Tgrt Haber

Talip Bayram Yazıları

Coğrafi İşarette Denetim

Yazılarımı takip edenler bilir coğrafi işarete ne kadar önem verdiğimi. Bu konuya birçok yazımda yer veriyor ve bu alandaki gelişmeleri de titizlikle takip ediyorum. Coğrafi işaretin denetimi de en az tescili kadar büyük önem taşıyor. Coğrafi işaretin denetimine dair detayları ise bu konuda uzman bir isim olan TOBB Patent ve Marka Vekilleri Meclis Başkanı Kemal Yamankaradeniz’in görüşlerinden yola çıkarak ele aldım.


Toprağın dili

"Her yudumda bir öykü saklıdır," derler. İşte coğrafi işaret, tam da bu öyküyü anlatır. Toprağın, iklimin, insan elinin bir araya gelerek oluşturduğu bir şaheserdir. Bir yudum zeytinyağında, bir dilim peynirde, bir lokma incirde, o toprağın kokusu, o insanın emeği yatar. Coğrafi işaret, bu eşsiz lezzetlerin dilini korumak, onları taklitlerden arındırmak için yapılır. Tıpkı bir şairin şiirini taklit etmenin mümkün olmaması gibi, coğrafi işaretli bir ürünün de taklidi asla aslına ulaşamaz.

Kültürel mirasımızın anahtarı

Kültürümüzün, tarihimizin izlerini taşıyan en önemli miraslarımızdan biridir coğrafi işaretler. Dedelerimizden miras kalan üretim yöntemleri, kullanılan malzemeler, tüm bu bilgiler coğrafi işaret sayesinde nesilden nesile aktarılır. Coğrafi işaret, sadece bir ürün değil, aynı zamanda bir kültür, bir gelenektir. Bu işaret, toprakla insanın birlikteliğini ve doğanın insanı beslemesini anlatır.

Sofralarımız korunur 

Sofralarımız, sadece yemek yediğimiz yerler değil, aynı zamanda kültürümüzü paylaştığımız, sevdiklerimizle bir araya geldiğimiz mekanlar. Coğrafi işaret, sofralarımızın zenginliğini korur, bize özgün lezzetler sunar. Bir sofrada, farklı coğrafyaların lezzetleri bir araya gelebilir, ancak her bir lezzetin kendi hikayesi, kendi kimliği bulunur. Coğrafi işaret, bu hikayeleri koruyarak sofralarımızın daha da zenginleşmesini sağlar.

Üreticinin gururu

Bir üretici için, ürettiği ürün sadece bir para kaynağı olmaktan öte, bir tutku, bir gurur meselesi sayılır. Coğrafi işaret, bu gururu korur, üreticinin emeğini takdir eder. Bir üretici, coğrafi işaretli bir ürün üreterek, sadece kendi adını değil, aynı zamanda bölgesinin, ülkesinin adını da duyurur.

Kültürel mirasın geleceğini güvence altına almak  

Türkiye, kültürel zenginliği ve tarımsal çeşitliliğiyle coğrafi işaretli ürünler açısından eşsiz bir hazineye sahip. Ancak, bu hazineyi koruyabilmek, sadece coğrafi işaret tescil süreçleriyle değil, etkin bir denetim mekanizmasıyla mümkün. TOBB Patent ve Marka Vekilleri Meclis Başkanı Kemal Yamankaradeniz “Türkiye’de coğrafi işaretler konusunda sadece tescil sürecine odaklanılmakta, asıl kritik unsurlar olan denetim ve yönetişim ihmal ediliyor” diyerek bu konuda dikkat çekici bir noktaya parmak basıyor.

Coğrafi işaretlerin üç sacayağı: Tescil, Yönetişim, Denetim  

Coğrafi işaret sistemi, birbirini tamamlayan üç temel unsurdan oluşur: tescil, yönetişim ve denetim. Yamankaradeniz’e göre bu üçlüden herhangi biri eksik olduğunda sistemin sağlıklı işlemesi mümkün değil. Tescil aşaması, ürünün resmi olarak kayıt altına alınarak özgünlüğünün korunmasını ve tüketicilerin doğru bilgilendirilmesini sağlar.  

Yönetişim aşaması, tescil sahibinin sorumluluklarını ve yetkilerini tanımlar. Ancak Türkiye'de bu aşamada sorumlulukların yeterince netleştirilmediği görülüyor.

Denetim mekanizması, hem üretim süreçlerinde hem de piyasada ürünlerin tescile uygunluğunu kontrol eder. Avrupa Birliği'nde bu görev, bağımsız ve akredite sertifikasyon kuruluşları tarafından yürütülürken, Türkiye’de bu sistem henüz yeterince olgunlaşamamış.   

Yamankaradeniz’e göre Türkiye’de coğrafi işaretli ürünlerin denetiminde karşılaşılan sorunlar:

İç denetim eksikliği: Üreticilerin tescile uygun üretim yapmaları konusunda yeterli rehberlik sağlanmıyor.  

Dış denetim eksikliği: Bağımsız kurumların denetim yapmasını sağlayacak yasal altyapı yetersiz.  

Sunulan öneriler:

  • Mevcut yasal çerçevenin baştan sona gözden geçirilmesi ve eksiklerin giderilmesi,
  • Bağımsız bir denetim ve sertifikasyon sistemi oluşturulması,
  • Bölgesel temsilcilikleri olan merkezi bir enstitü kurulması,
  • Denetim süreçlerinin organik tarım gibi diğer alanlarla entegre edilmesi.

Coğrafi işaretlerin gastronomi, ekonomi ve turizme katkısı  

Coğrafi işaretli ürünler, yalnızca kültürel mirası korumakla kalmaz; aynı zamanda ekonomik bir değer oluşturur. 2023 ve 2024 yıllarında, turizm açısından en çok tercih edilen illerin, marka tescil ve coğrafi işaret başvurularında zirvede yer alması, bu ürünlerin ekonomik potansiyelini gözler önüne seriyor.

Yamankaradeniz, “Bugün insanlar, meşhur bir yiyeceği ya da ürünü yerinde tüketmek için uzun mesafeler kat ediyor ve ciddi harcamalar yapıyor. Coğrafi işaretler, kırsal kalkınmayı desteklerken, yerel markalaşmayı da teşvik eder. Peynir tadımları için Fransa’ya, makarna yemek için İtalya’ya turlar düzenleniyor. Türkiye de bu potansiyelden daha fazla yararlanabilir. Ayrıca coğrafi işaret, yalnızca bir tescil belgesi değil, aynı zamanda kalite ve güvenin göstergesi. Bu bilinçle hareket edildiği takdirde Türkiye’nin yöresel ürünleri dünya çapında tanınır ve tercih edilir hale gelebilir” diyerek bu işin önemine dikkat çekiyor. 

Özetle;

Türkiye’nin 1.600’ü aşkın coğrafi işaretli ürününün özgünlüğünü ve kalitesini koruyacak bir denetim sistemi oluşturmak, sadece bu ürünlerin ulusal ve uluslararası alandaki itibarını artırmakla kalmayacak; aynı zamanda kırsal kalkınmayı, yerel üreticiyi ve turizm sektörünü güçlendirebilir.  

 

2 Aralık 2024
Tarımın kalbi Akdeniz’de

Tarımın Kalbi Antalya’da Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi‘nde atıyor. 

Tarım sektörü ve üniversitenin birbiriyle iç içe geçtiği, bilgiyle eylemin harmanlandığı o eşsiz sinerjiye ülkenin çok ihtiyacı var. Tıpkı bir çiftçinin toprağıyla kurduğu bağ misali, üniversitenin de tarım sektörüyle kuvvetli bir ilişki içinde olması gerektiğine inanıyorum. Bilimsel araştırmaların tarlalarda yeşermesi, teorinin pratikle buluşması gibi üniversite, bu bağlamda tarımın pusulası, yol göstericisi olmalı. Keşke her üniversite, kendi bahçesinde yetiştirdiği ürünlerden elde ettiği bilgileri, ülkemizin tarımına hizmet etmek için çiftçiyle daha çok paylaşsa ve bu bilgiler ışığında ekim yapılsa. Ne güzel olur değil mi? Böylece hem bilimsel çalışmalar hayat bulur hem de tarım sektörü daha da güçlenir.

Türkiye’nin en büyük örtü fuarı sayılan Growtech. Antalya vesilesiyle bu kentte iken Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nin sera alanlarını gezme şansını yakaladım. Ziraat Fakültesi Dekan Yardımcısı ve Tarla Bitkileri Bölümü’nden Prof. Dr. Hüseyin Çancı hocamız da bize eşlik etti. Bu gerçekleştirdiğimiz keyifli gezi ve sohbet sayesinde üniversitenin ziraat alanında yaptığı çalışmalar hakkında önemli bilgiler edindim.

Antalya, verimli toprakları, güneşin cömertliği ve seracılık konusundaki liderliği ile ülkemizin tarım cennetlerinden biri olarak anılır. Bu eşsiz coğrafyada 1983 yılında kurulan Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi, yalnızca bölgenin değil, Türkiye’nin tarımsal geleceğini şekillendiren bir eğitim, araştırma ve uygulama merkezi haline gelmiş bir kurum. 

Antalya’nın sera tarımındaki güçlü potansiyelini bilimsel çalışmalarla buluşturan fakülte, hem yetiştiricilik tekniklerini geliştiren hem de öğrencilere uygulamalı bir eğitim sunan bir platform. Fakülte bünyesinde yer alan 10 dekarlık cam ve plastik seralarda, bölgenin karakteristik ürünleri olan domates, hıyar, sivri biber ve köy biberi gibi sebzelerin üretimi yapılıyor. Bu seralar yalnızca üretim merkezleri değil, aynı zamanda bilimsel birer laboratuvar mahiyetinde. Burada yetiştirilen ürünler, bitki hastalıkları ve zararlıları ile mücadeleden budama ve çelik alma tekniklerine kadar her alanda öğrencilere pratik deneyimler kazandırıyor. 

Ziraat Fakültesi'nin seralarında tarımın nabzı atıyor

Fakültenin seralarını gezerken, toprağı modern bilimle buluşturan bir anlayışa tanık oluyorsunuz. Kokteyl domateslerin canlı kırmızısından, köy biberinin yeşil tonlarına kadar her bir ürün, aynı zamanda tarımın geleceğini şekillendiren birer proje niteliğinde. Fakültenin faaliyetleri, bu sebzelerin dışında zeytin bahçelerinden geleneksel zeytinyağı üretimine, 50 farklı süs bitkisi çeşidinin üretimine kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyor. Bu süs bitkileri, özel günlerde tüketicilerin öncelikli tercihi olurken, aynı zamanda öğrencilere çiçek yetiştiriciliği konusunda uygulama imkânı sağlıyor.  

Hayvansal üretimde yenilikçi ve sürdürülebilir çözümler

Bitkisel üretimin yanı sıra, Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi hayvansal üretimde de fark oluşturuyor. Yaklaşık 120 başlık süt sığırcılığı tesisinde üretilen süt, fakültenin süt işleme tesisinde günlük pastörize süt, yoğurt, kefir ve köy peyniri gibi ürünlere dönüştürülüyor. Ayrıca, 1000 adetlik gezen tavuk ünitesinden elde edilen doğal yumurtalar, fakülte bünyesindeki satış noktasında halka sunuluyor. Bu üretimlerin sürdürülebilirlik ilkesine uygun şekilde gerçekleştirilmesi, fakülteyi Türkiye’nin öncü tarımsal eğitim kurumlarından biri haline getiriyor.   

Bilimle yoğrulan toprak, deneyimle yeşeren fidanlar 

Gezi, fakültenin her köşesinde bilimin nasıl yeşerdiğine dair ilham verici bir deneyim sundu. Öğrencilerin bitki yetiştiriciliğinden tarım ekonomisine kadar geniş bir alanda uygulamalı eğitim aldığını görmek, bu fakültenin aynı zamanda iyi bir tarım merkezi olduğunu da gözler önüne seriyor.  

Antalya halkı ile buluşan lezzet ve bilim

Fakültede üretilen ürünlerin üniversite çalışanları, öğrenciler ve Antalya halkıyla buluştuğu satış noktası, sanki bilim ve lezzet köprüsü işlevi görüyor. Buradan satın alınan bir zeytinyağı ya da bir köy peyniri, damakla birlikte tarımın geleceğini de tatlandırıyor. Gezi sırasında satış noktasından ikram edilen dondurma da gerçekten nefisti.

Türkiye tarımına ilham veren bir fakülte

Eğer tarımın nasıl bir bilime, emeğe ve ilhama dayandığını görmek istiyorsanız, bu fakültenin seralarına ve uygulama alanlarına bir göz atın. Her bir köşesinde, geleceğin tarımı için atılan bir tohum bulacaksınız. Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi, bilimi toprakla, umudu ise insanlıkla buluşturan bir köprü olmaya devam ediyor.

25 Kasım 2024
Gastronomide sektör-üniversite iş birliği

Damakların keyif aldığı tatlar, gastronominin sanatsal yönünü yansıtırken, bu lezzetlerin üretimi, dağıtımı ve tüketimi de ciddi bir ekonomik döngüyü harekete geçiriyor. Dolayısıyla gastronomi, sadece lezzetin değil, aynı zamanda ekonominin de içinde olduğu önemli bir bilim dalı ve bu alanda yüzlerce üniversitenin bölümü bulunuyor.

Geçen gün İstanbul Aydın Üniversitesinde, Gastronomi Bölümü Başkanı Prof. Dr. Kamil Bostan hocamın davetiyle bir toplantıya katıldım. Üniversite ile gastronomi sektörü arasında işbirliği konusunu ele aldık. Üniversitelerin gastronomi alanında verdiği eğitimler bence çok değerli. Gastronomi ve Mutfak Sanatları 4 yıllık bir lisans, aşçılık bölümü ise fakültelerin yüksekokullarına bağlı 2 yıllık bir ön lisans bölümüdür. 2024 yılı itibariyle KKTC dahil 192 üniversitede gastronomi, 194 üniversitede ise 2 yıllık aşçılık bölümü bulunuyor. 

Üniversitelerin gastronomi ve aşçılık bölümleri, bu büyülü dünyanın sırlarını keşfetmek isteyenler için adeta bir laboratuvar sayılır. Her ders, yeni bir tat, yeni bir aroma ve yeni bir kültüre açılan bir kapı sanki. Öğrenciler, yemek yapmanın yanında lezzetlerin tarihini, kültürünü ve bilimsel yönlerini de öğreniyorlar. Mutfak, onların hem atölyesi hem de sahnesi. Burada, hayal güçleri kadar geniş ise o kadar yeni tatlar oluşturur ve dünya mutfaklarını keşfederler. Gastronomi bölümleri, iyi bir meslek erbabı yetiştirmenin yanında bir tutku ve yaşam biçimi de sunar.

Lezzetlerin dili ve kültürlerin buluşma noktası

Bu bölümler, farklı kültürlerin ve lezzetlerin bir araya geldiği, harmanlandığı ve dönüştüğü bir alan. Bir yandan geleneksel Türk mutfağının incelikleri öğrenilirken, diğer yandan da İtalyan makarnasının sırrı çözülmeye çalışılır. Burada hedef, yemek yapmakla birlikte farklı kültürlerin hikayelerini öğrenmek ve onların sofralarına konuk olmaktır.

Geleceğin şefleri yetişiyor

Teknolojinin hızla gelişmesiyle birlikte, mutfaklar da değişiyor. Genç yetenekler, lezzetli yemeklerle birlikte mutfaklarını bir sanat galerisi gibi kullanarak yemeklerini görsel bir şölene dönüştürüyorlar. Moleküler gastronomi gibi yenilikçi teknikleri öğrenerek, lezzetin sınırlarını zorluyorlar. Gastronomi bölümleri onlara, yeteneklerini özgürce kullanabilecekleri bir ortam sunuyor.  

Gastronomi, hayatın tadı

Gastronomi, yemekten öte, kaliteli bir yaşam tarzı sunar; lezzetleri keşfetmek, özel anlar oluşturmak ve insanlarla bağ kurmak için eşsiz bir fırsat sunar. Üniversite de, öğrencilerine bu felsefeyi aşılar. Mutfakta geçirilen her an, onların hayatlarına yeni bir anlam katar. 

Ancak ne yazık ki günümüzün gastronomi sektörü ile bu alandaki üniversite mezunları arasında sağlam bir köprü inşa edilemiyor. Üniversitelerin dört yıllık gastronomi veya 2 yıllık aşçılık bölümlerinden mezun olanlar, okul boyunca şekillendirdiği yetenekleriyle sektöre adım atmaya çalışırken hatalar zincirine kurban ediliyor.

Bu sorunlar yumağında sizce neler var?

Çözüm önerileri üzerine kendi düşüncelerimi size aktarmak istiyorum:

-Teori ile pratik arasındaki mesafe

Üniversiteler, gastronomi alanında geniş bir teorik altyapı sunarken, pratik deneyim konusunda yetersiz kalabiliyor. Sektör, zamanı hızla tüketen bir mutfakta hayatta kalma mücadelesi verirken, üniversitede gerçek mutfak kaosunun benzemediği deneyimler var. Bu nedenle, mezun olduklarında kendilerini hazır hissetmiyorlar.

Üniversiteler, sektörde bulunanlarla daha güçlü işbirlikleri kurarak, eğitimleri sırasında uzun süreli staj imkânları sunmalı. Teorik ile pratik uygulamayı harmanlayan, uygulamalı ders derinliğini artıran bir müfredat, bu meseleye çözüm olabilir.

-Sektörün mezunlara olan soğuk tavrı

 

Restoran sahipleri, gastronomi mezunları yerine alaylı aşçıları tercih etmeye devam ediyor. Bunun nedeni mezunların sektöre kolay uyum sağlayamayacağının düşünülmesi ve hızlı performans sunan mutfak ortamına yabancı kalmaları olsa gerek. Ancak bu tercih, sonuçta var olan yetişmiş personel sıkıntısını daha da derinleştiriyor mu?

Gastronomi mezunlarıyla çalışmayı teşvik için devlet destekli projeler geliştirilebilir. Bu bölümlerden mezun istihdam eden işletmelere vergi teşvikleri veya artı kazançlar sağlanabilir.  

-Mezunların sektörde çalışmak istememesi

Sektörün yoğun temposu, düşük maaşlar ve uzun çalışma saatleri, birçok gastronomi mezununu sahaya inmekten geri tutuyor. Bu genç yetenekler, okullarında edindikleri bilgilerle daha rahat olanaklar sunan akademik veya diğer yönetimsel pozisyonlara yöneliyor.  

Gastronomi mezunlarına sektör içerisinde kariyer gösterilmeli, başlangıç ​​rollerinden ilerleyebilecekleri bir yol haritası çizilmeli. Ayrıca, çalışma koşullarının iyileştirilmesi yönelimi teşvik edebilir.

-Aşçılık lisesinden üniversiteye direkt geçiş

Sektörde çokça istihdam edilen aşçılık liselerinden mezun olanların bir yetenek testinden geçtikten sonra gastronomi programlarına doğrudan geçiş yapmaları, sektöre daha donanımlı bireyler kazandırılabilir. Mezun olduklarında bu mesleği icra etmeleri kolaylaşacaktır.

-Bir köprü inşa etmek

Gastronomi sektörü ve üniversiteler arasında sağlam bir köprü inşa edilmediği sürece, mezunların sektöre katılması daha da zorlaşacak gibi görünüyor. Teori ve pratiği bir araya getiren, mezunları sektöre ısındıran bir sistem, gastronomi dünyasının temel taşı olabilir.

18 Kasım 2024
Lezzetin mirası Gastromasa’da

“IX. Gastromasa gastronomi konferansı”

 

Gökmen Sözen'in kuşatıcı kollarında bir dünya markasına dönüşen Gastromasa, bu yıl da lezzetlerle birlikte, hikayeler ve köklü mirasla yoğrulan çok değerli bir program vaat ediyor. Sözen, Türk gastronomisinin derinliklerini dünya mutfağıyla buluşturma misyonunu, büyük bir gayret ve özveriyle her yıl biraz daha ileriye taşıyarak, Türkiye'nin mutfak kültürünü küresel bir deneyim haline getiriyor.

Kasım ayının ortalarında Haliç kıyıları, yeni misafirlerini ağırlamaya hazırlanıyor. Bir sofranın etrafında birleşen farklı kültürlerin ve lezzetlerin yansıması, 13-14 Kasım tarihlerinde Haliç Kongre Merkezi'nde düzenlenecek olan IX. Uluslararası Gastromasa Gastronomi Konferansı'nda hayat bulacak.

Bu yıl “Legacy & Menu” sunumuyla sahneye çıkacak olan Gastromasa, mükemmel bir gastronomi konferansı olmasının yanında, geçmişin derin izlerini günümüzün modern ve inovatif tabaklarında birleştirici bir kültür şöleni olarak ortaya çıkarıyor.

Gastronomi dünyasının kalp atışları İstanbul’da

Gastromasa, dünya gastronomi sahnesinin devlerini İstanbul'a çağırıyor: Quique Dacosta'ndan  Akdeniz'in ruhunun zarif dokunuşları, Massimiliano Alajmo'nun İtalyan mutfağını bir sanat formülüne dönüştüren yaklaşımı, Pía León'un And Dağları'nın eteklerinden topladığı ilhamlarla oluşturduğu tabaklar… Yüzlerce diyebileceğim dünyaca ünlü şef, makarnacılık ustası, sommelier ve miksolojist, iki gün boyunca mutfak sanatının en ince detaylarını paylaşacak. Türkiye'nin farklı köşelerinden de 250'ye yakın gastronomi profesyoneli katılacak, bu kültürel şölenin yerli halkları olarak bu sahnede yer alacak.

Bir mirasın izinde: “Legacy & Menu”

 

Bu yılın konu başlığı olan “Legacy & Menu” (Miras ve Menü) ile Gastromasa, tarihin tabaklardaki izini sürmek istiyor. Göbeklitepe'nin ritüellerinden Efes'in taşlarına kadar uzanan bu miras, geçmişin ışığında günümüze taşınan bir gastronomi rehberi. Şeflerin, ilhamları nasıl menülerine taşıdıkları, inovatif demoları ve mutfakların geçmişten günümüze nasıl bir evrim geçirdiği üzerine derin tartışmaları konferanslarda rahatlıkla bulabilirsiniz. Her bir tabak, bir hikaye anlatacak ve şeflerin menüsü bu günün sesi olacak.

Gastromasa'nın parlayan yıldızları:

Konferansın farklı konseptleri, eşsiz deneyimler sunacak. Gastromasa Pastry, makarnacılığın sınırlarını zorlarken, dünyanın en ünlü makarnacılık ustalarını ve yeni trendleri bir araya getirecek. Haliç Auditorium'da şeflerin yenilikçilikle şekillendirdiği tatlılar, mutfak sanatının doruk noktası olarak sergilenecek. Gastromasa Hospitality ise turizm ve ağırlama sektörünün duayenlerini Sadabad Auditorium'da buluşturacak. Misafirperverliğin incelikleri, sektörün en büyük yatırımcıları ve profesyonelleriyle ile birlikte masaya yatırılacak. Eyüp Auditorium'da düzenlenecek olan etkinlikte ise farklı bir lezzet yolculuğu sunulacak. Dünyaca ünlü sommelierler ve miksolojistler, içeceklerin sanata dönüştüğü hikayelerini paylaşırken, ilham verici workshop'lar düzenlenecek.  

Gastronominin ince sanatı: “Fine Dining”

 

Türk Mutfağı Araştırmacısı Vedat Başaran'ın da Gastromasa basın toplantısında söylediği gibi, “Fine dining yalnızca lüks değil, bir incelik meselesidir, leblebinin dahi önemi vardır” derken, Türkiye'nin zengin mutfak çözümlerine, derin saygıyı vurguluyor. Kokoreçten baklavaya, tavuk göğsünden katmere kadar her lezzet, bu toprakların yapısının bir parçası olarak görülmeli. Bu miras, Gastromasa'nın vizyonuyla küresel sofralarda yeniden yorumlanmakta; gelenek ve yenilik de Türk mutfağında harmanlanmakta.

Gökmen Sözen'in vizyonu

 

Bir dünya markası olan Gastromasa, Gökmen Sözen'in yıllardır süregelen emekleri ve vizyonu sayesinde yalnızca Türkiye'nin değil, dünyanın en prestijli gastronomi platformlarından biri haline geldi. Londra'dan Güney Amerika'ya uzanan bu küresel serüven, İstanbul'a dünya gastronomisinin taşınmasını sağlıyor. Sözen'in özverisiyle her geçen yıl büyüyen bu organizasyon, genç Türk şeflerine uluslararası staj olanağı sunarken, Türkiye'nin fine dining potansiyelini de ortaya çıkarıyor.

Lezzet ve mirasın buluşma noktası

 

Özetle, Haliç Kongre Merkezi'nin tarihi atmosferi, bu yıl bir kez daha dünya gastronomisinin kalp atışlarına ev sahipliği yapacak. Gastromasa, mutfak sanatını bir kültür ortamı olarak ele alıyor; geçmişin lezzetlerini geleceğin sofralarına taşıyor. 13-14 Kasım'da yalnızca bir gastronomi konferansına değil, kültürel bir bilginin tabaklarda hayat bulduğu benzersiz bir deneyime davetlisiniz. Bu sofrada yer almak, tarihin derinliklerine yapılan bir yolculuk gibi.

 

11 Kasım 2024
Su Hayattır

(“…..her şeyi sudan yarattık” Kuran Enbiyâ Suresi 30. Ayet)

Su, bedeni besler ve ruhu canlandırır. Bir yudum suyla, doğanın bize sunduğu bu kadim enerji, vücudumuzu yeniler ve kainatın o muhteşem döngüsüne katar. Bir nevi suyun içindeki hayat, bizim hayatımıza dokunur, bizi iyileştirir ve yeniden bize can olur. Bu yüzden, her damlanın değerini bilmeli ve ona olan saygımızı yitirmemeliyiz. Çünkü su, hayattır; hayat ise o bir damlanın içinde saklı.

Bir yudum su, kalbin ritmini düzenler, zihni arındırır ve bedenin en derinlerinde bir denge oluşturur. Bedenin yaklaşık %60’ı sudan oluşur ve bu dengeyi korumak, sağlıklı bir yaşamın olmazsa olmazı. Su, adeta ruhun ve bedenin arındığı kutsal bir kaynak misali.

Su, yaşamın özüdür

Bir damla suyu, yaşamın özü olarak görmeli ve ona göre tüketmeliyiz. Onun o saf akışı, doğanın ve bedenin en temel melodisi sanki. Suyla tedavi merkezleri var. Suyun içinde saklı olan o derin iyileştirici gücü anlamak, aslında kendimizi anlamak sayılır. Çünkü bedenimiz, ruhumuz ve hayatımız gerçek anlamda suya bağlı. Bu nedenle suyu doğru anlamak ve doğru tüketmek, sağlığın ve huzurun anahtarı olsa gerek.

Suyun şifası,

Su, bedenimizin en derin köşelerine kadar ulaşarak şifa sunar. Böbreklerimizden cildimize, zihnimizden kalbimize kadar su, her bir organımıza hayat verir. Yeterince su içmek, böbreklerin filtreleme görevini yerine getirmesine destek olurken, sindirimi kolaylaştırarak kabızlığı önler. Su, metabolizmayı hızlandırarak vücuttaki toksinleri atmaya yardımcı olur ve fazla suyun ödem olarak vücutta birikmesini engelleyerek kilo vermeye katkıda bulunur.

Hangi su sağlıklı?

Sağlıklı bir yaşam için tükettiğimiz suyun kalitesi de en az miktarı kadar önemlidir. Doğal kaynak suları, mineral bakımından zengindir ve bedenin ihtiyacı olan mineralleri sağlarken, doğru arıtılmış su da güvenli bir seçenek olarak öne çıkıyor. Fakat her şeyden önemlisi, suyun taze ve canlı olmasıdır; doğanın içinden akıp gelen, saf ve kimyasallardan arınmış bir su, bedenin ritmiyle uyum içinde olur.

Alkali Su 

Alkali su, pH değeri 7 ila 14 arasında olan suları tanımlamak için kullanılan bir kavram. PH değerinin 7’nin üzerinde olması suyun bazik olduğu anlamına gelir. Dünyanın pH değeri en yüksek suyu zemzemdir. Alkali su, bedenin asit-baz dengesini koruyarak daha sağlıklı bir ortam oluşturur. Bu denge, özellikle günümüzde sıkça karşılaştığımız stres, kötü beslenme ve çevresel kirlilik gibi faktörlerin oluşturduğu asidik yükü azaltmak için gerekli. Alkali su, hücreleri besleyip onların direncini artırarak vücudun daha enerjik ve canlı hissetmesine destek olur.

Canlı Su

Canlı su, doğanın enerjisini ve minerallerini içinde barındıran, doğal yollardan elde edilmiş su anlamına gelir. Günümüzde bazı cihazlardan da canlı su elde edilebiliyor. Bu su, içinde var olan mineraller ve iyonlarla bedenin doğal ritmine uyum sağlayarak hücrelerin canlanmasını sağlar. Yaşayan bir suyun içinde gezinen enerji, hücrelerin yenilenmesine ve dolayısıyla bedenin daha dirençli olmasına katkıda bulunur.

Bir günde ne kadar su içilmeli?

Genellikle günde 8-10 bardak su içmek önerilse de, ihtiyaç kişiden kişiye değişir. Yaşam tarzı, fiziksel aktivite düzeyi, hava sıcaklığı ve kişisel sağlık durumu gibi faktörler, bu miktarın değişmesine neden olabilir. Ancak en önemlisi, bedenin susuz kaldığı anları iyi gözlemlemek. Çünkü beden, ihtiyacı olduğunda sinyallerle susuzluğunu dile getirir.

Çok su içmenin zararı var mı?

Her şeyde olduğu gibi, aşırı su tüketiminin de olumsuz etkileri olabilir. Günlük ihtiyacın çok üzerinde su içmek, vücudun elektrolit dengesini bozarak hiponatremi adı verilen duruma yol açabilir. Na+ olarak da ifade edilen sodyum değerini seyrelten vücuttaki aşırı su miktarı, vücut hücrelerine girerek onların şişmesine ve seyrelmesine neden olur. Özellikle böbreklerin suyu yeterince hızlı işleyemediği durumlarda ortaya çıkar ve baş ağrısı, bulantı, zihinsel bulanıklık gibi semptomlarla kendini gösterebilir.

Özet olarak,
Her gün yeterli miktarda su içmek, sağlığımız için pek çok faydayı beraberinde getirir. Su, genel olarak hastalıklarda vücudun direncini artırır, stresi yatıştırır ve vücut ısısını dengeler.
Su içmeyi ihmal etmeyin…

4 Kasım 2024
Organik atıştırmalıklar 

Organik atıştırmalıkların beden üzerindeki şifası 

Her lokmasıyla toprağın ve güneşin bereketini taşıyan, doğanın bağrından soframıza gelen organik atıştırmalıklar, bence modern dünyanın karmaşasında bir nefes alma anı sunuyor. Yemeklerin yerini almasa da bu minik lezzetler, bedenimizi besleme noktasında şifa bahşediyor diye düşünüyorum. 
Benim gibi çayın yanında atıştırmalık tüketme alışkanlığı, Türk toplumunda oldukça yaygın. Bu nedenle, bu atıştırmalıkların sağlıklı olması büyük önem taşıyor.

Ancak bu atıştırmalıklar, kimyasal müdahalelerden uzak, doğal bir üretim sürecinin ürünü olmalı. Her bir atıştırmalık, sağlıklı ve güvenilir proseslerden geçmeli ve iyi tarım yöntemiyle üretilmeli. Sonrasında da bu ürünler, çevreye duyarlı bir üretim modeliyle desteklenmeli. 

İşte o zaman sağlıklı bir şekilde üretilen bu organik atıştırmalıklar, sürdürülebilir bir yaşam tarzının önemli bir parçası olabilir. Bu üretim modeli, gelecek nesillere daha yaşanabilir bir dünya bırakmak yolunda da önemli bir adım olur.  

Bu sayede vücudumuz, besinlerin özündeki vitamin, mineral ve antioksidanları daha etkin bir şekilde emebilir. Her bir lokma, bedenimizin enerji deposunu doldururken, hücrelerimizi onarıp bağışıklık sistemimizi güçlendirebilir.

Bu küçük ama pek de lezzetli ikramlar, sadece fiziksel sağlığımıza olumlu etkileriyle sınırlı değil elbette, organik beslenmek, zihinsel sağlığımızı da olumlu yönde etkileyebilir. Doğal ve katkısız besinler, sindirim sistemimizi düzenler, enerji seviyemizi yükseltir ve ruh halimizi dengeleyerek daha mutlu ve huzurlu hissetmemizi sağlar.

Peki, organik atıştırmalıkların bu kadar özel olmasının nedeni nedir? Belki de sırrı, doğanın kendi ritmine uygun olarak üretilmesinde yatıyor kim bilir? Toprağın bereketi ve güneşin enerjisi ile beslenen bu ürünler, doğanın bize sunduğu en özel hediyelerden biri bence. 

Özetle organik atıştırmalıklar, bedenimizi ve ruhumuzu besleyen, doğaya saygılı ve sürdürülebilir bir yaşam tarzının vazgeçilmez parçaları olarak görülmeli. Her lokmasıyla hayatımıza renk katan bu lezzetli ikramlar, sağlıklı ve mutlu bir yaşam sürmek isteyen herkes için ideal bir beslenme modeli. 

Organik atıştırmalıkların tüketim trendleri üzerine bir araştırma

Twentify tarafından gerçekleştirilen bir kapsamlı araştırmada, Türkiye’de organik atıştırmalık tüketiminin artan bir trend olduğunu ve bu trendin arkasındaki temel nedenleri ortaya koyuyor. Organik beslenmeye yönelik tüketici algısı, tercih nedenleri ve tüketim alışkanlıkları gibi konularda önemli veriler sunan bu çalışmayı dikkatlerinize sunuyorum. 

Organik beslenmenin temel motivasyonu “çocuk sağlığı”

Araştırmanın en çarpıcı bulgularından biri, organik beslenmeye geçişin başlıca nedeninin çocuk sahibi olmak olduğu yönünde. Ebeveynlerin, çocuklarının sağlıklı büyümesi ve gelişmesi için organik ürünlere yönelmeleri, bu trendin en güçlü itici gücü olarak öne çıkıyor. Çocukların beslenmesine gösterilen özen, organik atıştırmalıkların tüketimini de doğrudan etkiliyor. 

Organik beslenme algısında bilinçlenme ve yanılgılar

Türk toplumunda organik beslenme kavramının tam olarak anlaşılması konusunda bazı eksiklikler olduğu görülüyor. Katılımcıların büyük bir kısmı, organik beslenmeyi koruyucu ve katkı maddesi içermeyen gıdalarla eş anlamlı görmekte. Ancak organik sertifika, üretim süreçleri ve doğal içerik gibi konularda yeterince bilgiye sahip olmadıkları da bir gerçek.

Organik ürün tercihinin nedenleri

Organik ürün tercih edenlerin en önemli nedeni, bu ürünlerin güvenilir olması ve katkı maddesi içermemesi olarak görülüyor. Tüketiciler, organik beslenerek daha sağlıklı bir yaşam sürdürdüklerine inanıyor ve organik ürünlerin tatlarının daha lezzetli olduğu ve sindirim sistemine iyi geldiği yönündeki görüşler de yaygın olarak biliniyor.

Tüketim alışkanlıkları ve tercihler

Organik atıştırmalıklar, özellikle öğle saatlerinde ve çay-kahve yanında tüketiliyor. Yetişkinler, öğle yemeğini atıştırmalıklarla geçirirken, akşamları ise çay ve kahve eşliğinde organik atıştırmalıkları tercih ediyorlar. 

“Temiz beslenme” trendi ve obezite

Araştırma sonuçları, “temiz beslenme” olarak adlandırılan ve doğal, işlenmemiş gıdalara yönelme trendinin Türkiye’de de giderek yaygınlaştığını gösteriyor. Bu trend, obezite ile mücadelede önemli bir rol oynayabilir. 

Özetle, Bu çalışmanın sonuçları, gıda üreticileri, perakendeciler ve politika yapıcılar için önemli bir yol gösterici niteliğinde. Türkiye’de organik atıştırmalık tüketimi, özellikle çocuk sağlığına verilen önem ve tüketicilerin bilinçlenmesiyle birlikte hızla artıyor. 

28 Ekim 2024
Doğanın kara incisi “aronya”

Tabiat, asırlardır insanlığa cömertçe sunduğu bitkiler ve meyveler sayesinde bir iyileştirme kaynağı. Ancak bazıları var ki, adeta tüm bitkilerin arasında parlayan bir yıldız gibi. İşte aronya bitkisi de, bu yıldızlardan biri. Adı, son yıllarda sağlık ve şifa dünyasında sıkça anılmaya başlanan bu meyve, şüphesiz doğanın bizlere sunduğu en büyük mucizelerden biri olarak kabul ediliyor. 

Aslında Allah’ın kainatta yarattığı her bir meyve bence bir mucizedir. Aronya’nın da içerdiği mucizeler her meyvede olduğu gibi saymakla bitmiyor. 

Gastronomi alanında yazılar yazsam da ben bir gazeteciyim, yani uzman değilim. Bu konularda kaynaklara dayalı kendi şahsi fikrimi beyan eder ve takdirini siz değerli okuyuculara bırakırım. Birçok fuarda bu meyveden yapılmış ürünleri inceledim ve şeker hastası olmamdan dolayı evimde de kullanıyorum. 

Aronya bitkisi, kırmızımsı siyah taneleriyle dışarıdan bakıldığında sıradan bir çalı bitkisi gibi görünebilir. Ancak bu mütevazı görünümünün ardında, adeta bir sağlık hazinesi yatıyor. İnsan vücudunu serbest radikallerden koruyan, iltihapları dindiren ve hücreleri yeniden yapılandıran bu bitki, özellikle kalp ve damar sağlığında bir koruyucu kalkan görevi görüyor. İçerdiği yüksek antioksidanlar, hücreleri oksidatif strese karşı koruyarak yaşlanmayı yavaşlatıyor, vücudu genç ve dinamik tutuyor.

Aronya bitkisinin en dikkat çekici özelliklerinden biri, antioksidan kapasitesinin diğer birçok meyveye göre çok daha yüksek olmasıdır. Bu küçük meyve, fenolik bileşikler açısından son derece zengindir ve bu sayede kanser, kalp-damar hastalıkları ve beyin fonksiyonlarını etkileyen hastalıkların önlenmesinde de önemli bir rol oynayabilir. İçindeki antosiyaninler, serbest radikalleri etkisiz hale getirerek hücreleri DNA hasarından ve protein yıkımından koruma ihtimali bulunuyor. Böylece, yalnızca bağışıklık sistemini güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda iltihaplanmayı da azaltma potansiyeli var. 

Bu küçük mucizenin belki de en büyük başarısı, kalp sağlığı üzerindeki derin etkileridir. Yapılan bilimsel araştırmalar, aronya melanocarpa’nın kan basıncını düşürdüğünü, kolesterol seviyelerini dengelediğini ve damarları genişleterek kalp üzerindeki baskıyı azalttığını ortaya koyuyor. Aronya, damarlardaki plak birikimini önleyerek kalp krizi ve felç riskini düşürmede önemli bir rol oynayabilir. Ayrıca, yağ metabolizmasını düzenleyerek ve iltihaplanmayı kontrol altına alarak kalp dostu bir bileşen haline gelebilir.

Kalp sağlığının yanı sıra, aronya bitkisi metabolik sağlık açısından da değerli bir bitki. Glisemik kontrolü destekleyen bu meyve, diyabetin yönetilmesinde ve insülin duyarlılığının artırılmasında önemli bir yardımcı gibi görülebilir. Diyabet hastalarında kan şekerinin dengelenmesine yardımcı olur ve bu sayede obeziteyle ilişkilendirilen metabolik sendromun tedavisinde de kullanılabilir.

Aronya bitkisi sadece sağlığımıza değil, mutfağımıza da farklı tatlar sunan bir lezzet kaynağı. Meyve suyu olarak içilebilir, smoothielere katılabilir, reçel veya sos olarak yemeklerde bile kullanılabilir. Bu çok yönlülüğü, ona mutfakta da önemli bir yer kazandırıyor.

Kalbimizden bağışıklık sistemine, iltihaplı rahatsızlıklardan diyabete kadar geniş bir yelpazede fayda sağlayabilen bu meyve, aslında bir nevi doğanın bize sunduğu şifa dolu bir hazine.

Sağlık sadece bir adım ötenizde

Belki de yalnızca bir avuç aronya kadar yakında

Özetle, aronya bitkisi bir besin olmasının ötesinde aynı zamanda bir yaşam kaynağı. Doğanın sunduğu bu şifa dolu hediyeyi günlük hayatımıza dahil ederek hem bedenimize hem de ruhumuza sağlıklı bir armağan olarak sunabiliriz.

Kaynak:

Kevser Özdemir, Esra Eroğlu Özkan’ın yazdığı “Aronia Sp. Meyvelerinin Kimyasal Bileşimi Ve Biyolojik Aktiviteleri” adlı bilimsel makaleden çıkan özet sonuç, “Güçlü antioksidan aktivitesi nedeniyle birçok kronik ve dejeneratif hastalık üzerinde tedavi edici etkisi olduğuna, ayrıca antiinflamatuvar, antidiyabetik, antimutajenik ve kardiyoprotektif aktivite gösterdiğine ilişkin detaylı veriler bulunuyor.”

Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Öğretim Üyesi Doç. Dr. Nafiye Ünal, “Yapılan bilimsel çalışma sonuçlarına göre, Aronya meyvesinin bağışıklığı güçlendirici etkisinin olduğu, birçok hastalık ve hatta kanser türlerine karşı koruyucu etkisinin olduğu belirtiliyor.” 

21 Ekim 2024
Tüm Hastalıkların Kaynağı Bağırsaklar mı?

Ya da şöyle sorayım isterseniz: Bağırsaklar 2. beyin mi?

Hipokrat’ın, “Bütün hastalıklar bağırsakta başlar” sözü ne kadar doğru sizce?

Bu minvaldeki soruların cevabını bulmaya çalışalım isterseniz. 

Bağırsaklar: İkinci Beyin mi?

Hipokrat'ın yüzyıllar öncesinde söylediği rivayet edilen, "Bütün hastalıklar bağırsakta başlar" sözü, bana göre çok doğru ve günümüzde de tıbbın ilkelerinden biri haline gelmiş gibi görünüyor. O dönem, henüz mikrobiyolojinin var olmadığı bir dünyada, Hipokrat’ın, insan sağlığının temelini bağırsakların oluşturduğunu sezinlemiş olması da çok önemli. 

O dönemde pek de bilimsel olmadığı düşünülen bu görüşün, yeni gelişmelerle doğrulanmış olması ve bağırsaklarımızın sadece sindirim organı olmasının ötesinde, ikinci bir beyin gibi işlev gördüğünün anlaşılması çok değerli.  Alfa yayınlarından yayınlanan Prof. Dr. Metin Başaranoğlu’nun “İkinci Beyin Bağırsaklar” adlı kitabı bu konuya çok güzel bir ışık tutuyor. 

İlk olarak bağırsaklarımız, beynimizle sıkı bir iletişim halinde. Bu bağlantıya "beyin-bağırsak ekseni" de diyebiliriz. Bu eksen, ruh halimizi, duygularımızı, hatta karar alma süreçlerimizi bile etkileyebilir. Bu durum, bağırsaklarımızda yaşayan milyarlarca bakteri ve mikroorganizmanın rolü ile direkt ilgili.

Bağırsak florası

olarak adlandırılan bu ekosistem, sadece sindirimi düzenlemekle kalmaz; bağışıklık sistemimizi güçlendirir, vücudumuzun vitamin emilimini sağlar ve hatta serotonin gibi nörotransmitterlerin üretimine katkıda bulunur. 

Serotonin, "mutluluk hormonu" olarak bilinir ve yüzde 90'ı bağırsaklarda üretilir. Bu nedenle bağırsaklarımızın ruhsal dengemiz üzerinde büyük bir etkisi vardır. Bağırsak-beyin ekseni; bağırsak sistemi ile merkezi sinir sistemi arasında duygusal ve bilişsel beyin bölgeleri ile periferik bağırsak fonksiyonlarını etkileyen biyokimyasal çift yönlü bir iletişim ağıdır. (Mehmet Ekici - Hacer Baş Ekici)

Peki, bu mucizevi ekosistemi nasıl korumalıyız?

Modern yaşam tarzı, işlenmiş gıdalar, aşırı antibiyotik kullanımı ve stres gibi faktörlerle bağırsak floramızı zayıflatabiliyor. Bu noktada, gıda takviyeleri devreye giriyor. Ancak, bu takviyelerin ne kadar gerekli olduğu sorusu hâlâ çok tartışmalı.

Gıda takviyeleri, gereklilik mi, yoksa moda mı?

Gıda takviyeleri, son

yıllarda

sağlık ve iyi yaşam trendlerinin bir parçası haline gelmiş gibi görünüyor. Raflarda dizili multivitaminler, probiyotikler, omega-3 kapsülleri ve daha niceleri, sağlığımızı desteklemek için cazip seçenekler sunuyor. 

Bu takviyeler insan sağlığı açısından gerçekten gerekli mi?

Öncelikle vücudumuz, ihtiyaç duyduğu vitamin ve mineralleri doğal yollarla, yani dengeli bir diyetle alabilme kapasitesine sahip. Doğal gıdalar, sadece vitamin ve mineraller değil, aynı zamanda vücut için gerekli olan antioksidanlar, lifler ve enzimler gibi birçok faydalı bileşeni de içerir. Bu nedenle, iyi planlanmış bir diyetle birçok takviyeye ihtiyaç duymadan sağlıklı kalmak mümkündür. 

Ne var ki, bazı durumlarda gıda takviyeleri destekleyici olabilir.

Örneğin, D vitamini eksikliği yaşayan bireyler, kış aylarında yeterli güneş ışığı alamadıkları için takviye alabilirler. Aynı şekilde, sindirim sistemi problemi yaşayan kişiler için probiyotik takviyeler, bağırsak florasını düzenlemede yardımcı olabilir.

Fakat her takviyenin zararsız olduğu düşüncesi yanıltıcıdır. Gereksiz ve kontrolsüz vitamin ve gıda takviyesi kullanımı, istenmeyen sonuçlara yol açabilir. Örneğin, fazla miktarda A vitamini alımı karaciğer hasarına neden olabilir. 

Peki, daha da derine inersek, gereksiz vitamin kullanımı DNA'mıza bile zarar verebilir mi?

DNA Hasarına Yol Açan Takviyeler

Gereksiz ve aşırı gıda takviyelerin kullanımı DNA hasarına yol açabileceği ihtimali bile, oldukça çarpıcı ve ürkütücüdür. Vücudumuz, dengeli bir sisteme sahiptir ve bu sistem, dışarıdan gelen fazlalıkları tolere edemez. Örneğin, aşırı miktarda demir takviyesi almak, vücutta oksidatif strese yol açarak hücresel düzeyde hasara neden olabilir. Bu hasar, zamanla DNA'ya zarar vererek kanser riskini artırabilir. Benzer şekilde, C vitamini gibi antioksidanlar, gereğinden fazla alındığında serbest radikallerin aktivitesini artırabilir ve bu durum, DNA'ya zarar verici bir etki oluşturabilir.

Dolayısıyla, takviyelerin bilinçsizce kullanımı vücudun doğal dengesini bozabilir. Özellikle de modern tıbbın "her soruna bir hap" yaklaşımı, vücudun kendi kendine iyileşme kapasitesini zayıflatabilir. Takviye almak yerine, sağlıklı bir yaşam tarzı benimsemek ve doğal yollarla beslenmek her zaman daha güvenli bir yoldur. Vitaminler ve mineraller, doğanın sunduğu meyve, sebze ve tam gıdalarda zaten bolca bulunur; onları haplardan değil, soframızdan almak, vücudumuzun doğal ritmini bozmadan sağlıklı kalmanın en doğru yoludur.

Özetle, Hipokrat'ın, "Bütün hastalıklar bağırsakta başlar” sözü hâlâ geçerliliğini koruyor. Bağırsaklarımızı ve genel sağlığımızı korumak için dengeli beslenmek, gereksiz gıda takviyelerinden kaçınmak ve vücudumuzun ihtiyaçlarını dinlemek çok önemli. Doğru beslenme ve doğal gıdalarla sağlıklı bir yaşam sürdürmek ve gerektiğinde bir uzman eşliğinde bunu takviyelerle beslemek çok daha etkili ve sürdürülebilir bir yol olabilir.

14 Ekim 2024
Türkiye Kahramanlarının Zirvesi

Umut ve gayretin simgesi 3. Uluslararası Güvenilir Ürün Zirvesi, yarın İstanbul'un gözde mekanlarından Crowne Plaza Florya'da gerçekleşecek. Bu önemli buluşmaya, ilgili bakanlıkların değerli temsilcileri, deneyimli bürokratlar, iş dünyasının önde gelen aktörleri ve çok sayıda davetli katılarak, güvenilir ürün bilincinin yaygınlaşmasına önemli bir katkı sağlayacaklar.

Hele son olarak Tarım ve Orman Bakanlığının, yeni taklit, tağşiş ve sağlığı tehlikeye düşürecek gıdaları duyurmasından sonra güvenilir ürünün ne kadar önemli olduğu bir kez daha iyi anlaşıldı. Yıllardır güvenerek ürününü tükettiğimiz işletmelerin 3 kuruş kar uğruna neleri göze aldığını görmüş olduk.   

Bu zirve, yalnızca tarım ve gıda sektörünün bir araya geldiği bir toplantı değil; aynı zamanda Türkiye'nin kalbindeki üreticilerin, elleri toprak kokan kahramanların da buluştuğu bir sahne olacak.

“Türkiye’nin Kahramanları” temasıyla düzenlenecek bu etkinlik, üretimden vazgeçmeyen, toprağa emek veren ve her türlü zorluğa rağmen ayağa kalkıp yeniden üreten insanların hikayelerini gün yüzüne çıkaracak. Bu yıl 8 Ekim’de, İstanbul’un eşsiz mekanlarından Crowne Plaza İstanbul Florya’da düzenlenecek olan zirve, gıda ve tarım sektörüne gönül vermiş herkes için çok önemli.

Bu zirveye mutlaka katılmaya çalışın.

 

Benim de moderatörlüğünü yaptığım bir panelde Türkiye’nin nezih birçok restoranın içinde bulunduğu Tüm Restoranlar ve Turizmciler Derneği (TÜRES) Genel Başkanı Ramazan BİNGÖL, Beykoz Üniversitesi Gastronomi ve Mutfak Sanatları Bölüm Başkanı Öğr. Üyesi Dr. Serap NAZIR DEMİRCAN, Türkiye Aşçılar ve Şefler Federasyonu (TAŞFED) Başkanı Bayram Özrek, Türkolog, Türk Mutfağı Uzmanı Sibel Topçuoğlu Dedeoğlu ve Çankaya Üniversitesi Öğr. Üyesi Doç. Dr. Gül Tokdemir ile “Kültürel Miras ile Gastronomide Dünya Liderliğine” konusunu konuşacağız.

Ayrıca özel bir oturumda 136 yıllık Osmanlıdan intikal tarihi restoran Hacı Abdullah Lokantasının bugünkü temsilcilerinden Hacı Abdullah Korun ile bu asırlık deneyimi konuşacağız.

Zirvede, Güvenilir Ürün Platformu Başkanı Celal Toprak’ın önderliğinde, Türkiye’nin dört bir yanından gelen üreticiler, alanlarında uzman isimlerle bir araya gelecek. Etkinlik, bir yandan sektördeki en iyi uygulamaları sergilerken, diğer yandan deprem bölgesi başta olmak üzere zor durumda olan üreticilere destek sağlamayı da hedefliyor. Türkiye’nin üretici kahramanları, zirvede yeni işbirlikleri ve fırsatlar keşfedecekler.

Celal Toprak, geçen yıl başlattıkları “Üreten Yöre, Üreten Türkiye” projesinin bu yıl da devam edeceğini müjdeledi. Bu projeyle, deprem bölgesinde 600’e yakın üretici, potansiyel alıcılarla buluşturulmuş, üretimin yeniden canlanması için önemli adımlar atılmıştı. Bu yılki zirvede ise yerel üretimin desteklenmesi konusunda daha geniş çaplı bir farkındalık oluşturulacak. Toprak, “Yaşanılan zorlu şartlara rağmen üretmekten vazgeçmeyen üreticimizi ülkemizin kahramanları olarak görüyoruz ve bu yılki zirvemizi onlara ithaf ediyoruz” derken, ülkenin üretici ruhunu ve direncini bir kez daha vurguluyor.

Zirvede, sektörde israfı önlemeyi amaçlayan workshoplar, 12 ülkenin kamu ve özel sektör temsilcilerinin katılacağı ülke masası toplantıları ve depremden etkilenen iller için düzenlenecek "Perakende Kooperatif El Ele Masaları" gibi birçok etkinlik de yer alacak. Ayrıca, inovasyonun gücüne vurgu yapmak amacıyla düzenlenen "Beni Hafife Alma" İnovasyon Yarışması, genç girişimciler ve sektördeki profesyoneller için önemli bir platform sunacak.

Her yıl olduğu gibi, bu yıl da Feed the Future Ödülleri büyük bir heyecanla bekleniyor. “Geleceği Besleyebilmek” mottosuyla düzenlenen bu ödül töreni, gıda ve tarım sektöründe sürdürülebilirlik, yenilikçilik ve sorumluluk bilincini teşvik ediyor. Toprak, ödül töreninin ana hedefinin, sesini duyuramayan ürün ve projelere ses olmak olduğunu belirtirken, bu yıl 34 farklı kategoride verilecek ödüllerin, alanında uzman 118 jüri üyesi tarafından kapalı oylama ile belirlendiğini de ekledi. Ürün güvenliği, tüketici sağlığı ve inovasyon konularında başarılı çalışmalarıyla dikkat çeken firmalar ve kuruluşlar, bu prestijli ödülle onurlandırılacak.

Türkiye’nin üretici kahramanlarına ithaf edilen bu zirve, toprağa, üretime ve geleceğe duyulan bir saygı niteliğinde. Yaşanan tüm zorluklara rağmen direnen, elleriyle üreten ve ülkenin geleceği için çalışan bu insanlar, Türkiye’nin gerçek kahramanları. Onlar, her sabah güneşle uyanıp toprakla buluşan; zorluklardan yılmadan, yeniden üretmek için toprağı işleyen emektarlar.

Özetle, 8 Ekim'de, İstanbul'un seçkin semtlerinden Florya'da yer alan Crowne Plaza İstanbul'da düzenlenecek zirve, bu davaya gönül vermiş tüm paydaşları bir araya getirecek. Toprakla, üretimle ve sürdürülebilirlik hedefleriyle iç içe olan bu buluşma, ülkemizin kahramanlarını bir araya getirerek daha güzel bir gelecek için umut ışığı olacak.

 

 

 

 

 

7 Ekim 2024
Gastronomide patent

Geleneksel izleri taşıyan lezzetler, coğrafi işaretin güvencesiyle yörelerinin mührünü taşırken, yenilikçi dokunuşlarla harmanlananlar da patentin koruması altında özgün bir kimlik kazanır. 

Coğrafi işaret tescili ile patenti karıştırmamak lazım. Patentli gıda ürünleri, genellikle inovatif yeni bir lezzet, farklı bir üretim yöntemi veya özgün bir bileşim gibi yenilikçi özelliklere sahip olur. Misal Kahramanmaraş iline ait coğrafi işaretli bir dondurma, “Arı Ekmeği Katkılı Keçi Sütlü Dondurma” üretim yöntemi ile patent alabiliyor. Daha bunun gibi dondurma ve tatlı sektöründe birçok patent var. Coğrafi işaretli ürünü, özelliklerini yerine getiren herkes ticaretini yapabilirken, patentli ürünü kimse satamaz, satsa da bedel ödemek zorunda. 

Patent, gastronominin derinliklerinde yatan mucit bir ruhun somut ifadesidir.

Her gelişmiş fikir, her benzersiz tarif ya da benzersiz teknik, bir patenti hak eder. Gastronomi dünyasında da patent almak, sadece bir buluşu korumak değil, aynı zamanda o buluşun sahibine bir nevi saygı duymaktır. inovatif bir zihin, kâğıdın üstüne döktüğü yeni tat için bir kimlik oluşturur.

Bir yemeğin patentini almak, onun hikâyesini koruma altına almak demek.

Gastronomide patent almak, yemek kültürünü sadece yaşatmak değil, aynı zamanda onu gelecekte de sürdürebilmek anlamı taşır. Patentin varlığı, bir ülkenin mutfak mirasını koruma altına alır ve bu mirası başka coğrafyalara taşır. Öyle ki, bir coğrafyaya özgü baharat karışımı, özgün bir pişirme yöntemi ya da farklı bir sunum biçimi, patent sayesinde uluslararası alanda tanınır. Bu süreç, sadece şeflerin değil, aynı zamanda ülkelerin gastronomi alanında bir kimlik oluşturmasını sağlar.

‘Türkiye Patent Hareketi’ni biliyor musunuz? 

Benim de yakındığım tanıdığım Adres Patent ’in değerli yöneticileri Ali Çavuşoğlu ve Derya Kılıç önderliğinde yürüyen Türkiye Patent Hareketi, ülkemizde inovasyon ve buluşçuluk ekosistemini güçlendirmeyi amaçlayan önemli bir sivil toplum kuruluşu. Bu hareket, toplumun her kesiminde patent bilincini artırmak, farkındalık oluşturmak ve ülkemizin patent sayısını artırmaya katkı sağlamak için çeşitli etkinlikler ve eğitim faaliyetleri düzenliyor. 

Peki, patent neden önemli?

Bir ülkenin kalkınması, sanayisinin gelişmesi ve refah seviyesinin artması, doğrudan o ülkenin patent zenginliğiyle doğru orantılı. Türkiye Patent Hareketi de bu gerçeği göz önünde bulundurarak, ülkemizin patent üretimini artırmak ve böylece ekonomik büyümeye katkı sağlamak amacıyla çalışmalar yürütüyor. 

“TÜRKİYE 1 MİLYON PATENTE KOŞUYOR” projesiyle de adından söz ettiren ve ülkede patent konusunun önemsenmesine de ön ayak olmuş bu hareket dernekleşti ve önümüzde yıllarda da bu dernek çatısı altında güzel ve verimli çalışmalara imza atacak gibi görünüyor. 

Kısaca yeni yapılan genel kuruldan bilge vermek gerekirse

"Patent Hareketi Derneği” benim de katıldığım ilk olağan genel kurul toplantısını 24 Eylül 2024 tarihinde yaptı. Gündemin birinci maddesi gereği, toplantının açılış konuşmasını yönetim kurulu adına dernek başkanı Av. Ali Çavuşoğlu yaptıktan sonra divan başkanlığı seçimine geçildi. Divan Başkanlığına Av. Mustafa Göksu, Başkan Yardımcılığına Salih Keskin, Kâtip Üye olarak da Halil İbrahim Yılmaz oybirliği ile seçilirken, yönetim kurulu faaliyet raporu Dernek Yönetim Kurulu Başkanı Av. Ali Çavuşoğlu tarafından okundu ve ibra edildi. Tahmini bütçe raporunun ibrasından sonra yeni dönem için yönetim ve denetim kurullarının seçimine geçildi. Yapılan oylama sonucunda Av. Ali Çavuşoğlu güven tazeleyerek Yönetim Kurulu Başkanlığı görevine tekrar seçildi.

Yönetim Kuruluna Seçilen Asıl Üyeler; Av. Ali Çavuşoğlu, Dr. Öğr. Üyesi Ali Kurt, Av. Mustafa Göksu, Salih Keskin, Derya Kılıç    Yedek Üyeler; Halil İbrahim Yılmaz, Murat Eltutan, Erol Yumuk, Barış Boy, Koray Şahin

Patent, gastronominin anonimlikten kurtulup bireyselliğe evirildiği o ince çizgide durur.

Bir aşçı ya da gastronomi uzmanı, yıllar boyunca edindiği deneyimlerle ve ince damak zevkiyle bir lezzeti öyle bir boyuta taşır ki, artık o anonim olmaktan çıkar, adeta bir imza haline gelir. Şefin bir yemeği, tıpkı bir sanatçı gibi kendi özgün imzasını taşıyan bir eser haline getirmesi ve bunu patentleyerek koruması, gastronomide inovasyonun değerini artırır.

Özgün yemek tarifleri, özenle seçilmiş malzemeler, ustalıkla uygulanan teknikler ve aşçının buluşçu dokunuşlarıyla ortaya çıkan bir lezzet, patentle korunarak değeri artırılan birer sanattır. Patent sayesinde, bir tarifin ya da yöntemin kaybolması veya tarih sahnesinden silinmesi de önlenir.

Gastronomide patent, aynı zamanda rekabetin ve gelişmişliğin kapısını aralar. Şefler, patentli bir ürüne ya da tekniğe ilgi duyarak kendi sınırlarını zorlar, daha inovatif, daha özgün lezzetler peşinde koşar. Böylece mutfak kültürü, sıradanlıktan kurtulur, sürekli yenilenir ve gelişir. Patent, inovatif düşünceyi körükler, şeflerin ve gastronomi uzmanlarının ellerinde bir meşale gibi yanar.

Gastronomide patent almak, bir yemeğin geleceğe yönelik mirasının sahiplenilmesidir.  

Yalnızca o anın değil, yıllar sonra da damak zevkine hitap edebilen bir yenilik oluşmasını sağlar. Yüzyıllar boyu aktarılan geleneklerin modern dokunuşlarla buluştuğu bu süreçte, patent bir köprü işlevi görür. Geçmişten geleceğe uzanan bu köprünün her taşında, her bir şefin hayali, emeği ve imzası oluşur.

Patent, bir yeniliğin ve bir inovatif düşüncenin yasal olarak kabul edilmiş halidir. Böylece mutfak sanatları yalnızca lezzetlerle değil, aynı zamanda fikirlerle de anılır hale gelir.

Son söz Ali Çavuşoğlu’ndan:

Bir buluş yap ülken kazansın!

Bir buluş yap firman kazansın!

Bir buluş yap sen de kazan!

Bir buluş yap gastronomi kazansın (bunu ben ekledim)

30 Eylül 2024
Bir gastronomi festivali nasıl olmalı?

İlk olarak gastronomi alanında tertiplenen festivalleri, bir panayır haline getirmekten kurtarılması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü ülkemde yapılan bazı gastronomi festivallerinin bir panayır havasında geçtiğini görüyorum.

Gastronomi festivalinde sadece o kente ait yöresel lezzetler konuşulmalı 

Bir fuar gibi stantların kurulup oradan halka bir takım yiyecek ürünlerinin satıldığı bir etkinlik bence gastronomi festivali olamaz.

Festivallerde, kentin gastronomisine ait tüm coğrafi işaretli ürünler ele alınmalı ve bu ürünler kayıtlı tüm özellikleri ile ortaya konulmalı.

Kente özgü yerel lezzetlerin en iyi şeflerin elinden sunulmasının yansıra yöre halkı ve kadın kooperatifleri aracılığıyla da ortaya konulmalı ve bu alanda en iyi yemeklere ödüller verilmeli.

Gastronomi festivali, yemeklerin tadıldığı bir etkinlik elbette; Ancak kültürlerin, duyguların, tarihin ve coğrafyanın bir araya geldiği bir nevi sahnedir. İyi bir gastronomi festivali düzenlemek, yalnızca menüdeki yemekleri doğru seçmekle olmaz, aynı zamanda insanları damaklarında unutulmaz izler bırakacak bir hikâyeye dâhil etmek anlamına gelir. 

İllerde yapılan gastronomi festivalleri bir süre sonra bence kendini tekrarlamaya başlıyor

Her şeyden önce, festivalin bir teması olmalı; bu tema, yalnızca sunulan yemeklerin ruhunu değil, festivalin atmosferini, müziğini, dekorunu ve hatta katılımcıların giyimini belirleyecek kadar güçlü olmalı. Belki bir Akdeniz esintisi veya bir Anadolu lezzeti kadar sıcak bir tema seçilmeli ve insanlar festival alanına adım attıkları andan itibaren lezzetlerle birlikte, bu temanın dokusuyla da buluşmalı. Tema, tarihin tozlu sayfalarından gelen eski bir mutfak geleneğini yaşatmak veya modern gastronominin sınırlarını zorlayan bir vizyon olabilir. Ancak hangi yönü seçerseniz seçin, o temanın ruhunu yansıtan bir lezzet yolculuğu sunmalısınız.

Uluslararası boyutta ürün tabanlı festivalleri önemsiyor ve bunların daha fazla olması gerektiğini düşünüyorum.

Geçen hafta katıldığım Elâzığ’da yapılan “Salçalı Köfte Gastronomi Festivali” gibi.

Festivale katılan her şef, birer hikâye anlatıcısı gibi düşünülmeli. Yemekler, yalnızca doymak için değil, bir hikâye dinlemek için de yenir. Her bir tabak, kendi coğrafyasından, kendi toprağından doğan bir anekdotu dile getirmeli. Örneğin, Diyarbakır’dan gelen bir tandır kebabı, sadece ete baharat katılmış bir yemek değil; o bölgenin tarihini ve ocağın başındaki büyüklerin ellerinden geçmiş bir anısını hatırlatmalı. Gastronomi festivali, bir belgesel izlercesine yemeklerin tarihini, üretim sürecini ve kültürel bağlarını katılımcılara sunmalı.

Yemekler tek başına festivalin yıldızı olmalı bence. Ortamı, kokuları ve müzikleri o lezzetin bir parçası hâline getirilmeli. Festivalin dört bir köşesinde çömleklerde pişirilen yemeklerin kokusu yükselmeli. Toprak tonlarında masa örtüleri, ahşap kaşıklar ve mis gibi taze otlar ile bezenmiş sofralar kurulmalı. 

Her şey, doğal ve sahici olmalı; zira gastronominin özü, doğaya ve yerelliğe olan saygıda saklı

Katılımcılar için birer keşif alanı oluşturulmalı. İnsanlar, festivalde yalnızca yemek yemenin ötesine geçip, farklı mutfak tekniklerini öğrenmeli, belki bir şefin rehberliğinde kendileri de bir yemeğin pişirme sürecine dahil olmalı. Yerel üreticilerin stantları kurulmalı, şeflerle birebir diyaloglar kurulabilmeli ve festival, yalnızca tüketilen değil, üretilen bir deneyim olmalı.

Yemeği anlamak ve takdir etmek, o yemeği hazırlayan ellerin emeğini bilmekten geçer.

Bir gastronomi festivali, tabaklardan taşan bir sanat eseridir. Bu sanat eserini oluştururken, malzemeler kadar duyguları, anıları ve insanları bir araya getirmeli; her bir detay özenle düşünmeli. 

Son olarak, bir gastronomi festivali, toplumsal bir anlam taşır. Sürdürülebilirlik, doğaya saygı, israfın önlenmesi gibi mesajlar, festivalin her noktasına işlenmeli. Çünkü gastronomi, yalnızca damak zevkine değil, dünyaya olan sorumluluğumuza da dokunur. Yerel ve mevsimsel malzemelerle hazırlanmış yemekler, bu bilincin bir göstergesi olmalı. Festival alanında plastik yerine doğa dostu materyaller tercih edilmeli, yemekler israf edilmemeli ve hatta artan yemekler, ihtiyacı olanlarla paylaşılmalı.

23 Eylül 2024
Beşinci tat: “Umami”

Umami nedir bilir misiniz?

Gastronomi sektöründe olanların iyi bildiği umami, Japoncada "lezzetli" ya da "hoşa giden tat" anlamına gelir ve belki de onun tarif edilemeyen doğasını en iyi bu kelimeler anlatır.

Tat dünyasının beşinci unsuru olarak bilinen umami, lezzet algısının derinliklerinde yankılanan, anlatılması güç ama unutulması imkânsız bir lezzettir. Tatlı, tuzlu, acı ve ekşi tatların arasına sızan bu gizemli tat, yemek dünyasında yıllardır var olsa da, adını yeni yeni duyuruyor. 

İlk kez 1908 yılında Profesör Japon bilim insanı Kikunae İkeda tarafından keşfedilen bu tat, aslında glutamat amino asidinin besinlerde doğal olarak bulunmasıyla ortaya çıkar. Ama umami bundan fazlasıdır; o, lezzetin derin bir katmanıdır, bir hissiyat, bir dokunuş ve bir şiir gibidir. Bu lezzet, özellikle yaşlandırılmış peynirler, et, balık, domates, patates, kuşkonmaz, shiitake mantarı gibi besinlerde yoğun olarak bulunur.

Umami, damağınıza yayılan yumuşak bir dalga gibi gelir

O, tatlı ve tuzlunun ötesinde, daha karmaşık bir lezzet profili sunar. O, sade bir domates sosunda, denizin derinliklerinden gelen bir yosun çorbasında, ya da olgunlaştırılmış bir parmesan peynirinde karşınıza çıkabilir. Her yemeğin içinde saklanmış bir sır gibi, doğru anı bekler ve sizi bambaşka bir tat yolculuğuna çıkarır. 

Bir yemeğin lezzetinde umamiyi fark ettiğinizde, tabaktaki basit malzemelerin nasıl bir senfoniye dönüştüğünü anlarsınız. Bir yudum miso çorbası ya da bir kaşık et suyunda, adeta damaklarınızı okşar. 

Lezzetleri katman katman örer 

Bir bifteğin piştiği anda saldığı o zengin aroma, her ısırıkta dilinizde dans ederken, umami adeta gizli bir ritim gibi oradadır. Aynı şey, olgun bir domatesin hafif tatlı ama derin ve toprağı anımsatan lezzetinde de hissedilir. Glutamat ve benzeri bileşenlerin doğal olarak bulunduğu mantarlar, deniz yosunları, etler ve peynirler, bu sihirli tadı damaklarımıza taşır. Ve bir kez o tadı fark ettiğinizde, her yemek size biraz daha lezzet dolu gelir.

Bu, yalnızca bir tat değil, hayatın ta kendisidir

Umami, yalnızca bir tat değil, aynı zamanda kültürler arasındaki bir köprüdür. Japon mutfağında yüzyıllardır var olan ve saygı duyulan bu tat, Batı dünyasında da kendine sağlam bir yer edinmiştir. Doğunun geleneksel yemeklerinde bir hazine gibi olan soya sosu, dashi gibi malzemeler, Batı mutfağına entegre olduğunda, yeni bir lezzet evreni doğar. Aynı şekilde, Batı’nın meşhur umami kaynakları olan domates, parmesan ve et suyu, Asya mutfağına da bambaşka bir anlam katar. 

Bu tat, yemek deneyiminin ötesine geçer.

Bir şefin umami ile tanışması, onun yemek yapma biçimini sonsuza dek değiştirebilir. Artık her malzeme, her aroma, her pişirme yöntemi bu tadı ortaya çıkarmak, onu derinleştirmek ve büyütmek için bir araç haline gelir. Umami, sınırları zorlayan bir ilham kaynağıdır. Şefler, onun büyüleyici gücünü anlamaya başladıkça, basit malzemeleri olağanüstü lezzet patlamalarına dönüştürmenin yollarını keşfederler.

Umaminin büyüleyici tarafı, her zaman orada olması, ama fark edildiğinde bir devrime yol açmasıdır. Her yemeğin, her kültürün, her mutfağın içinde var olan bu tat, bizi yemekle olan ilişkimizde daha derin bir keşfe davet eder. 

Belki de umamiyi en iyi tanımlayan şey, onun doyurucu ve neredeyse bağımlılık yapan doğasıdır. Onun, damağımızda bıraktığı iz ile bizi daha fazlasını aramaya iter. O, lezzet dünyasında keşfedilmeyi bekleyen gizli bir hazine gibidir; bazen bir yudum çorbada, bazen bir dilim pizzada, ama her zaman hayatın küçük ve büyük anlarında bizimledir.

Özetle, umami, yemeklerin sadece birer besin olmaktan çıkıp birer sanat eseri haline geldiği o ince çizgide durur. Bir yemeği daha derin, daha anlamlı, daha unutulmaz kılar. Damağımıza dokunan bu tat, dünya mutfağında yepyeni kapılar açar. Dilimizde hissedilen bir tat olmanın ötesinde, yemeğin ve hayatın gizemli ve derin yanını temsil eder.

16 Eylül 2024
Gluten: Abartılan bir tehdit mi?

Gluten, son yıllarda sağlık dünyasında eleştirilerin ve tartışmaların merkezine oturdu. Pek çok diyet kitabı, beslenme uzmanı ve sağlık gurusu, gluteni modern beslenme düzeninin baş düşmanı olarak ilan etti. Ancak, glutenin gerçekten söylendiği kadar zararlı olup olmadığını anlamak için bu protein bileşiğini daha derinlemesine incelemek gerekir diye düşünüyorum.

Öğretim Görevlisi, TV programcısı, araştırmacı “Anadolu'dan Dünyaya Armağan Bulgur” kitabının da yazarı Asuman Kerkez’e göre “Dünya üzerinde hiçbir ülke yoktur ki kendi değerlerine bu kadar acımasız olsun. Buğdayın niteliği ve kullanım detayları konuşulmadan sadece zararlarına odaklanarak oluşturulan yanlış algı, binlerce yıldır biriktirdiğimiz bir kültür hazinesinin kaybolmasına yol açıyor. Eğer buğday bu kadar suçlu olsaydı dünyada tartışmasız yeri olan İtalyan mutfağı da olmazdı. Pidenin mantının ya da Anadolu bulgurunun glutenini sorgulayan zihniyet konu pizzaya hamburgere ya da çeşit çeşit makarnaya geldiğinde çok daha anlayışlı olabiliyor. Bu bakış açısının iyi niyetli olduğunu düşünmüyorum” demektedir.

Gluten nedir ve neden bu kadar tartışılıyor?

Gluten, buğday, arpa ve çavdar gibi tahıllarda bulunan yapışkan bir proteindir. Bu protein, hamurun elastikiyetini sağlayarak, ekmeğin kabarmasına ve çiğnenebilir dokusunu elde etmesine yardımcı olur.

Hamura kıvam veren gluten, ekmek, makarna gibi birçok gıdanın da temel bileşenidir. Gluten sayesinde pek çok gıda, o sevdiğimiz yapısal özelliklerini kazanır. 

Son yıllarda, glutene karşı bir tepki dalgası yükseldi; glutenin sağlığa zararlı olduğu ve çeşitli hastalıklara yol açabileceği iddia ediliyor. 

Çölyak hastalığı gibi bazı otoimmün rahatsızlıklarda gluten, bağırsaklarda hasara neden olabilir. Bu hastalığa sahip bireylerde gluten gerçekten de tehlikelidir. Gluten intoleransı olarak bilinen hastalığın yanı sıra, gluten tüketimine bağlı olarak sindirim sistemi şikâyetleri yaşayan kişilerde de “gluten hassasiyeti” adı verilen bir rahatsızlık da gözlemlenebilir. Bu noktada gluten tüketimine kesinlikle dikkat edilmelidir.

Ancak araştırmalar, sağlıklı bireylerin çoğunun gluteni sorunsuz bir şekilde sindirebildiğini göstermektedir. Glutensiz beslenmek, çölyak hastaları ve gluten intoleransı olanlar için gerekli olsa da, sağlıklı bireyler için ek bir fayda sağlamaz. Aksine, glutensiz ürünler genellikle daha az lifli ve daha fazla işlenmiş olabilir, bu da besin değeri açısından dezavantajlı hale gelebilir. 

Bilimsellikten uzak kanıtlar

Gluten herkes için zararlı değildir. Bu konu ile ilgili iddialar yeterli bilimsel kanıttan yoksundur. Glutenin kilo alımına, beyin fonksiyonlarında bozulmalara veya kronik hastalıklara neden olabileceği gibi teoriler popüler diyet kitaplarında sıkça yer alsa da çoğu, ilmi çalışmalar tarafından desteklenmemektedir. Çölyak hastalığı da dahil tüm bu rahatsızlıklar toplumun küçük bir kesimini etkiliyor ve dünya nüfusunun yalnızca %1’ini teşkil ediyor. Ülkemizde Çölyak hastalığı görülme sıklığı da yüzde 1 ile binde 3 arasında değişmektedir.  https://hsgm.saglik.gov.tr/

Buğdayın insan sağlığına katkıları

Bilimsel veriler, glutenin tüm bireyler için bir tehdit olmadığını söylüyor. 
Buğday, binlerce yıldır insan beslenmesinin temelini oluşturan önemli bir tahıldır. 
Buğday ve gluten içeren gıdalar insan sağlığına önemli katkılar sunuyor. Özellikle tam tahıllar, lif, vitamin ve mineral açısından zengin olan bu ürünler, dengeli bir diyetin de önemli parçasını oluşturur.
Karmaşık karbonhidratlar: Buğday, vücudumuza yavaş salınan enerji sağlar ve tokluk hissi verir.
Lif: Bağırsak sağlığını korur, sindirimi düzenler ve kalp hastalığı riskini azaltır.
Protein: Vücut için gerekli olan amino asitleri içerir ve kasların gelişmesine yardımcı olur.
B vitaminleri: Enerji metabolizmasında önemli rol oynar ve sinir sisteminin sağlıklı çalışmasını destekler.
Mineraller: Özellikle demir ve çinko açısından zengin olan buğday, kan yapımına ve bağışıklık sistemine katkıda bulunur.

Özetle,



Glutenin tüm bireyler için zararlı olduğu yönündeki yanlış bir algı bizi sağlıklı bir besin kaynağı olan buğdaydan uzaklaştırmaktadır. Bence buğdayın herkes için zararlı olduğunu söylemek asla mümkün değildir. Bilakis, içerdiği zengin besin öğeleri sayesinde insan sağlığı için önemli bir besin kaynağıdır.

Sağlıklı bir beslenme için çeşitli gıdaları dengeli bir şekilde tüketmek gerekir. Unutulmamalıdır ki, her birey farklıdır ve beslenme ihtiyaçları da kişiden kişiye değişebilir. Çölyak hastalığı ve gluten hassasiyeti olanlar için glutenden kaçınılması gerektiğini kabul etmekle birlikte, sağlıklı bireylerin glutenden tamamen uzak durmalarını gerektiren bir durum söz konusu değildir.  

Glutensiz beslenmeye geçmeden önce bir kez daha düşünün 

9 Eylül 2024
Çay içiyorsak bir sebebi var

Demli bir hayat!

Çay, bir içecekten öte, Türk milletinin insanlarını sınıfsız, mekânsız ve zamansız bir potada eriten naif bir milli değerdir. İnsanı insana yaklaştıran, kalpten kalbe köprüler kuran bir sıcaklık taşır. Çay, bu toprakların kadim nefesi, Anadolu’nun her bir köşesine sinmiş, ince belli bardaklardan tüten sıcacık bir türküdür. Her yudumu, bozkırın sıcağında dinlenen bir gönül, Karadeniz’in serin sabahında uyanan bir çiftçi, İstanbul’un sokaklarında adımlarını atan bir düşünürdür.

Çay, yoksulların, şairlerin ve yalnızların resmi içeceğidir

.

Çay, kimi zaman bir şiirin dizelerinde, kimi zaman da yalnız bir akşamın en samimi dostudur. Onunla dertleşir, onunla güler, onunla hüzünleniriz. Ona sıradan bir içecek muamelesi yapmak, bir milletin tarihine ve kültürüne büyük haksızlık olur. Çay içmeyen birine bu coğrafyadaki insanlarının sevincini, kederini, muhabbetini tatmamış demek yanlış olmaz sanırım.

Çay, bu toprakların naif hüznünü, zamansız sevinçlerini, sınıfsız dostluklarını barındırır. İnce bir bardakta tüten duman, aslında bu coğrafyanın bin yıllık kültüründen yükselen bir nefestir. Kimi zaman bir dostun yanında, kimi zaman da yalnızlığın içinde, ama hep aynı sıcaklıkta, hep aynı sadelikte...

Çay, bir içecekten öte bir hikâyedir, bir memleket türküsüdür. Çayın lezzetini tatmayan adam, gökyüzünün mavi derinliğini, bozkırların sarı sonsuzluğunu, Anadolu’nun kırılgan yağmurlarını yüksek bir ihtimalle kaçırmış demektir.

Çay üzerine bir mülahaza

Çay sınıfsızdır. En fakirinden en zenginine, işçisinden patronuna, köylüsünden şehirde yaşayanına kadar çay, herkesin ortak paydasıdır. Bir köy kahvesinde dönen sohbetle, plazaların yüksek katlarında yapılan toplantının deminde hep aynı sıcaklık vardır. Çay, statüleri eritip tek bir bardakta buluşturur insanları. O, hayatın her alanında, her basamağında yer bulan, insanların eşitlendiği bir toplanma merkezidir. Demli bir çay bardağında buluşanlar, o an ne sınıfı ve ne de serveti hatırlar, sadece çayın sıcaklığıyla ısınır.

"

Çay, yalın bir içecek değil, bir yaşam tarzıdır.

"

Peki, neden çay içeriz? Sadece susuzluğumuzu gidermek için mi? Elbette hayır. Çay, yüzyıllardır farklı kültürlerde sosyalleşmenin, dinlenmenin ve düşüncelere dalmanın bir aracı olmuştur. Bir fincan çay, bizi geçmişe götürür ama geleceğe de taşıyabilir veya sadece o anın tadını çıkarmamızı sağlar. Çayın sıcaklığı, içimize işlediği o anda ruhumuzu sarar ve bedenimize dinginlik verir.

Çay zamansızdır. Çayın saati yoktur; o, zamanı olan her anda kendine yer bulur, bize eşlik eder. Sabahın erken saatinde, günün en telaşlı anında ya da gecenin en sakin vaktinde… Hangi zaman diliminde olursa olsun, çay her daim yanımızdadır. Sabah kahvaltılarının ayrılmaz bir parçası, öğle molalarının vazgeçilmezi, akşamüstü yorgunluk çayı, gecenin sessizliğinde düşüncelere eşlik eden bir dosttur çay.

"

Çay, hayatın tadını çıkarmaktır.

"

Her bir yudumda hayatın güzelliklerini tadarız. Çay içmek, basit bir eylem gibi görünse de aslında yaşamın tadı vardır onda. Çay, muhabbetin demidir. Çay, paylaşmanın, bir araya gelmenin simgesidir. Çaysız bir sohbetin tadı olur mu? Olmaz tabii ki. Masada dönen muhabbet, çay bardağının sıcaklığında şekillenir, koyulaşır ve derinleşir. Dostluk, çayın dumanında demlenir. Hani denir ya, "Bir çay koy da içelim," işte o çay, muhabbetin en güzel bahanesinden biridir. Misafir ağırlamanın, aile büyükleriyle sohbet etmenin veya arkadaşlarla buluşmanın çaysız olması düşünülemez. Birlikte çay içmek, bağları güçlendirir, iletişimi artırır ve unutulmaz anılar yaşatır.

Çay mekânsızdır. Bir kahvehane, esnafın dükkanı, evin balkonu, bir ofis ya da yol üstü bir çay bahçesi hiç fark etmez; mekânı olmaz çayın, o, her yerdedir. Nerede içilirse içilsin, aynı tadı, aynı huzuru sunar. Çayın olduğu yerde insan kendini evinde hisseder, bulunduğu yer bir anda huzur dolu bir köşeye dönüşür.

"

Çay, hayatın karmaşasından kaçış ve bir huzurdur.

"

Bir fincan çay eşliğinde okumak, yazmak veya sadece pencereden dışarı bakmak, ruha iyi gelir. Çayın bu terapötik etkisi, birçok kültürde fark edilmiş ve çay içme ritüelleri geliştirilmiştir.

"

Çay, doğanın bize bir armağanıdır.

"

Çay bitkisi, toprağın bereketini ve güneşin sıcaklığını bünyesinde taşır. Çay içmek, doğayla iç içe olmanın bir yoludur. Çayın farklı çeşitleri, yetiştiği toprakların ve iklimin özelliklerini yansıtır.

Demli bir çay kokusuyla gelir dost, yağmur olup düşer şehrimize,

Sezai Karakoç, “Benim çay bardağımda senin gözlerin olur, senin gözlerin sizin çay bardaklarınızda.

Orhan Kemal, “Bir gün çay içelim seninle, çaylar benden manzara senden olsun.

Ahmet Telli, “Bir bardak demli çay, burukluğu gibi kalsın gecenin ve sabahın tadı yaşasın anılarımızda.

Şairlerin mısralarında çay, hep yanı başımızda, bize eşlik eden bir dosttur ve öyle kalacaktır. Çünkü o, bu toprakların kalbinin attığı yerdir.

Sonuç olarak, çay içmek sadece bir alışkanlık değil, aynı zamanda bir yaşam felsefesidir. Çay, bizi bir araya getirir, ruhumuzu besler ve hayatımıza anlam katar. O halde gelin ince belli bir bardak çay alıp hayatın tadına varalım.

2 Eylül 2024
Nevşehir’in lezzet durakları

Eşsiz coğrafyası ve tarihi dokusu kadar, zengin mutfağıyla da herkesin büyülendiği bir kent olan Nevşehir, ziyaretçilerine unutulmaz bir lezzet deneyimi vaat ediyor.

Size bu ilde bulunan restoranların lezzet sırrını vereyim mi? Yemeklerde yöresel ve taze malzeme kullanmaları, ürünleri tedarik ettikleri yerel üreticilere destek vermeleri, geleneksel tarifleri olan yemekleri korumaları, aile işletmeliğine önem vermeleri, ilin tarih ve kültürüne sahiplenmeleri gibi birçok faktörün bir araya gelmesiyle bu ilde zengin bir lezzet ortaya çıkıyor.  

Kultur ve Turizm Bakanlığının organize ettiği Kültür Yolu Festivali'nde bu zenginliği deneyimlemek isteyenler için özel olarak seçilmiş 11 lezzet durağı, damakları unutulmaz bir yolculuğa çıkarıyor.

 

İşte size listede olan Nevşehir’in en iyi restoranları

  1. Montana Cafe Restaurant

    : Uçhisar'ın kalbinde yer alan Montana Cafe, geleneksel lezzetleri modern bir dokunuşla servis ediyor. Bu mekanda kuru kaymak, buğday aşı ve yoğurtlu et çorbası gibi yöresel tatların yanı sıra erişte, etli yaprak sarma, kabak ve kayısı yahni dolması gibi Nevşehir’e ait klasik lezzetlerin tadına varabilirsiniz.
  2. Revithia Cappadocia

    : Ürgüp'ün tarihi dokusunda yer alan Revithia Cappadocia, incir yağlaması ve Ürgüp tarhanası gibi bölgeye özgü lezzetler sunuyor. Kabak çekirdekli lahana salatası, sütlü yahni, bulamaç, dıvıl ve gendime gibi daha az bilinen tatları deneyerek damak zevkinizi farklılaştırabilirsiniz.

 

  1. Kadıneli Cafe Restaurant

    : Uçhisar'ın hareketli caddelerinden birinde yer alan Kadıneli Cafe Restaurant, kıymalı lahana sarması, kesme mantı ve köftür gibi ev yemeklerinin vazgeçilmez lezzetlerini sunuyor. Kuru kayısı yağlaması, ağ pakla, soğan dolması ve soğanlama gibi yöresel tatlar da menünün öne çıkanları arasında.

 

  1. NeMS Restaurant Cafe

    : Nevşehir merkezinde yer alan NeMS Restaurant Cafe, testi kebabı, Nevşehir tava, ayvalı bademli pilav ve sulu köfte gibi bölgenin meşhur lezzetlerini misafirlerine takdim ediyor. Dolaz tatlısı ve incir dolması gibi tatlılarla da damaklarınızı şenlendirebilirsiniz.

 

  1. Millocal Restaurant

    : Uçhisar'ın tarihi sokaklarında yer alan Millocal Restaurant, pöçlü Derinkuyu kuru fasulyesi ve bulgur çorbası gibi yöresel lezzetleriyle damakları şenlendiriyor. Kıraç patates gibi daha az bilinen ama çok lezzetli tatları deneyerek de farklı bir deneyim yaşayabilirsiniz.

 

  1. Saklı Konak Cappadocia

    Restaurant:

    Uçhisar'ın gizli köşelerinden birinde yer alan Saklı Konak, tandırda pişirilen Tandırda Derinkuyu kuru fasulyesi ve kabak çekirdekli erişte gibi yöresel lezzetleriyle öne çıkıyor. Mercimek köftesi ve gelin büzmesi gibi daha hafif lezzetler de menünün vazgeçilmezleri arasında.

 

  1. Avanoss Restaurant:

    Avanos'un merkezinde yer alan Avanoss Restaurant, ayva dolması, kıymalı muhacir böreği ve kavurmalı börek gibi yöresel lezzetleri ilin sevilen tatları arasında. Ayva yahnisi, Ürgüp köftesi ve paşa pilavı gibi klasikler de menünün vazgeçilmezler listesinde bulunuyor.

 

  1. Seten Restaurant

    : Göreme'nin hareketli sokaklarından birinde yer alan Seten Restaurant, kuru fasulyeli erişte çorbası ve peravi (tık tık mantı) gibi yöresel lezzetleriyle öne çıkıyor. Patatesli tandır ekmeği ve aside tatlısı gibi farklı bir lezzet deneyimi yaşamak isteyenler için de alternatifler sunuyor.

 

  1. Tandır House Capodocia Restaurant

    : Ürgüp'ün merkezinde yer alan Tandır House, tandır çorbası, kuzu tandır ve testi kebabı gibi yöresel lezzetleri Nevşehir halkı tarafından çok tutuluyor. İncik kebabı gibi daha zengin lezzetler de menünün vazgeçilmezleri listesinde.

 

  1. Luuk Restaurant

    : Uçhisar'ın tarihi sokaklarında yer alan Luuk Restaurant, yöresel serpme kahvaltı ve Nevşehir simidi gibi geleneksel lezzetleriyle öne çıkıyor.

 

  1. Gorgoli Lounge & Eatery

    : Ürgüp'ün Mustafapaşa köyünde yer alan Gorgoli Lounge, muhacir mantısı, kayısı çorbası ve damat baklavası gibi yöresel lezzetleri ile göz dolduruyor. Cevizli muhacir böreği ve koripoporena (kokoska) gibi daha az bilinen tatları deneyerek damak zevkinizi farklılaştırabilirsiniz.
26 Ağustos 2024
Mucizevi bir yemiş: Yaban Mersini

Allah’ın doğada bize sunduğu sayısız nimet arasında, şifa deposu olarak nitelendirilen pek çok meyve bulunur. Bu eşsiz lezzetlerden biri de, literatürde keçi yemişi ve Bluberry olarak da bilinen yaban mersini meyvesidir. Doğanın kalbindeki bu meyve, insan sağlığına sunduğu faydalarla inanılmaz bir etki sağlar. 

Aslında bütün meyveler ve içindeki tohumlar, Allah’ın büyük bir bilgelik ve sanatla yarattığı mucizeleridir. Bu meyveler, bizlere olan merhametinin bir göstergesi, O’nun birliğinin kanıtı ve ahiretteki daha büyük nimetlerin de bir müjdesidir. Yaban mersini de Allah’ın doğada cömertçe bize sunduğu en değerli armağanlardan biridir.

Yaban mersini, fundagiller familyasından olup ılıman iklimlere adapte olmuş, üzüme benzeyen bir bitkidir. 20-50 santimetre boylarında, çok dallı ve odunsu bir bitkinin meyvesidir. Rengi kırmızıdan mora doğru olan, yaprakları da kullanılan bu etli meyvenin anavatanı Kuzey Yarımkürenin serin ve dağlık bölgeleri olmakla birlikte ülkemizde Karadeniz ve Ege Bölgesi'nin dağlarında da yer yer yetişmektedir.

Sağlık deposu “Yaban Mersini”

Vitamin, mineral, karbonhidrat, protein ve yağ bakımından zengin bir içeriğe sahip yaban mersininin her tanesi, sağlık iksiri taşıyan minik birer mücevher gibi. Tıpkı gecenin karanlığında parlayan yıldızlar gibi, bu koyu mavi meyveler bedenimize ve ruhumuza bir nevi ışık tutar. Onu tüketmek, sadece lezzetli bir meyve yemek değil, aynı zamanda doğanın şifalı kollarında sağlığa ve huzura doğru bir yolculuk yapmaktır. Böğürtlen ve kiraz gibi meyvelere kıyasla yüksek düzeyde antioksidan içeriğine sahip yaban mersini, vücudun hastalıklara karşı direncini artırır.

Kan şekerini dengeliyor

Kan şekerinin hem çok düşük hem de çok yüksek olması sağlık açısından ciddi riskler taşır. Diyabet rahatsızlığı olmayan bireylerde dahi kan şekerinin dengede tutulması gerekir. Fazla kilo, yeterince yapılmayan egzersiz, stres, genetik yatkınlık ve sağlıksız beslenme alışkanlığı gibi faktörler kan şekerini etkileyen başlıca nedenler arasındadır.

Sağlıklı beslenmeyle kan şekerini dengelemek mümkün olduğundan, uzmanlar bu konuda pek çok besin öneriyor. Bu besinler arasında yaban mersininin özel bir yeri vardır. Bu meyve, tarçın, kefir, brokoli, deniz ürünleri, ceviz, badem, bamya, yulaf, fasulye, chia tohumu, lahana turşusu, avokado, limon, yoğurt ve yumurta gibi besinlerle de tüketilebilmektedir.  

Bu küçük meyvenin içinde gizlenmiş olan antosiyaninler, onu bir doğa savaşçısına dönüştürür. İnsan vücudu içinde biriken serbest radikallere karşı koruma sağlayarak, hücreleri zamanın yıpratıcı etkilerine karşı dirençli hale getirir. Yaşlanmanın belirgin çizgileri, yaban mersininin dokunuşuyla yumuşar ve gecikir. Bu meyve, adeta gençlik sırrını içinde saklar.

Kalp sağlığı denilince, yaban mersini bir dost, bir kurtarıcı olarak çıkar karşımıza çıkar. İçerdiği flavonoidler, kan damarlarını genişleterek kan akışını artırır, sanki kalp krizi ve felcin kapısını kapatır. Yaban mersini tüketildiğinde insan kendi sağlığına ve kalbine büyük bir iyilik yapmış olur. 

Yaban mersininin küçük mavi tanecikleri, zihinsel sağlık için de bir şifa kaynağıdır. Bilim insanları, yaban mersininin beyin fonksiyonlarını geliştirdiğini, hafızayı güçlendirdiğini ve yaşa bağlı bilişsel gerilemeleri yavaşlattığını ortaya koymaktalar. Bu meyve, zihnimizin taze kalmasını sağlayan bir anahtar gibi anılarımızı, düşüncelerimizi ve hayallerimizi canlı tutar.

Yaban mersini, göz sağlığı için de bir koruyucudur. Bilgisayar ekranlarının, yapay ışıkların ve modern yaşamın gözlere yüklediği baskıyı hafifletir. İçerdiği karotenoidler ve antosiyaninler, gözleri besler ve onları keskin tutar. 

Sindirim sistemine gelince, yaban mersini yine başrolde yer alır. İçerdiği lifler, bağırsak hareketlerini düzenler, sindirimi kolaylaştırır ve sağlıklı bir bağırsak florası oluşumunu destekler. Yaban mersini, sindirim sisteminde birçok şeyin uyum içinde çalışmasını sağlar.

Bu meyve, aynı zamanda bağışıklık sistemini güçlendiren bir savaşçıdır. Soğuk algınlığı ve grip gibi hastalıklara karşı vücudu zırh gibi korur. Hastalıklarla savaşırken, insana direnç ve kuvvet verir.

Özetle; yaban mersini, güçlü anti-inflamatuar özellikleri sayesinde vücuttaki kronik iltihapları azaltarak birçok hastalığa karşı koruma sağlıyor. Romatizmal, diyabet ve obezite gibi hastalıkların riskini düşürmede önemli bir rol oynayan yaban mersini, özellikle şeker hastaları için oldukça faydalı. Bu değerli meyvenin ülkemizde yeterince bilinip tüketilmediği de bir gerçek. 

Yaban mersini ile ilgili akademik çalışmaların daha çok yapılması gerektiğini düşünüyorum. Benim yazım ise bilimsel bir makale değil sadece bu meyvenin önemine atıf yapmaktan ibarettir. Lütfen bu meyveyi daha çok tüketelim. 

19 Ağustos 2024
Kenevir: Yasaklıydı, umut oldu

“Zamanın unutulmuş bitkisi, yeniden hayat buluyor”

Tarihin tozlu sayfalarına gömülmüş, insanlık tarafından binlerce yıl önce keşfedilen ve sonra unutulmaya terk edilen bir bitki kenevir, bugün artık yeniden canlanıyor. Bu mucizevi bitki, kadim uygarlıkların vazgeçilmezi olmuş, tarım toplumlarının hayatında köklü bir yer edinmişti. Ancak modern dünyanın karmaşasında, teknolojinin çılgın hızı ve sanayinin açgözlü iştahı, keneviri neredeyse yok olmanın eşiğine getirdi. Fakat günümüzde kenevirin, endüstriyel haliyle gelişimini kendine görev gören bazı müteşebbisler insanlığın yararına olacak bu kadim bitkiyi yeniden gözde haline getirmeyi başardı.

Kenevir, sadece bir bitki değil; toprağın derinliklerinden, gökyüzüne doğru uzanan kökleriyle bir yaşam kaynağı, bir ekosistemin kalbinde atan bir damardır. Bu bitkinin her bir parçası, doğanın döngüsünde önemli bir rol oynar. Kenevirin tohumları, besleyici bir hazine gibi yeryüzüne serpilir. İçerdikleri yağ asitleri, proteinler ve mineraller, bedeni ve zihni besler; insanın en temel ihtiyacı olan beslenmeyi en doğal haliyle sunar ve birçok hastalığa şifa olur.

Bitkinin orijinal haliyle faydalarının yansıra tohumların sıkılmasıyla elde edilen yağ bile yalnızca mutfaklarda değil, kozmetik ve tıbbi alanlarda da kendine yer bulur. Kenevir yağı, cildin derinliklerine işleyerek onu besler, yeniler. Aynı zamanda ilaç olarak da kullanılan bu yağ, insan sağlığını destekler ve iyileştirir. Onun iyileştirici gücü, geçmişin şifacıları tarafından bilinirdi; şimdi ise modern tıbbın tekrar gözdesi haline geliyor.

Kenevirin çiçekleri ve yaprakları ise başka bir aleme açılan kapılar sanki. Bu parçalar, binlerce yıl boyunca bazı dinlerin ritüellerinde, halk hekimlerinin tedavi yöntemlerinde yer buldu. Onun büyülü aroması, zihni dinginleştirdiğine ve ruhu arındırdığına inanılırdı. Bugün, bu parçalar, modern dünyanın stresini hafifletmek için yeniden keşfediliyor.

Kenevirin lifleri ise insanlık tarihinde devrim yapmış, medeniyetin gelişiminde kritik bir rol oynamıştır. Eski Mısır'dan Çin'e, Hindistan'dan Avrupa'ya kadar geniş bir coğrafyada, bu liflerden dokunan kumaşlar, gemi halatları, kağıtlar ve daha nicesi üretilmiştir. Günümüzde inşaat sektöründe dahi bu liflerin kullanılması hedefleniyor. Kenevir lifi, doğanın sunduğu en güçlü ve dayanıklı malzemelerden biridir. Günümüzde, sürdürülebilir moda ve ekolojik yapılar için tekrar değer kazanmaktadır. Modern dünyanın plastik ve sentetik materyallerine alternatif olarak, kenevir lifi doğal bir çözüm sunar.

Ancak belki de kenevirin en az bilinen ama en önemli kısmı, toprağa ve ekosisteme olan katkısıdır. Kenevir kökleri, toprağı besler, erozyonu önler, toprağın yapısını iyileştirir. Doğanın döngüsünde bu kadar önemli bir rol oynayan bu bitki, aslında bize yalnızca ürün değil, aynı zamanda sürdürülebilir bir gelecek vaad eder.

Kenevirin her bir zerresi, doğanın bir armağanı gibi, insanlığa sunduğu sayısız faydayla doludur. Bu mucize bitki, geçmişin bilgeliğini günümüzün ihtiyaçlarıyla buluşturur. Yeniden keşfedilen kenevir, yalnızca bir bitki değil; bir yaşam tarzı, bir felsefe, bir direniştir. Doğaya saygı duyma, sürdürülebilirlik arayışı ve sağlıklı bir yaşam ideali, kenevirin köklerinde, yapraklarında ve tohumlarında hayat bulur. Bu bitki, insanın doğayla olan bağını güçlendiren, unuttuğu kadim bir öğretiyi hatırlatan bir yol göstericidir.

Günümüz dünyasında kenevir, yeniden yükselen bir yıldız gibi parlıyor. Onunla geçmişimizi hatırlıyor, geleceğimize umutla bakıyoruz. Bu doğa harikası bitki, sadece bir ürün değil, bir dönüşümün simgesi; unuttuğumuz ama aslında hep ihtiyacımız olan bir yaşam biçimi. Kenevirin yeşil yaprakları, bize doğanın gücünü ve insanlığın bu güçle nasıl yeniden canlanabileceğini hatırlatıyor.

Son olarak, Uğur Balkuv, kenevir dünyasının çığır açan isimlerinden biri olarak, bu işin öncülüğünü yaptı ve keneviri şirketinin bir vizyonu haline getirdi. Kenevirin tabu ve önyargılardan arındırılmasına önayak olan Balkuv, bu bitkinin sunduğu sınırsız imkanları cesurca savunuyor. Onun çalışmaları, kenevirin sadece bir ürün değil, aynı zamanda sürdürülebilir bir geleceğin anahtarı olduğunu gösteriyor. Balkuv'un yenilikçi bakış açısı ve tutkusu, kenevir sektörüne yepyeni bir soluk getiriyor. 

12 Ağustos 2024
Türk çiftçisi yaşlanıyor mu?

Ne yazık ki evet, yaşlanan çiftçi nüfusu ve köyden kente göç dolayısıyla da Türkiye'de tarımın geleceği tehlikede.

Geçen gün İstanbul Ticaret Borsası'nda düzenlenen Güvenilir Ürün Platformu'nun danışma kurulunda, Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu (TKDK) İstanbul Şubesinden İbrahim Bayram Bey'in yaptığı sunum, Türkiye'de tarımın geleceğiyle ilgili bize önemli ipuçları verdi. TKDK'nın, Avrupa Birliği ve uluslararası kuruluşlardan sağlanan kaynaklarla ülkemizin kırsal bölgelerine yaptığı yatırımlar, tarım sektörünün güçlenmesine ve kırsal kalkınmanın hızlanmasına büyük katkı sağlıyor. İstanbul’a da yansıyan bu destekler sayesinde çiftçilerimiz daha modern yöntemlerle üretim yapma imkanı buluyor.

TKDK'nın sunduğu tüm destekler hakkında detaylı bilgiye https://www.tkdk.gov.tr  adresinden ulaşabilirsiniz.

Gelelim asıl konumuz olan Türk çiftçisinin yaşlanma meselesine. Her ne kadar TKDK çiftçilerimiz için destekler vaat ediyorsa da ülkemizin sofralarını ve leziz mekanları besleyen tarım sektörü, yaşlanan nüfus sorunuyla karşı karşıya. Tarımda çalışanların yaş ortalamasının yükselmesi ve genç nüfusun kırdan kente göçü, tarımın geleceği açısından ciddi bir tehdit oluşturuyor.

Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) verilerine göre, 2023 yılında Türkiye'deki erkek çiftçilerin yaş ortalaması 57,7, kadın çiftçilerin ise 60,1 olarak belirlenmiş. 

Bu durum, tarımın genç nüfus tarafından terk edildiğini gösteriyor. Ülkemiz genelinde yaş ortalaması 33,2 olan erkek ve 34,7 olan kadın nüfusuyla kıyaslandığında, tarım sektöründeki bu yaşlılaşma daha da çarpıcı hale geliyor.

Türkiye'nin tarımsal üretimdeki omurgası olan çiftçilerimiz, gün geçtikçe yaşlanıyor. Köyden kente göçlerin hızlanmasıyla birlikte, bir zamanlar bereketli topraklarda çalışan ellerin sayısı azalıyor. Bu durum, sadece tarım sektörünü değil, aynı zamanda gastronomiyi de etkiliyor ve ülkemizin geleceğini de yakından ilgilendiren ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkıyor.

Peki, bu durumun sonuçları ne olacak?

  • Yaşlı çiftçilerin fiziksel güçlerinin azalması ve modern tarım tekniklerini takip etmedeki zorluklar, üretimde düşüşlere neden olacak.
  • Tarımsal üretimdeki bu düşüş, gıda güvenliğini tehdit edecek ve ithalata bağımlılığı artıracaktır.
  • Genç nüfusun kırdan göçü, köylerin boşalmasına ve kırsal ekonomilerin çökmesine yol açacak.
  • Yaşlı çiftçilerin sahip olduğu geleneksel tarım bilgileri, gelecek nesillere aktarılamayacak ve bu da tarımsal üretimde önemli bir kayıp yaşatacaktır.

Türkiye'de Tarımın Yaşlanan Yüzü 

Toprakla iç içe yaşayan, doğanın ritmini hisseden çiftçilerimiz, yüzyıllardır ülkemizin sofralarını layıkıyla beslediler. Ancak günümüzde, modern yaşamın cazibesi ve tarımın karlılığındaki düşüş, genç nesilleri topraktan uzaklaştırmaktadır. Köylerde yaşlıların çoğunlukta olduğu bir tablo ortaya çıkarken, tarım arazileri ise miras yoluyla bölünerek parçalanmakta ve verimliliğini kaybetmektedir.

Bu durumun sonuçları oldukça vahimdir. Tarımın geleceği belirsizleşirken, gıda güvenliği konusunda endişeler artmaktadır. Yaşlı ve tecrübeli çiftçilerimizin bilgi ve birikimlerinin kaybolması, tarımsal üretimde ciddi bir boşluk oluşturmaktadır. Ayrıca, kırsal bölgelerin boşalmasıyla birlikte, sosyal ve kültürel doku da zarar görmektedir.

Peki, bu sorunun çözümü ve bu olumsuz tabloyu tersine çevirmek için neler yapılabilir?

  • Gastronomi turizmi faaliyetleri kapsamında gelir getiren bir model olarak yerli ve yabancı turistlere köylerde hasat deneyimi çalışmaları başlatılmalı.
  • Tarımın karlılığını artıracak destekler verilmeli, genç çiftçilere yönelik eğitimler ve teşvikler sağlanmalı, genç çiftçilere kredi ve hibe imkanları sunulmalı, uygun koşullarda arazi tahsis edilmeli veya kiralanmalı.
  • Köyünde kalmaya karar veren veya geri dönüp yerleşmek isteyen gençlere üretim yapma şartıyla belirli bir müddet maaş bağlanmalı.
  • Tarım aletleri, tohum, fide ve hayvan alım destek programlarıyla gençlerin tarıma başlaması kolaylaştırılmalı.
  • Özellikle kendi köyünde yerel üretim yapan kadın çiftçilere pozitif ayrımcılık uygulanmalı.
  • Kırsal bölgelerde altyapı yatırımları yapılarak yaşam koşulları iyileştirilmeli, sağlık ve eğitim hizmetlerine erişim kolaylaştırılmalı.
  • Tarımsal eğitim yaygınlaştırılmalı, toprak reformu gibi politikalarla gençlerin tarıma olan ilgisi artırılmalı.
  • Tarımla ilgili alanlarda istihdam imkânları artırılmalı, pazarlama kanalları güçlendirilmeli ve tarımın karlılığı yükseltilmeli ki genç çiftçilerin bu alanda ilgisi canlı tutulsun.  
  • Ürettikleri ürünleri satmaları için genç çiftçilere pazarlama konusunda destek verilmeli.
  • Kooperatifleşme ve ortak pazarlama gibi yöntemlerle ürünlerin daha iyi fiyatla satılması sağlanmalı
  • Çiftçilerin tarım aletlerine ve teknolojilere erişimi kolaylaştırılmalı, sulama sistemleri geliştirilmeli.
  • Kırsal bölgelerde altyapı yatırımları yapılmalı, sosyal hizmetler geliştirilmeli ve kırsal turizmi desteklemek gibi adımlarla kırsal yaşamın cazibesi artırılmalı.
  • Yaşlı çiftçilerin bilgi ve deneyimleri belgelenmeli ve genç nesillere aktarılmalı.

Türkiye'de tarımının geleceği, bu sorunun çözümüne bağlıdır. Ben kendimce çözüm için öneriler sundum. Tarımın sürdürülebilirliği için acil önlemler alınmalı, genç nesiller toprağa bağlanmalı ve kırsal bölgeler yeniden canlandırılmalıdır. Aksi takdirde, ülkemizin sofraları boş kalabilir ve tarımsal üretimde dışa bağımlılık artabilir

Sonuç olarak, Türkiye'de çiftçi yaş ortalamasının yüksek olması ve köyden kente göçlerin artması, ülkemizin tarım sektörü ve kırsal bölgeleri için ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Bu sorunun çözümü için tüm paydaşların ortak bir çaba göstermesi gerekmektedir. Aksi takdirde, gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakmak mümkün olmayacaktır.

5 Ağustos 2024
Toprağın ve İnsanlığın Geleceği “Planlı Tarım”

İnsanlık, tarih boyunca toprağa olan bağımlılığını ve tarımın hayatımızdaki vazgeçilmez rolünü hiçbir zaman unutmadı. Yüzyıllar boyunca, toprak bizi besledi ve bize barınak sağladı. Ancak, modern çağın getirdiği hızlı değişim ve teknolojik ilerlemeler, bu kadim ilişkiyi yeniden gözden geçirme gerekliliğini de beraberinde getiriyor. Yürürlüğe girecek olan planlı tarım politikası, bu bağlamda önemli bir adım teşkil ediyor. 
Peki, bu yeni düzenleme, toprağın ve insanlığın geleceğinde nasıl bir rol oynayacak?
Bu yeni kanunla planlı tarım dönemi başlayacak. Bu, aslında tek başına tarım adına bir devrim niteliğindedir. Planlı tarım, adından da anlaşılacağı üzere, tarımsal faaliyetlerin daha organize ve verimli bir şekilde yürütülmesini amaçlayan bir sistemdir. Bu sistem, ekim ve hasat dönemlerinin, kullanılacak tohumların, gübrelerin ve diğer tarımsal girdilerin önceden belirlenmesini ve planlanmasını içerir. Böylece, tarımsal üretimdeki belirsizlikler minimize edilir ve kaynaklar daha verimli bir şekilde kullanılır. 

Toprağın fısıltısına kulak veren üretici

Toprağın fısıltısını duyarak ve üretmenin kutsallığını bilerek yeni bir düzen inşa edilecek. Planlı tarımla daha adil, daha müreffeh ve daha yaşanabilir bir dünya imar edilecek. Bundan böyle, bereketli toprakların fısıltısına kulak veren üreticiler, alın terinin karşılığını fazlasıyla alacakları bir yola yönlendirilecek. Artık hangi ürünün daha iyi filiz verip, hangi tohumun fazla meyve vereceği bilinmezlik sarmalından çıkıp, o toprağın dilinden anlayıp, coğrafyanın nabzını tutarak, ekolojinin dengesini gözeterek bir planlama yapılacak. Bu planda su, yaşamın kaynağı olarak merkezde olacak ve her damlası, bereketin kapılarını aralayacak.
Bu sayede, emeğinin karşılığını alan üretici, ürettiği için mutluluk duyacak. Artık alın teri, bereketin bir simgesi olacak. Belki artık üretici, pazarlama derdiyle boğuşmayacak, kimin alıp kimin satacağına kafa yormayacak. Ürettiği ürün, hak ettiği değeri görecek ve sofralara bolluk, kalplere huzur taşınacak.
Bu yeni sistem, üretici ve tüketici arasında bir köprü görevi görecek. Her bir halkası bu köprünün, doğanın dengesine ve insan onuruna saygıyla örülecek. Üretici, emeğinin karşılığını alarak refah ve huzura kavuşacak, tüketici ise sağlıklı ve güvenilir gıdalara erişim imkanı bulacak. 

Tarımda çevresel sürdürülebilirlik

Yeni planlı tarım politikası, çevresel sürdürülebilirliği artırmayı da hedefliyor. Küresel ısınma ve iklim değişikliği, tarım sektörünü derinden etkiliyor. İklim modelleri, gelecekte daha sık ve şiddetli kuraklıklar, seller ve diğer aşırı hava olaylarının yaşanacağını öngörüyor. Bu nedenle, tarımsal üretimde esneklik ve adaptasyon yeteneği hayati önem taşıyor. Planlı tarım, çiftçilere bu değişen koşullara uyum sağlama ve tarımsal üretimlerini sürdürülebilir kılma imkanı tanıyor.
Bu yeni düzenlemenin en dikkat çekici yönlerinden biri de teknoloji ile olan entegrasyonudur. Dronelar, uydu görüntüleri, sensörler ve yapay zeka destekli analizler, tarımsal faaliyetlerin her aşamasında kullanılacak. Bu sayede, toprak verimliliği, bitki sağlığı ve su kullanımı gibi konularda daha hassas ve doğru veriler elde edilecek. Çiftçiler, bu verileri kullanarak daha bilinçli kararlar alabilecek ve üretimlerini optimize edebilecekler.

Ancak, her yeni düzenleme gibi, planlı tarım da bazı zorlukları beraberinde getiriyor. Özellikle küçük ölçekli çiftçiler, bu yeni sisteme uyum sağlamakta zorluk yaşayabilirler. Teknolojiye erişim ve bu teknolojiyi kullanma becerileri, bazı çiftçiler için bir engel teşkil edebilir. Bu nedenle, eğitim ve destek programlarının hayata geçirilmesi büyük önem taşıyor.

Özetle, 2025 yılı, tarım sektörü için bir dönüm noktası olacak. Planlı tarım, toprağın verimliliğini artırırken, çevresel sürdürülebilirliği de sağlayarak gelecek nesillerin ihtiyaçlarını karşılamayı hedefliyor. Bu yeni düzenleme, tarımın sadece bir geçim kaynağı değil, aynı zamanda bir yaşam biçimi olduğunu da hatırlatıyor. Toprakla olan kadim bağımızı koruyarak, onu daha bilinçli ve sürdürülebilir bir şekilde kullanmak, insanlığın geleceği için atılan en önemli adımlardan biri olacaktır.

Not: 23 Mart 2023'de TBMM'de kabul edilen ve tarımsal üretimi planlamayı düzenleyen 7442 sayılı Kanunun ikincil mevzuatı olan yönetmelik, Resmi Gazete'de yayımlandıktan sonra süreç işlemeye başladı.   

https://www.tarimorman.gov.tr/EYDB/Belgeler/QrCodes/7442_SAYILI_KANUN.pdf  

 

29 Temmuz 2024
Hayati öneme sahip “TİGEM”

Geçen hafta Bursa Karacabey TİGEM Tesislerindeydim. Kurumun YKB ve Genel Müdürü Dr. Hasan Gezginç biz gazetecilere çok güzel bir sunum yaptı. Baştan söyleyeyim bu yazım bir haber niteliği taşımıyor, kurumun tesislerinde görüp hissettiğim ve ülkem için bir gurur kaynağı olduğuna inandığım bu değerli kurumu kendimce anlatmak istedim.

Tohumun, Toprağın ve Hayvanın yurdu

Toprağın bereketiyle yoğrulmuş ve at gibi asil hayvanların sıcaklığını hissettiren bir işletme: TİGEM. Türkiye'nin tarım ve hayvancılık alanındaki yüz akı, sadece bir kurum değil, aynı zamanda umut dolu bir geleceğin mimarı ve bereketli bir tesis. 2023 yılında 1,5 milyar civarında kredi borcunu kapatarak ve bu yıl da 1,6 milyar kâr hedefleyerek, Türk tarımına güvenin ve azmin simgesi haline gelmiş bir değer.

TİGEM, toprağın derinliklerinden fışkıran yaşamı, modern teknolojiyle harmanlayarak, çiftçilerimize ve ülkemize ışık tutmaktadır. Bu sadece rakamlarla gelen bir başarı değil, aynı zamanda toprağa ekilen her bir tohumun, bakılan her bir hayvanın ve ter döken her bir çiftçinin emeğiyle olduğuna inanılan bir hikaye.

Ülkemdeki her bir çiftçi, TİGEM'in desteğiyle büyüyen genç misali bir gelecektir. Tohumlar, onların ellerinde filizlenir, hayvanlar onların sıcaklığıyla beslenir. Kurum, bu gençlerin evi gibidir; sevgiyle, bilgiyle ve azimle büyütür onları. Her hasat zamanı, alın teriyle sulanan toprak, TİGEM'in rehberliğinde bereketle dolup taşar.

Modern dünyanın getirdiği zorluklara karşı dimdik ayakta duran TİGEM, geçmişin bilgeliğiyle geleceğin yeniliklerini harmanlayarak, sürdürülebilir bir tarım ve hayvancılık modeli sunar. Bu model, sadece bugünün değil, yarının da ihtiyaçlarını karşılamak için tasarlanmıştır. Her bir teknoloji, her bir yenilik, çiftçilerin hayatını kolaylaştırmak, toprağı ve hayvanları korumak için kullanılır.

TİGEM'in başarısı, sadece ekonomik bir zafer değil, aynı zamanda toplumsal bir kalkınma öyküsüdür. Her bir başarı, her bir hedef, ülkemizin geleceğine atılan sağlam adımlardır. Bu adımlar, ekonomik refahın yansıra aynı zamanda sosyal ve çevresel sürdürülebilirliği de hedefler.  

Burası bir kurumdan öte, adeta toprağın ve hayvanların asli vatanı gibidir. Her bir ekin, her bir hayvan, bu vatanın ayrılmaz bir parçası ve geleceğe dair umutların, sevginin ve azmin somut bir temsilidir.

TİGEM'in hikayesi, toprağın derinliklerinden gökyüzüne uzanan bir destandır. Bu destan, tarım ve hayvancılık alanındaki başarılarının yanında aynı zamanda bu alandaki özveriyi, emeği ve fedakarlığı da anlatır. Bu çalışmalar sayesinde ülkemiz tarım ve hayvancılıkta önemli bir yere gelmiş ve bu alanda gurur kaynağımız olmuştur. Bu kurum, yenilikçi çalışmaları ve projeleri ile ülkemizin tarım ve hayvancılığını daha da ileriye taşımaya devam edecektir.

Bereketin toprağa kök saldığı yer

Anadolu'nun bereketli topraklarında, tarımsal kalkınmanın tohumları filizleniyorsa orada TİGEM'in izleri vardır. Bir çiftçi emeğinin karşılığını alıyorsa, kurum modern tarım tekniklerini ve bilgeliğini sunmuştur. Bir toprak verimsizliğe yenik düşmek üzereyse, ona can suyu olur ve toparlanmasını sağlar.    

TİGEM, sadece bir kuruluş değil, tarımsal üretimin kalbinin attığı yerdir. Bu topraklarda yetişen her ürün, buranın emeğini, bilgisini ve tutkusunu taşır. Kurum çalışanları, tarlaların koruyucuları, bereketin bekçileri gibidir.

TİGEM'in faaliyetleri sadece tarlalarla sınırlı değil elbette, hayvancılıktan gıda işlemeciliğine, tohum ıslahından araştırmalara kadar uzanan geniş bir yelpazede çalışmalar yürütür. Her alanda mükemmeliyeti hedefler, tarımsal kalkınmanın öncüsü olmaya gayret gösterir.

Yani TİGEM'in hikayesi, sadece bir kuruluşun değil, bir milletin kalkınma mücadelesinin hikayesidir. Bu hikayede emek, bilgi ve tutku bir araya gelerek, bereketin tohumları filizlenir ve Anadolu'nun sofraları bollukla dolar.

Özetle, TİGEM, sadece geçmişin bir mirası değil, geleceğe dair bir umuttur. Bu umut ışığıyla, tarımsal üretimin her geçen gün daha da gelişmesi, Türkiye'nin daha müreffeh bir ülke olması için çalışmalara devam edecektir.

22 Temmuz 2024
Gastronomide sosyal medyanın rolü

Günümüzün dijital çağında, markaların varoluş hikayesi, onlarca, yüzlerce kitabın sayfalarına sığmayacak kadar derin ve karmaşık hale gelmiştir. Bir zamanlar mağazaların vitrinlerini süsleyen ürünler veya restoran tezgâhlarında öne çıkan yemekler şimdi ışıldayan ekranlarda kendilerini ifade etme çabasındalar.

Dolayısıyla dijital çağın karmaşık dünyasında, markaların başarı hikayesi yazabilmesi için sosyal medyanın büyülü gücüne ihtiyacı bulunuyor. Bu güç, markaların dijital dünyada parlayan bir yıldız haline gelmesini sağlayan bence yegâne anahtardır. Markalaşmada yol almak, ancak bu türden pazarlamanın sihirli değnekleriyle mümkündür. Her markanın, bu bilişim çağında kendi yolunu bulabilmesi için, dijitalde doğru rotayı çizmesi gerekiyor.

Yani yeni dünyanın ticaret arenasında, markaların kalbinde atan en güçlü damarın dijital pazarlama olduğunu söylemek pekala mümkün.

Son yıllarda sosyal medya, gastronomi dünyasında devrim yapan bir araç haline gelmiştir.

Düşünün ki uçsuz bucaksız bir okyanusta yol alan bir gemisiniz. Bu geminin rotasını belirlemek ve salimen kıyıya ulaştırmak tamamen sizin elinizde.  Okyanusta boğulmamak için, yolunuzu aydınlatan sosyal medya gibi bir fenere ihtiyacınız var ve ona sıkı sıkıya tutunmanız gerekir.

Dijital pazarlamanın çeşitli taktikleri ve sosyal medya, markaların dijital denizdeki görünürlüğünü artıran sihirli bir değnek misali yol göstericileridir. Doğru kullanıldığında, bir markayı zirveye taşıyan bir merdiven, yanlış kullanıldığında ise derin sulara çeken bir girdap olabilir. Her bir sosyal medya mecrası markanın hikayesini anlatmak için kullanılan farklı renklerdeki boyaları, anlık etkileşimlerin ve hızlı geri dönüşlerin pınarıdır.

Facebook’ta paylaşılan bir gönderi, Instagram’da yayılan bir hikaye, Twitter’da atılan bir tweet; hepsi markanın dijital ayak izini belirler.

Sosyal mecralarda yayınlanan mesaj niteliğindeki postlar, markanın sadık takipçilerine yazdığı özel mektuplar gibidir. Sunulan içerikler ise, markanın kendini ifade etme biçimidir. Dijital pazarlama, markaların bu dünyada hayatta kalmalarını sağlayan bir ritimdir. Bu ritim, doğru adımlar atıldığında, markayı zirveye taşıyan bir melodiye dönüşür. Yanlış adımlar ise, markanın dijital dünyada kaybolmasına neden olabilir. 

SOSYAL MEDYA PLATFORMLARI, YEMEK KÜLTÜRÜNÜ GENİŞ KİTLELERE TANITMA ARACIDIR

Sosyal medya, restoranlar için güçlü bir pazarlama aracı olarak öne çıkmakta ve özellikle Instagram, restoranların görsel içeriklerle potansiyel müşterilerine ulaşmasını kolaylaştırmaktadır. Örneğin, Nusr-Et restoranları, sahibi Nusret Gökçe'nin "Salt Bae" hareketi dünya çapında ün kazanmıştır. Gökçe'nin Instagram'da paylaştığı videolar, kısa sürede viral hale gelmiş ve restoranlarına büyük bir müşteri akını sağlamıştır. Bu örnek, sosyal medyanın restoranların marka bilinirliğini artırmada ne kadar etkili olabileceğini göstermektedir.

ŞEFLERİN KİŞİSEL MARKALARINI OLUŞTURMASI

Sosyal medya, şeflerin yeteneklerini ve kişiliklerini sergilemeleri için bir platform sunar. Yurtdışından Jamie Oliver ve Gordon Ramsay gibi ünlü şefler, ülkemizden MasterChef’ten Somer Sivrioğlu, Mahsun Usta’dan Mahsun Gökçur, Öz ikizler Künefeden Hasan Durmaz, Hacı Başar Kebap’tan Muhammed Başar gibi isimler sosyal medya hesapları aracılığıyla milyonları aşan takipçiye ulaşmaktalar. Bu şefler, yemek tarifleri, pişirme teknikleri ve kişisel yaşamlarına dair paylaşımlar yaparak sadık bir takipçi kitlesi oluşturmuştur. Bu da şeflerin kişisel markalarını güçlendirmelerine ve çeşitli ticari fırsatlar yakalamalarına imkan tanımaktadır.

YEMEK BLOGGERLARI VE INFLUENCER'LARIN ETKİSİ

Yemek bloggerları ve sosyal medya influencer'ları da gastronomi dünyasında önemli bir rol oynamaktadır. Bu kişiler, yeni restoranları keşfederek, menüleri inceleyerek ve yemek fotoğrafları paylaşarak takipçilerini bilgilendirmektedir. Örneğin, Türkiye'de @milliyiyici @gurmegörelim @keşefedenlerklubü @endermutfakta @ayhanmortepe gibi yüksek takipçili Instagram hesabı olan kişiler, çeşitli restoranları ve yemekleri tanıtarak geniş bir takipçi kitlesine ulaşmıştır. Bu tür hesaplar, restoranların müşteri çekmesine yardımcı olmanın yanı sıra, takipçilerine yeni lezzetler keşfetme imkanı da sunar.

KULLANICILARIN İÇERİK ÜRETİMİ

Sosyal medya, kullanıcıların gastronomi deneyimlerini paylaşmaları için de ideal bir platformdur. Google ve TripAdvisor gibi platformlar, kullanıcıların restoranlar hakkında yorum yapmalarını ve puan vermelerini sağlar. Bu yorumlar, diğer potansiyel müşteriler için değerli bilgiler sunar ve restoranların kalitesini değerlendirmelerine yardımcı olur. Ayrıca, Instagram'da yemek fotoğrafları paylaşmak, kullanıcıların restoranlara olan ilgisini artırır ve gastronomi turizmini teşvik eder.

SONUÇ OLARAK 

Sosyal medya, gastronomi dünyasında devrim niteliğinde değişiklikler yaşatmaya başlamıştır. Restoranlar, şefler, yemek bloggerları ve kullanıcılar, sosyal medya aracılığıyla gastronomi deneyimlerini geniş kitlelere ulaştırma imkanı bulduğundan bu kültürün daha geniş bir alana yayılmasını, tanınmasını ve sevilmesini sağlamıştır. Sosyal medyanın gücü, gastronomi dünyasının geleceğinde de önemli bir rol oynamaya devam edecektir.

15 Temmuz 2024
Bahşişin zarafeti

Gastronominin büyülü dünyasında, her lezzet, sanatsal bir yolculuğa benzer. Şeflerin elinden çıkan incelikle işlenmiş o tabaklar, misafirlere sunulan birer şiirdir adeta. Bu şiirin son mısrası ve belki de en önemli ödülü bahşiştir.

Bahşiş, yemeğin sonunda sunulan sessiz bir teşekkürü, görünmez bir takdiri ifade eder. Bir garsonun nazikçe doldurduğu içecek, şefin özenle hazırladığı bir tabak çok daha fazlasını barındırır içinde. O an, bir damla minnettarlık denizine bırakılan ufak bir çakıl taşı gibidir; yankısı, mekânın ruhunu minnet dolu bir hisle doldurur.

Gastronominin büyüsü, sadece yemeklerde değil, aynı zamanda sunumun zarafetinde ve misafirin hissettiği samimi sıcaklıkta yatar. Bahşiş, bu büyünün bir parçasıdır. Yemeklerin tatları zamanla unutulabilir, fakat gösterilen incelik ve bırakılan bahşişin ardındaki niyet hep hatırlanır.

Bir restoranın kalbinde, servis ekibi ve mutfak çalışanları arasında akan görünmez bir bağ vardır. Misafirlerin mutluluğu için gösterilen çaba, sahnenin ardında sessizce devam eden bir tiyatro sahnesi gibidir. Bahşiş, bu sahnenin sonunda perde kapanırken verilen bir alkış gibi gelir. Küçük bir jest gibi görünse de, aslında büyük bir takdirin sembolüdür.

Zarif bir şekilde sunulan yemeğin ardından, misafirin cebinden çıkıp masanın üzerine bıraktığı birkaç bozuk para veya bir kâğıt banknot, sadece maddi bir değer taşımaz. Bu hareket, hizmetin kalitesine duyulan saygının, memnuniyetin ve minnettarlığın birer nişanesidir. Bahşiş, restoranın ruhuna yapılan bir yatırımdır; çalışanların yüzünde bir tebessüm, yüreklerinde bir mutluluk oluşturur.

Sonuç olarak, bahşiş vermek sadece bir gelenek değildir. Bu, misafir ile ev sahibi arasında kurulan sessiz bir diyalogdur; gastronomi dünyasının zarif bir ritüelidir. Her bahşiş, gastronomi sahnesinde yazılmış bir teşekkür mektubu, bir sanat eserinin bitiminde sanatçıya verilen bir övgüdür. Bu övgü, yemeklerin tadını daha da güzelleştirir, hizmetin anlamını derinleştirir.

Ekonomik sıkıntılar bahşişi etkileşmiş midir?

Bence her ticari faaliyet gibi bahşiş de bu sıkıntılı ortamlardan olumsuz etkileniyor. Yemek fiyatlarının son zamanlarda ciddi bir artış seyrine girmesi de pek cebinde nakit taşımayan müşterinin kendi inisiyatifiyle verdiği bahşiş oranını elbette ki düşürüyor.

Ekonomik dalgalanmalar sonucu restoranlardaki bahşişler de adeta incecik bir yaprak misali rüzgarın insafına kalıyor. Enflasyonun amansız pençesi, insanların günlük harcamalarını kısmaya zorladıkça, bir zamanlar cömertçe bırakılan bahşişler de bu yüzden azalmaya başlıyor.

Eskiden yemek sonrası masada bırakılan bahşişler, garsonların yüzlerinde bir gülümseme, kalplerinde bir umut bırakırdı. Ancak ekonomik sıkıntılar kapıyı çaldıkça, bu gülümseme yerini endişeli bakışlara, bu umut ise belirsizliğe bırakır oldu. Restoranların şık atmosferlerinde dolaşan bu görünmez rüzgar, müşterilerin cüzdanlarına ürkütücü bir soğukluk getirerek bahşişleri bütçelerde ilk kesilen harcamalardan biri haline getirdi.

Müşterilerin yemek sonunda hesap geldiğinde daha dikkatli düşünmeye, her kuruşun hesabını yapar hale gelmeye başlayınca da garsonların elleri artık daha boş, kalpleri biraz daha kırık oluyor. Onlar, bu fırtınalı denizde bir yandan hayatta kalmaya çalışırken, diğer yandan hizmet kalitesini düşürmemek için insanüstü bir çaba sarf etmeye, her adımda, her servis anında, her gülümsemede ekonomik sıkıntıların gölgesini hissederek hizmetlerine devam etmeye çalışıyorlar.

Bahşişin azalması, sadece bir gelir kaybı değil, aynı zamanda çalışanlar için bir moral yıkımıdır. Cömertçe bırakılan bir bahşişin ardında, hizmetin takdir edilmesi, emeğin karşılığının verilmesi yatar. Bu küçülen cömertlik, garsonların işlerine olan bağlılıklarını ve motivasyonlarını da zedeler.

Ancak, her zorluğun ardında bir umut ışığı saklıdır. Ekonomik sıkıntılar geçici, fakat insan ilişkileri kalıcıdır. Bu zorlu dönemler, müşteriler ve çalışanlar arasında daha güçlü bir bağın oluşmasına da vesile olabilir. Empati ve anlayış, bu karanlık günlerin en parlak ışığı olabilir.

Ekonomik dalgalanmalar dinerken, bahşişler yeniden artacak, yüzlerdeki gülümsemeler geri dönecek. Çünkü her fırtınanın ardından gelen sakinlik, umutların yeniden filizlenmesine vesile olur. Garsonlar, müşteriler ve restoranlar, bu zorlu sürecin ardından daha güçlü ve daha dayanıklı bir şekilde yeniden doğacaklardır.

Geçen gün Point Hotel Barbaros’ta TURYİD ve TÜRES öncülüğünde gastronomi sektöründen çalışanların da olduğu bahşiş konulu bir toplantı düzenlendi. Benim de katıldım toplantı da bahşiş konusunda TURYİD Başkanı Kaya Demirer Ve TÜRES başkanı Ramazan Bingöl, kredi kartı ile bahşiş ödenmesine yönelik konuşmalarında bir yasal düzenlemenin gerekliliğini belirttiler.

Genel olarak azalan nakit bahşiş gelirlerine çözüm olacak bu düzenlemenin, çalışanların gelirini artıracağını ve kayıtlı ekonomiye katkı sağlayacağı vurgulandı. Yeni sistemle bahşişler, kredi kartı ile ödenerek şeffaf bir şekilde takip edilebilecek ve gider olarak kaydedilebilecek.

Temennim bu teklifin yasalaşması.

8 Temmuz 2024
En güvenilir zirve!

Güvenilir ürünler, hayatın narin dokusunu koruyan birer emanet gibidir. Her biri, doğanın bağrından koparılıp bizlere sunulmuş bir mücevher gibi parıldar. Bu ürünler, tüketicilerin sağlığını ve refahını gözeten bir özenle üretilir. Gıda güvenliği, zararlı kimyasallardan arındırılmış topraklarda yetişen bitkilerle başlar ve sofralarımıza dek titizlikle ulaşır.

Güvenilirliğin hikayesi

Zamanın akışında geriye doğru sekiz, dokuz sene öncesine gidelim. Duayen gazeteci Celal Toprak, her zamanki gibi dopdolu bir programın içindeydi. İstanbul Sanayi Odası'nın Taksim'deki Odakule'de yer alan merkezinde, Elif Aşlamacı Attepe ve beni yanına çağırdı. Heyecanlı bir ses tonuyla Güvenilir Ürün Platformu'nun kuruluşundan bahsetti ve bu platformda benim de yer almamı istediğini dile getirdi. Ben de, "memnuniyetle başkanım!" diyerek bu anlamlı işe ortak olmaya karar verdim.

O günden bu güne Güvenilir Ürün Platformu, adeta bir çınar gibi büyüyerek dallarını her yere saldı. Türkiye'nin gündemine "güvenilir" kavramını kazandırmayı başardı. Deprem bölgesine ilk koşan sivil toplum kuruluşlarından biri oldu ve bürokrasiyle el ele vererek projeler geliştirdi, eğitimler düzenledi. Son üç yıldır ise "En Güvenilir Zirve" diyebileceğimiz muhteşem bir etkinliğe imza atıyor.

Bu platformun bir parçası olmak, sadece bir görev değil, aynı zamanda bir onur ve gurur kaynağı. Güvenilir Ürün Platformu'nun hikayesi, sadece bir platformun değil, aynı zamanda bir idealin, bir tutkunun ve bir inancın hikayesidir. Bu hikayenin kahramanları ise başta Celal Toprak, Elif Aşlamacı Attepe olmak üzere bu platform için emek veren tüm değerli insanlardır. Güvenilir Ürün Platformu'nun geleceği ise umut dolu. Bu platform, gıda güvenliği ve ürün güvenliği konusunda farkındalık oluşturmaya devam edecek, tüketicileri bilinçlendirecek ve daha güvenli bir dünya için mücadele edecek. 

"Güvenilir Ürün Zirvesi"

Güvenilir Ürün Zirvesi, bir bahar festivali gibi, başarılı projelerin ve ürünlerin kutlandığı bir platformdur. "Feed the Future" ödülleri ise geleceğin yiyeceklerini şekillendiren kahramanları onurlandırır. Bu ödüller, üreticilere, yaptıkları işin değerini hatırlatır ve onları daha büyük başarılara teşvik eder.

2024 yılında üçüncü kez düzenlenecek olan bu zirve, gıda ve tarım sektörünün güvenilir ürünlerinin tanıtılması ve ödüllendirilmesi amacıyla gerçekleştiriliyor. Zirve, 8 Ekim'de İstanbul'da Crowne Plaza'da yapılacak ve çeşitli etkinlikler, paneller, atölye çalışmaları ile birlikte "Feed the Future" ödül törenini de kapsayacak.

Zirvenin bu yılki teması "Türkiye’nin Kahramanları" olarak belirlendi ve özellikle deprem bölgelerindeki üreticilere destek olma amacı vurgulanıyor. Etkinlikte, alanında uzman konuşmacılar tarafından verilen paneller, israfı önleme temalı atölyeler ve uluslararası katılımcılarla yapılan ülke masası toplantıları yer alacak

Zirve kapsamında düzenlenen "Feed the Future" ödülleri ise gıda ve tarım sektörüne katkıda bulunan, inovatif ve sürdürülebilir projeleri ödüllendirmeyi hedefliyor. Bu ödüller, 34 farklı kategoride verilecek ve alanında uzman benim de olduğum 108 jüri üyesi tarafından değerlendirilecek

Ayrıca, kariyerine yön vermek isteyenler için özel toplantılar düzenlenecek ve bu toplantılara sektörün önde gelen isimleri katılacak. Zirve, geniş bir katılımcı kitlesine hitap ederek, hem yerel hem de uluslararası düzeyde farkındalık yaratmayı amaçlıyor.

“Güvenilir ürün” neden önemli?

Güvenilir ürün, tüketicilerin sağlık, güvenlik ve memnuniyetini sağlamak için kritik bir öneme sahiptir. Güvenilir ürünlerin bu önemi, hem tüketicilerin hem de üreticilerin bilinçli tercih ve uygulamalarını destekler ve genel olarak toplumun refahını artırır.

  • Güvenilir ürünler, tüketicilerin sağlığını korur ve güvenli kullanım sağlar. Özellikle gıda ve ilaç gibi doğrudan insan sağlığını etkileyen ürünlerde güvenilirlik, sağlık risklerini minimize eder.
  • Bu anlayış markalara ve üreticilere olan güveni artırır. Tüketiciler, güvenilir markaları tercih eder ve bu markalara sadık kalır. Bu da uzun vadeli müşteri ilişkileri ve marka sadakati getirir.
  • Ürünlerin güvenilirliği, yasal düzenlemelere uyumu gerektirir. Güvenilir ürünler, ilgili yasalara ve standartlara uygun olarak üretilir, bu da hukuki sorunları ve cezaları önler.
  • Bu ürünler, rekabet avantajı sağlar. Piyasada güvenilirliğiyle tanınan ürünler, rakiplerine göre öne çıkar ve tüketici tercihlerinde ilk sırada yer alır. Ayrıca, marka itibarı korunur ve geliştirilir.
  • Güvenilir ürünler, çevresel etkileri minimize eden sürdürülebilir üretim yöntemleriyle üretilir. Bu, hem çevrenin korunmasına katkı sağlar hem de çevre bilincine sahip tüketicilerin tercihlerini etkiler.
  • Güvenilir ürünlerin uzun ömürlü ve dayanıklı olması, tüketicilerin daha az sıklıkla ürün değiştirmesini sağlar. Bu da uzun vadede maliyet tasarrufu sağlar ve israfı azaltır.
  • Üreticiler, güvenilir ürünler sunarak topluma karşı olan sorumluluklarını yerine getirir. Bu, toplumsal güveni artırır ve toplum sağlığına katkıda bulunur.

İşte bu yüzden, güvenilir ürünlerin hikayesi, doğanın ve insanın uyum içinde yaşama arzusunun bir yansımasıdır. Onlar, yaşamın kalitesini artıran, doğaya ve insana saygı duyan sessiz kahramanlardır.

1 Temmuz 2024
Sunum mu Lezzet mi?

Bir yemekte hem sunum hem de lezzet çok önemli olmakla birlikte, bence öncelik kişilerin tercihine bağlıdır.

Lezzet

: Yemek yemenin temel amacı beslenmek ve tat almaktır. Bu yüzden lezzet genellikle daha öncelikli görülür. Bir yemeğin tadı güzel değilse, sunumu ne kadar çekici olursa olsun, insanlar o yemeği tekrar yemek istemeyebilir.

Sunum

: Yemeğin görsel çekiciliği artırılarak yemek deneyimi daha keyifli bir hale getirebilir. Estetik bir sunum, yemeğe olan iştahı artırabilir ve yemek daha özel kılınabilir.

Bana kalırsa da yemek yemenin en temel amacı beslenmektir. Bir yemeğin lezzeti, onun yenilebilirliğini ve besin değerini doğrudan etkiler. İnsanlar, temel olarak lezzetli ve doyurucu bir yemek isterler. Lezzetin öncelikli olduğunu savunanlar, yemeğin esas maksadının yeterli bir tat deneyimi olduğunu, yemeğin sunumu önemli olsa da lezzetin, yemeğin değerini belirleyen en temel unsur olduğuna inanırlar.

Kalıcı Etki:

  1. Tat Hatırlanır:

    Yemeklerin tadı, genellikle insanların zihninde en kalıcı olan unsurdur. İlk izlenim olarak sunum önemli olabilir, ancak uzun vadede lezzet, yemeğin hatırlanmasını sağlar.
  2. Tekrar Tercih Edilme:

    Eğer bir yemeğin lezzeti kötüyse, sunumu ne kadar güzel olursa olsun, insanlar o yemeği tekrar yemek istemeyebilir. Lezzet, müşteri sadakatini doğrudan etkiler.

Temel Değer ve Beklentiler:

  1. Yemeğin Esas Değeri

    : Yemeğin lezzeti, onun gerçek değerini ve kalitesini belirler. Bu, hem ev yemeklerinde hem de restoran yemeklerinde de geçerlidir. Lezzetli bir yemek, temel olarak iyi malzemelerin ve doğru pişirme tekniklerinin bir sonucudur.
  2. Beklentilerin Karşılanması

    : İnsanlar yemek yerken, öncelikli olarak iyi bir tat deneyimi bekler. Lezzet, yemeğin en temel beklenen bir özelliğidir.

Pratik ve Evrensel Geçerlilik:

  1. Geniş Kitlelere Hitap Etme:

    Lezzet, kültürel ve kişisel farklılıklara rağmen geniş kitlelere hitap edebilir. Güzel bir sunum kültürel olarak değişiklik gösterebilirken, iyi bir tat evrensel olarak takdir görür.
  2. Yemeklerin Temel Bileşeni:

    Yemek tarifleri ve pişirme teknikleri, öncelikli olarak lezzet odaklıdır. Şefler ve aşçılar, lezzeti artırmak için malzemeleri ve teknikleri özenle seçerler.

Tatmin ve Memnuniyet:

  1. Doyurucu ve Mutlu Eden Deneyim:

    Lezzetli bir yemek, damakları daha bir mutlu eder. Bu da yemeğin duygusal ve fiziksel olarak tatmin edici olmasını sağlar.
  2. Duyusal Zevk:

    Lezzet, insanların duyusal zevklerini doğrudan etkiler. Yemek yerken, tat alma duyusunun memnun edilmesi en temel ve doğrudan bir mutluluk kaynağıdır.

Sunumun öncelikli olduğunu savunanlar ise yemeğin sadece besin değil, aynı zamanda bir sanat formu ve duyusal bir deneyim olduğunu vurgularlar. Bu açıdan bakıldığında, sunumun yemeğin genel değerini ve deneyimini artırdığına inanırlar.

İlk İzlenim ve Psikolojik Etki:

  1. Görsellik ve İştah Açma

    : Yemeklerin görsel çekiciliği, insanların iştahını artırabilir. Renkler, düzenleme ve estetik detaylar, yemeğe olan ilgiyi artırabilir.
  2. Algı ve Tat Beklentisi:

    Güzel sunulmuş bir yemek, insanların yemeğin lezzeti hakkında daha olumlu bir beklenti içine girmesine neden olabilir. İlk izlenim genellikle yemeğin tadını bile etkileyebilir.

Gastronomik Deneyim:

  1. Duyusal Deneyim

    : Yemek yemek sadece tat alma duyusuyla sınırlı değildir; görme, koku alma ve hatta dokunma gibi duyular da bu deneyime dahil olur. Estetik bir sunum, bu duyusal deneyimi zenginleştirir.
  2. Özel ve Hatırlanabilir Anlar:

    Özellikle gurme restoranlarda veya özel yemeklerde, yemeğin sunumu, deneyimi daha unutulmaz ve özel kılabilir. Misafirlerin bu deneyimi hatırlaması ve paylaşması daha bir mümkündür.

Profesyonel ve Ticari Başarı:

  1. Restoranların Rekabet Avantajı

    : Estetik sunum, restoranların kendilerini rakiplerinden ayırmasına yardımcı olabilir. Çekici sunumlar, sosyal medyada paylaşılma olasılığını artırır, bu da işletmeye tanıtım ve müşteri kazandırır.
  2. Marka İmajı ve Prestij

    : Üst düzey restoranlar ve şefler, yemek sunumuna verdikleri önemle tanınırlar. Bu, onların markalarının prestijini ve algısını güçlendirebilir.

Eğitim ve Kültürel Etkenler:

  1. Kültürel Normlar ve Gelenekler:

    Bazı kültürlerde, yemeğin sunumu en az lezzeti kadar önemlidir. Yemeklerin nasıl sunulduğu, kültürel kimliğin ve geleneklerin bir parçası olabilir.
  2. Gastronomi Eğitimi:

    Şef okullarında ve gastronomi eğitiminde, yemek sunumu önemli bir yer tutar. Bu da profesyonellerin, sunumun yemek deneyimindeki önemine inanmalarına neden olur.

Özetle, İdeal olanı her iki unsuru da dengeli bir şekilde sunmaktır. Ancak lezzet bana göre genellikle ilk sırada yer alır, çünkü bir yemeğin esas değerini belirleyen temel unsur tadıdır. Sunum ise bu deneyimi tamamlayıcı ve artırıcı bir role sahiptir.

24 Haziran 2024
Psikolojik Açıdan Kurban

Kurban kesmek, dini bir ritüelden öte çok daha fazlasını anlatan ve insan psikolojisi açısından da derin anlamlar ihtiva eden bir eylemdir. İlk bakıldığında bıçağın soğukluğu ile hayvanın canını alan gibi duran bu gelenek, aynı zamanda içinde merhamet, paylaşma ve fedakarlık gibi yüce duyguları da barındırır. 
Kurban, kolektif bilinçaltımızda derinlere işlemiş bir kavramdır. Tarih boyunca mitolojiden edebiyata kadar birçok farklı alanda karşımıza çıkar ve ilahi bir güce teslimiyeti, günahlardan arınmayı, fedakârlığı ve ölümü sembolize eder. Bu anlamlar, ibadetin psikolojisi üzerinde önemli bir etkiye sahiptir.

Kurban kesmenin bela ve musibetlere karşı bir paratoner görevi gördüğü, kötülüklere karşı koruduğu da İslam toplumunda yaygın bir kanaattir. Allah'ın rızasını kazanmak amacıyla kesilen hayvanın insanın üzerindeki sıkıntıları gidereceğine inanılır. Hatta kesilen kurbanın akan kanı ile birlikte sahibinin dertlerinin de su gibi akıp gideceği ve psikolojisinin rahatlayacağı vurgulanır. 

Kurban, kadim ritüellerle olan bağını gözler önüne sererken, insan ruhunun derinliklerinde saklı kalan duygularını da ortaya çıkarır. Bir yandan adanmışlığın ve fedakârlığın sembolü olurken, diğer yandan insanın derin psikolojik ihtiyaçlarına da cevap verir. Hayvanı keserken birey, içsel bir temizlenme yaşar; kanın toprağa karışmasıyla birlikte, kendi korkularını ve günahlarını da serbest bırakır. Bu eylem, hem bireysel hem de toplumsal bir yenilenme süreci olarak tezahür eder. Kurbanın son nefesi, insan ruhunda bir huzur ve kabulleniş hissi uyandırır.

Fransız ünlü Antropolog Rene Girard, “Kurban, şahıs için değil toplum içindir. İçindeki şiddeti gidermek isteyen Toplum, kendi dışında bir şeye şiddetini yönlendirmek ister.” Yani bir anlamda Girard’a göre Kurban, iç çatışmaları yatıştırma ve şiddetin yönünü başka yere çevirmektir ve hatta kurban geleneğinin devam etmesini toplum menfaati için zaruri görür. İlahi kitaplarda anlatılan Habil Kabil olayında Kabil’in katil olmasını da kansız kurban sunmasına bağlar. 

Marmara Üniversitesinden Hocam Prof. Dr. Ali Murat Daryal’da ”Kurban Kesmenin Psikolojik Temelleri” adlı kitabında saldırganlığın doğuştan gelen biyolojik bir olay olduğunu ve bunun tedavisi için de kişinin kan görmesi gerektiğini savunur. Sonrasında da psikolojik açıdan kurbanın gerekli olduğunu ayetlerden örnek vererek anlatan Daryal Hocamız, insanda kan görerek tatmin olma dürtüsü konusunda Türkiye’den ve Batı’dan örnekler verir. Kurban kesen toplumlarla kesmeyenlerin yaşantılarının farklı olduğunu ve kurban kesmeyenlerin daha çok kan ve şiddet içerdiğini belirtir. 

Kurban, hem bireysel hem de toplumsal bir boyut taşır. Bireysel olarak, kişisel günahlardan arınma ve Allaha yakınlaşma arzusunu temsil ederken toplumsal olarak ise dayanışmayı, paylaşmayı ve yoksullara yardım etmeyi simgeler. 

Eğer gerçek anlamda kurban eti, ihtiyaç sahiplerine dağıtılabilse idi, toplumsal birlik ve beraberlik duygusunun pekiştirilmesine çok önemli bir katkı sağlayabilirdi. 

Neredeyse bütün dinlerde ve kültürlerde yer alan kurban, ilk çağlardan günümüze kadar kesintisiz devam eden, en belirgin ibadetlerden biridir. Bu gelenek, Allaha şükran sunmak, günahlardan temizlenmek ve ilahi bağışlanma dilemek için bir araç olarak görülür. Kuran'da da kurban kesmenin önemi vurgulanır ve belirli kurallara uyularak gerçekleştirilmesi istenir. Bu kurallara uymamak, kurbanı anlamsız hale getirebilir ve hatta günah olarak da değerlendirilebilir. 

Dinde hayvanlara eziyet etmemek ve kurbanı saygılı bir şekilde kesmek esastır.

Sonuç olarak, 
Kurban geleneği, İslam dini açısından bir gerekliliktir. Nefsimizi terbiye etme ve kontrol altına alma imkanı sunar. Değer verdiğimiz varlıklardan biri olan hayvanı, Allah rızası için kesmek suretiyle, bencil duygularımızdan ve hesapsız isteklerinden vazgeçmeyi öğreniriz. Toplumda empati ve merhamet duyguları artar. Bu durum, daha adil ve şefkatli bir toplum inşa edilmesine de aracılık eder. Ancak Kurban keserken hayvanlara eziyet etmekten kesinlikle kaçınılmalıdır. Aslında din de kurban kesmenin önemini vurgularken, hayvanlara eziyet etmemek ve kurbanı saygılı bir şekilde kesmek gibi etik kurallara da uyulmasını emrediyor. 

17 Haziran 2024
Bir yaşam felsefesi “Sosyal Gastronomi” 

Sofraların fısıldadığı şarkıları duyar mısınız? 

Bence her lezzetin bir armonisi ve her kültürün de bir senfonisi vardır. 

Sofralar, sadece yemeklerin sergilendiği masalar değil, aynı zamanda hikayelerin anlatıldığı, kimliklerin paylaşıldığı ve bağların kurulduğu alanlardır. Sosyal gastronomi ise bu sofraları, değişimin ve iyileşmenin katalizörü haline getiren bir felsefedir.

Sosyal gastronomi, Türkiye'de giderek daha fazla ilgi gören bir alan haline geliyor. Bu felsefenin yaygınlaşmasıyla birlikte, daha adil ve sürdürülebilir bir gıda sistemi oluşturmak ve toplumsal refahı artırmak mümkün olacak. Temelde "farklı sosyal sınıfların aynı masada birlikte yemek yemesi fikrine" dayanan sosyal gastronomi, günümüzde Türkiye'nin dört bir yanındaki farklı sosyal ve ekonomik sınıflara mensup insanları bir araya getiriyor. 

Hz. İbrahim’in herkese açık sofrası da bu değil miydi? Allah dostu peygamberin misafir olmadan sofraya oturmadığı rivayet ediliyor. Bundan dolayı da bu tür sofralara Halil İbrahim Sofrası denmiyor muydu? Bu gelenek sadece dini bir ritüelden öte, sosyal gastronomi açısından da önemli anlamlar taşır. Bu gelenek, paylaşım, cömertlik, misafirperverlik ve bereket gibi değerleri ön plana çıkararak, toplumda dayanışma ve kaynaşma ruhunu pekiştirmeye katkıda bulunuyor.

Sosyal gastronomi, üretici ve tüketiciyi aynı sofrada buluşturarak ve gıdayı bir aracı olarak kullanarak bireye, çevreye ve kültüre saygıyı temel alıyor. Özellikle kadınların mutfaklarında yüzlerce yerel üreticinin ürünü sofralara taşınıyor. Bu felsefe sadece lezzetli yemekler sunmakla kalmıyor, aynı zamanda üreticinin elde ettiği gelirle ekonomik ve sosyal kalkınmaya da katkıda bulunmayı hedefliyor. Bu sayede farklı sosyal sınıflardan insanlar birbirleriyle tanışıyor, önyargılar yıkılıyor ve toplumsal dayanışma artıyor. 
Sosyal gastronominin en önemli faydalarından biri de gıda israfının azaltılmasına katkıda bulunmasıdır. Projeler aracılığıyla üreticilerin ürünleri doğrudan tüketiciye ulaştırıldığında, aracıların ve gıda kayıplarının ortadan kalkması sağlanıyor.

Bir “Sosyal Gastronomi” destanı

Bu felsefede, yemek sadece beslenme ihtiyacını karşılamaktan öte anlamlar taşır. Gıdanın üretiminden sofraya uzanan yolculuğu, o yoldaki emek ve hikâyeler, sofrada buluşan insanlar ve paylaşılan kültürel değerler... Hepsi bir araya gelerek, gastronomiyi bir sanat eserine dönüştürüyor. 
Sosyal gastronomi, bu sanat eserini toplumun faydasına kullanmayı amaçlar. Yemeğin gücüyle, eşitsizlikleri ortadan kaldırmak, yoksullukla mücadele etmek, sürdürülebilir bir gıda sistemi oluşturmak ve toplumu bir araya getirmek gibi hedeflere ulaşmaya çalışır.

Bu hedeflere ulaşmak için farklı araçlar kullanılır. Topluluk mutfakları kurularak, dezavantajlı gruplara mutfak eğitimi verilir ve iş imkânı sağlanır. Yerel gıda üreticileri desteklenir, sürdürülebilir tarım uygulamaları teşvik edilir. Atık gıdalar değerlendirilir, gıda israfı ile mücadele edilir.
Sosyal gastronomi projeleri, dünyanın her yerinde farklı şekillerde karşımıza çıkar. Brezilya'da Gastromotiva, dezavantajlı gençlere aşçılık eğitimi vererek onları hayata kazandırıyor. Hindistan'da Akshaya Patra, milyonlarca çocuğa ücretsiz öğle yemeği sunuyor. Türkiye'de ise Lezzet Yolculuğu, deprem geçirmiş ailelere ve kadınlara mutfak eğitimi vererek yeni bir başlangıç yapmalarına yardımcı oluyor.
Bu projelerin ortak noktası, yemeğin birleştirici gücüne inanmalarıdır. Farklı geçmişlerden gelen insanlar, bir sofrada buluşarak önyargıları yıkabilir, birbirlerini tanıyabilir ve ortak bir dil oluşturabilirler. Yemek paylaşımı, sadece karın doyurmanın ötesinde, kalpleri de doyuran bir deneyimdir. 

Gastronominin Nobel'ini Türkiye'ye Getirdi

Sosyal gastronomi, bir ütopya değil, somut bir gerçekliktir. Dünyanın birçok yerinde, değişimin öncüsü olan ve daha iyi bir gelecek inşa eden insanlar var. Bu insanların hikayeleri, bize umut veriyor ve ilham kaynağı oluyor. Misal Mardinli ünlü Şef Ebru Baybara Demir, sosyal gastronomi alanında yaptığı çalışmalarla Türk gastronomi dünyasının gurur kaynağı oldu.  Ebru Hanım, "Gastronominin Nobel'i" olarak bilinen Basque Culinary World Prize 2023'ü Türkiye'ye taşıyan ilk şef oldu. 20 yılı aşkın süredir sosyal gastronomi alanındaki çalışmalarıyla göç, iklim değişikliği ve yerel kalkınma gibi konularda yenilikçi çözümler üreten Demir, bu ödülle uluslararası alanda da takdir topladı. 

Eğer siz de bu değişimin bir parçası olmak istiyorsanız, yapabileceğiniz çok şey var. Yerel gıda üreticilerini destekleyebilir, atık gıdaları değerlendirebilir, sosyal gastronomi projelerine gönüllü olabilirsiniz. En önemlisi ise, sofranızda farklı kültürlere yer verebilir ve sevdiklerinizle paylaşmanın keyfini çıkarabilirsiniz.
Unutmayalım ki her sofra, bir değişimin başlangıcı olabilir. Lezzetlerin armonisi ve kültürlerin senfonisi ile daha adil ve daha güzel bir dünya inşa edebiliriz.

 

10 Haziran 2024
Şanlıurfa lezzetlerinin izini sürdüm

Şanlıurfa, Mezopotamya'nın kadim topraklarında tarih ve lezzetin kucaklaştığı bir destan gibidir. Bu büyülü şehirde, güneşin ilk ışıklarıyla uyanan sokaklar, gün boyunca taş fırınlardan yükselen ekmek kokusuyla buram buram bereketlenir. Yüzyılların süzgecinden geçmiş tarifler, her lokmada anlatılan hikayelere dönüşür. 

Güneydoğu Anadolu'nun incisi Şanlıurfa, Göbeklitepe ve sair yeni keşfedilen taş tepeleriyle tarih ve yaşanmışlıklarla dopdolu adeta bir müze kenttir. Aynı zamanda lezzetli mutfağıyla da dikkat çeken bir şehirdir Urfa.

Bu topraklarda yüzyıllar boyunca farklı medeniyetlerin izleri bir araya gelmiş ve bu da kendine özgü bir gastronomi geleneği oluşturmuştur.

Urfa kebabı, bu toprakların ateşle dans eden bir ruhu gibidir. Zırhla çekilen kuzu etinin közde pişerken çıkardığı o tılsımlı hışırtı, kulaklara bir melodinin nağmeleri gibi çalınır.

Nar gibi kızarmış etler, her bir parçasında Eyyubîler’den Osmanlı’ya uzanan bir serüveni anlatır. İsot (pul biber) ise bu anlatının en baharatlı satırlarıdır; acısıyla kalbinizi ısıtırken, aromasının derinliğiyle aklınızda iz bırakır.

Ciğer kebabı, sabahın erken saatlerinde başlayan bir lezzet şölenidir. Her bir şiş, güneşin doğuşuyla birlikte hazırlanan taze kuzu ciğerinin, közde pişirilip sofralara taşınmasıyla tamamlanır. Yanında sunulan sumaklı soğan ve lavaş, bu efsanevi lezzetin mütevazı ama vazgeçilmez yoldaşlarıdır.

Şanlıurfa'nın tatlıları da en az kebapları kadar dillere destandır. Şıllık tatlısı; incecik hamurun içine serpiştirilen cevizlerle hazırlanır ve şerbetin içinde dinlenirken, tatlı bir düş gibi sizi bekler. Kadayıf ise altın sarısı renginde, çıtır çıtır bir şölen sunar damaklara.

Her köşe başında, her sofrada, her yudumda Şanlıurfa’nın kendine has lezzetleri, binlerce yıllık bir kültürün sessiz ama güçlü yankılarıdır.

Şanlıurfa, sadece bir şehir değil, her lokmada yeniden keşfedilen bir masaldır. Bu masalı yaşamak, tarihin ve lezzetin iç içe geçtiği bir rüyaya dalmaktır.

Kültür Yolu Festivallerinin farkı

Kültür Ve Turizm Bakanlığı tarafından düzenlenen Şanlıurfa Kültür Yolu Festivali çeşitli etkinliklerle dolu bir şekilde görevini tamamladı. Kentte gerçekleştirilen festival çerçevesinde ‘Lezzet Durakları’ olarak belirlenen noktalarda Şanlıurfa’ya özgü yöresel lezzetler tanıtılmaya çalışıldı. 

Bu lezzet duraklarını ben de gezme şansı yakaladım ve bu yılki uygulamanın diğer festivallerden ne kadar farklı olduğuna şahit oldum. Şehrin 19 farklı noktasında bulunan restoranların ürettiği lezzetlere göre belirlenen lezzet durakları, festivali şehrin kalbiyle buluşturmuş ve hem katılımcılara hem de işletmelere yepyeni bir deneyim sunmuş.

Birçok festival, belirli bir alanda sınırlandırılmış şekilde gerçekleşir ve şehrin geri kalanıyla pek entegre olmaz. Bu durum, festivale katılmak isteyen işletmeleri, kendi dükkanlarını ihmal etme korkusuyla geri adım atmaya itebilir. Kültür Yolu Festivallerinde ise bu sorunun önüne geçilmiş durumda. Lezzet durakları sayesinde, restoranlar ve tezgahlar festivalin bir parçası haline gelerek hem kendi işlerini aksatmadan hem de festival coşkusuna ortak olabiliyorlar.

Benim gibi festivalleri takip eden ve bölgeyi keşfetmeyi seven biri için bu uygulama oldukça cazip. Zaten illere gittiğimde yerel lezzetleri denemeden dönmem ve bu lezzetleri yazıya dökmeden olmaz derim hep. Kültür Yolu Festivalleri sayesinde festival keyfi ile lezzet turu bir araya gelmiş ve ben de hem şehrin en güzel mekanlarını keşfetme hem de festivalin tadını çıkarma şansı yakalamış oldum.

Bazı Şanlıurfa lezzet noktaları ve yöresel yemekleri

  1. İlki, Haliliye’de bulunan Taş Saray Restaurant, yetkilisi Hüseyin Yavuz 
    Sunduğu Yöresel Lezzetleri, Döğmeç (Pendir Döğmeci), Kazan Kebabı, Firik Pilavı
  2. 2. İkincisi, Eyyübiye’de bulunan Paflar Ciger, yetkilisi Mustafa Paf
    Sunduğu Yöresel Lezzetleri, Ciğer Kebabı, Frenk Kebabı, Patlıcanlı Kebap
  3. 3. Üçüncüsü, Haliliye’de bulunan My Göbeklitepe Ocakbaşı, Yetkilisi, Abdülkadir Atakan
    Sunduğu Yöresel Lezzetleri, Küncülü Akıt, Zeytun Bostanası, Soğanlı Tepsi Kebabı
  4. 4. Dördüncüsü,  Haliliye’de bulunan Tatvera Kahvaltı & Künefe & Kebap Yetkilisi Ramazan Kızılelma
    Sunduğu Yöresel Lezzetleri, Yöresel Kahvaltı Menüsü
  5. 5. Beşincisi Sarayönü caddesinde bulunan Sembol Ocakbaşı, yetkilisi Mehmet Sembol
    Sunduğu Yöresel Lezzetleri Ciğer Kebabı, Kemeli Kebap, Ağzı Yumuk, Fıstıklı Kebap,
  6. 6. Altıncısı Haliliye’de bulunan Çulcuoğlu Restaurant, Yetkilisi Şerif Çulcu
    Sunduğu Yöresel Lezzetleri, Şıllık Tatlısı, Kuzu Tandır İç Pilavı, Peynirli Urfa Katmeri
  7. 7. Yedincisi Haliliye’de bulunan Göbeklitepe Gastronomi Merkezi, Yetkilisi Zafer Kulak
    Sunduğu Yöresel Lezzetleri Bademli Pilav, Masluka, Yürek Kebabı

Özetle,  Kültür Yolu Festivallerinin lezzet durakları uygulaması, hem festivale katılımı artırıyor hem de şehrin yerel işletmelerini destekliyor. Bu sayede festival, şehrin kültürel ve gastronomik zenginliklerini ön plana çıkararak turizme de katkıda bulunuyor. Bu uygulamanın diğer festivallere de ilham kaynağı olmasını ve lezzetin izinde yeni keşiflere kapı açmasını diliyorum.

 

2 Haziran 2024
Anadolu'nun yöresel lezzet hazinesi

Anadolu'nun her bir köşesi, özgün lezzetlerle donatılmış bir hazine gibidir. Doğal kaynaklarının bereketi ve tarihin derin izleriyle yoğrulmuş yöresel lezzetler, sadece mutfak zenginliğini değil, aynı zamanda binlerce yıllık kültürel bir mirası da temsil eder. Bu lezzetler Anadolu'nun tarihini, kültürünü ve insanların yaşam tarzını da yansıtır. Her bir lokmada geçmişin tatlı anıları ve coğrafyanın kokusu hissedilir. İşte bu yöresel lezzetler, derin mi derin zengin bir hikâyeyi anlatır onu dinleyen herkese.

Bu renkli lezzet haritasındaki

Anadolu toprakları, gurme damaklara hitap eden yöresel lezzetlerle göz kamaştırır. Bölgeye has bu lezzetler adeta birer açık hava müzesidir. Bu toprakların her köşesinde farklı bir lezzet ve farklı bir hikaye gizlidir.

Anadolu'nun bu renkli lezzet haritasında bir yolculuk yapmaya ne dersiniz?

Marmara'nın tarihi dokusunda lezzet izleri

Marmara mutfağı, Osmanlı sarayının izlerini taşıyan ve farklı yöresel lezzetlerin harmanlandığı bir yemek kültürüdür. Hacıbekir'in akide şekeri, Bursa'nın İskender’i, İnegöl köftesi, Yalova'nın sütlüsü, Ortaköy'ün kumpiri, Eminönü'nün balık ekmeği, Sarıyer'in böreği, Vefa'nın bozası, Edirne’nin ciğer tavası, Tekirdağ'ın köftesi bu bölgenin öne çıkan lezzetleridir. Marmara mutfağı, tarihi dokusuyla harmanlanan lezzetleriyle, her damak tadına hitap eden bir zenginlik sunar.

İç Anadolu'nun bereketli topraklarında lezzet hasadı

İç Anadolu mutfağı, yöresel hamur işleri, et yemekleri ve bakliyat çorbalarıyla öne çıkar. Bu mutfak bereketli topraklarından gelen ürünlerin lezzetli bir şekilde işlendiği, doyurucu ve geleneksel lezzetler sunar. Konya'nın meşhur etli ekmeği, Kayseri'nin mantısı, Yozgat'ın çanak peyniri ve Kırıkkale’nin un tarhanası gibi. Bu yemekler, İç Anadolu'nun misafirperver ve sıcakkanlı insanlarının özgün yansımasıdır. Geniş bozkırlarından ilham alan sade ama etkileyici lezzetleri, sanat eseri gibi özenle hazırlanır.

Doğu Anadolu’nun çetin coğrafyası ve güçlü tatları

Doğu Anadolu'nun sıcaklığında lezzet buluşmaları saklıdır. Doğu Anadolu mutfağı, soğuk iklimin oluşturduğu sıcak sofralarda, yöresel ürünlerin lezzetli bir şekilde işlendiği, doyurucu ve misafirperver bir mutfak kültürünü anlatır. Bu coğrafyanın mutfağı, et yemekleri, bulgur pilavı ve yöresel peynirleriyle öne çıkar. Erzurum’un meşhur cağ kebabı, dayanışmanın ve hayatta kalmanın bir sembolüdür sanki. Kars’ın gravyer peyniri, Van'ın kahvaltısı, Kars'ın kaz eti ve Ağrı'nın Abdigör köftesi de hep aynı şekildedir.

Karadeniz’in yeşili ve deniz kokusu

Karadeniz mutfağı, yeşilin her tonunu yansıtan doğasıyla uyumlu, lezzetli ve doyurucu tarifleriyle öne çıkar. Mısır, hamsi ve fındık gibi ürünlerin öne çıktığı, yöresel lezzetlerin bol olduğu bir mutfak kültürüdür. Rize'nin meşhur kavurması, Trabzon'un hamsili pilavı, Artvin'in Kayganası ve Giresun'un fındık ezmeli kadayıf tatlısı ve Sinop’un mantısı şahane lezzetleridir. Hamsi, Karadeniz mutfağının baş tacıdır. Kuymak Karadeniz’in zengin doğasından ilham alır. Karadeniz’in meşhur mısır ekmeği ise bölgenin vazgeçilmezidir.  

Ege’nin zeytinyağlı rüyası

Ege Bölgesi, zeytin ağaçlarının gölgesinde yetişen sebzelerden kaynaklı hafif ve sağlıklı mutfağı ile tanınır. Zeytinler, bu verimli toprakların en kıymetli mirasıdır. Zeytinyağıyla yapılan yaprak sarması gibi yemekler, bölgenin nefis mutfak kültürünü oluşturur. Bamya ve börülce gibi sebzelerle hazırlananlar ise, sağlıklı sofraların bir anahtarı sayılır. Ege insanının doğaya olan sevgisini, enginar ve kabak çiçeği dolması gibi lezzetlerle anlarız. Ege'nin denizleri, birbirinden lezzetli balıklara ev sahipliği yapar. Ege mutfağı aynı zamanda otların da ön planda olduğu değerli bir yemek kültürüdür.

Akdeniz’in güneşi

Akdeniz mutfağı, zeytinyağlılar, taze sebzeler ve deniz ürünlerinin hakim olduğu bir lezzet şöleni sunar. Antalya'nın meşhur tahinli piyazı, Hatay'ın efsanevi künefe ve kabak tatlısı, Mersin'in iştah açıcı tantunisi ve Adana'nın kebapları, bu bölgenin lezzetleridir. Her bir tabak, Akdeniz'in sıcak güneşini ve bereketli topraklarını yansıtır. Bölge, güneşin bolca ısıttığı toprakları ve zengin baharatları ile öne çıkar. Özellikle Adana kebabı, etin mükemmel bir sunumuna bizi şahit tutar. Özetle Akdeniz mutfağı, canlı ve enerjik yapısıyla, bu bölgenin sıcak iklimini ve coşkulu insanlarını tarif eder.

Güneydoğu’nun zengin mirası

Tarihi ve kültürel zenginlikleri kadar lezzetleriyle de dikkat çeken Güneyin mutfağında baharat rüzgarları eser. Gaziantep’in baklavası, Şanlıurfa’nın çiğ köftesi ve Mardin’in kaburga dolması, bu mutfağın tezahürüdür. UNESCO gastronomi şehirlerinin bu bölgede olması, mutfak kültürünün dünya çapında tanındığını gösterir. Gaziantep, bölgenin gastronomik başkentidir. İnce ince dilimlenmiş etlerin baharatlarla harmanlanıp közde pişirilmesiyle elde edilen lezzetler, damakları şenlendiren bir festivaldir adeta. Antep'in tatlıları ise tüm özellikleriyle dillere destandır.

Özetle,

Anadolu'nun yöresel tatları, sadece birer yemekten ibaret değil, aynı zamanda bu toprakların kültürel ve tarihi mirasının birer parçasıdır. Her bir lezzet, farklı bir hikaye anlatır. Yöresel tatlar, geçmişle bugünü, kültürle doğayı, emekle sanatı birleştirir ve sofralarımızda bir araya getirir. Bu kültür, insanların doğayla ve birbirleriyle olan ilişkilerini, hayatta kalma mücadelelerini ve birlikte başardıkları güzellikleri yansıtır. Anadolu’nun mutfak kültürünü keşfetmek, bu toprakların ruhunu anlamak için bir anahtardır.

27 Mayıs 2024
Lezzetin Gücü

Lezzet, sadece damağımızı tatmin eden bir deneyim değil, aynı zamanda ekonomik bir güçtür. Gastronomi, ülkelerin ve şehirlerin kalkınmasında önemli bir rol oynayarak, yeni iş imkanları oluşturmakta, turizmi geliştirmekte ve yerel ekonomiyi de canlandırmaktadır.

Türk Lezzetinin dünyayla buluşması

"Global GastroEkonomi Zirvesi"

Dört yıl önce "GastroEkonomi" adı altında ekonomi ile ilk kez buluşan gastronomi, kalkınmanın kaldıraçlarından biri olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. Bu yıl 23 Mayıs 2024 Perşembe günü dördüncüsü düzenlenecek olan “Global GastroEkonomi Zirvesi”, Türkiye'yi ve tüm dünyayı merakla bekleyen gastronomi severlerini bir araya getirmeye hazırlanıyor.

Gastronominin iyileştirici gücüne inananlar zirvede buluşuyor.

(TURYİD) Turizm Restoran Yatırımcıları ve Gastronomi İşletmeleri Derneği'nin öncülüğünde, sektör ve kamuoyunun büyük ilgiyle takip ettiği bu zirve, yatırım ve ekonominin gastronominin kalbine yerleştiği bir platform haline geliyor. Başarı hikayeleriyle ilham verenler, bu buluşmada yeni ufuklar açıyor ve gastronominin geleceğine ışık tutuyor.

Zirve bu yıl ilk kez (AKM) Atatürk Kültür Merkezi'nde düzenleniyor.

Lezzetin sadece damak tadına değil, ekonomiye ve kültüre de uzanan etkisini ele alan Global GastroEkonomi Zirvesi, bu yıl da unutulmaz bir deneyim sunmaya hazırlanıyor. Zirveye katılanlar, dünyaca ünlü şeflerin sunumlarına tanıklık ederken, gastronominin geleceğini şekillendirecek önemli tartışmalara da kulak verecekler. AKM’de sanat ve kültürel mirasın da zirveye katılmasıyla, fuaye alanlarından Kültür Sokağı'na, Yeşilçam Sineması'ndan zirvenin gerçekleşeceği 2000 kişilik Türk Telekom Opera Salonu'na kadar farklı sanat disiplinleri gastronominin renkli dünyasına dahil oluyor.

Dünyanın en büyük sosyal ağı gastronominin, tüm bileşenleri zirvede

Gastronominin sadece lezzetli yemekler sunmak değil, aynı zamanda ülkelerin ve şehirlerin kalkınmasında da önemli rol oynadığı bir gerçek. “Global GastroEkonomi Zirvesi”, bu gerçeğin altını çizerek gastronominin değer zincirine global bir bakış açısı getiriyor. Bu zirve, lezzetin ve ekonominin dünyayla buluştuğu bir platform olarak gastronominin geleceğini aydınlatmaya devam edecek.

Gastronomi 4 açıdan ekonomik olarak büyük bir güçtür

  1. Lezzet durakları

    : Dünyanın her yerinde, lezzet arayanların buluşma noktası haline gelen gastronomi merkezleri, adeta birer ekonomik lokomotif görevi görmektedir. Bu merkezlerde yer alan restoranlar, kafeler, gurme marketler, sadece lezzetli yemekler sunmakla kalmaz, aynı zamanda yeni iş imkanları da açar. Aşçılar, garsonlar, mutfak ekibi gibi birçok insan, gastronomi sektöründe istihdam bulmaktadır.
  2. Turizmin yeni yıldızı

    : Lezzet, turistleri cezbetmenin en güçlü araçlarından biridir. Bir şehrin veya ülkenin özgün mutfağı, turistleri keşfetmeye ve deneyimlemeye teşvik eder. Gastronomi turları, yemek kursları, yerel lezzetlerin tadına bakma imkanları gibi aktiviteler, turizmi canlandırmakta ve bölge ekonomisine önemli katkıda bulunmaktadır.
  3. Yerel ekonomiye canlılık

    : Gastronomi, sadece büyük şehirlerde değil, küçük kasabalarda ve köylerde de ekonomiyi canlandırma potansiyeline sahiptir. Yerel ürünlerin kullanımı, geleneksel lezzetlerin korunması ve geliştirilmesi, bölgeye özgü bir kimlik kazandırmakta ve turizm potansiyelini artırmaktadır. Ayrıca, küçük işletmelerin gelişmesine ve yerel halka gelir sağlanmasına katkıda bulunmaktadır.
  4. Sürdürülebilir kalkınma ve lezzetin geleceği

    : Gastronomi, sürdürülebilir kalkınma için de önemli bir araçtır. Yerel ürünlerin kullanımı, atık yönetimi gibi konularda bilinçlendirme çalışmaları, gastronomi sektörünün sürdürülebilir bir şekilde gelişmesine katkıda bulunur. Ayrıca, adil ticaret ve etik üretim gibi kavramlar da gastronomi sektöründe öne çıkan konular arasında yer almaktadır. Gastronomi, sürekli gelişen ve değişen bir sektördür. Yeni mutfak trendleri, inovatif fikirler ve sürdürülebilirlik ilkeleri, gastronominin geleceğini şekillendirmektedir. 

Sonuç olarak;

Gastronomi, sadece lezzetli yemekler sunmakla kalmaz, aynı zamanda ekonomiye de bir dinamizm kazandırır. Ülkelerin ve şehirlerin kalkınmasında önemli bir rol oynar. Yeni iş imkanları oluşturur,  turizmi gelişmesine destek verir ve yerel ekonomiyi de katkı sağlar. Gastronominin tüm katmanlarıyla lezzetin gücü, daha iyi bir dünya için desteğe devam etmektedir. Lezzetin gücü, ekonomik kalkınma ve sürdürülebilirlik için önemli bir araç olarak önümüzdeki yıllarda da önemini korumaya devam edecektir.

Zirveye Katılanlar

•    Aylin Öney Tan / Köşe Yazarı, Yemek Kültürü Araştırmacısı

•    Ayşin Işık Gence / Tanışık Danışmanlık Şirket Sahibi & 27. Dönem Tarım Bakan Yardımcısı

•    Bekir Ağırdır / Araştırmacı & Yazar

•    Birol Güven / T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürü

•    Cem Mansur / Orkestra Şefi

•    Charles Spence / Deneysel Psikolog/ University Of Oxford

•    Dr. Elif Balcı Fisunoğlu (Ph.D) / Turizm Operasyon ve Geliştirme Genel Müdür Yardımcısı, TGA

•    Ece Sükan / Kreatif Direktör, Moda Yazarı, Oyuncu

•    Eliott Kalensky / Yiyecek ve İçecek Master Panlama, Stratejiler ve Deneyimler Geliştirme

•    Emrah Bilge / Çöpüne Sahip Çık Genel Müdürü

•    Emrah İnce / End. Müh.(MBA) Yeni Çiftçi Platformu Kurucu Başkanı

•    Erdal Büyüktaş / İstanbul Senin Direktörü, Platform İstanbul

•    Frederique Desbuissons / Sanat Tarihçisi/ Universite De Reims Champahne-Ardenne

•    Gizem Oral Kutman / Gastropay & Gastroclub Kurucu Ortak

•    Gloria Rodriguez / Eat Spain Up Projesi Eş Başkanı

•    Gözdem Gürbüzatik / Türkiye’nin Miras Bağları Kurucu Üye

•    İrfan Donat / Bloomberg HT Tarım Editörü

•    Leyla Aslan / Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı

•    Luis Miguel / Eat Spain Up Projesi Eş Başkanı

•    Mansut Aşkar / Orkestra Şefi

•    Murat Güllü / Karaköy Güllüoğlu Genel Müdürü

•    Murat Tabanlıoğlu / Mimar, Ortak Akıl Antakya

•    Nedim Gürsel / Yazar

•    Prof. Tarihçi İlber Ortaylı / Tarihçi

•    Sabiha Apaydın Gönenli / Türkiye’nin Miras Bağları Kurucu Üye

•    Sahir Erozan / Maça Kızı Hotel Kurucu Ortak

•    Sibel Kutlusoy / Endüstriyel Tasarımcı Gıda Tasarımcısı

•    Timur Savcı / Yapımcı, TİMS Grou

•    Tina Blackmon / İş Geliştirme Direktörü

•    Tuba Şatana / Sapor İstanbul Kurucu

•    Tunca / Sanatçı & Şef

•    Ülkü Yüksel / Visa Türkiye Pazarlama Direktörü

•    Yüksel Aksu / Senarist & Yönetmen

•    Zafer Kızılkaya / Akdeniz Koruma Derneği Kurucusu

20 Mayıs 2024
Lezzet üreten ev aletleri

“Akıllı Mutfak robotları ile daha önce hiç yemek pişirmeyenler bile harika lezzetlere imza atan bir şefe dönüşecek” sözü kulağıma çalındığında, epey bir meraklandım.

Bu robotlar nasıl cihazlardı? Sıradan mutfak aletleri miydi, yoksa lezzetlerin gizemini çözmek için tasarlanmış bir sihirli değnek mi? 
 
Lezzetlerin gizemi, mutfağa devrim getiriyor

Hemen Michelin yıldızlı Neolokal ‘in şefi Maksut Aşkar'ın lezzetli yemekler hazırlayarak tanıttığı bu çok fonksiyonlu akıllı mutfak robotunu inceledim. İlk gözlemim, tek tuşla pişirme özelliği sunan bu cihaz, adeta mutfakta devrim yapacak bir potansiyele sahipti.

Ancak aklımda bir soru vardı: Artık evlerde lezzetli yemekler hazırlayan annelerimiz, eşlerimiz ve restoranlarda muhteşem tabaklara imza atan şefler bu akıllı cihazlar karşısında nasıl bir davranış sergileyecekti? 

Lezzetin ruhunu ve hayal gücünü bir makineye devretmek mümkün müydü?

Bu soruların cevabını bulmak için, işin uzmanıyla, ürünlerden birini geliştiren markanın ticaretten sorumlu Genel Müdürü Serhan Giray ile konuştum. 

Serhan Bey, sadece bir iş adamı değil, aynı zamanda Cunda adasında geçirdiği çocukluk yıllarından gelen lezzet deneyimi ve gençliğinden beri mutfakta gösterdiği ustalıkla tam bir gastronomi düşkünüydü. Uzun yıllar global bir firmada çalıştıktan sonra 2017 yılında bu markaya katılan Serhan Bey, şu an yönetimin ilk 3 kişisinden biriydi. Aynı zamanda şirketin halka arzı sırasında da aktif rol almıştı.

Serhan Bey, elektrikli ev aletleri pazarının hızla büyüdüğünü, 2023 yılında bir önceki yıla göre TL bazında %120'nin üzerinde, dolar bazında da %60'ın üzerinde bir büyüme gösterdiğini belirterek sektör hakkında kısa da bir bilgi verdi.Bu büyümenin arkasında ise, modern yaşam tarzının getirdiği zaman kısıtlılığı ve pratik çözümlere olan talep yattığını da belirtti.
 
Mutfakta öncü olan marka 

işte bu talebe cevap veren, evde lezzetli ve pratik yemekler hazırlamak isteyenler için ideal bir çözüm sunuyor. Akıllı Mutfak robotu ile farklı lezzetleri kusursuz bir şekilde pişirmek mümkün oluyordu.
Serhan Bey, ürünün sadece bir mutfak aleti olmadığını, aynı zamanda bir lezzet rehberi olduğunun da altını çiziyor. Cihazla birlikte verilen tarifler ve pişirme programları, kullanıcıların farklı mutfak kültürlerini keşfetmelerine ve yeni lezzetler denemelerine imkan tanıyordu.

Peki, bu akıllı mutfak robotları lezzetlerin ruhunu mu öldürüyordu? Serhan Bey'e göre hayır. Ürün, mutfakta hayal gücüne de yer bırakıyordu. Kullanıcılar, cihazın sunduğu temel pişirme programlarını kullanarak kendi lezzetlerini oluşturabilir, farklı baharatlar ve malzemelerle denemeler yapabilirlerdi. 

Aslında akıllı mutfak robotları ile mutfakta yeni bir çağ başlıyordu. Bu çağda, lezzetlerin gizemi bir makineye hapsedilmiyor, aksine kullanıcıların keşfetmesi ve yorumlaması için sunuluyordu. Serhan Bey'in de dediği gibi, "bu ürün ile mutfakta eğlenmek ve yeni lezzetler keşfetmek artık çok daha kolay."

Bu tür ürünler lezzetlerin gizemini çözmek ve mutfakta yeni ufuklar keşfetmek için bir anahtar niteliğindeydi. Bu anahtarın yardımıyla, herkes kendi damak tadına uygun, lezzetli ve pratik yemekleri rahatlıkla hazırlayabilirdi.
 
Lezzetin sihirli dokunuşu

Mutfakta inovasyona imza atan markalar, lezzetin sihirli dokunuşuyla evleri dönüştürüyor. Mutfak robotları, kahve makineleri ile başlayan bu yolculuk, Airfryer ile devam ederek geliştirilen bu yeni ürünlerle bambaşka bir boyuta erişiyor. 200'den fazla tarifle yemek pişirmeye imkan veren akıllı mutfak robotları, lezzetlerin kapılarını ardına kadar açan bir sihirli değnek gibi.

Mutfak robotu üretimi yapan markanın Genel Müdürü Serhan Bey'le sohbetimiz, bu sihirli değneğin gizemlerini keşfetmek üzerine kurulu., firmanın ürettiği cihazlara "akıllı cihazlar" diyor ve ekliyor: "Biz bu cihazlara yemek yapmayı öğretiyoruz."

Düşünün bir an, yeni evli bir genç kızın heyecanını. Evine bu çok fonksiyonlu akıllı mutfak robotunu aldığında, eşinin akşama biber dolması isteğine "Ben annemin evinde öğrenemedim" diye yanıt vermek zorunda kalmayacak. Ya da bir restoranda patron "ustam işi bıraktı" diye sızlanmayacak. Bu cihaz sayesinde herkes, usta bir şef gibi lezzetli yemekler hazırlayabilecek.

Serhan Bey, ürünün deneme aşamasında kendisi de biber dolması yapmış ve cihazdaki yönlendirmeleri takip ederek kusursuz bir sonuç elde etmiş. Bu da gösteriyor ki, mutfakta tecrübesi bir şef kadar olmayan bu ev aleti ile rahatlıkla lezzetli yemekler hazırlayabilir.

Mutfaktaki bir diğer yıldız ise kahve makineleri. Türk kahvesi tutkunlarının vazgeçilmezi olan bu makineler, evlere lezzetin ve keyfin tadını taşıyor. Artık canınız Türk kahvesi çektiğinde, kimseden yardım istemeye gerek kalmıyor. Kahve makinesi ile kendi lezzetinizi, kendi ellerinizle oluşturabiliyorsunuz. 

Serhan Bey, Türk kahvesinin kahve yapma makineleri sayesinde dünyadaki tercih edilme oranının arttığını da vurguluyor. Bu da gösteriyor ki, kahve makineleri sadece lezzet katmakla kalmıyor, aynı zamanda kahve kültürümüzü de dünyaya taşıyor.

Sohbetimiz boyunca Serhan Bey ile mutfak aletlerinin gastronomiye katkıları üzerine konuştuk. Mutfakta inovatif ürünler, evlerde lezzetin ve keyfin sınırlarını zorluyor ve lezzet deneyimini bambaşka bir boyuta taşıyor. Bu sihirli dokunuş her evi adeta bir lezzet atölyesine dönüştürüyor ve her insan usta bir şefe dönüşme şansı yakalıyor.

13 Mayıs 2024
Türk Gastronomisinin Küresel Başarısı

Lezzetlerin ve tatların harmonisiyle bezenmiş bir dünya mutfağının içinde muhteşem Türk mutfağının yerini hayal edin. İlk 3 arasında diyebilir miyiz? Bence kesinlikle evet ve bizim mutfağımız, yüzyıllara yayılan tarihi, coğrafi çeşitliliği ve kültürel zenginliğiyle sadece ülkemizin değil, dünyanın da en gözde mutfaklarından biri haline gelmiştir. Hadi gelin bu başarının arkasında yatan etkenleri ve öne çıkan bazı özelliklerini birlikte inceleyelim.

Türk lezzetlerinin evrensel dili

Anadolu toprakları, tarih boyunca farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmış ve bu da mutfağına eşsiz bir çeşitlilik kazandırmıştır. Osmanlı İmparatorluğu'nun o ihtişamlı saray mutfağı, Orta Asya göçebe kültürünün lezzet gelenekleri ve Akdeniz mutfağının taze ve hafif dokunuşları Türk mutfağının temelini oluşturmuştur diyebiliriz.

Türk mutfağının bu kadar şahane olmasının altında yatan en önemli etkenlerden biri de benzersiz bir lezzet yelpazesi sunan, ülkemizin farklı bölgelerinde yetişen ürünleridir. Trakya’da yetişen kuzuların nefaseti, Ege ve Akdeniz'in deniz ürünleri, Karadeniz'in yöresel otları, Güneydoğu'nun baharatları, İç Anadolu'nun tarım ürünleri gibi daha sayamadığım her bölgeye özgü lezzetler Türk Mutfağına bir nevi hayat veriyor.

Türk mutfağı, sadece lezzetli yemeklerden ibaret değil elbette. Aynı zamanda aile sofralarının sıcaklığı, misafirperverlik geleneği ve paylaşmanın güzelliğiyle de öne çıkar ve inanılmaz bir yemek kültürünü barındırır. Türk toplumunda yemek pişirmek, sadece bir ihtiyaç değil, aynı zamanda sevgi ve saygıyı ifade etmenin de bir yoludur.

Son yıllarda Türk mutfağı, adeta bir lezzet fırtınası gibi uluslararası platformlarda hak ettiği yeri almaya başlıyor. Türk şefler, maharetli elleriyle hazırladıkları lezzetlerle yeni restoranlar açıyor, dünya çapında düzenlenen yarışmalarda ödüller kazanıyor ve lezzet tutkunlarının ilgisini çekmeyi başarıyor. Yurtdışındaki restoranlarımız, dünyanın her köşesinden gelen lezzet severlerin buluşma noktası haline geliyor ve Türk yemekleri farklı damak tatlarına hitap ederek global bir lezzet şöleni yaşatıyor.

Yurtdışındaki restoranlardan örnekler

Finest Lezzet Restaurant, Almanya

“Orta Asya, Mezopotamya ve Akdeniz'in lezzet buluşması”

Almanya'nın gurme kalbine adım attığınızda ‘Finest Lezzet ‘in o olağanüstü mutfağından çıkan lezzetleri bulabilirsiniz. Lokman Yıldırım ve 2 ortağı, restoranlarında Orta Asya ve Mezopotamya tatlarını, Akdeniz mutfağının zarafetiyle harmanlayarak, modern sunumlarla Türk mutfağının en güzel örneklerini sunuyor. "Türk mutfağının tadını en iyi şekilde çıkarın" sloganıyla yola çıkan Finest Lezzet, her damak tadına hitap eden lezzetli menüsü ile kısa sürede Düsseldorf'un en gözde Türk lokantalarından biri haline geliyor. Aydınlık ve ferah atmosferi, modern tasarımı ve samimi hizmetiyle her misafiri evinde hissettiren Finest Lezzet, özel toplantılarınız için de mükemmel bir imkan sunuyor.

Mediator Restaurant, Almanya

“Gurmelerin ve seçkin damakların buluşma noktası”

Mediator Restaurant, 2022 yılı Mayıs ayında kapılarını aralıyor. Ünlü şef Doğan Akdoğan ve eşi Vijdan Taşçı'nın ustalık dokunuşlarıyla hayat bulan bu mekan, kısa sürede şehrin en gözde lezzet duraklarından biri haline geliyor. Sadece Düsseldorf ve çevresindeki lezzet tutkunlarını değil, Almanya'nın tanınmış iş insanlarını, siyasetçilerini ve sanatçılarını da büyüleyen Mediator Restaurant, Türk mutfağının en güzel örneklerini modern bir yorumla sunuyor. Şef Doğan Akdoğan'ın ustalığı ve Vijdan Taşçı'nın sunum mahareti, her tabakta adeta bir lezzet şaheseri çıkarıyor. Uzun yıllar Almanya'da Türk mutfağının en iyi temsilcileri arasında yer alan Akdoğan Şef, Mülheim an der Ruhr'daki Park Trüffel restoranı ile büyük bir ün kazandıktan sonra iki yıl önce de Mediator Restaurant'ı açıyor.

Somatçı, Ulaş TEKERKAYA, Hollanda

“Anadolu'nun Gastronomi Hazinesi Avrupa'da”

Yıllarca Konya’da Mevlevi mutfağı üzerine çalışmalar sunan, kitaplar yazan ve mekânlar açan Ulaş Tekerkaya, Anadolu'nun kadim mutfak kültürünü daha geniş kitlelere tanıtmak amacıyla 2022 yılında yurt dışına açılma kararı alıyor. "Somatçı" markasının uluslararası tescilini alarak bir dünya markası haline getirme çalışmalarına başlıyor. Şef, Avrupa serüvenindeki ilk adımını Hollanda'da "Guler Holding" bünyesinde bulunan "La Quisine B.V." şirketi ile atıyor. Çatalhöyük, Selçuklu ve Mevlevi mutfağı temaları ile Avrupa'da yerini almaya hazırlanan Somatçı'nın Avrupa'daki ilk durağı olan Amsterdam Osdorp, Anadolu'nun zengin mutfak mirasını Avrupa'daki lezzet tutkunlarıyla buluşturmayı hedefliyor. Somatçı, sadece lezzetli yemekler sunmakla kalmayacak, aynı zamanda Anadolu'nun kadim kültürünü ve tarihini de Avrupa'daki misafirlerine tanıtacak.

Etçi Mehmet Steakhouse, İngiltere, Lübnan, Suudi Arabistan, Fas

“Dünyaca ünlü otoriteleri kendine hayran bırakan lezzet”

Türkiye'de ete olan tutkuyu, ustalıkla pişmiş lezzetlere dönüştürerek kısa sürede en sevilen steakhouse'lar arasına giren Etçi Mehmet, sınırlarını aşarak yurt dışına adım atıyor. İngiltere Manchester'daki ilk şubesinden sonra, Birmingham'da ve Liverpool’da da şubeler açan Etçi Mehmet, et severleri buluşturma yolculuğuna devam ediyor. Lezzet durakları sadece Birleşik Krallık ile sınırlı olmayan, Lübnan'ın Beyrut, Suudi Arabistan'ın Riyad ve Fas’ın Kasablanka ile farklı kıtalara da taşınan Etçi Mehmet steakhouse kültürü, dünyaca ünlü lezzet otoritelerini de kendine hayran bırakıyor. Paris'te düzenlenen bir etkinlikte, İngiltere'deki şubesi ile "2020'nin en sevilen alkolsüz steakhouse restoranı" seçilen Etçi Mehmet, bu ödülle uluslararası alanda adından sıkça söz ettirmeye başlıyor.

 

6 Mayıs 2024
Vazgeçilemeyen Sokak Lezzetlerimiz

Ah, şu sokak lezzetleri... Kokusu burnumuza dolan, tadı damağımızda kalan, her köşe başında karşımıza çıkan o eşsiz lezzetler... Türkiye'nin her bir köşesinde bu farklı tatları bulmak mümkün, bu da sokak lezzetlerimizi bir o kadar da özel kılıyor.

Şehrin kalbinin atışlarını duyduğumuz yerlerde, kaldırım taşlarında saklı bir hazine yatar: Bu lezzetler, sadece karnımızı doyurmakla kalmaz, şehrin ruhunu da damağımıza taşır.

Peki, neden tercih ediliyor lezzetlerimiz bu kadar bilir misiniz?

Bana göre ilk önce uygun fiyattır ve genellikle restoranlara kıyasla daha ucuz olduklarından her bütçeye makul geliyor.

İkincisi, özellikle öğrenciler ve yoğun çalışanlar için hızlı ve pratik bir beslenme seçeneğidir. Sokak lezzetleri genellikle ivedi bir şekilde hazırlanır ve servis edilir. Bu da onları yoğun bir tempoda yaşayan insanlar için ideal bir seçenek haline getiriyor.

Üçüncüsü, geniş bir lezzet ve çeşitlilik yelpazesine sahiptir. Her damak tadına uygun bir sokak lezzeti bulmak mümkün. Türkiye'nin farklı bölgelerinde çeşitli sokak lezzetleri hala keşfedilmeyi bekliyor.

Dördüncüsü, bir kültürel deneyimdir. Sokak lezzetleri, bir şehrin veya bölgenin kültürünü ve mutfağını yansıtır. Sokak lezzetlerini tadarken o şehrin veya bölgenin insanlarının geleneklerini ve yaşam tarzlarını da deneyimlemiş olursunuz. Bu da sokak lezzetlerini kültürel açıdan ilginç kılıyor. 

Beşincisi, genellikle açık havada ve ayaküstü yenir. Bu da sokak lezzetlerini arkadaşlarla veya aileyle sohbet etmek ve sosyalleşmek için ideal bir ortam haline getiriyor.

Altıncısı, birçok insan için çocukluk anıları ve nostaljiyi çağrıştırır. Sokak lezzetleri yenirken bazen anılar canlanır ve keyifli duygusal anlar yaşarız.

Yedincisi, genellikle her yerde kolayca bulunabilir. Sokakta, parkta, caddede, iş yerine yakın yerde veya turistik bir bölgede her an sokak lezzeti satan bir tezgah görebilirsiniz. Bu da onları ulaşabilecek bir seçenek haline getirir.

Sokak lezzetleri, lezzetli bir öğün yemek isteyenler için de idealdir.

Daha bunun gibi sokak lezzetlerini tercih etme sebeplerini çoğaltabiliriz. Belki herkes için ayrı bir neden de olabilir.

En önemlisi de birçok insan için de geçim kaynağıdır. Sokak lezzetleri satan küçük işletmeler, yerel ekonomiye katkıda bulunur ve istihdam sağlar.

Sokak lezzetlerimizin bir kısmı

Simit, susamla bezenmiş bir halkadır, kahvaltının ve atıştırmalıkların kraliçesi. Sıcak çayın buharında yumuşayan simit, şehrin sabahına selam verir.

Kestane, kış aylarının soğuğunda avuç içlerimizi ısıtır. Közlenmiş kokusu, sokaklara mis gibi yayılır ve bizleri cezbedici bir dansa sürükler.

Balık ekmek, İstanbul'un mavi sularından gelen bir armağandır. Taze balığın lezzeti, çıtır ekmeğin dokusuyla buluşur ve denizin serinliğiyle taçlanır. Eminönü ve Beykoz sahilinde, martıların şarkıları eşliğinde bu lezzetin tadına varmak gibisi yoktur.

Kokoreç, kuzunun bağırsağından yükselen bir lezzet senfonisidir. Baharatla harmanlanmış bu şölen, ekmeğin arasına girdiğinde sokakların en doyurucu ve en tatmin edici lezzetlerinden biri haline gelir.

Midye dolma, denizden gelen bir mucizedir sanki. Dolma deyince akla ilk gelenlerden biridir. Bol limonla süslenmiş bu lezzet, her mevsim sofralarımıza renk katar.

Döner ve kebabın enfes tadı lavaşa sarılıp dürüm olduğunda, pratik ve lezzetli bir sokak lezzetine dönüşür.

Nohutlu pilav, soğuk kış günlerinde bizi ısıtan bir ana kucağı gibidir. Yanında turşu ve ayranla mükemmel bir uyum yakalayan bu lezzet, sokaklarda sıkça karşımıza çıkar.

Tantuni, Mersin'den gelen bir ışık gibi sokaklarımızı aydınlatır. Ekmeğin veya lavaşın arasına konularak servis edilen tantuni, sokak lezzetlerinin en doyurucu ve en lezzetlilerinden biridir.

Kumpir, kocaman bir patatesin kalbinde saklı bir hazinedir. Zeytin, sosis, kaşar peyniri ve çeşitli garnitürlerle zenginleştirilen bu lezzet, Ortaköy'ün simgesi haline gelmiştir.

Sucuk ekmek, soğuk ve karlı kış günlerinde dumanı tüten tezgâhlarda karşımıza çıkan ayrıcalıklı bir lezzettir.

Ciğer ve kebap, özellikle güneydoğu bölgesinde oldukça popüler iki sokak lezzetidir.  

Çiğköfte, etin ve baharatın buluştuğu bir tutkudur.

Köfte ekmek, doyurucu bir öğünün anahtarıdır.

Kelle söğüş, Taksim'de Muammer ustanın elinden çıkan bir lezzet şölenidir.

İşte daha sayamadıklarım da dahil bir zamanlar tezgâhları süsleyen sokak lezzetleri, artık lüks mekanların menülerinde görünür olmaya başladı. Bu lezzetlerin tadını çıkarmak için şık mekanlar açılıyor ve restoranlarda göz alıcı servislerle müşterilere sunuluyor.

Misal, Saraylı Döner, bahçesinde başlattığı sokak lezzetleri konsepti ile ateş başında kokoreç, şırdan, midye, pilav, köfte ve sucuk servis ediyor.

İstanbul Büyükşehir Belediyesinin gençlik projesi Gezi İstanbul’un gastronomi kategorisinde de gençler, İstanbul’un sokak lezzetlerini keşfe çıkıyor.

Özetle, sokak lezzetleri, bir yiyecekten çok ötedir. Onlar şehrin hikayesini, ruhunu ve kültürünü taşırlar. Her bir ısırıkta şehrin kalbini hisseder, sokakların nabzını duyarız. Bir sonraki lezzet durağımız nerede olacak diye.

29 Nisan 2024
"Turizm Yüzyılı"

Bu yıl ülkemizde turizm açısından güzel şeyler oluyor. Benim turizme bakışım bildiğiniz üzere tamamen gastronomi üzerinden. Siz ne düşünüyorsunuz bilmem ama artık ülkemizde Gastronomi Turizmi bilincinin giderek yaygınlaştığını düşünüyorum. Turizmin gastronomiyle ilgili tarafını başka bir yazıya havale edip bu hafta turizm ile gelişmeleri size aktarmak istiyorum. Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB) tarafından ülke turizmine katkı sağlamak amacıyla başlatılmış bir “Turizm Yüzyılı” projesi var. Bu projeyi çok değerli buluyorum. 15-22 Nisan tarihleri arası da turizm farkındalığının toplumda yaygınlaşması için “Turizm Haftası” olarak kutlandı.

Turizm Yüzyılı iftarı

Turizm Yüzyılı projesi kapsamında düzenlenen bir dizi etkinliklerden biri de Ramazan ayındaki iftarlardı. TÜRSAB, Ramazan ayının manevi atmosferinde üyeleriyle bir araya gelmek, birlik ve beraberliği güçlendirmek amacıyla başlattığı “Turizm Yüzyılı İftarları” nın ilk buluşmasını İstanbul’da Demokrasi ve Özgürlükler adasında gerçekleştirdi. Adadaki iftara bende katıldım. Rahmetli Adnan Menderes‘in ve 3 arkadaşının yargılandığı Yassıada şimdiki adıyla Demokrasi ve Özgürlükler Adası, müze haline getirilmiş, bu vesileyle gezme imkanı elde ettim. Demokrasi şehitlerimizin yargılandığı yerleri görmek beni epeyce duygulandırdı. Ayrıca bir ada, turizm açısından bu kadar mı muhteşem yapılır. Burayı kesinlikle gidip görmelisiniz diye düşünüyorum.

İftar organizasyonuna, yönetim kurulu üyeleri, bölge temsil kurulu başkanları, ihtisas başkanları, İstanbul’da faaliyet gösteren seyahat acentesi temsilcileri ve çok sayıda basın mensubu katıldı. İftarda lezzetlerini tattığımız Katre Island Hotel, kurumsal iletişimine bakan Enes Boyacı Bey’e ve Albayrak grubuna çok teşekkür ederim.

Turizm Buluşması

Turizm Haftası kapsamında da Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda gerçekleşen "Turizm Buluşması’nda 1500’ü aşkın öğrencinin olması çok umut vericiydi. Benim de katıldığım etkinlikte TÜRSAB Başkanı Firuz Bağlıkaya, İstanbul Vali Yardımcısı Mehmet Sülün, İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü Doç. Dr. Murat Mücahit Yentür ve Prof. Dr. İlber Ortaylı gibi çok değerli isimler konuşmalarıyla katkı sundular.

Turizmin Türkiye’nin geleceğinde en önemli rolü oynayacak bir sektör olduğuna dikkat çeken Firuz Bağlıkaya, “100 milyon yabancı ziyaretçi sayısını hedeflerken en büyük güvencemizi turizm alanında eğitim alan gençlerimiz oluşturuyor. Kariyer planlaması yapan tüm gençlerin turizmdeki bu büyümeye büyük katkı sağlayacağına inanıyorum. Kendisi mutlu olmayan birinin başkasını mutlu etmesi pek mümkün değildir. Turizmciler; patronundan çalışanına kadar tüm aktörleri ile mutluysa misafirleri de mutlu olacaktır.” şeklinde konuştu.  

İlber Ortaylı da öğrencilere  “Sektörde çok akıcı yabancı dil konuşmak önemli. Aksi taktirde tarih, coğrafya anlatılmaz. Elinizde bir imkan olduğu vakit lisan öğrenmek için yurt dışına çıkmanızı öneririm. Daha çok turist değil, daha nitelikli ve daha fazla harcayan turist istiyoruz” dedi.  

İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü Doç. Dr. Murat Mücahit Yentür ise “Bilgiyle ekilen tohumlar ancak yeşerecektir. Türkiye gibi binlerce medeniyete ev sahipliği yapmış bir coğrafyaya sahibiz. Dünyada çok önemli bir konumda yer almamız çok kıymetli ve değerli. Gençlere çok inanıyor ve güveniyoruz” dedi.

Toplantıdan önemli başlıklar…

“Cumhuriyetimizin yeni yüzyılında ülkemiz için en önemli gelişim alanının turizm olması bekleniyor”

“Gastronomi, kültür, yayla ve sağlık turizmi gibi rekabette üstün olduğumuzu bildiğimiz alanlara daha fazla ağırlık vermek zorundayız”

“Turizm istihdamı en az ikiye katlanacak”

“Türkiye, çok da uzak olmayan bir gelecekte 100 milyon ziyaretçi sayısına ulaşacak”

“Öğrenciler, önünüzde aşılacak çok yol ve kazanılacak büyük başarılar mevcut. Sizlere güveniyoruz”

Turizm Yüzyılı Projesinin Amaçları:

  • Turizm Sezonunu 12 Aya Yaymak: Tüm yıl boyunca turist çekmeyi amaçlamak.
  • Turizm Gelirlerini Artırmak: Yüksek gelir grubundan turistlerin ilgisini çekerek daha fazla döviz girdisi sağlamak. 
  • Tüm Bölgelere Katkı Sağlamak: Türkiye'nin tüm bölgelerine turist çekerek bölgesel kalkınmaya katkıda bulunmak.
  • Yeni Turizm Ürünleri Geliştirmek: Gastronomi, sağlık ve kültür turizmi gibi farklı alanlarda da yeni ürünler geliştirmek. 
  • Sürdürülebilir Turizmi Teşvik Etmek: Çevreye ve kültürel mirasa duyarlı bir turizm anlayışı geliştirmek.

Projenin Kapsamı:

  • Proje kapsamında Türkiye'nin her bölgesi için ayrı ayrı tanıtım faaliyetleri yürütülmesi.
  • Yeni turizm tesisleri ve altyapılarının geliştirilmesi için çalışmalar yapılması.
  • Turizm sektöründe çalışan personelin eğitilmesi ve kapasitelerinin geliştirilmesi.
  • Türkiye'nin turizm potansiyelini tanıtmak için dijital pazarlama araçlarının kullanılması. 

Özetle, Turizm Yüzyıl’ının Türkiye turizmi için önemli bir dönüm noktası olması ve ülkeyi uluslararası turizmde önemli bir yere taşıması bekleniyor.

22 Nisan 2024
Helal Sertifikalı ürünlere güvenmeli miyiz?

Gıda güvenliği ve helal tüketim bilinci arttıkça, sertifikalı ürünlere olan talep de artmaktadır. Peki, helal sertifikalı ürünler ne kadar güvenilir? Hangi kurumlar bu sertifikaları veriyor? TSE onaylı helal sertifikası nedir ve neleri kapsar? Bu yazıda, bu soruların cevaplarını ve sertifikalı ürünlere dair bilinmesi gerekenleri inceleyeceğiz.

Helal ve güvenilir gıdaya ulaşmak toplumumuzu oluşturan her bir birey için bence çok önemli olmalıdır. Üretimi ise mutlaka diğer sanayi üretimlerinden ayrı olarak ele alınmalı ve farklı tüketici gruplarının önceliklerine göre de teşvik edilmelidir.

Helal ürün nedir?

Helal ürün, İslam dininin kurallarına uygun olarak üretilmiş ve Müslümanlar açısından tüketilmesinde bir mahzur bulunmayan ürün demektir. Helal Gıda kavramı ise üretimden reyona kadar tamamıyla İslami kurallara uygun olarak hazırlanan ürünler için kullanılmaktadır. Helal ürünler, domuz eti ve alkol gibi dinen yasaklı maddeler de içermezler. Ayrıca, et ürünlerinde de hayvanların kesimi İslam’ın emrettiği belirli kurallara göre düzenlenmektedir.

Peki, Helal Gıda Sertifikalı ürün ne demektir?

Artmakta olan sanayileşme ve teknolojik gelişmeler, ürünlerin nasıl üretildiğini şeffaf hale getirmediğinden, dini hassasiyeti olan tüketicilere güvenli ve bilinçli alışveriş imkanı sunmak amacıyla “Helal Gıda Sertifikası” sistemi kurulmuştur. Helal Gıda Sertifikalı ürün ise bu konuda belirli standartlara ve kriterlere uygun üretildiğini gösteren bir belge ile düzenlenmiş ürün demektir. Bu belge, bağımsız bir kuruluş tarafından yapılan denetimler sonucunda verilir.

Helal sertifikası olan bir ürünün güvenilirliği genel olarak yüksek kabul edilir. Ancak, yine de sertifikanın güvenilirliği, sertifikayı veren kuruluşun yetkinliğine ve denetim sıklığına bağlıdır.

Sertifikayı hangi kurumlar verir?

Ülkemizde helal gıda sertifikasını verme yetkisine sahip birçok kuruluş bulunuyor. Bu kuruluşların başında Türk Standartları Enstitüsü (TSE) geliyor. TSE, kamu otoritesinde Türkiye'deki en önemli bir sertifikalandırma kuruluşudur. Kurum, bir gıda ürününün helal kriterlerine uygun olarak üretildiğini gösteren “TSE Onaylı Helal Belgesi” verir. Bu sertifika, ürünün hammaddesinden üretim sürecine, etiketleme ve ambalajlamasına kadar tüm aşamaları kapsar.

TSE dışında helal ürünler için özel olarak yetkilendirilmiş birçok sertifikalandırma kuruluşu da bulunmaktadır. GİMDES “Helal Gıda Sertifikası” gibi.

Helal Gıda Sertifikalı ürün satın alırken neler dikkat edilmeli?

  • Öncelikle sertifikayı veren kuruluşu araştırın ve güvenilir olduğundan emin olun.
  • Sertifikanın güncel olup olmadığına ve ürünle ilgili tüm bilgileri kapsadığına bakın.
  • Ürünün etiketini dikkatlice okuyun ve içerik bilgilerini kontrol edin.
  • Herhangi bir şüpheniz varsa, ürünü satın almadan önce araştırın ve ilgili kuruma bilgi verin.

Helal sertifikası olan ürünlere güvenebilir miyiz?

Helal Gıda Sertifikası, dini bir gerçeği temsil etmesi açısından oldukça hassas bir konudur. Bu nedenle belgelendirme sistemi ticari kaygılardan uzak, bağımsız ve tarafsız bir şekilde ele alınmalıdır. Sertifikalandırma, İslami kurallara ve bilimsel prosedürlere riayet edilerek yapılmalıdır. Bu bağlamda, kurumların tarafsız ve bağımsız olması, ticari kaygılardan uzak durması ve helal kriterlerini titizlikle uygulaması son derece önemlidir.

Ticari çıkarlarını ön planda tutan bazı kuruluşlar tarafından sertifikalandırma sistemi, suistimal edilme riskini de beraberinde getirebilir. Bazı fırsatçılar, helal sertifikalandırma yetkisini esas gayesinden uzaklaştırabilir. İşte o zaman bu durum, helal ürünlere olan güveni sarsabilir ve tüketicileri yanıltarak ciddi mağduriyetlere yol açabilir.

Dolayısıyla Helal Gıda Sertifikası olan bir ürünü, tamamıyla helal gıda gibi bakmadan bir açık kapı bırakılması gerektiği kanaatindeyim. Bazen takip edilmediği veya helal konusunda ciddiye alınmadan davranıldığı durumlar da oluşabilir. Ancak yine de bu sistem hafife alınmamalı ve ürünün ilgili belgelendirme kuruluşu tarafından izleniyor ve takip ediliyor olduğunu da unutmamak gerekir.

Sonuç olarak, özellikle yurtdışı için sertifikalı ürünler gıda güvenliği ve helal tüketim için sağlam bir göstergedir. Ancak, bu sertifikalar çok önemli olsa da, tek başına yeterli bir kriter değildir. Ürün satın alırken sertifikanın güvenilirliğine dikkat etmeli ve belgesi var diye de tam sorgulama yapmadan satın alma yapılmamalıdır.

 

15 Nisan 2024
İyi baklavayı neden pahalı yiyoruz?

Ramazan ayının son günlerindeyiz ve önümüz bayram, sevgi, saygı, barış ve dayanışma duygularının pekiştiği yeni bir zaman dilimine giriyoruz. Bayram sofralarının vazgeçilmez lezzetleri arasında önemli bir yer tutan ve neredeyse tüm Türkiye’nin sevdiği baklava, Gaziantep’in AB coğrafi işaretli efsanevi bir tatlısıdır.

Her yıl olduğu gibi Osmanlıdan gelen bir gelenekle özellikle Ramazan ayında başlar bayram hazırlığı. Maharetli ev hanımları oklavanın başına geçerek tepsi tepsi baklava pişirirler. Son zamanlarda bu trend biraz baklava markalarına kaymış olsa da orada da fiyatların yüksek olması dar gelirli aileleri epey düşündürüyor.

Peki, baklava neden pahalı sizce?

Bunun nedenine birlikte bakalım isterseniz. Sonuç itibariyle un, şeker hadi fıstık, ceviz tamam ama yine de maliyetten farklı bir şeyler var. Piyasada normal un ve şekerden üretilen baklava ucuz zaten ama iyi baklava bundan çok daha fazlası sanırım.

Baklavanın fiyatını içindeki fıstık mı belirler? Maliyetler çok mu yüksek? vs. gibi sorularla baklavayı, Gaziantepli ünlü baklavacı ve aynı zamanda BAKTAD Baklava ve Tatlı Üreticileri Derneği kurucu başkanlığını yapan Mehmet Yıldırım Usta ile konuştuk.

“Baklava pahalı değildir, neye göre pahalı ve günümüzde artık ne ucuz ki” diye söze başlıyor baklavacı Mehmet Usta, “baklavanın yapılışını görseniz bu asla pahalı değildir bile dersiniz” diye de ekliyor.

Konuşmamızın özeti mahiyetinde baklavayı neden pahalı yediğimizin birkaç sebebini yazdım.

Hammadde, Baklavada kullanılan malzemelerin çoğu çok pahalıdır. Örneğin, fıstık, ceviz gibi kuruyemişler ayrıca baklavada kullanılan sadeyağı.

Uzmanlık: Baklava yapımı oldukça zor ve zahmetli bir iştir. Baklavayı lezzetli ve güzel yapmak için özel bir beceri ve deneyim gerekiyor. Bu nedenle, baklavayı yapan ustalar da genellikle yüksek ücret alırlar. Kaliteli baklavanın yufkası el ustalığıyla açılır.

Zaman: Baklavayı hazırlamak ve pişirmek uzun zaman alır. Hamurun elle açılması, iç harcın hazırlanması ve baklavanın fırında pişirilmesi en az birkaç saat sürer. Bu nedenle, baklavayı hazırlamak için harcanan zaman da fiyatına yansır.

Baklava tezgâhta fazla beklemez ve taze tüketilmesi gerekir, bu da fiyata etki eder.

Talep: Baklava, Türkiye'de ve dünyada oldukça popüler bir tatlıdır. Bu nedenle, baklavaya olan talep her zaman yüksektir. Yüksek talep de fiyatların artmasına neden olur.

Fiyatı uygun olan baklava nasıl oluyor?

Mehmet Yıldırım; “Halkın bir alım gücü var ama baklava da yemek istiyor. Baklavanın içerisinde kullanılan hammadde miktarı ve kalitesi baklavanın fiyatını belirler. Günümüzde çok uygun rakamlara baklava satılıyorsa bu mümkün değildir ki o 1. kalite olsun. O baklavada kullanılan fıstık ve yağ birinci kalite değildir. Başka yağlar da kullanılıyor olabilir. Yine fıstığın kalitesi düşük olur, miktarı az olur, işçiliği yetersiz olur veya fabrikasyon olur. O yüzden dolayı birinci kalite baklavanın fiyatı aşağı yukarı bellidir. Baklavada kullanılan un bile fiyata çok etki eder. Baklavayı mısır nişastasından yaparsan uyguna gelir ama kaliteli baklava bir kaç kat pahalı buğday nişastasıyla yapılır. Birinci kalite 1 kg baklavaya en az 150 gr kaliteli boz fıstık kullanılırken diğerine çok daha az miktarda ve kalitesiz fıstık kullanılabilir. Bazen de yer fıstığı veya bayatlamış poğaça gibi yiyeceklerin ufalanıp gıda boyasıyla boyanarak elde edilen sahte fıstık da kullanılıyor olabilir diye düşünüyorum.”

İyi baklava Antep Fıstığından dolayı mı pahalıdır?

Mehmet Yıldırım, “Bu soruya büyük bir ekseriyetle evet diyebilirim. Ayrıca Antep fıstığının pahalı olma nedenlerinden biri de alım satımının çoğunlukla kayıt dışı olmasıdır. BAKTAD olarak hükümet yetkilileri nezdinde de bunu sürekli belirtiyoruz. Bizim satışımız ise kayıtlı perakende olduğundan hammadde girişimiz de mutlaka evraklıdır. Ancak Antep fıstığındaki kayıt dışılık yüksek olduğundan bu durum bir yatırım aracı olarak görülüyor ve bu da fiyatları yükseltiyor. Hatta geçenlerde farklı sektörden birkaç esnaf kendi sıkıntılarını giderme adına yüksek fiyattan 120 ton civarında fıstık alıp peşin satarak fıstık piyasasını etkilemişlerdi. Bana göre fıstık piyasasında bu kayıt dışılık, milyarlarca liralık vergi kaybı yaşanmasına da neden olmaktadır. 

Son olarak Mehmet Yıldırım, “Satıcı ve üreticiyi biraz da tüketicinin yönlendirmesi gerekiyor. Halkımız uygun olacak diye kötü malzeme kullanan üreticileri uyarmalı veya satın almamalı. Tüketicinin iyi baklavayı özellikle fıstık hammaddesi yüzünden pahalı satıldığını da bilmesi gerekir” diyerek sözlerini tamamladı.  

Karar sizin…

8 Nisan 2024
Türkiye Kültür Yolu Festivalleri

2024'ün Türkiye için bereketli bir festival yılı olacağına inanıyorum. Festivaller, tıpkı baharın filizleri gibi, Anadolu'nun kültürel ruhunu canlandıracak ve sanatın ışığını ülkenin her bir köşesine taşıyacaktır.

Türkiye Kültür Yolu Festivalleri, tıpkı bir hazine avı gibi, her köşede yeni bir keşif sunan, illerin tarihi mekanlarını, yerel lezzetlerini ve modern sanatını harmanlayan, Anadolu'nun ruhunu doyasıya yaşatan bir kültürel şölendir. Bu festivaller, geçmişin yankılarını geleceğe taşıyan, sanatın ve kültürün birleştirici gücüyle hepimizi ortak bir paydada buluşturan birer köprüdür.

Türkiye Kültür Yolu Festivalleri, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından, 2021 yılından itibaren Türkiye'nin çeşitli illerinde düzenlenmeye başlanmış ve Avrupa Festivaller Birliği üyeliğine kabul edilmiş bir festivaller bütünüdür. Başta yemek kültürü olmak üzere Türkiye'nin zengin kültürel yapısını ve tarihini öğrenmek için Bakanlık tarafından her yıl çeşitli illerde düzenlenen festivaller serisi bir dizi etkinlik içeriyor. Gastronomi aktiviteleri, konserler, tiyatrolar, dans gösterileri, sanat sergileri ve daha fazlasını içeren çeşitli programlar hepsi bu festivallerin gündeminde.

Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy da Kültür Yolu Festivali'nin Türkiye'nin en büyük ve en zengin marka projelerinden biri olduğuna dikkati çekiyor. Festival kapsamında geçen yıl 5 bin etkinlik düzenlendiğini kaydeden Ersoy, bu yıl etkinlik sayısını 6 bine çıkarmayı hedeflediklerini belirtiyor.

Geçen yıl bu festivallerin bir kısmına katıldım ve yazılarımla da destek verdim. 16 şehirde, toplamda 8 ay sürecek, yerel lezzetleri, sanatı, kültürü, tarihi, tek bir noktada birleştirmeyi başaran bu etkinlik zincirini Türkiye'nin kültürel mirasını deneyimlemek için harika bir fırsat olarak görüyorum. Kesinlikle ilinizde yapılacak olan bu festivalleri kaçırmayın. Aşağıda tarihlerini veriyorum.

Peki, bu festivallerin ne gibi faydaları bulunuyor

Kültür Festivalleri

, Türkiye'nin zengin tarihi ve kültürünü anlatmak ve gelecek nesillere aktarmak için önemli platformlardır. Bu etkinlikler aracılığıyla, illerin yemek kültürü, tarihi eserler, geleneksel sanatlar ve el sanatları gibi kültürel miras öğeleri geniş kitlelere tanıtılır ve korunması için farkındalık oluşturulur.

Festivaller, Türkiye'nin uluslararası alandaki tanıtımına katkıda bulunur. Bu vesileyle Türkiye'nin kültürel zenginliği ve çeşitliliği dünyaya tanıtılmış olur. Türkiye'nin farklı bölgelerine turist çekmek ve turizm sektörünü geliştirmek için de Festivaller önemli bir araçtır. Turizmde ürün çeşitliliği ve markalaşmanın önünü açan, kültür ve sanatla bütünleşmiş bir turizm, bölgedeki işletmelere ve yerel ekonomiye önemli bir katkı sağlar. Konaklama, yeme-içme, ulaşım ve alışveriş gibi sektörlerde artan bir talep oluşturur.

Sanat ve kültüre erişim imkanı sunan festivaller, farklı kültürlerden insanları bir araya getirir ve sosyal dayanışmaya öncü olur. Ortak bir kültür etrafında bir araya gelmek ve eğlenmek için bir fırsat sunar. Ayrıca gençlerin sanata ve kültüre katılımını teşvik etmek için de önemli bir araçtır. Gençlere yeni deneyimler sunar ve potansiyellerini geliştirmelerine yardımcı olur.

Festivaller, Türkiye'nin kültürel çeşitliliğini yaşamak için önemli bir platformdur. Farklı etnik kökenlerden ve inançlardan insanların gelenekleri ve değerleri tanıtılır. Aynı zamanda, yerel kimliğin korunması ve güçlendirilmesine de katkıda bulunur. Yerel gelenekler ve değerler hatırlanır ve gelecek nesillere aktarılır.

Sürdürülebilirlik ilkelerine göre düzenlenen bu festivaller, çevreye duyarlı bir yaklaşım sergiler. Geri dönüşüm, atık yönetimi ve enerji tasarrufu gibi konularda farkındalık oluşturur.

Tarihine göre illerin “Kültür Yolu Festivalleri”

  1. 13 - 21 Nisan 2024, Adana, Portakal Çiçeği Karnavalı,           
  2. 25 Mayıs - 02 Haziran 2024, Şanlıurfa
  3. 01 - 09 Haziran 2024, Bursa
  4. 08 - 16 Haziran 2024, Samsun
  5. 22 - 30 Haziran 2024, Trabzon
  6. 29 Haziran - 07 Temmuz 2024, Van
  7. 03 - 11 Ağustos 2024, Nevşehir
  8. 17 - 25 Ağustos 2024, Erzurum
  9. 31 Ağustos - 08 Eylül 2024, Çanakkale
  10. 14 - 22 Eylül 2024, Gaziantep
  11. 21 - 29 Eylül 2024, Konya
  12. 21 - 29 Eylül 2024, Ankara
  13. 28 Eylül - 06 Ekim 2024, İstanbul
  14. 12 - 20 Ekim 2024, Diyarbakır
  15. 26 Ekim - 03 Kasım 2024, İzmir
  16. 02 - 10 Kasım 2024, Antalya
1 Nisan 2024
Abartılı iftar sofraları israf mı?

İsrafı, “İhtiyaçtan fazlasını kullanmak, gereksiz yere harcamak ve haddi aşmak” diye özetleyebiliriz. Dinimiz israfı kesinlikle yasaklamaktadır. Birçok ayet ve hadiste de israfın günah olduğu ve zararları açıkça dile getiriliyor. İslam’ın yanı sıra, bütün dinler ve ahlâkî öğretiler de israfla ilgilenmiş, sorunun çözümü için değişik yöntemler geliştirmişlerdir. Konu gayet nettir ancak neyin israf olup olmadığı ise izaha muhtaçtır.  

Yeme içme alanındaki israfı biraz açmak gerekirse; bana göre bu alanda israf, göreceli ve biraz muğlak bir kavramdır. Bu durumu farklı bedenlere sahip iki insan örneğiyle açıklayabilirim. 100 kilogramdan fazla kilolu bir birey ile nispeten daha az kilolu bir birey arasında, yedikleri açısından israf durumu çok farklıdır. Birine bir tas çorba ve az bir porsiyon yemek yetip fazlası israf olurken, diğerine üç tabak bile az gelebilir.

Genel olarak çok fazla yenilmesine karşı olsam da, çok abartılmadığı takdirde bunu tam olarak israf saymıyorum. Hele Ramazanda 15 saat açlığa tahammül etmiş birine biraz fazla yemesinin israf olduğunu söylemenin haksızlık olacağı kanaatindeyim. Bence gerçek anlamda israf, masadaki yemeklerin yenilmeden çöpe atılmasıdır. Bu durum, hem gıdanın değerini düşürür hem de açlık çeken insanlara karşı bir duyarsızlık göstergesidir.

Günümüzün yemek alışkanlıkları açısından da bakarsak yemeyeceğin yemeği tabağına almak ve onu çöpe gitmesine göz yummak bence israftan da öte büyük günahtır. Türkiye'de her yıl milyonlarca ton gıda da bu şekilde çöpe giderek israf edilmektedir. Bu durum hem ekonomik hem de çevresel açıdan büyük bir sorundur.

Yine de israfı açgözlülüğün ve doymak bilmezliğin bir sembolü olarak görebiliriz. Masadaki bereketin ve bolluğun, hoyratça tüketilerek yok edilmesi üzücü bir durumdur. Bu nedenle, her lokmanın değerini bilmeli ve israftan kaçınmak için bilinçli bir şekilde tüketmeliyiz.

Restoranlarda iftar sofraları

Restoranlardaki iftar sofralarının israf olup olmadığı ise sofradaki çeşitlilik, porsiyonların büyüklüğü ve artan yiyeceklerin geri dönüştürülüp dönüştürülmediği gibi birçok faktöre bağlıdır. Bu şekilde abartılı iftar sofralarının israf sayılabilecek yönleri elbette bulunuyor. İhtiyaçtan fazla sayıda çeşit olması, her şeyden biraz yenmesi ve kalanların çöpe atılması gibi.

Ancak israf endişesi var diye dostlarımızı restoranlarda iftarda ağırlamaktan kesinlikle vazgeçmemeliyiz.

İşte bu nedenle son zamanlarda bazı restoranların yüksek fiyatlı iftar menülerinin eleştirildiğini görüyorum ve bu eleştirilere kısmen de hak veriyorum. Fakat bu durum tüm sektörü töhmet altında bırakmamalı. Çok uygun iftar menüsü sunan veya Ramazan öncesi fiyatıyla fix menü uygulamayan restoranlar da mevcut. Ramazan'da dostlarımızı güzel bir mekanda ağırlamanın da bir bedeli olduğunu unutmamak gerekir.

Ramazan, feyzi her bir köşede hissedilen, bereketin ve paylaşmanın doruk noktasına ulaştığı bir mevsimdir. Her yıl bu mübarek ayda, akşam ezanı ile birlikte sofralar kurulur, iftar davetleri ile gönüller bir araya gelir. Hem evlerde hem de lokantalarda sıcak bir atmosfer ve samimi sohbetler Ramazan'ın ruhunu yaşatır. Kurumlar da bu manevi coşkuya ortak olarak çalışanlarını ve müşterilerini iftar sofralarında buluşturur. Bu sofralar, sadece bir yemekten öte, dayanışma ve sevginin paylaşıldığı özel anlara dönüşür.

İftar vermenin en pratik ve keyifli yollarından biri de şüphesiz restoranlarda düzenlemektir. Böylece ev halkı yorulmadan, misafirlerin rahatı ve keyfi ön planda tutularak bu özel anlar yaşanabilir. İyi bir restoranda evlerde pek yapılamayan, döner, kebap, büryan gibi lezzetleri pek yememiş insanlar var. Senede bir ay olan Ramazanda birkaç kez restoranda bu kişilere bu lezzetleri tattırmak emin olun Allah'ın da hoşuna gidecektir.

O sofralardan israf çıkmaz, çünkü kalan yemekler evlere paket yapılıyor. Ayrıca çoğu restoranda iftar sofralarında artan yiyecekler geri dönüştürülüyor, hayvan barınaklarına ve ihtiyaç sahiplerine veriliyor.

Sonuç olarak: Ramazan ayında iftar sofraları, paylaşmanın ve bereketin simgesidir. Bunun için de illa büyük sofralar kurmak gerekmez. Bir bardak su veya bir hurma ile bile iftar vermek mümkündür. İsrafı önlemeye özen göstererek bu güzel geleneği yaşatmak hepimizin görevidir.

25 Mart 2024
Gastronomi neden çok önemli?

Çünkü gastronomi önümüze konan güzel bir tabaktan öte o safhaya gelinceye kadarki tüm süreçle ilgilenir. Bu anlamda gastronomi bir lezzet yolculuğudur. Aynı zamanda gastronomi, sadece mideye hitap eden bir olgu değil, yemek ve kültürün zarif bir ilişkisidir. Zengin ve iştah açıcı lezzetlerin sunuluşundan, belirli bölgelere özgü pişirme tekniklerine kadar uzanan geniş bir yelpazeyi kapsar.

İyi yeme sanatı ve beslenme biliminin bir araya gelmesiyle oluşan gastronomi, duyusal bir deneyim sunar. İşte bu deneyim, lezzet tomurcuklarını okşayan tatlar keşfetmeyi, yeni pişirme teknikleri denemeyi ve farklı kültürlerin mutfak geleneklerini anlamayı içerir. Gastronomi, sadece sofradaki lezzetlerle sınırlı kalmaz, insanoğlunun beslenmeyle kurduğu tarihi ve kültürel bağları da inceler.

Yemeklerin ardındaki hikayeleri keşfetmek, bir bölgenin ruhunu tatmak ve insanlığın ortak paydası olan beslenme etrafında bir araya gelmek, gastronominin sunduğu eşsiz deneyimlerden sadece birkaçıdır. Gastronomi, lezzet ve kültürün harmanlandığı bir ziyafet, duyuların şöleni, insanlığın ortak mirasıdır. Bu sofrada her damak tadına hitap eden bir lezzet ve her kültüre dair bir hikaye bulunur.

Eğer siz de bu lezzet yolculuğuna çıkmak isterseniz, TGRT Haberde gastronomi dünyasının kapıları size sonuna kadar açıktır. Yeni tatlar keşfetmeye, farklı kültürleri deneyimlemeye ve yemeklerin ardındaki hikayeleri öğrenmeye hazır olun.

Gastronomi dünyası sizi bekliyor.

TGRT Haber'de yepyeni bir köşe ile sizlerleyiz! Bu köşede gastronomiye dair her şeyi bulabileceksiniz. Leziz mekanlar, Lezzet festivalleri, sağlıklı beslenme tüyoları, illerin yöresel lezzetleri ve daha fazlası...

Lezzete yolculuk

Gastronomiye delicesine tutkun olan yazarınız ben Talip Bayram, A’dan Z’ye bu sektöre ait ne varsa birlikte inceleyecek ve bu köşede lezzet duraklarını birlikte keşfedeceğiz. Deneyimlediğim mekanların hikayelerini, lezzetlerini ve konumlarını sizlerle paylaşıyor olacağım. Benim kalemimden lezzet duraklarını keşfetmek, yeni mekanlar ve lezzetler keşfetmek için bu köşeyi takip edin lütfen.

Siz de katılın!

Lezzet duraklarını benimle keşfedin. Benden gelen lezzet önerilerine ek olarak, siz de favori mekanlarınızı ve lezzetlerinizi benimle paylaşabilirsiniz. Yorumlarınız ve geri dönüşleriniz, bu köşenin interaktif bir platform olmasını sağlayacak.

Türk Mutfağına önem veriyoruz

Köşede öncelik, Türk mutfağına ve yöresel lezzetlerimize verilecek. Erzurum'un cağ kebabı, Siirt'in büryanı, Karadeniz'in pidesi ve Konya'nın tandırı gibi her yörenin özel lezzetleri bu köşede yer alacak.

Lezzet ve sunum dengesi

Gastronomi bir sanat olarak kabul edilir. İyi bir şef, lezzete önem verdiği kadar sunuma da özen gösterir. Ben, lezzet ve sunumun birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğunu savunuyorum.

Bu köşede sizleri neler bekliyor?

  • Lezzet festivalleri ve gastronomi etkinlikleri hakkında haberler
  • Türkiye'nin farklı şehirlerinden lezzet durakları
  • Yöresel lezzetlerin keşfi
  • Deneyimli bir gastronomi yazarının lezzet yorumları
  • Lezzet ve sunumun buluştuğu tabaklar
  • Sizden gelen lezzet önerileri ve yorumlar

Gastronomi neden önemli?

Gastronomi aslında bir bilim dalıdır. Üniversitelerin artık bu başlıkta bölümleri bulunuyor. Gastronomi, yukarıda saydıklarımın ötesinde yediğimiz ürünlerin güvenirliğini de araştırır. Bu konunun neden çok önemli olduğunu hemen hemen her yemeğimize koyduğumuz baharatlarla ilgili bir araştırmanın sonucunu paylaşarak size anlatmaya çalışacağım. Yeditepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakognozi ve Fitoterapi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Erdem Yeşilada’nın yaptığı araştırmaya göre mutfakların vazgeçilmez baharatlarından olan ve piyasada açıkta satılan kekikler, kekik değil.

Kekik aslında doğal bir koruyucu

Prof. Dr. Yeşilada, kekiğin içinde bulunan ve kokusunu veren uçucu yağların kışın hastalıklardan koruduğunu söylüyor. Kekik, insan vücudunu mikroplardan korur. Buzdolaplarının olmadığı eski zamanlarda et gibi bozulabilecek besinler ya tuza ya da kekiğe yatırılırdı. Uçucu yağlar son derece koruyucudur. Mısırlıların bugüne kadar gelen mumyalama teknikleri de uçucu yağlar sayesinde olmuştur. Uçucu yağlar sayesinde mikroplar ölüyü çürütemez. Kekik mikroorganizmalara karşı büyük bir savaş verir ve çok kuvvetli mikrop giderici özelliği vardır.

Kekiğin içindeki değerli uçucu yağları alınmış

Prof. Dr. Yeşilada, aktarlarda açıkta satılan kekiklerin çoğunda, bitkiye kokusunu ve şifalı özelliklerini veren uçucu yağların bulunmadığını söylüyor. Marmara Bölgesi'nde yapılan bir araştırmada, açıkta satılan kekiklerin çoğunda yeterli miktarda uçucu yağ bulunamadı. Peki, neden uçucu yağlar yok? Çünkü uçucu yağlar pahalı olduğu için, kekikten arıtma yöntemiyle ayrıştırılıyor. Bu işlem sırasında bitkinin görsel görünümü bozulmadığı için, kurutulup kekik diye tekrar satılıyor.

Uçucu yağsız kekik "ceset" gibidir!

Prof. Dr. Yeşilada, uçucu yağları alınmış kekiği cesede benzetti. Uçucu yağlar alındıktan sonra, nemli ortamlarda kurumaya bırakılan kekikte, karaciğere zarar verebilecek aflatoksin adı verilen mantar ve bakteriler üremeye başlıyor.

Ne yapmalı? Sorusunun cevabını işte bu köşede vermeye çalışacağız.

Haftaya görüşmek üzere!

19 Mart 2024