Kategoriler
UYGULAMALAR
İstanbul
Çin, elektriği yalnızca bir enerji kaynağı olarak değil, stratejik bir ekonomik araç ve adeta yeni bir “para birimi” olarak kurguluyor. Üretimden veri merkezlerine, yapay zekâdan ulaşıma kadar her şeyi kWh üzerinden büyüten bu model, ülkeyi yeni bir çağın elektrodevleti haline getiriyor.
İnsanlık tarihi boyunca paranın değeri hep üretimle ilişkilendirildi. Tahıl, hayvan, altın, fiziksel emek… Ne varsa, hepsi doğrudan üretim kapasitesine bağlıydı. Bugün ise aynı bağ, bambaşka bir formda geri dönüyor: kilovat-saat (kWh).
Dijital teknolojiler, elektrikli ulaşım, robotik üretim hatları ve yapay zekâ sistemleri, tek bir kritik girdiye dayanıyor: elektrik. Bu yüzden kWh, modern ekonominin en “temiz” üretim kapasitesi göstergesi haline geliyor. Ve açıkçası bunu ilk fark eden ve stratejiye dönüştüren ülke de Çin.
Electrek’in aktardığına göre Çin şehirlerinde sokaklar şarj istasyonlarıyla dolmuş durumda. Bu istasyonlardan bazıları 1 MW güce kadar çıkıyor. Ülke genelinde şarj noktası sayısı 16 milyonu aşarken, 2027 hedefi 28 milyon. Bu altyapıyı sadece otomobiller değil; kamyonlar, dağıtım araçları ve batarya taşıyan servis araçları da kullanıyor. Üretim tesislerinden veri merkezlerine kadar tüm sektörler enerjiyi, ekonomik gücün gerçek temeline dönüştürmüş durumda.
Bir değerin para birimi olabilmesi için ölçülebilir, bölünebilir, depolanabilir ve evrensel olması gerekir. Elektrik, bunların hepsine sahip. Üstelik itibari para ya da finansal varlıkların aksine doğrudan üretim kapasitesine bağlı. Bu açıdan bakınca kWh, politik baskılardan ve enflasyonist manipülasyonlardan görece uzak, fizik yasalarıyla tanımlanan bir gerçeklik sunuyor.
Bu yaklaşım Çin’de sadece teorik bir tartışma değil; devlet politikalarının sessizce yön verdiği stratejik bir zemin haline gelmiş durumda. Ülke, bu yeni “elektrik ekonomisi”nin darphanesini kurmak için benzeri görülmemiş bir hızla elektrik üretim kapasitesi inşa ediyor.
Özellikle yenilenebilir enerjide rakamlar çarpıcı: Çin, 2030 için koyduğu 1.200 GW yenilenebilir kapasite hedefini beş yıl erkenden, 2025’te yakaladı. Sadece 2024’te yenilenebilir kaynaklar, ülkenin toplam kurulu gücünün yüzde 56’sını oluşturdu ve enerji talebindeki artışın yüzde 84’ü temiz enerjiyle karşılandı. Çin bugün hem dünyanın en büyük elektrik üreticisi hem de tüketicisi konumunda.
Bu dev enerji altyapısının tamamı, dünyanın en büyük kamu şirketlerinden biri olan State Grid Corporation of China (SGCC) tarafından yönetiliyor. Merkezî kontrol sayesinde serbest piyasa koşullarında pek mümkün olmayan ölçekte planlama yapılabiliyor. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri, ülkenin batısındaki dev güneş ve rüzgâr çiftliklerinden kıyıdaki sanayi bölgelerine elektrik taşıyan Ultra Yüksek Gerilim (UHV) şebekesi.
Çin, elektrik şebekesini yalnızca enerji altyapısı olarak değil, doğrudan sanayi politikası aracı olarak da kullanıyor. Ülkede ortalama elektrik fiyatı 0,084 dolar/kWh ile küresel ortalamaların altında. Ama asıl fark, fiyatlandırmanın stratejik olarak sektöre göre ayarlanmasında ortaya çıkıyor.
“Farklılaştırılmış Elektrik Fiyatlandırması” adı verilen modelde, enerji yoğun ama düşük katma değerli sektörlere yüksek tarife uygulanarak bu alanlar caydırılıyor. Buna karşılık stratejik sektörler, düşük elektrik fiyatları ve çeşitli teşviklerle destekleniyor.
Bu politikanın en net göründüğü yer ise yapay zekâ sektörü. Alibaba ve Tencent gibi devlerin işlettiği veri merkezlerinin elektrik faturaları, kimi zaman yüzde 50’ye varan oranlarda sübvanse ediliyor. Fakat bunun önemli bir şartı var: Bu merkezlerde yalnızca yerli üretim, Çin yapay zekâ çipleri kullanılmak zorunda. Özellikle de Huawei’nin geliştirdiği çözümler.
Devlet, enerji sübvansiyonunu bir nevi yatırım aracına çevirerek yerli çip ekosistemini büyütmek ve yabancı teknolojiye bağımlılığı azaltmak istiyor. Benzer bir tablo yeşil teknoloji tarafında da görülüyor. BYD gibi şirketler, devlet kontrollü enerji ve üretim altyapısının üzerine inşa edilen bu ekosistemin başrol oyuncularından.
Çin’in elektriği merkezine alan yaklaşımının en sert adımlarından biri, kripto paralara karşı aldığı önlemler oldu. 2021’de hükümet, tüm kripto para işlemlerini ve madenciliğini yasakladı. Resmî gerekçe finansal istikrar olsa da, perde arkasında daha derin bir strateji olduğu açıkça hissediliyor.
Devlet açısından bakıldığında, kripto paralar sermaye kaçışını kolaylaştıran ve servetin devlet kontrolü dışına taşmasına izin veren bir araçtı. Dahası, elektrik ekonomisinin merkezde olduğu bir düzende, kripto madenciliği aynı temel kaynağı tüketiyor: elektrik. Yani enerjiyi, devletin yönlendirebileceği stratejik sektörler yerine, merkeziyetsiz bir değer deposu oluşturmak için kullanıyor.
Bu yüzden Çin, kripto madenciliğini yasaklayarak hem ekonomik kontrol üzerindeki hâkimiyetini yeniden pekiştirdi hem de en değerli kaynağı olan elektriğin “israfını” kesti. Böylece boşa harcanan enerji, yapay zekâ ve imalat gibi stratejik alanlara kaydırılabildi. Günümüz ekonomisinde üretim tamamen şebeke gücüne bağımlıyken, ulusal gücün kaynağı altın ya da kâğıt para değil; devlet kontrolündeki kilovat-saat haline geliyor.
Bu noktada blok zinciri teknolojisinin rolü de yeniden tanımlanıyor. Elektriğin temel para birimi haline geldiği bir ekonomide, blok zinciri aslında mükemmel bir hesap defteri olarak devreye girebilir. Ama burada amaç, klasik anlamda spekülatif kripto para üretmek değil; kayıt tutmak.
Dağıtık defter yapıları, her kilovat-saatin üretimden tüketime kadar şeffaf şekilde izlenmesini sağlayabilir. Karmaşık sanayi sözleşmeleri akıllı sözleşmelerle otomatikleşir, şebeke yük dengesi merkezi bir aracıya gerek kalmadan yönetilebilir. Yani blok zinciri, bu “elektrik standardı” için bir tür bankacılık yazılımına dönüşüyor.
Öte yandan, Proof of Work (emek ispatı) temelli kripto paralar –özellikle Bitcoin– bu çerçevede çelişkili bir yere oturuyor. Ağ güvenliği için temel para birimini, yani elektriği harcayan Bitcoin madenciliği, 21. yüzyılın altını sayılabilecek kilovat-saatleri adeta eritiyor. Ortada somut bir üretken varlık kalmıyor, yerine piyasa talebine bağlı olarak dalgalanan türev bir token ortaya çıkıyor. Bu nedenle Bitcoin, güvenli değer deposu iddiasını giderek yitiriyor.
Çin ise bu çelişkiye net bir yanıt veriyor. Bitcoin madenciliğini ağır şekilde yasaklarken, Blockchain-based Service Network (BSN) ve Dijital Yuan gibi blok zinciri tabanlı çözümleri destekliyor. Böylece enerjiyi tüketen “fırını” kapatıp, enerji ekonomisini takip ve kontrol etmek için yeni nesil bir “defter” sistemine yatırım yapıyor.
Bu stratejiyi anlamak için biraz da kavramlara bakmak gerekiyor. Çin’in hedeflediği “elektrodevletler”, ekonomisini ve sanayisini elektrik ve temiz enerji üzerine kuran ülkeleri ifade ediyor. Buna karşılık geleneksel “Petrol Devletleri” (Petrostates) hâlâ fosil yakıt ihracatı ve bağımlılığına dayalı bir model sürdürüyor.
Çin’in yaklaşımı, yalnızca kendi sanayisini güçlendirmiyor; Afrika’dan Batı Pasifik’e kadar pek çok gelişmekte olan ülkeye de enerji bağımsızlığı ve kendi mini-elektrodevletlerini kurma fırsatı sunuyor. 2024’te Çin’in güneş paneli ihracatı 236 GW’a ulaştı; bu, 2019’un yaklaşık üç katı. Afrika’ya yapılan ihracat ise bir önceki yıla göre yüzde 60 arttı. Elektrikli araçlar, bataryalar, rüzgâr ve gaz türbinleri, küçük ölçekli nükleer reaktörler ve modern şebeke ekipmanları da bu temiz teknoloji ihracatının önemli parçaları.
Özetle Çin, petrol devletlerinin geçmişte petrol üzerinden kurduğu etkiyi şimdi elektrik üzerinden inşa etmeye çalışıyor. Elektriği hem ihracat aracı hem de bağımlılık ve nüfuz mekanizması haline getiriyor. Bu, ülkenin küresel üretimdeki liderliğini temiz enerji çağına taşıyor; petrol ve gaz ithalatına bağımlılığı azaltarak uzun vadeli enerji egemenliği sağlıyor.
2023 itibarıyla Çin’de elektrifikasyon oranı yüzde 32 seviyesinde ve her yıl yaklaşık 1 puan artıyor. Avrupa ve ABD’de ise bu oran son on yılda neredeyse yerinde saydı. Çin, böylece sadece üretimde değil, tüketim tarafında da elektrik çağını öne çekmiş durumda.
Elektrodevlet olma fikri aslında iki ayrı boyut taşıyor. İlk boyut, Çin’in temiz enerji teknolojilerinin üreticisi olarak küresel pazarı domine etmesiyle ilgili. 2024’te temiz enerji sektörleri, Çin’in GSYH’sinin yüzde 10’unu aşmış durumda ve ülke, güneş panelleri ile bataryalar gibi ürünlerde ihracatta lider.
İkinci boyut ise elektriğin nihai enerji tüketimindeki payı. Çin’de bu oran, yukarıda da belirtildiği gibi yaklaşık yüzde 32 ve ABD ile AB’nin ilerisinde. Japonya ile neredeyse başa baş bir seviyede.
Her ülkenin Çin gibi hem üretici hem de tüketici elektrodevlet olması gerekmiyor. Örneğin Bangladeş, üretimde öne çıkmasa da kamu binalarına güneş paneli kurarak hastaneler ve okullarda elektrik arzını artırıyor ve böylece tüketici elektrodevlet olma yolunda ilerliyor. Pakistan ise son altı yılda Çin’den ithal ettiği paneller ve bataryalarla elektrik sistemini neredeyse ikiye katladı, fosil yakıt fiyatlarındaki dalgalanmalara daha az bağımlı hale geldi. Suudi Arabistan, üretici petrostate olarak kalmayı planlarken, iç tüketimde elektrifikasyonu artırıp hidrokarbonlarını ihracata ayırma hesabı yapıyor.
Tüketici elektrodevlet olmanın faydaları az buz değil. Elektrik, fosil yakıtlara göre daha verimli, temiz ve güvenli bir enerji sağlıyor. Güneş her gün parlamasa, rüzgâr her zaman esmese bile elektrik, ambargolar ya da döviz krizleriyle bir anda kesilmiyor. Elektrifikasyon, üretkenliği artırmanın yanında eğitim ve sağlık gibi kamu hizmetlerini de genişletmeye yardımcı oluyor.
Üretici elektrodevlet olmak ise çok daha karmaşık bir strateji gerektiriyor. Tüm temiz enerji teknolojilerinde aynı anda lider olmak gerçekçi değil. Güneş panelleri gibi düşük kâr marjlı ama ölçek isteyen alanlarda Çin hâlâ açık ara önde. Buna karşın batarya üretimi ve elektrikli araç teknolojileri, hem ekonomik katma değer hem de istihdam açısından daha cazip alanlar olarak öne çıkıyor.
Çin’in temiz enerji üretimindeki ağırlığı, aslında daha geniş bir endüstriyel yapbozun parçası. Endüstriyel robotlardan yarı iletkenlere, akıllı telefonlardan şebeke ekipmanlarına kadar birçok alanda politik etki alanını genişletiyor.
Sonuçta bir ülke elektrodevlet olmayı hedefliyorsa, nerede duracağını iyi belirlemesi gerekiyor. Küçük bir niş ihracat pazarında Çin’le rekabet etmeye çalışmak kulağa cazip gelebilir ama uzun vadede asıl önemli olan, kendi ekonomisini elektrifikasyon yoluyla dönüştürmek. Daha geniş kalkınma imkânları yaratmak ve üretimi ucuz, bol elektrik etrafında yeniden kurgulamak, sürdürülebilir bir strateji olarak öne çıkıyor.