Geçtiğimiz yıl Mehmet Şimşek’in yeniden ekonominin başına geçmesi, Türkiye'nin rasyonel politikalara dönüş sinyali vermesi açısından kamuoyunda umutla karşılanmıştı. Aradan geçen sürede ise hem kamuoyu hem de iş dünyası aynı soruyu sormaya devam ediyor: Bu program tutar mı?
Rasyonaliteye dönüş”ün ayak sesleri
Şimşek göreve geldiğinde ilk mesajı netti: Türkiye’nin artık "akla dayalı politikalara" dönmesi gerekiyordu. Bu çerçevede faizlerin yeniden yükseltilmesi, Merkez Bankası’nın görece bağımsız hareket etmeye başlaması ve mali disiplinin yeniden inşası gibi adımlar atıldı.
Ancak bu adımların topluma yansıması zaman alacak. Çünkü yıllardır biriken yapısal sorunlar bir çırpıda çözülebilecek düzeyde değil. Enflasyonun yapışkan hale gelmiş olması, kamu harcamalarının kontrolsüz yapısı ve özellikle TL’ye olan güvensizlik hâlâ ciddi engeller olarak önümüzde duruyor.
Mali disiplin mi, sosyal huzursuzluk mu?
Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın üzerinde özellikle durduğu alanlardan biri mali disiplin. Kamuda tasarruf genelgeleri, lüks harcamaların kısıtlanması ve kurumlar üzerindeki bütçe kontrolü bu doğrultuda atılmış adımlar.
Ancak burada ince bir denge var: Bütçeyi toparlamaya çalışırken, toplumun geniş kesimlerinin geçim sıkıntısı daha da derinleşiyor. Bu da sosyal memnuniyetsizliği artırıyor. Soru şu: Mali disiplin, siyasi ve sosyal istikrarla çakışmadan nasıl sürdürülebilir?
Enflasyonla mücadelede yol haritası
Türkiye'de TÜFE, hâlâ %70’lerin üzerinde seyrediyor. Politika faizi artırılmış olsa da, beklentilerde kalıcı bir kırılma sağlanmış değil. Hane halkı ve işletmeler enflasyonun düşeceğine değil, yeniden tırmanacağına inanıyor. Bu da fiyatlama davranışlarını bozuyor.
Şimşek’in ekibi bu kırılmayı sağlamak için “zamansal sabır” talep ediyor. Ancak toplumun sabrı sınırlı. Ücretliler, emekliler ve küçük esnaf, her ay daha fazla ezildikçe, bu politikaların siyasi maliyeti de büyüyor.
Yatırım ortamı ve yabancı sermaye
Peki bu program dış dünyada nasıl karşılandı? Uluslararası yatırım çevrelerinde Şimşek’e bir güven var. CDS primleri düşüyor, uluslararası kuruluşlar kredi notlarını güncelliyor. Ama doğrudan yatırım (FDI) hâlâ sınırlı. Çünkü yabancı sermaye sadece mali göstergelere değil, hukuki güvenliğe, öngörülebilirliğe ve siyasi istikrara da bakar.
Kısa vadede portföy yatırımları ile borsa ve tahvil piyasasına sıcak para girişi olsa da, kalıcı yatırım için hâlâ sinyaller zayıf. Hukuk reformu, kurumların bağımsızlığı ve şeffaflık gibi alanlar hâlâ yatırımcının çekindiği alanlar.
Dolarizasyon: TL’ye güven ne zaman döner ?
En önemli sorulardan biri de şu: Türkiye’de vatandaş neden TL’ye güvenmiyor? Kur korumalı mevduat sistemi, geçici bir pansuman etkisi yarattı ama köklü bir çözüm olmadı. Şimşek’in programı, TL’nin yeniden cazip hale gelmesini hedefliyor. Ancak bu da zamanla olacak bir şey. TL’nin itibarı, sadece faizle değil, ekonomik ve siyasi güvenle kazanılır.
Zaman, sabır ve reform
Mehmet Şimşek’in programı teknik olarak doğru başlıklar içeriyor: Disiplin, sadeleşme, piyasa mekanizmalarına dönüş, yabancı sermaye çekme, rezervleri güçlendirme… Ancak bu programın başarılı olması için birkaç şart var:
Toplumun desteği: Politikalar, geniş kitlelerin sırtına yük bindirmeye devam ederse, sabır taşabilir.
Siyasi sahiplenme: Program sadece teknokratlara bırakılırsa değil, siyasi liderlik tarafından da tam desteklenirse başarı şansı artar.
Yapısal reformlar: Eğitim, yargı, vergi sistemi, sanayi politikası gibi alanlarda eşzamanlı reformlar olmadan, sadece mali tedbirlerle istikrar zor sağlanır.
Türkiye için yol haritası açık. Ancak bu yolda yürüyebilmek için sadece doğru program yetmez; kararlılık, şeffaflık ve toplumsal diyalog da gerekir. Aksi halde yine "iyi niyetli ama sonuçsuz" bir reform dönemi daha yaşanabilir.