Kuraklık deyip geçmemek lazım

GİRİŞ:
2025-08-26
saat ikonu 09:16
|
GÜNCELLEME:
2025-08-26
saat ikonu 09:16

, tarihin en ağır iklim ve krizlerinden birine sürükleniyor. Tekirdağ başta olmak üzere Marmara Bölgesi’nde derin su krizleri yaşanıyor. Temmuz ayında Marmara’daki yağışların uzun dönem ortalamasının %95 altında, ülke genelinde ise %71 oranında düşüş göstermesi, sadece meteorolojik bir veri değil; Türkiye’nin geleceğine dair sert bir uyarı. Baraj seviyeleri kritik eşiklerin altına indi, bazı evlerin haftalarca musluktan su alamadığı haberleri gazete manşetlerinde yer alıyor.Bence bugün konuştuğumuz mesele artık sadece “çiftçinin ürünü susuz kalıyor” meselesi değil; Türkiye ekonomisinin ve sosyal hayatının en kırılgan damarına darbe vuran bir kriz halini alıyor.

Özellikle Türkiye’nin sektörü hâlâ milyonlarca hanenin geçim kaynağı ve ülkenin gıda güvenliğinin temeli. Ancak suyun tarımdan çekilerek iç tüketime yönlendirilmesi, kısa vadede şehirlerde krizi hafifletse de orta vadede gıda arzında sert bir daralma yaratacaktır. Buğday ve ayçiçeği gibi stratejik ürünlerde rekolte kaybı, ithalatı zorunlu hale getirecek.

Hayvancılık sektörü su ve yem tedarikindeki sıkıntı nedeniyle küçülecek. Türkiye’nin tarım ihracatında önemli paya sahip olan sebze-meyve ürünlerinde fiyat şokları yaşanacak. Kısacası, kuraklık tarımda sadece çiftçiyi değil, market rafından alışveriş yapan her vatandaşı vuracaktır. Gıda enflasyonu, zaten yüksek seyreden genel enflasyonu daha da körükleyecek. Bu, enflasyonla mücadeleyi imkânsız hale getirecek zincirleme bir etki yaratır.

, tarımı olduğu kadar sanayiyi de tehdit ediyor. Tekstil, gıda işleme, kimya ve enerji sektörleri suya doğrudan bağımlı. Trakya ve Marmara sanayisinin Türkiye ihracatındaki payı %40’ın üzerindeyken, bölgede su kesintilerinin artması üretim hatlarını durdurabilir. Bu, ihracat gelirinde düşüş, işsizlikte artış ve büyüme oranında sert bir yavaşlama anlamına gelir.Ayrıca, enerji üretiminin önemli bir kısmı barajlara dayalı hidroelektrik sistemlerden geliyor. Barajlardaki kritik düşüş, hem elektrik arzını hem de enerji fiyatlarını tehdit ediyor. Bu da sanayici için ikinci bir maliyet şoku demek. İstanbul, Bursa, Tekirdağ gibi yoğun nüfuslu şehirlerde muslukların akmaması, toplumsal huzursuzluk ve sosyal gerilim riski doğurur. Suyun bir “güvenlik meselesine” dönüşmesi, devletin önümüzdeki dönemde en kritik sınavlarından biri olacak. Su artık sadece bir doğal kaynak değil; ulusal güvenlik, sosyal istikrar ve ekonomik sürdürülebilirliğin anahtarıdır.

Bugün acil olarak yeni kuyular açılıyor, pompa sistemleri kuruluyor, tarım suyu içme suyuna yönlendiriliyor. Ancak bu yöntemler sorunu çözmek yerine gelecekte daha ağır faturalar çıkaracak. Yeraltı suyu rezervlerinin aşırı kullanımı, toprağın tuzlanması ve çökmesi gibi telafisi zor ekolojik yıkımları beraberinde getirecek. Türkiye bu krizi aşmak istiyorsa, köklü bir su yönetimi reformuna gitmek zorunda: Modern sulama teknikleri (damla ve yağmurlama) yaygınlaştırılmalı. Ayrıca su tasarruflu şehir altyapıları kurulmalı, kayıp-kaçak oranı hızla düşürülmeli. Yine özellikle sanayiye yönelik geri dönüşüm suyu ve gri su kullanımı zorunlu hale getirilmeli ve su havzaları arası entegrasyon sağlanarak bölgeler arası adaletli su dağılımı yapılmalı. Son olarak ve en önemlisi, suyun ekonomik değeri doğru fiyatlandırılmalı; israf edenin maliyeti artmalı, tasarruf edenin yükü azalmalı. Türkiye’nin karşı karşıya olduğu kuraklık sadece doğanın değil, yanlış politikaların da sonucudur. Eğer suyu bugünden doğru yönetmezsek, yarın ne tarımda verimlilikten ne de sanayide büyümeden bahsedebileceğiz. Bugün musluktan damlayan son su damlası, yarının ekonomik bağımsızlığı ile doğrudan bağlantılıdır. Bu gerçeği görmezden gelmek, geleceğimizi kurak topraklara gömmek olacaktır.