Bir ordunun gücü yalnızca silahından ya da asker sayısından değil, yaralı bir Mehmetçiğin dakikalar içinde hayata döndürülmesini sağlayan sağlık sisteminden de ölçülür. Çünkü savaş alanında zaferi belirleyen şey, sadece cesaret değil; zamanında yapılan doğru tıbbi müdahaledir. Türkiye’de 2016’da kapatılan askerî hastaneler, işte bu zincirin en sağlam halkalarıydı. Bugün o halkalar kopmuş durumda. Barış döneminde bile yaşanan aksaklıklar ortadayken, olası bir savaşta bu boşluğun neye mal olabileceğini kestirmek zor değil. 15 Temmuz hain darbe girişiminin ardından çıkarılan 669 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile tüm askerî hastaneler Sağlık Bakanlığı’na devredildi. Gerekçe, FETÖ yapılanmasını tasfiye etmek ve sağlık hizmetlerini sivilleştirmekti. Ancak aradan geçen dokuz yılda, bu kararın sahada oluşturduğu zafiyetler gün gibi ortaya çıktı.
Askerî hastaneler sıradan sağlık kurumları değildi. GATA başta olmak üzere bu merkezler, harp cerrahisi, mayın ve patlayıcı yaralanmaları, savaş travmaları gibi konularda dünyada sayılı birikime sahipti. O birikim sivile tam aktarılmadı. Bugün sınır ötesi operasyonlarda hızlı ve etkili sağlık desteği sağlanmasında ciddi güçlükler yaşanıyor. Yaklaşık 400 bin TSK personelinin periyodik muayeneleri ve Millî Savunma Üniversitesi’ne başvuran adayların sağlık raporları, eskiden askerî hastanelerde kısa sürede tamamlanıyordu. Bugün ise sivil hastanelerde haftalara yayılan, yıpratıcı bir sürece dönüşmüş durumda.
Üstelik sivil hekimlerin TSK Sağlık Yeteneği Yönetmeliği’ne tam hâkim olmamaları nedeniyle birçok subay ve astsubay haksız raporlarla mağdur ediliyor. Bu durum hem personel motivasyonunu zedeliyor hem de orduya nitelikli insan kaynağının kazandırılmasını sekteye uğratıyor. Ankara Gülhane Eğitim Araştırma Hastanesi’nde yaşanan örnek tablo düşündürücü: Komando olmak isteyen bir subay, 13 farklı hekime görünmek, kan tahlilinden EKG’ye kadar onlarca tetkik yaptırmak zorunda. Ancak bu işlemler için diğer hastalar gibi günlerce sıra bekliyor. Amirleri rapor için en fazla 5 gün izin verirken, ultrason randevusu bir hafta sonrasına verilebiliyor. Bu tablo, ordunun disiplinine ve işleyişine aykırı bir durum ortaya çıkarıyor.Ayrıca Askeri hastaneler, şehit cenazelerinin hazırlanması ve gazilerin tedavisi için özel örgütlenmişti. Bugün aynı süreçler sivil sisteme devredildi. Ancak artan bürokrasi yüzünden gaziler tedavi ve rehabilitasyon için uzun süre bekliyor. Bu yalnızca bir sağlık sorunu değil; ordu-millet dayanışmasını da zedeleyen bir durumdur. Dünyadaki güçlü ordular, askerî sağlık sistemlerini ayrıcalıklı ve bağımsız şekilde korur. Çünkü savaş koşullarında cephe gerisi sağlık desteği, sadece askerî disiplin ve emir-komuta zinciriyle işler. Türkiye’de askerî sağlık sisteminin tamamen sivilleştirilmesi, harp cerrahisinde uzmanlık boşluğu oluşturmuş, sevk ve tedavi zincirinde zafiyetlere yol açmıştır. Seferberlik döneminde bu boşlukların katlanarak büyümesi kaçınılmazdır.
Askerî hastanelerin kapatılması, kısa vadede güvenlik gerekçeleriyle alınmış olsa da uzun vadede millî güvenlik açısından ciddi riskler doğurmuştur. FETÖ mensupları temizlenmiş ve cezalarını bulmuşken, bugün artık başka bir gerçeklik önümüzde duruyor: Ordunun güçlü kalabilmesi için askerî sağlık sisteminin yeniden inşası bir tercih değil, zorunluluktur. En azından İstanbul, Ankara ve Malatya’da yeniden askerî hastanelerin açılması, harp cerrahisi ve cephe gerisi sağlık desteğinin askerî yapıyla yürütülmesi hayati önemdedir. Çünkü güçlü bir ordu, ancak güçlü bir askerî sağlık sistemiyle ayakta kalabilir. Aksi halde, olası bir savaşın bedeli çok ağır olabilir.