Sınırda bir İngiliz hemşire. Yalın bir beden, titreye titreye konuşan bir yürek. "Kalbiniz nerede?" diye haykırıyor Mısırlı askerlere, yöneticilere, kapıların ardındaki muktedirlere… Elinde ne silah var, ne tehdit. Ne petrol pazarlığı yapıyor ne çıkar hesabı. Yalnızca yardım götürmek istiyor; Filistinli çocuklara, kadınlara, açlara, yaralılara. Müslüman topraklarında, Müslümanlara ulaşmak için yalvarıyor bir İngiliz.Sahneyi izlerken yutkundum. Kalbim daraldı. Utandım.
O hemşirenin yırtınan sesi vicdanı olan herkesi titretti. Ama asıl titreyecek olan bizlerdik: Bu coğrafyada doğmuş, bu dinin yükünü omzunda taşıyan bizler… Çünkü bu sahne yalnızca İsrail’in zulmünü değil, bizim suskunluğumuzu, çürümüşlüğümüzü, içi boşalan değerlerimizi de gösterdi.
Müslüman topluluklar olarak bu hale nasıl geldik? Nerede kaybettik merhameti? Nerede yitirdik onurlu dik duruşu, adalet için ayağa kalkma cesaretini? Bir İngiliz hemşire, ümmetin yapamadığını yapıyor. Hakkı haykırıyor. Biz ise ekran başında "çok duygulandım" deyip geçiyoruz. İki dakika sonra gündemimiz değişiyor. Borsa, tatil planı, indirimli ayakkabılar…
Bugün Gazze'de açlık var. İlaç yok. Temiz su yok. Ama en çok eksik olan ne biliyor musunuz? İnsanlık. Ve ne acı ki, bu insanlığın eksikliği artık dışarıdan değil, bizden kaynaklanıyor. Oysa Kur’an bize der ki: “Bir canı kurtarmak, tüm insanlığı kurtarmaktır.” Peki biz bu ayeti ne zaman yalnızca cenaze törenlerinde okunacak bir süs cümlesine dönüştürdük?
Yöneticilerimiz, lüks otellerde Filistin konulu sempozyumlar yapıyor. Halkımız sosyal medyada "#freePalestine" etiketi açıyor. Dualar ediyoruz. Tamam, güzel. Ama sonra ne oluyor? Yine sessizlik. Yine kimsesizlik. Yine içi boş temenniler. Bu ümmetin en büyük trajedisi, zalimin gücünden değil, mazlumun yanında durması gerekenlerin suskunluğundan kaynaklanıyor.
Biz neden bu kadar yozlaştık?
Çünkü iman yerini itibara, merhamet yerini konfora, ümmet bilinci yerini kabilecilik ve mezhepçilik yarışına bıraktı. Dindarlık artık ahlakla değil, şekille ölçülüyor. Yardım etmektense konuşmayı, koşmaktansa tweet atmayı tercih ediyoruz. Kalbimiz değil, algımız çalışıyor. Vicdan değil, imaj peşindeyiz.
O İngiliz hemşire hepimizin yüzüne bir tokat gibi indi. “Kalbiniz nerede?” sorusu sadece Mısırlılara değil, bize de soruldu. Evet, bize. Türkiye'de, Ürdün'de, Suudi Arabistan'da, Endonezya’da, Pakistan’da oturan bütün Müslümanlara...
Artık şu soruyu kendimize sormalıyız
Namaz kılan ama zulme göz yuman bir toplum olabilir miyiz? Hacca gidip dönerken çocukların cesetlerine sırt çeviren bir ümmet olabilir miyiz?
Olmuşuz, evet. Maalesef olmuşuz.
Ama hâlâ geç değil. Bir ses bile çok şeyi değiştirebilir. O hemşire bir ses verdi. Şimdi sıra bizde. Artık gerçekten bir şey yapmak zorundayız. Kapıların açılmasını beklemeyelim. Önce kendi içimizdeki taş kalpleri kırarak başlayalım. Merhamet yeniden dilimize değil, yüreğimize yerleşsin.
Ve bir daha kimse bize dönüp “Kalbiniz nerede?” diye sormasın.