Birinin Felaketi, Başkasının geleceği olabilir mi?

GİRİŞ:
2025-06-08
saat ikonu 11:12
|
GÜNCELLEME:
2025-06-08
saat ikonu 11:12

Dünya ekonomisi büyük bir satranç tahtasıdır. Taşlar bazen krizle yerinden oynar, bazen de diplomasiyle. Ama ne olursa olsun, her devrilmiş taş, başka bir aktöre yeni bir hamle alanı sunar. Bu acımasız döngüde, birinin felaketi, öbürünün kurtuluşu olur. Türkiye son 20 yılda bu döngünün hem mağduru hem kazananı olmuştur. Irak Savaşı'nın ardından Türkiye’nin Güneydoğu illerinde tır dorseleri kuyruk oluşturdu. Suriye iç savaşı patlak verdiğinde, Halep ve Şam’dan çekilen birçok üretim kolunun yerini Gaziantep ve Mersin doldurdu. Rusya, Ukrayna’ya saldırdığında dünya tahıl krizine girerken, Türk limanları tahıl koridorunun kilit aktörü haline geldi. Kırım’ın ilhakı, Türkiye’nin Karadeniz’deki jeopolitik değerini artırdı. Ve şimdi İsrail-Gazze hattındaki savaş, Doğu Akdeniz ticaretinde İstanbul merkezli alternatif senaryoları tetikliyor.Her savaş, her kriz, her siyasi sarsıntı Türkiye'nin haritasında bir “ihracat potansiyeli” olarak yeniden şekilleniyor. Kimse yüksek sesle söylemese de gerçek bu.Bugün Avrupa, Çin'e olan bağımlılığını sorgularken "yakın coğrafyada üretim" diyor. “Nearshoring” adını verdikleri bu yeni trendde Türkiye, en avantajlı aday. Lojistik üstünlük, güçlü sanayi, kur avantajı ve politik esneklik Türkiye’yi Batı için vazgeçilmez hale getiriyor. Çünkü Batı’nın gözünde krizle boğuşan Ukrayna bir risk, ama Türkiye bir opsiyon.

Ancak asıl dramatik olan şu, Türkiye sadece kriz yaşayan ülkelerin yerine geçmiyor; aynı zamanda kriz yaşayan ülkelere daha fazla ihracat yapıyor. Lübnan ekonomik olarak çökerken Türkiye oraya gıda ve ilaç sattı. Pakistan IMF ile boğuşurken Türk ev tekstili orada rafları süsledi. Sudan’da iç savaş sürerken Türk lojistik şirketleri Hartum üzerinden Orta Afrika pazarına köprü oldu.

Bu tablo bize ne anlatıyor? Şunu:Ticaretin kendi ahlakı yoktur. Ticaret fırsatı sever. Ve bu fırsatlar çoğu zaman yıkımın içinden doğar. Bu yüzden, Türkiye’nin ekonomik başarı öykülerinde zaman zaman krizlerin kanı vardır. Savaşlardan doğan koridorlar, iflaslardan açılan pazarlar, çöken para birimlerinin tetiklediği alım talepleri... Bunlar Türkiye'nin dış ticaretinin görünmeyen yakıtlarıdır. Elbette bu gerçek, etik sorgulamayı da beraberinde getiriyor: Başkalarının felaketi üzerinden kazanmak vicdana sığar mı? Sorunun cevabı karmaşık. Çünkü dünya sistemi zaten bu mantıkla işliyor. Güçlü olan, hızlı olan ve alternatif üreten kazanıyor. Bu sebeple Türkiye için asıl mesele, krizlerden doğan fırsatları sadece geçici kazanca değil, sürdürülebilir stratejik üstünlüklere dönüştürebilmek. Aksi hâlde bir gün başkasının mucizesi oluruz; bizim felaketimizden doğan.