Tgrt Haber

Doç. Dr. Hasan Bardakçı Yazıları

Doç. Dr. Hasan Bardakçı

Doç. Dr. Hasan Bardakçı

hasanbardakci@harran.edu.tr
Ekonomide umutlar yeşeriyor

Son dönemde ekonomide gözle görülür bazı olumlu gelişmeler yaşanıyor. Piyasaların köpüğünün yavaş yavaş kaybolmaya başladığı ve enflasyondaki yükselme hızının düşüş eğilimine girdiği bir dönemdeyiz. Ev, araba gibi ürünlerin fiyatlarındaki düşüş artık daha net bir şekilde hissediliyor. Bu gelişmeler, mevcut ekonomi politikalarının enflasyonu dizginlemede ve vatandaşların satın alma gücünü artırmada doğru yolda ilerlediğini gösteriyor. Bunun yani ekonomi politikalarının işe yaradığının bir diğer göstergesi ise geçtiğimiz günlerde Moody's'in Türkiye'nin kredi notunu B3'ten B1'e çekerek 2 derece birden yükseltmesi olarak alabiliriz.

Ekonomi yönetiminin attığı adımlar, enflasyonun kontrol altına alınmasında etkili olmuş görünüyor. Piyasadaki fiyat hareketliliğinin azalması ve belirli ürünlerde gözle görülür fiyat düşüşleri, vatandaşların alım gücünün artmasını sağlıyor. Bu olumlu tablo, gelecek adına daha da iyi sonuçlar görebileceğimizin bir işareti olarak değerlendirilmeli. Ancak, sürdürülebilir ekonomik istikrar için daha fazla çaba sarf edilmesi gerektiği de unutulmamalıdır.

Öte yandan, hükümetin seçim öncesi verdiği bazı önemli sözler var. Memurlara hac izni ve disiplin affı, emeklilerin yaşam koşullarının iyileştirilmesi, deprem bölgesindeki istihdam ve konut destekleri gibi taahhütlerin hızlı bir şekilde yerine getirilmesi, toplumun hükümete olan güvenini pekiştirecektir. Bu adımlar, sadece ekonomik değil, aynı zamanda sosyal anlamda da önemli faydalar sağlayacaktır.

Satın alma gücünü yükseltmek için daha fazla çaba sarf edilmesi gerektiği açık. Ekonomik politikaların yanında, kurumlardaki liyakat sorunlarının çözülmesi, toplumda oluşan olumsuz havanın dağıtılmasında büyük önem taşıyor. Kamu kurumlarındaki yönetim ve işe alım süreçlerinde liyakatın esas alınması, hem kamu hizmetlerinin kalitesini artıracak hem de vatandaşların devlete olan güvenini güçlendirecektir.

Fakat bu saydığım eksikliklere rağmen ekonomide yaşanan olumlu gelişmeler umut verici. Ancak, sürdürülebilir bir ekonomik istikrar için hükümetin verdiği sözleri yerine getirmesi ve liyakat sorunlarını çözmesi gerekiyor. Bu adımlar, hem ekonomideki iyileşmeyi kalıcı kılacak hem de toplumun genel refahını artıracaktır. Gelecek adına umut dolu adımlar atılması temennisi ile.

22 Temmuz 2024
İkiyüzlülüğün en acı tezahürü: Darbe gecesi ve sonrası

15 Temmuz 2016, Türkiye tarihinde kara bir leke olarak yerini aldı. O gece yaşananlar, toplumun farklı kesimlerinde derin yaralar açtı, korkulara sebep oldu ve herkesin ne kadar savunmasız olabileceğini gözler önüne serdi.

Tabii beraberinde büyük kahramanlıklara da sahne oldu. Ancak, bazı olaylar var ki, insana sadece o anın korkusunu değil, aynı zamanda insanların iki yüzlülüğünü de acı bir şekilde hatırlatıyor. Darbe gecesi, benim yaşadığım bir olay, tam da bu durumu özetler nitelikte.

Kendisini akademisyen olarak tanıdığım, ülkenin geleceği için genç zihinlere ışık tuttuğunu düşündüğüm bir kişi, o gece markette karşılaştığımızda ben parmak karası terliğim ve pijamalarımla darbe var gidip direneceğiz dediğimde, korkudan bana, "Sen başının çaresine bak, darbede ilk seni alırlar" dedi ve hemen evine kapandı.

O anki korkusunu, endişesini anlıyorum. Ancak, asıl hayal kırıklığı, bu kişinin birkaç ay sonra üniversitede düzenlenen bir darbe konferansında baş konuk olarak yer alması ve darbeye karşı direnmenin öneminden bahsetmesiydi.

Bu nasıl bir tezat, nasıl bir ikiyüzlülüktü? O gece kendi güvenliğini düşünerek kaçan birinin, sonra kahraman edasıyla konuşma yapması hangi vicdana sığar?

Toplum olarak böyle insanların maskelerini düşürmek zorundayız. O gece gerçekten direnen, demokrasiyi savunan insanlar varken, korkakça davrananların şimdi sahnede olmasını kabul edemeyiz.

Bu olay, aslında toplumsal bir sorun olan ikiyüzlülüğünde bir yansıması. İnsanlar zor anlarda gerçek yüzlerini gösterir. Korku, herkesin kalbinde farklı tepkiler uyandırabilir ama önemli olan, bu korkuya rağmen doğru olanı yapmaktır. Maalesef, bazıları bu sınavı geçememekte ve geçmişteki hatalarını örtbas etmeye çalışmaktadır.

Toplum olarak bu iki yüzlülüğü fark etmeli ve buna göre adımlar atmalıyız. Gerçek kahramanları, korkusuzca mücadele edenleri onurlandırmalı, sahte kahramanlara prim vermemeliyiz. Çünkü ancak bu şekilde, gelecekte benzer olaylarla karşılaştığımızda daha sağlam durabiliriz.

Bu sebeple, 15 Temmuz darbe girişimi sadece siyasi bir olay değil, aynı zamanda toplumsal değerlerimizin de test edildiği bir geceydi. Bu testte sınıfta kalanların, şimdi sahte kahramanlıklarla öne çıkmalarına izin vermemeliyiz.

İkiyüzlülük, toplumsal dayanışmanın en büyük düşmanıdır ve bununla mücadele etmek hepimizin görevidir. O gün kabuğuna çekilen kişilerin, bugün büyük bir destanın parçası gibi davranmaları oldukça acı. Ayrıca o gün kimin tarafında olduğunu belli etmemeye çalışan adamların bugün belli makam ve mevkilerde olması durumu daha da vahim bir hale getiriyor. Bazıları belli partilerde ve kurumlarda yönetici pozisyonları elde ettiler.

Bunların kim olduklarını öğrenmek ise çok kolay, 16 Temmuz 2016 tarihindeki sosyal medya paylaşımlarına bakmak her şeyi apaçık gösterir. 15 Temmuz'dan sonra bir ay süren darbe nöbetinde tek bir paylaşım yapmamış insanlar, nasıl olur da bir darbeye direnmiş olabilirdi.

Son olarak, o gün direnen tüm 15 Temmuz gazilerine tekrar minnet duyuyor ve şehitlerimize Allah'tan rahmet diliyorum.

15 Temmuz 2024
Türkiye'nin ihracata daha fazla önem vermesi gerekiyor

Türkiye, son yıllarda ekonomik büyüme ve kalkınma hedeflerine ulaşmak için çeşitli stratejiler benimsiyor. Ancak, sürdürülebilir ekonomik büyüme ve global arenada rekabet edebilmek için ihracata daha fazla önem verilmesi gerektiği aşikar.

İhracatın artırılması; ekonomik istikrar, döviz rezervlerinin güçlendirilmesi ve istihdam gibi birçok alanda ülkemize önemli katkılar sağlayacaktır. İhracat neden önemli, gelin nedenlerini  tek tek sıralayalım:

1. Ekonomik istikrar ve büyüme için gereklidir

İhracat, ekonomik büyümenin motorlarından biridir. Türkiye'nin dış ticaret açığını kapatmak ve cari açığını azaltmak için ihracatını artırması gerekmekte. Daha fazla ihracat, döviz gelirlerini artırarak ekonomik istikrarı sağlar ve dışa bağımlılığı azaltır. Bu durum, ekonomideki dalgalanmaların ve krizlerin etkilerini minimize ederek, sürdürülebilir büyüme sağlar.

2. Döviz rezervlerinin güçlendirilmesi ihtiyaç duyulur

İhracat gelirleri, ülkenin döviz rezervlerini artırır. Yüksek döviz rezervleri, uluslararası finansal piyasalarda Türkiye'nin güvenilirliğini artırır ve ekonomik kriz dönemlerinde ülkeye mali esneklik sağlar. Güçlü döviz rezervleri, aynı zamanda ülkenin kredi notunu olumlu etkiler ve dış borçlanma maliyetlerini düşürür.

3. İstihdamın artırılmasında kullanılabilir

İhracat sektörleri, geniş bir istihdam potansiyeline sahiptir. Türkiye'nin çeşitli sanayi kollarında ihracata yönelik üretimi artırması, yeni iş imkanları doğurur ve işsizliği azaltır. Özellikle, nitelikli iş gücüne olan talep artar ve genç nüfusun istihdam edilmesi sağlanır.

4. Teknolojik gelişim ve yenilikçilik için elzemdir

İhracat pazarlarında rekabet edebilmek için firmaların teknolojik olarak gelişmiş ve yenilikçi ürünler sunması gerekmektedir. Bu durum, Ar-Ge yatırımlarının artmasını teşvik eder ve teknolojik gelişimi hızlandırır. Teknolojik ilerlemeler, sadece ihracat sektörlerini değil, tüm ekonomik yapıyı olumlu etkiler ve genel verimliliği artırır.

5. Küresel pazarlarda rekabet gücü oluşturur

Türkiye'nin ihracata yönelmesi, küresel pazarlarda rekabet gücünü artırır. Daha fazla ülkeye ihracat yaparak, Türk markalarının ve ürünlerinin bilinirliği artar. Bu durum, uzun vadede ülkenin uluslararası ticaretteki konumunu güçlendirir ve ekonomik bağımsızlığını pekiştirir.

6. Bölgesel kalkınma ve denge için lazımdır

İhracat odaklı politikalar, bölgesel kalkınmayı destekler ve ekonomik dengesizlikleri azaltır. Türkiye'nin farklı bölgelerinde ihracata yönelik yatırımların artması, bu bölgelerin ekonomik gelişimini hızlandırır ve bölgesel eşitsizlikleri giderir.

Toparlayacak olursak, Türkiye'nin ihracata daha fazla önem vermesi, ekonomik büyüme, istikrar, istihdam ve teknoloji gibi birçok alanda olumlu etkiler yaratacaktır. Hükümetin ve özel sektörün bu alandaki iş birliği ve yatırımları, Türkiye'yi global ticarette daha güçlü bir oyuncu haline getirecektir. 
İhracatın artırılması, sadece ekonomik değil, aynı zamanda sosyal ve kültürel kalkınmanın da anahtarıdır. Bu tür stratejik adımlar, Türkiye'nin gelecekte daha sürdürülebilir ve güçlü bir ekonomiye sahip olmasını sağlayacaktır.

9 Temmuz 2024
Gelecekte olası bir senaryo olarak Su Savaşları

Son yıllarda küresel ısınma, iklim değişikliği ve artan nüfus gibi faktörler, su kaynaklarının hızla tükenmesine yol açmaktadır. Bu durum, sadece çevresel bir kriz oluşturmakla kalmayıp, aynı zamanda uluslararası ilişkilerde de ciddi gerginliklere neden olabilecek bir tehdit oluşturuyor.O tehtidin adı da "Su savaşları". Özellikle gelecekte su kaynakları üzerinde yaşanabilecek olası çatışmalar, bugün üzerinde düşünülmesi ve harekete geçilmesi gereken önemli bir konudur. Türkiye'nin bu ihtimale karşı şimdiden tedbirler alması hayati öneme sahiptir.

Su Kıtlığının Küresel Boyutları

Dünya üzerindeki su kaynakları sınırlıdır ve ne yazık ki, bu kaynakların büyük bir kısmı kirlenmiş veya sürdürülemez bir şekilde kullanılmaktadır. Birleşmiş Milletler raporlarına göre, 2025 yılına kadar dünya nüfusunun üçte ikisi su sıkıntısı çeken bölgelerde yaşayacak. Bu öngörü, suyun stratejik bir kaynak olarak önemini artırmakta ve potansiyel çatışmaların fitilini ateşlemektedir.

Türkiye’nin Su Kaynakları ve sorunlar

Türkiye, su kaynakları bakımından zengin bir ülke olarak görülse de, kişi başına düşen su miktarı bakımından "su stresi" yaşayan ülkeler arasında yer almaktadır. Özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde su kaynaklarının azalması, tarım ve sanayi üretiminde ciddi sıkıntılara yol açabilir. Ayrıca, Türkiye'nin sınır komşuları olan Suriye ve Irak ile paylaştığı Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde yaşanan su anlaşmazlıkları, bölgesel istikrarı tehdit eden önemli bir faktördür. Türkiye şu tedbirleri alarak çözüme gidebilir.

 Su Yönetimini sürdürülebilir yapmak

 Türkiye, su kaynaklarını sürdürülebilir bir şekilde yönetmek için kapsamlı bir su politikası geliştirmelidir. Bu politika, su tasarrufu sağlayan teknolojilerin kullanımını teşvik etmeli, su kaynaklarının korunmasını sağlamalı ve su israfını önlemelidir.

Yenilikçi Teknolojileri kullanmalı 

 Su arıtma ve yeniden kullanım teknolojilerine yatırım yapılmalıdır. Gelişmiş su arıtma tesisleri ve gri suyun yeniden kullanımı, su kaynaklarının daha verimli kullanılmasını sağlayabilir.

Uluslararası İşbirliğine gitmeli 

Su kaynakları uluslararası bir mesele olduğundan, Türkiye, komşu ülkelerle işbirliğini güçlendirmelidir. Ortak su yönetim projeleri ve adil su paylaşım anlaşmaları, bölgesel barış ve istikrarı destekleyecektir.

Halk Eğitiminde Farkındalık oluşturmalı

 Su tasarrufu konusunda halkın bilinçlendirilmesi ve eğitilmesi, su kaynaklarının korunmasında önemli bir rol oynar. Okullarda ve kamu kampanyalarıyla suyun önemi ve tasarruf yöntemleri konusunda farkındalık artırılmalıdır.

Tarımda Verimliliği Arttırmalı

 Türkiye, suyun en fazla kullanıldığı tarım sektöründe verimliliği artırmak için modern sulama tekniklerine geçiş yapmalıdır. Damla sulama ve yağmurlama gibi yöntemler, suyun daha etkin kullanılmasını sağlayarak su israfını azaltabilir.

Sonuç olarak, Su savaşları, gelecekte insanlığın karşı karşıya kalabileceği en büyük tehditlerden biridir. Türkiye, bu olasılığa karşı şimdiden tedbirler alarak, hem kendi su güvenliğini sağlamak hem de bölgesel istikrarı korumak için adımlar atmalıdır. Su kaynaklarını koruma ve sürdürülebilir bir şekilde yönetme çabaları, gelecekteki olası çatışmaları önlemenin en etkili yolu olacaktır. Unutulmamalıdır ki, suyun her damlası hayat demektir ve bu hayatı korumak hepimizin sorumluluğudur.

1 Temmuz 2024
İbn Haldun’un perspektifi ile Türkiye’nin ekonomik geleceği

Son dönemde Türkiye’nin vergi politikası ile ilgili bazı eleştiriler var. Artan vergilerle ilgili bazı vatandaşların eleştirileri bulunuyor. Tabii buna karşın artan vergilerin doğru olduğunu ifade edenler de yok değil.

Ama ben hem bu sorun için hem de ülkelerin daha iyi yönetilmesi konusunda birçok deneyimi olan birinin görüşlerine başvuracağım! Bunun için yaklaşık 700 yıl geriye giderek, dönemin devlet adamlarından olan İbn Haldun’un bu konularda ne dediğine bakmak istedim.

Bilmeyenler için İbn Haldun, Endülüs döneminde yaşamış ünlü bir siyaset ve devlet adamı. Tabii bunun yanında sosyoloji, tarih ve felsefe bilimleri ile ayrıca ilgilenmiş, bunların yanı sıra döneminin tüm deneyimlerini de birçoğumuzun hâlâ okuduğu mukaddime adlı kitabında toplamış bir devlet adamı. Hatta iktisatçıların birçoğu iktisadın babası kabul edilen Adam Smith’in dahi bu mukaddimeden etkilendiğini ve faydalandığını ifade ediyor.

İbn Haldun’un Mukaddime'si, tarih ve toplum üzerine derin analizleriyle sadece kendi dönemine değil, günümüze de ışık tutan bir eser. İbn Haldun'un, Mukaddime'de devletlerin yükselişi ve çöküşü üzerine yaptığı tespitler, bugün Türkiye'nin daha iyi yönetilmesi için de önemli ipuçları sunmakta.

Bu yazıda, İbn Haldun'un görüşlerinden yola çıkarak Türkiye'nin nasıl daha iyi yönetilen bir devlet olabileceğine dair bazı önerileri ele alacağım

Adaletin Önemi

İbn Haldun, bir devletin sağlam temeller üzerinde yükselmesinin ve uzun ömürlü olmasının en önemli şartlarından birinin adalet olduğunu vurgular. Adalet, sadece hukuki sistemin düzgün işlemesi değil, aynı zamanda ekonomik ve sosyal adaletin de sağlanması anlamına gelir. Türkiye, adalet sistemini güçlendirerek, her vatandaşın eşit muamele gördüğü bir toplumu inşa etmelidir. Bu, sadece yasaların eşit uygulanmasıyla değil, aynı zamanda gelir dağılımındaki adaletsizliklerin giderilmesiyle de mümkündür.

Devlet ve Toplum Arasındaki Güven İlişkisi

İbn Haldun'a göre, devlet ile toplum arasındaki güven ilişkisi, bir devletin ayakta kalabilmesi için hayati öneme sahiptir. Türkiye'de devletin halkına karşı şeffaf ve hesap verebilir olması, bu güven ilişkisinin güçlenmesini sağlar. Yolsuzlukla mücadele, kamusal kaynakların etkin ve verimli kullanımı, devlet kurumlarının liyakat esasına göre yönetilmesi gibi adımlar, toplumun devlete olan güvenini artıracaktır.

Eğitim ve Kültürel Kalkınma

Eğitim, İbn Haldun'un gözünde bir toplumun gelişmişliğinin anahtarıdır. Türkiye, eğitim sistemini yenilikçi ve kapsayıcı bir şekilde yeniden yapılandırmalıdır. Bilimsel ve teknolojik gelişmelere açık, eleştirel düşünmeyi teşvik eden bir eğitim sistemi, ülkenin uzun vadeli kalkınmasını sağlar. Aynı zamanda kültürel değerlerin korunması ve geliştirilmesi, toplumun moral ve motivasyonunu artırır.

Ekonomik İstikrar ve Üretim

İbn Haldun, ekonomik büyümenin temelinin üretim olduğunu belirtir. Üretim faaliyetlerinin artması, vergi gelirlerini de artırır ve devletin mali gücünü sağlar. Türkiye, üretimi teşvik eden politikalar geliştirerek, sanayi ve tarım sektörlerini desteklemelidir. Yenilikçi ve teknoloji odaklı üretim modelleri benimsenmeli, küçük ve orta ölçekli işletmelere (KOBİ’lere) yönelik teşvikler artırılmalıdır. Bu, hem yerli üretimi artıracak hem de istihdamı destekleyecektir.

İbn Haldun, devletlerin ekonomik temellerinin sağlam olması gerektiğini çokça vurgular. Bu  yüzden Türkiye’nin  ekonomik istikrarı sağlamak için sürdürülebilir politikalar geliştirmesi önemlidir. Yerli üretimi teşvik eden, inovasyonu destekleyen ve dışa bağımlılığı azaltan bir ekonomik model, ülkenin bağımsızlığını ve refahını artırır.  

İbn Haldun, ayrıca ekonominin kayıt altına alınmasının önemli olduğu söyler. Kayıt dışı ekonomi ile mücadele edilmesi gerektiğini ifade eder. İbn Haldun’a göre, kayıt dışı ekonomi, devletin vergi gelirlerini azaltır ve ekonomik dengesizliklere yol açar. Bu yüzden Türkiye, kayıt dışı ekonomiyle etkin bir şekilde mücadele etmeli, vergi denetim mekanizmalarını güçlendirmelidir. Dijital vergi sistemlerinin geliştirilmesi, bu konuda önemli bir adım olabilir.

Vergi ve Ekonomik Denge

İbn Haldun, vergilerin ekonomik denge üzerindeki etkisine oldukça önem verir. Ona göre, yüksek vergi oranları, ekonomik faaliyetleri olumsuz etkileyerek ticaretin ve üretimin azalmasına neden olur. Bu durum, devletin vergi gelirlerinin düşmesi ve ekonomik çöküşe yol açar. Türkiye, İbn Haldun’un bu tespitlerinden yola çıkarak, vergi politikalarını dengeli bir şekilde düzenlemelidir. Yüksek vergi oranlarından kaçınılarak, vergi tabanı genişletilmeli ve kayıt dışı ekonomiyle mücadele edilmelidir. Ayrıca vergi adaleti sağlanmalıdır.  

İbn Haldun vergilerin adil bir şekilde dağıtılması, toplumun tüm kesimlerinin vergi yükünü eşit şekilde paylaşması gerektiğini savunur. Türkiye’de vergi adaletini sağlamak için, özellikle düşük ve orta gelirli kesimlerin üzerindeki vergi yükünü hafifletmeli, büyük gelir sahiplerinin ve şirketlerin adil bir şekilde vergilendirilmesini sağlamalıdır. Bu, sosyal adaleti ve toplumsal huzuru pekiştirecektir.

Toplumsal Dayanışma ve Birlik

Mukaddime'de, toplumsal dayanışmanın ve birliğin devletlerin gücünü artırdığı belirtilir. Türkiye, toplumsal farklılıkları zenginlik olarak kabul eden, hoşgörü ve birlikte yaşam kültürünü teşvik eden politikalar geliştirmelidir. Etnik, dini ve kültürel farklılıkları bir arada yaşatma becerisi, toplumun bir bütün olarak hareket etmesini sağlar ve devletin iç huzurunu korur.

İbn Haldun'un Mukaddime'sinden Çıkarabileceğimiz Dersler

İbn Haldun’un Mukaddimesi Türkiye'nin daha iyi yönetilen bir devlet olma yolunda önemli ipuçları sunmaktadır ve Türkiye’nin ekonomik politikalarına yön verebilecek niteliktedir. Vergi adaletinin sağlanması, üretimin teşvik edilmesi, kayıt dışı ekonomiyle mücadele ve uzun vadeli ekonomik stratejilerin benimsenmesi, Türkiye’nin sürdürülebilir ekonomik büyüme ve refah hedeflerine ulaşmasında kritik rol oynayacaktır. Ayrıca Adaletin tesisi, güven ilişkilerinin güçlendirilmesi, eğitim ve kültürel kalkınma, ekonomik istikrar ve toplumsal dayanışma, bu yolda atılacak temel adımlardır. Türkiye, bu prensipler doğrultusunda hareket ederek, güçlü ve müreffeh bir devlet olma hedefine ulaşabilir.

23 Haziran 2024
"Türkiyeli" mi? "Türk" mü?

Türkiye, tarih boyunca birçok farklı kültürün, dilin ve dinin bir arada yaşadığı bir coğrafya olmuştur. Anadolu'nun zengin tarihî ve kültürel dokusu, bu çeşitliliğin bir yansımasıdır. "Türkiyeli" terimi, bu çeşitliliği kucaklayan, kapsayıcı bir kimlik önerisidir. Bu terim, Türkiye'de yaşayan herkesin ortak bir kimlik altında birleşmesini sağlar, köken, dil, din veya etnik farklılıklar ne olursa olsun herkesin bu kimliğe dahil olduğunu ifade eder.

"Türkiyeli" Teriminin Birlik ve Beraberlik Mesajı

"Türkiyeli" demek, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ortak bir aidiyet duygusunu paylaşması anlamına gelir. Bu terim, farklılıklarımızı bir kenara bırakıp, ortak bir gelecek inşa etme arzusunu yansıtır. Ülkemizin içinde bulunduğu coğrafi ve politik şartlar göz önüne alındığında, birlik ve beraberliğin önemi daha da belirginleşmektedir. "Türkiyeli" kavramı, tüm vatandaşları bir arada tutan, ortak değerler etrafında toplayan bir köprü işlevi görebilir.

Türklüğü İnkar Değil, Daha Geniş Bir Kapsam

"Türkiyeli" teriminin kullanılması, Türklüğü inkâr etmek anlamına gelmez. Türk kimliği, Türkiye'nin kurucu unsurlarından biridir ve bu kimlik ülkemizin tarihî ve kültürel mirasının önemli bir parçasıdır. Ancak, Türkiye'de yaşayan herkesin kendini bu kimliğe ait hissetmesi beklenemez. "Türkiyeli" terimi, bu noktada devreye girer ve etnik, dinî ya da kültürel farklılıkları olan insanların da kendilerini bu ülkenin bir parçası olarak görmelerini sağlar. Bu, Türklüğün yanı sıra, Kürt, Arap, Laz, Çerkes ve daha birçok etnik grubun da Türkiye'nin bir parçası olduğunu kabul eden bir anlayışı ifade eder.

Güçlü Bir Birliktelik

Anadolu toprakları, binlerce yıl boyunca farklı milletlerin, kültürlerin ve inançların barış içinde bir arada yaşadığı bir mozaik olmuştur. Bu mozaik, Türkiye'nin zenginliğidir. "Türkiyeli" terimi, bu zenginliği ve çeşitliliği koruyarak, güçlü bir birlikteliği teşvik eder. İnsanların kendilerini bir kimlik çatısı altında birleşmiş hissetmeleri, toplumsal barış ve huzurun sağlanması açısından kritik öneme sahiptir.


"Türkiyeli" teriminin benimsenmesi, Türkiye'de yaşayan tüm bireylerin ortak bir kimlik duygusu geliştirmelerine katkıda bulunabilir. Bu terim, Türklüğü inkâr etmeden, tüm etnik ve kültürel farklılıkları kucaklayan bir birliktelik ve aidiyet duygusu yaratır. Anadolu'nun binlerce yıllık tarihî ve kültürel mirası, bu çeşitlilik ve birliktelik anlayışıyla daha da güçlenecektir. Dolayısıyla, "Türkiyeli" demek, farklılıklarımızı zenginlik olarak görüp, ortak bir geleceğe birlikte yürümek demektir. Ayrıca bu tartışmalardan artık sıyrılmak gerekiyor. Bu coğrafyada yaşayan tüm uluslar bizim ortak değerimizin bir parçasıdır. Azerbaycan'dan tüm Türkistan coğrafyasına kadar olan devletlerin içindeki çok kültürlülüğüde dahil ederek, bütün toplumları Anadolu coğrafyası ve Türkiye Kimliği altında toplama çabası ulaşılabilecek en büyük eylem olarak görülmelidir. Türk veya Türkiyeli olmaktan çok bu toprakların daha ileri bir medeniyet seviyesine ulaşabilip, ulaşamayacağı sorunsalına takılmak bence daha önceliklenmesi gereken bir konu olmalı.Bu uğurda mücadele edilmeli ve Tabi en önemlisi terörle mücadeleden ödün verilmeden, bu coğrafyadaki tüm toplumu birleştirici ve kapsayıcı her adımın önü açılmalı.

19 Haziran 2024
Nereden çıktı bu BRICS, Türkiye ne istiyor? 

Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan'ın bu hafta Brics toplantısına katılacağı açıklandı. Öncesinde de Türkiye'nin BRICS'e katılabileceği gündeme düşmüştü.

Peki ama "BRICS" neden bu kadar önemsenmeye başladı?

BRICS, aslında gelişmekte olan beş büyük ulusal ekonominin kurduğu birliğin kısaltmasıdır. Bu ülkeler; Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve sonradan eklenen Güney Afrika'dır.

Peki nereden çıktı bu BRICS?

BRICS kavramı, 2001 yılında ekonomist Jim O'Neill tarafından türetilen Güney Afrika hariç "BRIC" kısaltmasıyla başladı. İlk dört ülke (Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin) ilk zirvelerini 2009'da gerçekleştirdi ve bu, koalisyonun resmi başlangıcı oldu. Güney Afrika ise 2010 yılında gruba katılarak nüfuzunu genişletti ve "BRICS ülkesi" haline geldi.

Peki Türkiye neden BRICS'e katılmak isteyebilir?

Türkiye'nin BRICS'e katılma konusundaki ilgisini, çeşitli stratejik ve ekonomik motivasyonlara bağlamak mümkün:

Birincisi, BRICS'e katılmak Türkiye'nin ekonomik ortaklıklarını çeşitlendirmesine ve geleneksel Batı ekonomik yapılarına bağımlılıklarını azaltmasına olanak tanıyacaktır. Bu, Türkiye'nin küresel ekonomik ilişkilerdeki rolünü artırma ve yükselen ve gelişmekte olan ülkeler üzerindeki nüfuzunu artırma yönündeki dış politika stratejisiyle uyumlu olacaktır.

Türkiye, BRICS'in saygın saflarına katılma olasılığını düşünürken, bu stratejik hamlenin ardındaki nedenleri ve ülkeye getirebileceği potansiyel faydaları anlamak büyük önem taşıyor. Türkiye'nin BRICS'e katılma ilgisinin, ekonomik çeşitlilikten küresel sahnedeki siyasi konumlanmaya kadar çok sayıda faktörden kaynaklandığı söylenebilir.

Ekonomik açıdan BRICS'e katılım Türkiye için önemli bir vaattir. Birlik haline gelen BRICS üyeleri arasında Türkiye, bu birliğin bir parçası olmayı başarırsa aynı zamanda dünya nüfusunun yüzde 40'ından fazlasını kapsayan geniş bir pazara ve küresel ekonominin önemli bir bölümünü oluşturan toplam GSYH'ye erişebilecek bir potansiyele sahip olacak. Bu erişim, Türkiye'nin yalnızca ticari ilişkilerini genişletmesine olanak sağlamakla kalmayacak, aynı zamanda BRICS ülkelerinden doğrudan yabancı yatırım çekmesine de olanak tanıyacak ve bu da ekonomik büyüme ve kalkınmanın desteklenmesine yardımcı olabilecektir.

Dahası, BRICS'in bir parçası olmak, aynı zamanda başka faydalar da sağlayabilir:

BRICS ülkeleri bilgi teknolojisi, enerji ve ulaşım gibi çeşitli sektörlerdeki ilerlemeleriyle tanındığından, teknolojik ve altyapı iş birliği için Türkiye'ye yeni yollar açılıyor.

Bu iş birliği, Türkiye'nin altyapısını ve endüstrisini modernleştirmesine yardımcı olarak küresel pazarda rekabet gücünün artmasına yol açabilir.

Ayrıca BRICS'e katılmak, Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin gibi gelişmekte olan kilit güçlerle bağlarını sıkılaştıran Türkiye'nin jeopolitik konumunu da güçlendirecektir.  

BRICS'e katılmak, Türkiye'ye yalnızca ekonomik fayda sağlamakla kalmayacak, aynı zamanda Türkiye'nin küresel sahnede siyasi konumunu da güçlendirecektir.

BRICS üyesi olarak Türkiye, küresel ekonomi politikalarına yön veren üst düzey tartışmalara ve karar alma süreçlerine katılma fırsatına sahip olacaktır. Bu, Türkiye'nin uluslararası ilişkilerde daha fazla söz sahibi olmasını sağlayacak ve küresel ekonomik yönetişimin yönünün şekillenmesine katkıda bulunacaktır.

Üstelik BRICS'in bir parçası olmak, Türkiye'nin diğer üye ülkelerle diplomatik ilişkilerini de geliştirecek; güvenlik, enerji, iklim değişikliği gibi çeşitli konularda iş birliği fırsatları sağlayacaktır.

Bu, Türkiye'nin stratejik ortaklıklarını genişletmesine, dış politika gündemini çeşitlendirmesine ve geleneksel Batılı müttefiklere bağımlılığını azaltmasına yardımcı olacaktır.

Ayrıca, BRICS'e katılmak Türkiye'ye, gelişmekte olan ekonomilerin karşı karşıya olduğu ortak zorlukların ve fırsatların ele alınabileceği bir platform sağlayabilir. Diğer BRICS üyeleriyle yakın iş birliği içinde çalışarak Türkiye, sürdürülebilir kalkınmayı teşvik etme, iklim değişikliğiyle mücadele etme ve güvenlik kaygılarını gidermeye yönelik girişimlerde iş birliği fırsatı yakalayabilir.

Türkiye, BRICS'in bir parçası olarak, benzer kalkınma zorluklarıyla karşılaşan diğer ülkelerle deneyimlerini, en iyi uygulamalarını ve uzmanlığını paylaşabileceği bir platforma erişim sağlayacaktır.

Ayrıca BRICS üyeliği Türkiye için yeni ticaret fırsatları da doğurabilir. Önemli tüketici pazarlarına sahip gelişmekte olan ekonomiler grubunun bir parçası olarak Türkiye,  BRICS üyeleri arasında artan ticaret ve yatırım fırsatlarından yararlanabilir. Bu, Türkiye'nin ihracatını artırmaya, doğrudan yabancı yatırımı çekmeye ve ekonomik büyümeyi teşvik etmeye yardımcı olacaktır.

Ayrıca BRICS üyesi olmak, Türkiye'nin küresel ekonomik arenadaki görünürlüğünü ve güvenilirliğini artıracak ve uluslararası topluma, Türkiye'nin gelişmekte olan piyasalarda önemli bir oyuncu olduğu ve ekonomik iş birliğini geliştirmeye kararlı olduğu sinyalini vererek, daha fazla yabancı yatırımın çekilmesine yardımcı olacaktır.

11 Haziran 2024
Ekonomide neler oluyor? 

Merhaba değerli okurlarım. Bu hafta Maliye Bakanımız Sn. Mehmet Şimşek, sosyal medya hesaplarından yaptığı paylaşımlarda, yaptıkları çalışmaların artık meyvelerini almaya başlayacak sürece girildiğini  belirten bir paylaşım yaptı. Ben de geçmişten bugüne neler olup bittiğini ve bundan sonra neler olabileceğini kaleme alırsam iyi olacağını düşündüm.

Ve belki de en uzun yazımı kaleme alacağım. Çünkü ekonominin üzerine konuşmak biraz ayrıntı istiyor.

Şimdi hep beraber Türkiye'nin mevcut ekonomik durumunu, Türkiye'nin genel ekonomik performansını yansıtan Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) ve büyüme oranları aracılığıyla değerlendirerek başlayalım:

Türkiye, 2023 yılı itibarıyla 1.024 milyar dolarlık GSYİH ile dünyanın 17. büyük ekonomisidir. Özellikle, 2024 yılının ilk çeyreğindeki yüzde 5,7'lik büyüme oranıyla ekonomisinde iyi bir dayanıklılık ve büyüme gösterdi. İnşaat da dahil olmak üzere hizmet sektörü yüzde 5,3'lük önemli bir artış yaşadı; bu da çeşitlilik gösteren ve büyüyen bir ekonomiye işaret ediyor.

Zorluklara rağmen Türkiye, 2022'de yıllık yüzde 5,6'lık büyüme oranıyla son on yılda büyüme ivmesini sürdürdü. Bu sürdürülebilir büyüme yörüngesi, Türkiye'yi küresel ekonomide kilit bir oyuncu olarak konumlandırmakta ve ekonomik potansiyelini ve istikrarını ortaya koymaktadır.

İşsizlik oranları ve enflasyon ise Türkiye'nin ekonomik manzarasının şekillenmesinde önemli rol oynuyor. Türkiye, ekonomi üzerinde olumsuz etkisi olan yüksek enflasyon oranları nedeniyle sürekli zorluklarla karşı karşıya kalıyor. Yüksek enflasyon sorunu uzun süredir devam ederken, bu sorun, yüksek faiz oranlarına ve ekonomik istikrarsızlığa katkıda bulunuyor.

Ayrıca Türkiye, 1970'li yılların sonlarından bu yana krizler ve olumsuz gelişmelerden kaynaklanan kronik enflasyon ve işsizlik süreçleriyle boğuşmakta. Bu zorlukların üstesinden gelmek, hem maliye hem de para politikalarını dikkate alan kapsamlı bir yaklaşımı gerektiriyor. Yüksek enflasyon ve işsizlik oranlarının etkisini azaltmak için bu politikalar arasında etkin koordinasyon çok önemli, hatta şarttır. Türkiye, katsayıları, rejim geçiş olasılıklarını ve ekonomik gelişmeleri değerlendirerek enflasyon ve işsizliği etkin bir şekilde ele alacak stratejik ekonomi politikalarını uygulayabiliyor.

Maliye ve para politikaları, Türkiye'nin ekonomik zorluklarıyla baş etmede ve sürdürülebilir büyümeyi teşvik etmede önemli bir rol oynuyor. Türkiye, ekonomik belirsizlikleri yönetmek için son yıllarda para basmak ve döviz rezervlerini kullanmak gibi önlemleri benimsiyor. Ancak bu stratejilerin cari açığı kapatma ve yatırımları teşvik etme konusundaki etkinliği tartışma konusu olmaya devam ediyor tabii ki. Ayrıca özellikle Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in de şu an en çok uzerinde durduğu kamu harcamaları, faiz oranları ve ekonomik istikrarın dengelenmesi, Türkiye ekonomisinde büyüme ve dayanıklılığın desteklenmesi açısından büyük önem taşıyor. Türkiye, enflasyonu, işsizliği ve mali açıkları ele alan stratejik politikalar uygulayarak ekonomik görünümünü iyileştirebilir ve vatandaşları için daha istikrarlı ve müreffeh bir gelecek kurabilir.

Türkiye ekonomisindeki son gelişmeler

Geçtiğimiz yıllarda Covid-19 salgınının Türkiye ekonomisi üzerinde önemli bir etkisi oldu, çeşitli sektörler etkilendi ve ciddi ekonomik zorluklara sebep oldu. Salgın nedeniyle ekonominin arz ve talep tarafında yaşanan şoklar, dünyadaki birçok ülkede olduğu gibi Türkiye'de de ekonomik faaliyetlerin daralmasına neden oldu. Özellikle Türk bankacılık ve finans sektörü, pandemi sırasında ticaret kalıplarındaki değişiklikler ve tedarik zincirlerindeki aksamalar nedeniyle zorluklarla karşı karşıya kaldı. Türkiye'de döviz kurları, ekonomik ve siyasi gerilimlerin yanı sıra Covid-19 salgınının da etkisiyle daha da yükselerek ülkedeki ekonomik durumun karmaşıklığını ortaya koydu.

Türkiye ekonomisinde son dönemde yaşanan gelişmelerde ticaret ve yatırım kalıplarındaki değişiklikler dikkat çekicidir. Makroekonomik göstergeler ile Covid-19 salgını arasındaki bağlantı, ülkedeki ekonomik büyümeyi ve dış ticareti önemli ölçüde etkilemiştir.

Ekonomik faaliyetin akışı temel düzeyde salgından etkilenmiş, ticaret dinamikleri ve yatırım kararları etkilenmiştir. Daha önce özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ekonomik reform paketinde Türkiye'yi güvenli bir geleceğe yönlendirmek için hükümetin ekonomik zorluklarla mücadele ve büyümeyi artırmaya yönelik girişimlerini yansıtan somut ve çözüm odaklı politikaların önemini vurgulamıştı.

Tabii buradaki temel nokta hükümet girişimleri ve reformlarıdır. Bunlar Türkiye'nin ekonomik manzarasının şekillenmesinde önemli bir rol oynuyor. Ekonomik reform, küreselleşme ve neo-liberalizmin ve uluslararasılaşmanın etkilerinin ele alınmasına yönelik çabalar politika yapıcılar için temel odak alanları olmuştur.

Hükümet, ülkede ekonomik istikrarı ve büyümeyi desteklemek için yeni ekonomik kanunlar, ekonomik sınıflandırmada değişiklikler ve mevzuatlar getirmiştir. Nitekim Meclis'e yeni gelen Blockchain ve kripto para birimlerinin Türkiye'nin ekonomik durumu üzerindeki potansiyel etkisine ilişkin tartışmalar, ekonomik ortamın gelişen doğasına ve değişen küresel trendlere yanıt olarak uyum sağlama ve yenilik ihtiyacına işaret ederek ortaya çıkmıştır.

Türkiye ekonomisinin karşılaştığı zorluklar ve fırsatlar

Özellikle dış ilişkiler ve jeopolitik faktörler, Türkiye'nin ekonomik manzarasının şekillenmesinde ve mevcut ekonomik durumunun etkilenmesinde önemli bir rol oynuyor. Türkiye'nin Avrupa ve Asya'nın ortasında yer alan eşsiz jeopolitik konumu, hem stratejik avantajlara hem de zorluklara sahip. Ülkenin dış politikası, ekonomik çıkarlarının yanı sıra tarihi ve kültürel bağlarıyla da karmaşık bir şekilde bağlantılı. Türkiye'nin jeopolitik önemi, kıtaların kesişme noktasındaki konumundan kaynaklanıyor ve bu da onu bölgesel istikrar ve küresel ticarette kilit bir oyuncu yapıyor. Ancak dış ilişkilerin karmaşıklığı, ticaret kesintileri, döviz dalgalanmaları ve jeopolitik gerilimler gibi ekonomiyi etkileyen belirsizlikleri ve riskleri de beraberinde getiriyor.

Yine yapısal reformlar, Türkiye'nin uzun vadeli büyüme beklentilerini artırması ve ekonomik zorlukların üstesinden gelmesi açısından hayati öneme sahip. Türkiye geçmişte, özellikle 2006 ile 2017 yılları arasında, üst-orta gelir statüsüne ulaşılmasına ve yoksulluğun azaltılmasına katkıda bulunan önemli reformlar gerçekleştirdi. Ancak büyümeyi sürdürmek, rekabet gücünü artırmak ve yatırımları çekmek için yapısal reformların devam etmesi gerekiyor. Bu reformlar siyasi, sosyal ve ekonomik yönleri kapsamakta olup sürdürülebilir ekonomik kalkınma ve refah için daha elverişli bir ortam oluşturmayı amaçlıyor.

Sürdürülebilir büyüme ve rekabet edebilirlik için daha fazla reform gerektiren alanlar

Sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşmak, Türkiye'nin ekonomik dayanıklılığının artırılması ve uzun vadeli istikrarın teşvik edilmesi açısından hayati öneme sahip. Türkiye, ekonomi politikalarını sürdürülebilir kalkınma hedefleriyle uyumlu hale getirerek kapsayıcı büyümeyi, çevreyi korumayı ve sosyal ilerlemeyi sağlayabilir.

Ülkenin kalkınma hedefleri istikrarlı büyümeyi, rekabet edebilirliği ve eşitliğin yanı sıra Avrupa Birliği standartlarına uyumuda vurguluyor. Sürdürülebilir kalkınma ilkelerinin ekonomik planlama ve karar alma süreçlerine entegre edilmesi, Türkiye'nin ekonomik, sosyal ve çevresel hususları etkili bir şekilde dengeleyen daha dayanıklı bir ekonomi inşa etmesine yardımcı olabilir.

Türkiye'nin mevcut ekonomik durumu, zorluklar ve fırsatlarla dolu karışık bir tablo ortaya koyuyor. GSYİH büyüme oranlarındaki dalgalanmalar, yüksek işsizlik ve enflasyonla karşı karşıya olmasına rağmen ülke, maliye ve para politikaları aracılığıyla dayanıklılık gösteriyor. Covid-19'un etkisi, ticaret kalıplarındaki değişiklikler ve hükümet girişimleri de dahil olmak üzere son gelişmeler Türkiye'nin ekonomik manzarasını şekillendiriyor.

İleriye gitmek, dış ilişkilerle ilgili zorlukların üstesinden gelmek, yapısal reformları uygulamak ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerine odaklanmak, uzun vadeli büyüme beklentileri ve ekonomik dayanıklılık açısından hayati önem taşıyacak gibi görünüyor.

Son olarak ve tabii en önemlisi Türkiye, tüm bu zorlukların üstesinden gelerek fırsatları değerlendirerek ekonomisini güçlendirme ve küresel pazarda daha güçlü bir oyuncu olarak ortaya çıkma potansiyeline sahip olduğunu her fırsatta gösteriyor.

4 Haziran 2024
AK Parti'de güçlü ve politika üreten liderlerin zamanı

Geçtiğimiz hafta sonu Batman'daydım. AK Parti'nin Batman İl Başkanı seçimleri için temayül yoklamasını yerinde izledim. AK Parti'nin son seçimde Batman, Adıyaman ve Rize gibi illerde beklentisinin çok altında kaldığını bildiğimden, nasıl bir aday belirleme sürecine gireceğini merak ediyordum.

Siyaset bilimi çerçevesinde incelediğimde AK Parti'nin il başkanı adayları için yapılan temayül yoklamaları, partinin geleceği açısından kritik bir adımı temsil ediyor. Ancak bu süreç, sadece bir ismin seçilmesiyle sınırlı olmamalı. Temayül yoklamalarının sonuçlarının iyi değerlendirilmesi ve aday açıklanmadan önce güçlü ve politika üretebilecek liderlerin belirlenmesi gerekiyor.

Parti içindeki çeşitli dinamiklerin ve kamuoyunun beklentilerinin dikkate alınması elbette önemlidir. Ancak sadece popülerlik veya güçlü bir ismin etkisiyle hareket etmek, partinin uzun vadeli hedeflerine hizmet etmeyebilir. İl başkanı, sadece o ilde değil, aynı zamanda partinin genel politikalarının ve vizyonunun yerel düzeyde temsilcisi olarak da önemli bir role sahiptir.

Bu nedenle, temayül yoklamalarının sonuçları sadece bir rehber olarak değerlendirilmeli ve aday belirlenirken daha geniş bir perspektif göz önünde bulundurulmalıdır. Güçlü liderlerin yanı sıra politika üretebilen, yerel sorunları analiz edip çözüm önerileri sunabilen adaylar öncelikli olmalıdır.

Adayların, parti içindeki birlik ve uyumu sağlayabilecekleri, parti programını etkin bir şekilde hayata geçirebilecekleri ve seçmenlerle etkili iletişim kurabilecekleri yeteneklere sahip olmaları da önemlidir. Partinin genel stratejisiyle uyumlu adaylar, partinin başarısını artıracaktır.

Son olarak, AK Parti'nin il başkanı adaylarını belirlerken sadece temayül yoklamalarının sonuçlarına değil, aynı zamanda güçlü liderlik özelliklerine ve politika üretme kabiliyetine sahip adaylara odaklanmak, partinin geleceği açısından önemli. Bu yaklaşım, partinin yerelde ve genelde daha güçlü bir şekilde temsil edilmesine ve hedeflerine ulaşmasına yardımcı olacaktır.

 

28 Mayıs 2024
Reisi'nin ölümü kaza mı, sabotaj mı?

Dün, İran Cumhurbaşkanı'nın helikopterinin trajik bir şekilde düşmesi, dünya gündeminde geniş yer buldu. Bu olay, gerek İran içinde gerekse uluslararası arenada çeşitli spekülasyonlara yol açtı. Ben bu yazıyı yazarken, helikopterdeki İran Cumhurbaşkanı Reisi'nin ve beraberindekilerin de ölüm haberi geldi.

Peki, bu düşüş bir kaza mı yoksa bir sabotaj mı? Bu sorunun cevabını ararken, durumu farklı açılardan ele almak gerekiyor.

Teknik sebepler ve hava koşulları!..

Kaza olan bölgeyi, üniversiteyi Azerbaycan'da okuduğum için ve İran'a da sık sık gittiğim için iyi biliyorum. Özellikle Türkiye'nin Karadeniz bölgesine benzeyen, fakat daha dik yamaçların olduğu ve çok sık sis görülüp, yağmur yağan bir bölgeden bahsediyoruz. Bu noktada ilk olarak, teknik arızalar ve hava koşulları göz önünde bulundurulmalıdır.

Özellikle helikopter kazalarının büyük bir kısmı, teknik arızalar, insan hatası veya olumsuz hava koşullarından kaynaklanmaktadır. İran’ın sivil havacılık altyapısının yaşadığı sıkıntılar ve uygulanan uluslararası yaptırımlar nedeniyle, yedek parça tedarikinde yaşanan zorluklar helikopter bakımını etkileyebilir.

Bu bağlamda, teknik bir arıza ihtimali göz ardı edilmemelidir. Ayrıca, o dünkü hava şartları da analiz edilerek, olumsuz koşulların kazaya yol açıp açmadığı incelenmelidir.

Sabotaj olabilir!

Öte yandan, sabotaj olasılığı da ciddi şekilde değerlendirilmeli. İran, son yıllarda hem iç hem de dış politikada büyük çalkantılar yaşıyor. İçeride, farklı siyasi ve etnik gruplar arasında gerilimler mevcutken, dışarıda ise özellikle ABD ve İsrail ile yaşanan gerginlikler, böylesi bir sabotajın olabileceği ihtimalini akla getirebilir. İran'ın nükleer programı ve Orta Doğu'daki askeri faaliyetleri nedeniyle maruz kaldığı baskılar, bu tür bir eylemin arkasında kimin olabileceği konusunda spekülasyonlara yol açıyor.

Siyasi analiz:

Olayın bir sabotaj olabileceği ihtimali, iç politikadaki iktidar mücadeleleri bağlamında da değerlendirilebilir. İran’ın siyasi yapısı oldukça karmaşık ve çok katmanlıdır. Cumhurbaşkanı, dini lider ve diğer siyasi aktörler arasındaki güç dengesi, zaman zaman şiddetli çatışmalara sahne olabiliyor. Bu bağlamda, olası bir iç hesaplaşma ya da iktidar mücadelesinin bir sonucu olarak da bu tür bir sabotaj gerçekleştirilmiş olabilir.
Uluslararası tepkilere bakmak gerek.

Bu olayın uluslararası yansımaları da önemli bir ipucu sağlayabilir. Eğer kazadan sonra bazı ülkelerden anında sert tepkiler gelmişse veya bazı gruplar olayın hemen ardından sorumluluğu üstlenmişse, bu durum olayın bir sabotaj olduğuna dair kanıt niteliği taşıyabilir. Uluslararası istihbarat raporları ve açıklamalar da bu konuda aydınlatıcı olabilir. Özellikle komşu ülkelerdeki istihbarat bilgileri olayı aydınlatmada işe yarayabilir.

Sonuç olarak, İran Cumhurbaşkanı'nın helikopterinin düşmesinin bir kaza mı yoksa sabotaj mı olduğu sorusu, birçok faktörün dikkatlice değerlendirilmesini gerektiren karmaşık bir konu. Teknik ve çevresel faktörlerin yanı sıra, siyasi ve uluslararası dinamiklerin de dikkate alınması gerekiyor. Olayın aydınlatılması, sadece İran için değil, bölgesel ve küresel istikrar açısından da büyük önem taşıyacaktır. Ayrıca bu tarz olaylarda gerçekler ortaya çıkana kadar, spekülasyonlar devam edecek gibi görünüyor. belkide gerçek asla ortaya çıkamayacak.

20 Mayıs 2024
Artan ihracat rakamları ne ifade ediyor?


Son yıllarda Türkiye'nin ihracat rakamlarında gözle görülür bir artış yaşanıyor. Özellikle Maliye Bakanı Sn. Mehmet Şimşek'in ekonomiyi kontrol etmeye başlaması  ile birçok alanda gözle görülür düzelmeler ortaya çıkmaya başladı. Ekonomik veriler de buna bağlı olarak pozitif yönde evrilmeye başladı. Artış sadece ekonomik bir başarı değil, aynı zamanda ülkenin geleceği için de önemli bir işaret taşıyor.

Öncelikle, artan ihracat rakamları Türkiye'nin ekonomik çeşitliliğini ve rekabet gücünü ortaya koyuyor. Farklı sektörlerdeki firmaların uluslararası pazarlarda başarılı olması, ülkenin ekonomik temellerinin sağlam olduğunu gösteriyor. Bu da Türkiye'nin sadece belirli bir sektöre bağımlı olmadığını ve çeşitli alanlarda rekabet edebilir durumda olduğunun açık bir göstergesi.

İhracattaki artış, Türkiye'nin uluslararası arenada daha fazla tanınmasına ve itibar kazanmasına da katkı sağlıyor. Dünya genelinde daha fazla ülkeye ürün ve hizmet sunmak, Türkiye'nin küresel bir oyuncu olarak konumunu güçlendiriyor ve uluslararası ilişkilerde daha etkili bir rol oynamasını da sağlıyor.

Ayrıca, artan ihracat Türkiye'nin ekonomik büyümesine de olumlu yansıyor. İhracattaki artış, üretim ve istihdamı arttırarak ekonominin canlanmasına katkı sağlıyor. Bu da iç talebi destekleyip, genel refah düzeyini yükseltiyor.

Ancak, artan ihracatın sürdürülebilir olması için uzun vadeli bir stratejiyle desteklenmesi gerekir. Maliye Bakanı Sn. Mehmet Şimşek'in kazandırdığı bu ivme desteklenebilirse Türkiye için son zamanlarda özellikle ekonomideki kötü gidişat olumluya ciddi bir şekilde evrilecek gibi görünüyor. Hükümetin özellikle dış ticaret konusunda kaliteli ürünlerin üretimi, pazar araştırmalarına dayalı stratejilerin belirlenmesi ve lojistik altyapının güçlendirilmesi gibi faktörleri göz önünde bulundurarak ihracatın sürekliliğini sağlamak adına adımlar atması önemlidir.

Yazımı toparlayacak olursam, Türkiye'nin artan ihracat rakamları ülkenin ekonomik büyümesi, uluslararası rekabet gücü ve küresel etkisinin artması açısından önemli bir gösterge olarak karşımıza çıkıyor. Ancak, bu başarının sürdürülebilir olması ve gelecek için daha da güçlenmesi için gerekli adımların atılması gerekmektedir. Bunun için Hükümetin son dönem politikalarına sıkı sıkıya bağlanması ve her koşulda başarıya ulaşmak için süreci devam ettirmesi gerekiyor. Bu konuda şu ana kadar oldukça başarılı olduğunu söylemeden de geçmek istemiyorum. 
Haftaya görüşmek dileğiyle....

13 Mayıs 2024
Türkiye, İsrail'e "dur" dedi 

Türkiye'nin İsrail ile ticari ilişkilerini sonlandırma kararı, bölgesel politikayı ve ekonomiyi etkileyen önemli bir adım. Başlıkta, "Türkiye İsrail'e 'dur' dedi " dememdeki mantık, bu. Bu kararın İsrail'i hem ekonomik hem de politik olarak zorlayacağı ve Gazze için bir çıkış kapısı olabileceğini düşünüyorum.

Öncelikle, Türkiye'nin İsrail ile olan dış ticaretini sonlandırma kararının, İsrail ekonomisi üzerinde önemli bir etkiye sahip olacağını biliyorum. Türkiye, İsrail'in önemli bir ticaret ortağıydı ve bu ilişkinin sona ermesi, İsrail'in ticaret dengesini olumsuz etkileyecek. Alternatif bulma durumu var ama İsrail bu işten kesinlikle zararlı çıkacak. Özellikle çelik, kimyasal mamüller, tarım ürünleri ve teknoloji alanındaki ihracatında Türkiye'ye bağımlı olan İsrail, yeni pazarlar bulmakta zorlanacak.

Bununla birlikte, Türkiye'nin adımıyla, Gazze için bir çıkış kapısı olma potansiyeli var. Türkiye'nin insani yardım ve ticaret yoluyla Gazze'ye destek verme geçmişi göz önüne alındığında, aradaki ticaretin sonlanması, Gazze'ye yönelik yardımların artmasına ve bu bölgeye olan uluslararası desteğin güçlenmesine katkı sağlayabilir. Bu, coğrafyada İsrail'e karşı güçlü bir ekonomik yaptırımın ön ayağı olabilir.

Ancak, bu adımın İsrail ile Türkiye arasındaki politik ilişkilere de olumsuz etkisi olabilir. İki ülke arasındaki ilişkilerin daha da gerilmesine ve bölgesel istikrarsızlığa yol açabilecek potansiyel bir krize yol açabilir. Bununla birlikte, Türkiye'nin bu adımıyla İsrail'in uluslararası arenadaki konumunu zayıflatabileceği ve Filistin meselesindeki çözüm arayışlarında Türkiye'nin rolünü güçlendirebileceği de göz ardı edilmemelidir.

Sonuç olarak, Türkiye'nin İsrail ile ticaret ilişkilerini sonlandırma kararı, hem İsrail hem de bölgesel politika üzerinde önemli etkilere sahip olabilir. Bu adımın İsrail'i ekonomik ve politik olarak zorlamasıyla birlikte, Gazze'ye olan yardımları artırarak bu bölgeye umut ve destek sağlama potansiyeli bulunmaktadır. Ancak, bu adımın bölgedeki politik ve ekonomik dengeyi nasıl etkileyeceğini yakından takip edip göreceğiz. Sadece Türkiye'nin bu adımla İsrail'in hiç beklemediği baskıyı oluşturmaya başladığını görmek gerekiyor.

7 Mayıs 2024