Yapay zeka (YZ)... Son yılların en parlak, en umut vadeden teknolojisi. Hayatımızı kolaylaştıracağına, verimliliği artıracağına, hatta insanlığın çözemediği sorunlara çare olacağına dair büyük bir beklenti var. Tıp, eğitim, ulaşım, sanat; dokunmadığı alan neredeyse kalmadı. Ancak bu göz kamaştırıcı madalyonun bir de karanlık, pek konuşulmayan bir yüzü var. Acaba bu teknolojik devrim, gezegenimizin ve belki de kendi geleceğimizin sonunu getirecek bir canavara dönüşüyor olabilir mi?
Yapay zekanın açlığı, özellikle enerjiye olan açlığı korkunç boyutlarda. Bugün itibarıyla YZ sistemlerinin çalışması için harcanan enerjinin, orta büyüklükte bir ülkeden daha fazla seviyelere ulaştığı biliniyor. Daha da endişe verici olan, bu tüketimin katlanarak artacak olması. Yapılan projeksiyonlara göre, 2024 yılında yaklaşık 10 terawatt-saat (TWh) olan YZ kaynaklı enerji tüketiminin, 2026’da 90 TWh gibi devasa bir rakama fırlayacağı düşünülüyor. Ve acı gerçek şu ki, bu devasa enerji ihtiyacının büyük bir kısmı hala fosil yakıtlardan karşılanıyor. Yani YZ geliştikçe, karbon ayak izimiz de onunla birlikte büyüyor.
Peki, bu enerjiyi bu kadar hızlı ve sürekli sağlamak için ne yapıyoruz? Ekosisteme geri dönülmez zararlar veriyoruz. Ama sorun sadece enerji üretimiyle sınırlı değil. Yapay zeka sistemlerini oluşturan o karmaşık işlemcilerin, ekran kartlarının ve diğer donanımların üretimi için de doğanın derinliklerine iniyoruz. Silisyum (Si), Galyum (Ga), Germanyum (Ge) gibi yarı iletkenlerden, Lityum (Li), Kobalt (Co), Nikel (Ni) gibi batarya hammaddelerine; Neodyum (Nd), Disprozyum (Dy), Terbiyum (Tb), İtriyum (Y), Gadolinyum (Gd), Lantan (La), Skandiyum (Sc), Evropiyum (Eu) gibi Nadir Toprak Elementleri'ne (NTE-17); Altın (Au), Gümüş (Ag), Kalay (Sn), Paladyum (Pd), Tungsten (W) gibi kıymetli metallerden Titanyum (Ti) ve hatta Neon, Argon, Kripton gibi gazlara kadar uzanan geniş bir maden yelpazesine ihtiyaç duyuluyor. Bu madenlerin çıkarılması, işlenmesi ve taşınması; doğal yaşam alanlarının yok olmasına, su kaynaklarının kirlenmesine ve toprağın zehirlenmesine neden oluyor.
İşte tam bu noktada insanlık kendini bir köşeye sıkıştırmış durumda. Bir yanda, eğer yapay zeka geliştirme hızı bu şekilde devam ederse, ekosistem üzerindeki baskı katlanarak artacak ve gezegenimizin taşıma kapasitesini aşacağız. Diğer yanda, eğer bu gelişim durdurulursa veya yavaşlatılırsa, çok ciddi ekonomik kayıplar ve belki de toplumsal bir gerileme yaşanacak. Çünkü YZ, artık pek çok sektörün lokomotifi haline geldi.
Dahası, yapay zekaya olan bağımlılığımız her geçen gün artıyor. Artık "agent" olarak adlandırılan yapay zeka yardımcıları, tüm işlerimizi devralmaya aday. Muhasebeden müşteri hizmetlerine, içerik üretiminden kişisel asistanlığa kadar her alanda YZ'yi konumlandırdığımızda, bu sistemler olmadan iş yapamaz hale geleceğiz. Bir kez bu kolaylığa ve verimliliğe alıştığımızda, geri dönüşümüz pek mümkün olmayacak. Bu da demek oluyor ki, enerji açlığımız ve dolayısıyla ekosisteme verdiğimiz zarar, bu bağımlılıkla birlikte katlanarak devam edecek. İnsanlığın refahı için yola çıkan bir teknoloji, ironik bir şekilde insanlığın yaşam alanını tehdit eder hale gelecek.
Hammadde sıkıntısı kapıda, enerji krizi derinleşiyor ve ekolojiye verdiğimiz zararlar artık görmezden gelinemeyecek seviyede. Tüm bunlar, yapay zeka çağının karanlık mirası olabilir.
Peki, madalyonun bu diğer yüzünü görmezden gelerek, gerçekten de yapay zeka ile sonumuzu mu hazırlıyoruz? Belki de asıl zeka, bu gidişata "dur" diyebilecek kolektif bir bilinç geliştirmek, sürdürülebilir enerji kaynaklarına ve geri dönüştürülebilir materyallere öncelik vermek, YZ'nin gelişimini etik ve ekolojik sınırlar içinde tutabilmektir. Yoksa, Prometheus'un ateşi gibi kontrolümüzden çıkan bu teknoloji, oluşturduğumuz canavarın ilk kurbanının yine kendimiz olmasına yol açabilir. Düşünmek ve acilen harekete geçmek zorundayız.
YZ teknolojileri, özellikle üretici modeller gibi ChatGPT, muazzam miktarda enerji tüketiyor. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) verilerine göre, veri merkezleri, kripto para birimleri ve YZ’nin toplam enerji tüketimi 2022’de küresel enerji talebinin yaklaşık %2’sini oluşturuyordu (IEA Electricity 2024). Bu rakamın 2026’ya kadar iki katına çıkarak Japonya’nın toplam enerji tüketimine eşit olabileceği öngörülüyor. Daha spesifik olarak, YZ’nin enerji tüketiminin 2024’te 10 TWh iken, 2026’da 90 TWh’a ulaşması bekleniyor. Bu, orta büyüklükte bir ülkenin enerji tüketimine denk bir rakam.
Özellikle üretici YZ modelleri, enerji açısından yoğun. Örneğin, bir ChatGPT sorgusu, standart bir Google aramasından yaklaşık 10 kat daha fazla enerji tüketiyor (Polytechnique Insights). Günlük 9 milyar Google aramasının yıllık enerji tüketimi yaklaşık 0.295 TWh iken, benzer bir kullanım oranıyla ChatGPT’nin tüketimi 9.52 TWh’a ulaşabilir (Designboom). Bu rakamlar, YZ’nin enerji açlığının ne kadar büyük olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Bu enerji talebinin büyük bir kısmı hala fosil yakıtlardan karşılanıyor. Yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş devam etse de, YZ’nin hızla artan talebi, bu geçişi zorlaştırıyor ve karbon emisyonlarını artırıyor. Örneğin, Microsoft’un 2020’den bu yana karbon emisyonlarının %30 artması, YZ odaklı veri merkezi genişlemelerine bağlanıyor (World Economic Forum).
YZ teknolojisinin donanımları, işlemciler ve ekran kartları gibi bileşenler için çok sayıda maden gerekiyor. Bunlar arasında silikon (Si), galyum (Ga), germanyum (Ge), arsenik (As), fosfor (P), bor (B), alüminyum (Al), altın (Au), gümüş (Ag), kalay (Sn), nikel (Ni), kobalt (Co), tantal (Ta), paladyum (Pd), volfram (W), nadir toprak elementleri (neodimyum (Nd), disprozyum (Dy), terbiyum (Tb), itriyum (Y), gadolinyum (Gd), lantan (La), skandiyum (Sc), avrupyum (Eu)), lityum (Li), titanyum (Ti) ve soyl gazlar (neon, argon, kripton) yer alıyor.
Bu madenlerin çıkarılması ve işlenmesi, çevreye ciddi zararlar veriyor. Nadir toprak elementlerinin madenciliği, yoğun su kullanımı ve toksik atıklar üretiyor, bu da yerel ekosistemleri tahrip ediyor. Örneğin, Çin’deki nadir toprak madenciliği, su kirliliği ve toprak erozyonu gibi sorunlara yol açıyor. Ayrıca, bu madenlerin çoğu belirli ülkelerde yoğunlaşmış durumda, bu da tedarik zincirinde güvenlik riskleri ve sürdürülebilirlik sorunları oluşturuyor. YZ’nin artan talebi, bu madenlere olan ihtiyacı daha da artırarak çevresel yıkımı hızlandırıyor.
YZ’nin hızlı gelişimi, ekonomik büyümeyi destekliyor ve hayatımızı kolaylaştırıyor. Ancak bu ilerleme, ekosisteme verilen zararlarla gölgeleniyor. Eğer YZ gelişimini durdurursak, ekonomik kayıplar kaçınılmaz olabilir; yeni teknolojilere dayalı iş modelleri, otomasyon ve verimlilik artışları sekteye uğrayabilir. Öte yandan, mevcut hızda devam etmek, çevresel sürdürülebilirliği riske atıyor. Bu, insanlığın kendini köşeye sıkıştırdığı bir ikilemi yansıtıyor: teknolojik ilerleme ile gezegenimizi koruma arasında bir denge bulmak zorundayız.
YZ’ye olan bağımlılığımız her geçen gün artıyor. Akıllı ajanlar, otomasyon sistemleri ve diğer YZ uygulamaları, iş süreçlerimizi ve günlük yaşamımızı dönüştürüyor. Ancak bu bağımlılık, enerji açlığımızı da körüklüyor. YZ sistemleri hayatımıza daha fazla entegre oldukça, geri dönüşü olmayan bir yola girebiliriz. Enerji talebinin artması, fosil yakıtlara bağımlılığı sürdürebilir ve ekosisteme verilen zararları artırabilir. Bu durum, uzun vadede insanlığa ciddi zararlar verebilir; iklim değişikliğinden su kaynaklarının tükenmesine kadar pek çok sorunla karşı karşıya kalabiliriz.
YZ’nin çevresel etkisini azaltmak için birkaç yol izlenebilir. İlk olarak, yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş hızlandırılmalı. Veri merkezlerinin güneş, rüzgar veya hidroelektrik gibi temiz enerji kaynaklarıyla çalışması, karbon ayak izini azaltabilir. İkinci olarak, YZ modellerinin enerji verimliliği artırılmalı; daha küçük, özel görevlere odaklı modeller, büyük ve genel amaçlı modellerden daha az enerji tüketebilir (MIT Technology Review). Üçüncü olarak, maden çıkarımında sürdürülebilir yöntemler geliştirilmeli ve geri dönüşüm teşvik edilmelidir.
Ayrıca, düzenleyici kurumlar YZ’nin çevresel etkilerini izlemeli ve şeffaflığı artırmalıdır. Örneğin, Avrupa Birliği’nin “YZ Yasası” (A.I. Act), yüksek riskli YZ sistemlerinin enerji tüketimini raporlamasını zorunlu kılıyor (Yale e360). Bu tür düzenlemeler, YZ’nin çevresel etkilerini kontrol altına almada önemli bir adım olabilir.
YZ, insanlığın geleceğini şekillendiren güçlü bir araç. Ancak bu teknolojinin getirdiği faydalar, çevresel maliyetlerle gölgeleniyor. Enerji tüketimi, maden ihtiyacı ve ekosisteme verilen zararlar, YZ’nin sürdürülebilirliğini sorgulatıyor. İnsanlık olarak, teknolojik ilerleme ile çevresel sorumluluk arasında bir denge kurmak zorundayız. Aksi takdirde, madalyonun diğer yüzü, bizi beklenmedik ve yıkıcı sonuçlara sürükleyebilir. YZ’nin parlak vaatlerini gerçekleştirmek için, daha yeşil ve sürdürülebilir bir yaklaşım benimsememiz şart.