Kategoriler
UYGULAMALAR
İstanbul
Dünya yeni bir döneme giriyor. Güç dengeleri değişiyor, ticaret rotaları yeniden çiziliyor, değerler sistemi bile dönüşüyor. Soğuk Savaş sonrası “küreselleşme mucizesi” olarak adlandırılan dönem, artık yerini korumacı, rekabetçi ve çoğu zaman içe kapanan bir dünya düzenine bırakıyor. Devletler yeniden sahnede; ancak bu sefer “her şeye karışan” değil, stratejik alanlarda yönlendiren ve rekabeti güçlendiren devletler fark yaratıyor. Türkiye için de mesele tam olarak burada başlıyor: Yeni dünyada nasıl bir yöntem geliştirmeliyiz?
Türkiye’nin önünde iki yol var. Birincisi, geçmişte defalarca denediğimiz korumacı ve devletçi reflekslere geri dönmek. İkincisi ise liberal aklın rehberliğinde, piyasa mekanizmasını güçlendiren, girişim özgürlüğünü savunan ve devleti akılcı sınırlar içinde yeniden tanımlayan bir yol çizmek. Bu ikinci yol, zor ama sürdürülebilir olandır. Çünkü dünya artık “büyüklüğe” değil, esnekliğe ve öngörülebilirliğe değer veriyor.
Devletin görevi artık üretmek değil, üretimi kolaylaştırmak olmalı. Hukukun üstünlüğü, yatırım güvenliği ve serbest rekabet, modern bir ekonominin temel direkleridir. Türkiye’nin önceliği, bireyin girişim gücünü açığa çıkaracak, yeniliği cezalandırmayan bir sistem kurmaktır. Bugün bir gencin teknoloji girişimi için harcadığı enerjinin yarısını bürokrasiye değil, inovasyona harcayabilmesi gerekiyor. Liberal kalkınmanın özü tam da budur: Devlet çekildikçe, birey büyür; birey büyüdükçe, ülke kalkınır.
Yeni dünya düzeninde dış politika da ekonomiyle iç içedir. Türkiye artık sadece doğu ile batı arasında bir köprü değil, fikir ve ticaret üretiminde merkez olma potansiyeline sahiptir. Bunun yolu, yeni serbest ticaret anlaşmalarıyla küresel pazarlarla entegrasyonu artırmaktan, Türk Devletleri Teşkilatı ve Afrika gibi yükselen bölgelerle güçlü ekonomik bağlar kurmaktan geçer. Ticaret duvarları örmek yerine köprüler kurmak, Türkiye’nin geleceğini belirleyecektir.
Ancak tüm bunların gerçekleşebilmesi için Türkiye’nin önce özgürlüğe güvenmesi gerekiyor. Özgürlük yalnızca bir fikir değil, ekonomik verimliliğin de temelidir. Fikirlerin, sermayenin ve ticaretin özgürce dolaştığı bir ülke, kalıcı refah üretir. Kısıtlama ve denetim üzerine kurulu sistemler kısa vadede istikrar sağlayabilir, ama uzun vadede durgunluk yaratır. Türkiye, yeni yüzyılda “devleti büyütmek” yerine bireyi güçlendirmeyi tercih etmelidir.
Dünyada yeni bir soğuk savaş ihtimali konuşulurken, Türkiye’nin bu karmaşık ortamda taraf olmaktan çok, bağımsız karar alabilen, ticaretle diplomasi üretebilen bir ülke kimliğini koruması gerekir. Bu, ne Batı’ya teslimiyet ne de Doğu’ya yöneliştir. Bu, Türkiye’nin kendi potansiyeline, kendi insanına ve kendi girişim gücüne inanmasıdır.
Küresel sistem değişiyor, ama başarı hâlâ aynı temele dayanıyor: özgür birey, şeffaf devlet ve rekabetçi ekonomi. Türkiye bu üçlüyü yeniden tesis ederse, yalnızca bu dönemi atlatmakla kalmaz, yeni dünya düzeninin şekillendirici ülkelerinden biri haline gelir.
Çünkü asıl mesele, değişen dünyada yön aramak değil, özgürlükten korkmamaktır.
