir. Ayrıca Altında yukarı doğru bir seyir ve trend başlayabilir.

KEMER SIKMA DÖNEMİ BAŞLAYABİLİR!

Ama önümüzdeki yazılarımda özellikle değinmeği düşündüğüm bir kripto paralar mevzusu var. ABD tarafında faizde başlayacak bir gelişme kripto paralarda tekrar hareketli bir dönemin başlamasına sebep olabilir. Tüm bu süreçler bu yıl iyi izlenmelidir.

Seçim sonra süreçte ise bence para politikalarında bir kemer sıkma dönemi başlayabilir

. Özellikle depremde oluşan ekonomik yük seçim öncesi çok önemsenmemiş olsa da, seçimden sonra kamuda daha sıkı bir ekonomik  dönem başlayabilir. İzleyip göreceğiz.

Haftaya görüşmek dileği ile...

25 Mart 2024
Türkiye'nin enflasyonist eğilimleri nasıl sona erdirilebilir? 

Bunları başarmadan mümkün değil….

Merhaba kıymetli okurlarım. Hepinizi bu ilk yazım ile en kalbi duygularımla selamlıyorum. Bundan sonra her çarşamba günü sizlerle yeni yazılarımla ulusal ve uluslararası ekonomik gelişmeleri toplumsal beklentileri ve özellikle dış ticaret konusundaki gelişmeleri değerlendirmeye çalışacağız. 

Bugün sizlerle son birkaç yıldır Türkiye’nin içine girdiği enflasyon sarmalı üzerinden biraz konuşmak istiyorum. Özellikle maliye bakanı Sn. Mehmet Şimşeğin göreve getirilmesinden sonra vatandaşın lehine olumlu yönde göze çarpan enflasyonist etkinin azaldığından bahsetmek mümkün. Fakat son yıllarda Türkiye, enflasyonla mücadelede zorlu bir süreçten geçiyor. Yüksek enflasyon oranları, ekonomik istikrarı tehdit ediyor ve halkın yaşam standartlarını olumsuz etkiliyor. Peki, Türkiye'nin son zamanlardaki enflasyonist eğilimleri nasıl sona erdirilebilir? İşte bu yazımızda bu konuyu tüm yönleri ile ele almaya çalışacağım.

Son yıllarda Türkiye'de enflasyon, ekonomik istikrarı tehdit eden önemli bir sorun haline geldi. Peki, bu yüksek enflasyonun temel nedeni ne?

Bu sorunun cevabını anlamak, ekonomik politikaların doğru bir şekilde belirlenmesi ve uygulanması için kritik öneme sahiptir.

Öncelikle, enflasyonun en temel nedenlerinden biri talep ve arz dengesizlikleridir. Türkiye'de yaşanan ekonomik dalgalanmalar, talep artışıyla birlikte fiyatların yükselmesine neden olurken, üretimdeki arz kısıtları da enflasyonu artırıcı bir etken olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle döviz kurlarındaki dalgalanmalar ve ithalata dayalı üretim süreçleri, arz tarafında belirgin sorunlar oluşturuyor.

İkinci olarak, mali ve parasal politikaların etkisi enflasyon üzerinde belirleyicidir. Özellikle mali disiplinin sağlanamaması ve bütçe açıklarının kontrol altına alınamaması, enflasyonu tetikleyen faktörler arasında yer alır. Benzer şekilde, para politikasındaki belirsizlikler ve gevşeklikler de enflasyonist baskıların artmasına katkı sağlar.

Üçüncü olarak, döviz kurlarındaki dalgalanmalar ve dış ticaret dengesizlikleri enflasyonu olumsuz etkileyen bir diğer faktördür. Türkiye'nin dışa bağımlı bir ekonomi olması, özellikle döviz kurlarındaki ani değişimlerin iç piyasaya olan etkilerini artırır. Döviz kurlarındaki artışlar ithal girdi maliyetlerini yükseltirken, dış ticaret açığı da enflasyonu olumsuz etkileyen bir diğer faktör olarak karşımıza çıkar.

Son olarak, yapısal sorunlar ve rekabet eksikliği enflasyonun köklerini derinleştiren etmenler arasında yer alır. Özellikle rekabetçi olmayan piyasaların varlığı, fiyatların serbestçe oluşmasını engeller ve enflasyonist baskıları artırır.

Türkiye'de enflasyonun temel nedenlerini anlamak, bu sorunla mücadelede etkili politikaların belirlenmesine ve uygulanmasına yardımcı olabilir. Mali disiplinin sağlanması, para politikasındaki tutarlılık, dış ticaret dengesinin iyileştirilmesi ve yapısal reformların gerçekleştirilmesi, enflasyonun kontrol altına alınması için atılacak adımlar arasında yer almalıdır. Ancak bu adımların uzun vadeli ve sürdürülebilir olması, enflasyonla mücadelede başarıyı getirecektir.

Enflasyon, ekonomik istikrarın temel taşlarından biridir ve etkili bir şekilde yönetilmediğinde ciddi sosyo-ekonomik sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle, Türkiye'nin enflasyonla mücadelede kararlı ve etkili adımlar atması, ekonomik refahın ve istikrarın sağlanması için hayati öneme sahiptir.

Enflasyonla Mücadelede Etkin Para ve Maliye Politikaları çok önemli

Enflasyon, bir ekonominin istikrarını tehdit eden önemli bir sorundur ve etkin bir şekilde kontrol altına alınması ekonomik refahın sağlanması için kritik öneme sahiptir. Bu bağlamda, enflasyonla mücadelede etkin para ve maliye politikalarının uygulanması, ülke ekonomilerine çeşitli katkılar sunar.

Öncelikle, etkin para politikaları enflasyonun kontrol altına alınmasında önemli bir araç olarak karşımıza çıkar. Merkez bankalarının para politikalarıyla, faiz oranlarının belirlenmesi ve para arzının yönetilmesi gibi önlemler alınarak enflasyonist baskılar kontrol altına alınabilir. Özellikle sıkı para politikaları, talep artışını sınırlayarak enflasyonun düşmesine katkı sağlayabilir. Ancak bu politikaların aynı zamanda ekonomik büyümeyi de olumsuz etkileyebileceği unutulmamalıdır. Bu nedenle, dengeli bir para politikası izlenmesi önemlidir.

Maliye politikaları da enflasyonla mücadelede etkili bir rol oynar. Özellikle bütçe disiplininin sağlanması ve bütçe açıklarının kontrol altına alınması, enflasyonun önlenmesinde önemli bir adımdır. Maliye politikalarıyla bütçe açıklarının azaltılması, kamu harcamalarının kontrol edilmesi ve vergi politikalarının etkin bir şekilde uygulanmasıyla enflasyonist baskılar hafifletilebilir. Ayrıca, vergi reformları ve mali yapısal düzenlemeler de enflasyonla mücadelede etkili olabilir. Örneğin, vergi sisteminin daha adil ve verimli hale getirilmesi, enflasyonun sebeplerinden olan gelir dağılımındaki adaletsizlikleri azaltabilir.

Etkin para ve maliye politikalarının uygulanması sadece enflasyonla mücadelede değil, aynı zamanda ekonomik istikrarın sağlanması ve sürdürülebilir büyümenin desteklenmesi açısından da önemlidir. İstikrarlı bir ekonomik ortam, yatırımcıların güvenini artırır ve ekonomik büyümeyi teşvik eder. Bu da işsizlik oranlarının düşmesine ve refahın artmasına katkı sağlar.

Ancak, enflasyonla mücadelede etkin para ve maliye politikalarının uygulanması tek başına yeterli değildir. Aynı zamanda yapısal reformlar, rekabetçi bir iş ortamının oluşturulması, eğitim ve teknolojiye yapılan yatırımlar gibi uzun vadeli politika önlemleri de gereklidir. Ancak bu şekilde, enflasyonla mücadelede kalıcı ve sürdürülebilir başarılar elde edilebilir.

Ülke ekonomileri için enflasyonla mücadelede etkin para ve maliye politikalarının uygulanması, ekonomik istikrarın sağlanması, sürdürülebilir büyümenin desteklenmesi ve sosyal refahın artırılması açısından büyük önem taşır. Bu politikaların birlikte ve dengeli bir şekilde uygulanması, ülkelerin ekonomik geleceklerini güçlendirecek ve toplumsal refahlarını artıracaktır.

Sürdürülebilir Büyüme ve İstikrar için Türkiye Ekonomisindeki Yapısal Sorunların Ele Alınması Hayati Önem teşkil ediyor

Türkiye ekonomisi, son yıllarda birçok fırsatla karşı karşıya olmasına rağmen, bazı yapısal sorunlarla da mücadele etmektedir. Bu sorunlar, sürdürülebilir büyümeyi ve ekonomik istikrarı tehdit eder ve ülkenin uzun vadeli ekonomik başarısını etkiler. Bu nedenle, Türkiye ekonomisindeki yapısal sorunların ele alınması büyük bir önem taşımaktadır.

Birincisi, Türkiye'nin dışa bağımlı ekonomisi, dış ticaret dengesizlikleri ve cari açık gibi sorunlarla karşı karşıyadır. Yüksek cari açık, ekonominin dış şoklara karşı hassasiyetini artırır ve finansal istikrarı tehdit eder. Bu nedenle, dış ticaret dengesinin iyileştirilmesi ve rekabetçi bir ihracat sektörünün oluşturulması önemlidir. Bunun için, ihracatı destekleyen politikaların yanı sıra, ithal ikameci politikaların da gözden geçirilmesi gerekmektedir.

İkinci olarak, Türkiye'deki işgücü piyasasındaki yapısal sorunlar, işsizlik oranlarının yüksek kalmasına ve verimliliğin düşük olmasına neden olmaktadır. Özellikle genç işsizlik, ekonomik kalkınma için büyük bir engel teşkil etmektedir. İşgücü piyasasının esneklik kazanması ve eğitim sisteminin iş dünyasının ihtiyaçlarına daha iyi uyum sağlaması, bu sorunun üstesinden gelmede önemli adımlar olacaktır.

Üçüncü olarak, Türkiye'de kamu sektörünün verimliliği ve etkinliği konusundaki sorunlar, bütçe açıklarının ve borç yükünün artmasına yol açmaktadır. Kamu harcamalarının daha etkin bir şekilde yönetilmesi, vergi gelirlerinin artırılması ve kamu kaynaklarının daha verimli kullanılması gerekmektedir. Ayrıca, kamu reformlarının gerçekleştirilmesi ve kamu kesiminin daha rekabetçi bir yapıya kavuşturulması da önemlidir.

Son olarak, Türkiye'deki finansal sektörün sağlamlığı ve rekabetçiliği konusundaki sorunlar, ekonomik istikrarı tehdit etmektedir. Bankacılık sektörünün daha sağlam hale getirilmesi, finansal yeniliklerin teşvik edilmesi ve sermaye piyasalarının derinleştirilmesi, finansal istikrarın sağlanması açısından önemlidir.

Türkiye ekonomisindeki yapısal sorunların ele alınması, sürdürülebilir büyümeyi ve ekonomik istikrarı desteklemenin yanı sıra, ülkenin rekabetçiliğini artırarak küresel ekonomideki yerini güçlendirecektir. Bu nedenle, hükümetin, iş dünyasının ve sivil toplumun birlikte çalışarak yapısal reformları hayata geçirmesi büyük bir önem taşımaktadır.

Doç. Dr. Hasan Bardakçı

 

 

18 Mart 2024