Bayram Ola!

GİRİŞ:
2025-06-05
saat ikonu 13:02
|
GÜNCELLEME:
2025-06-05
saat ikonu 13:02

Bir Gün Tüm İnsanlık Aynı Sofrada Oturursa…
Bayram ola…
Belki de bu çağın en çok ihtiyacı olan cümle bu. İçinde barış var, kucaklaşma var, helalleşme var, affedişin hafifliği, hatırlayışın sıcaklığı var. Bayram, insanlığın kendini unuttuğu bu yüzyılda, kendine dönüş temennisi terennüm eden eski bir şarkı gibi… Kudüs’ten Saraybosna’ya, Şam’dan Diyarbakır’a, Buhara’dan Endülüs’e kadar ezgisi aynı olan bir çağrı: “Bayram ola!”
Oysa bayram, sadece takvimlerin kırmızıyla işaretlediği bir tatil günü değil. Bayram; bir kavuşmadır, bir yavaşlayış, bir yüzleşme, bir dua. Yeryüzünün en çok ihtiyaç duyduğu da bu değil mi zaten? Birbirini anlamadan geçen kalabalıklar çağında, yavaşlayıp sarılabilmek, dinleyebilmek, affedebilmek…
İnsanoğlu kendine bir bayram borçlu.
Çünkü hiçbir uygarlık, yıkıntıların içinde annesini arayan bir çocuğun gözyaşını açıklayamaz.
Ve hiçbir kalkınma modeli, annesiz kalan bir bayram sabahını telafi edemez.
Gazze’de bayram; bir mezarlık başında sessizce oturan çocuğun gözlerinden akan yaşlardır.
Uygur’da bayram, susturulan dillerin kıyısında, göğe açılmış ellerle hâlâ beklemektedir.
Sudan’da, Yemen’de, Arakan’da bayram bir yudum suya, bir tutam umuda gizlenmiş vaziyette…
Dünya milletlerinin kalbinde, farklı isimlerle anılsa da benzer bir öz vardır bayramlarda:
Birlik, bereket, merhamet, hatırlama…
Japonya’da Obon Bayramı ataların ruhlarını anmak için kutlanırken;
Afrika’da Kwanzaa, köklerle yeniden bağ kurmak içindir.
Brezilya’da Carnaval bir nevi içsel arınma, maskelerin ardındaki hakikati kutlamadır.
Noel, Paskalya, Holi, Diwali... Her biri kendi inancının içinde barışı, affı, ışığı arar.
Ve her biri insanlığın bir başka yüzünden aynı duaya katılır:
"Bayram ola!"
Ama ya ortak bir bayram?
Dünyanın bütün çocuklarının aynı sofrada oturduğu, dilin, ırkın, sınırın olmadığı bir gün?
Birleşmiş Milletler kararlarıyla değil; kalpten imzalanmış sözleşmelerle ilan edilmiş bir insanlık bayramı?
Ne silah sesi, ne açlık, ne ayrımcılık…
Sadece bir masa: Ortasında ekmek, çevresinde insanlar.
Ve bir kelime dolanıyor dudaklardan: Bayram ola…
Düşünsenize, bir gün bütün liderler gözyaşlarına tercüman olmayı öğrenirse;
Kudüs’e barış gelir, Şam’a bahar…
Gazzeli bir çocuğun başını okşar Berlinli bir kadın,
Kabil’den Tokyo’ya bir bayram tebessümü yayılır.
Bu bir ütopya değil.
Bu, bayramın asli hüviyetidir: İnsanlığı yeniden insan kılmak.
Çünkü bayram, geleceğe bakar hep...
Bayram, göç yollarında doğan bebeklerin vatansız büyümemesi için edilen duadır.
Bayram, Afrika’nın kırgın topraklarında yeniden yeşeren zeytin dalıdır.
Bayram; binlerce çocuğun, aynı anda kendi dillerinde "ben de buradayım" deyişidir.
Ve biz, bu çağda birbirimize bir bayram borçluyuz.
Toprağa, denize, gökyüzüne…
Anneye, çocuğa, göçmene, yetime…
Kendimize.
O hâlde, bayram ola…
İlk bayram, birbirimizi affettiğimiz gün başlayacak.
İkinci bayram, öteki dediğimiz herkesle aynı sofraya oturduğumuzda…
Üçüncü bayram, barışı sadece pankartlara değil, kalplere yazdığımızda gelecek.
Ve dördüncü bayram...
Belki de hiçbir bayrağın dalgalanmadığı ama insanlık onurunun göklere yükseldiği o büyük gün...
Bayram ola, dünya…
Bayram ola, insanlık…
Bayram ola, kara çağ...