Bu topraklarda ilk kez bir sessizlik yankılanıyor: Bomba sesi değil, silah çatlaması değil, ağıt değil bu... Bir umut sesi, bir barış nefesi. Terör örgütü PKK, kırk yıla yaklaşan kanlı serüvenini nihayet sona erdirdiğini silahları yakarak ilan etti. Bu, sadece bir örgütün silah bırakması değil; Türkiye’nin kader defterinde yeni bir sayfa açılması lazım bence. Bu ülke; Diyarbakır annelerinin gözyaşlarıyla yoğrulmuş büyük mücadeleler verdi. Sadece güvenlik güçleri değil, yoksul köylüler, şehit anaları, göç yollarında büyüyen çocuklar da bu mücadelede yer aldı. Şimdi soruyoruz kendimize: Terörün olmadığı bir Türkiye mümkün müydü? Evet, mümkündü. Ama büyük bedeller ödeyerek geldik buraya. Ve şimdi asıl soruyu sormalıyız: Barışı sadece “sessizlik” sananlar için değil, “adalet” talep edenler için de tesis edebilecek miyiz?Bu zor bir soru ama sorulması gereken bir soru.
Silahların gölgesi sadece can almadı; tarımı kuruttu, yatırımı kaçırttı, eğitimi yarım bıraktırdı. Şırnak’ta bir kız çocuğunun doktorluk hayalini, Tunceli’de bir gencin mühendislik hevesini elinden aldı. Ama şimdi silahların sustuğu bir coğrafyada, sadece barış değil, gelecek yeniden kurulabilir.Bugün Diyarbakır’dan Hakkâri’ye, Mardin’den Bingöl’e kadar uzanan her karış toprak, üretimin, kalkınmanın, özgürlüğün ve onurun mekânı olmaya aday. Terörün gölgesinde yalnızlaştırılan doğu ve güneydoğu illeri artık Türkiye’nin ekonomik şahlanışının itici gücü olabilir. Zira huzur, sadece insanı değil, sermayeyi, bilgiyi ve umudu da cezbeder.
Silahların susması bir başarıysa, bu başarının sahibi devletin kararlılığı kadar, toplumun vicdanıdır da. Bu yüzden şimdi bize düşen görev; rövanş değil, rehabilitasyondur. Örgüte katılan her genç, potansiyel bir terörist değil, sistemin dışına itilmiş bir çocuktur. Bu çocukların neden dağa çıktığını değil, neden toprakta kaldığını sorgulamalıyız.Devlet aklıyla merhamet, hukukla toplumsal hafıza bu topraklarda yeniden barışmalıdır. Yoksa susan silahlar, yerini başka bir şiddete bırakabilir. Unutmayalım ki kalıcı barış, sadece cephaneliklerin boşaltılması değil, kalplerin de onarılmasıyla mümkündür.Artık enerji kaynağımız öfke değil, üretim olmalı. Gençlerimiz kamp yerine laboratuvarda, siper yerine sınıfta, dağ yerine kampüste olmalı. Türkiye’nin doğusu ile batısı aynı fabrikada, aynı pazarda, aynı senfoni orkestrasında buluşmalı. Terörsüz Türkiye, sadece huzurlu değil; zengin, yaratıcı ve özgür bir Türkiye’dir.
Ve bu yeni dönemde, ne Kürt’ün kimliği tehdit olarak görülmeli ne de Türk’ün hassasiyetleri göz ardı edilmelidir. Farklılıklarımız zenginliktir, ama bu zenginliği ortaya çıkarmanın tek yolu; korkularla değil, adaletle yönetilen bir demokrasi inşa etmektir. Bu barış masa başında değil, toplumun vicdanında kuruldu. Şehit analarının sessiz direnişiyle, bölge halkının cesaretiyle, askerimizin disipliniyle ve milletimizin sağduyusuyla. Şimdi görevimiz, bu barışı sadece korumak değil, büyütmektir.Eğer bu defa başarabilirsek, sadece terörü değil, korkuyu da yeneriz. Sadece dağları değil, yüreklerdeki ayrılığı da indiririz. Ve belki de ilk kez, gerçekten bir millet oluruz.Çünkü terör bittiğinde, Türkiye’nin hikayesi başlar.