Filistin Ve Anas el-Şerif’in Vasiyeti

GİRİŞ:
2025-08-12
saat ikonu 09:30
|
GÜNCELLEME:
2025-08-12
saat ikonu 09:30

Bir vasiyet düşünün; kâğıdı barutla kararmış, harfleri gökyüzünden kopmuş taş parçalarıyla delinmiş. Satırlarında, bir insanın ömrü değil, adeta bir toprağın çarpan kalbi var. Anas el-Şerif, hayatının son cümlelerini yazarken, dünyaya haber değil, bir yük bırakıyordu: Taşınmazsa insanlık eksilecekti.

O, Cibaliya’nın dar sokaklarında büyümüş bir muhabirdi; ama kamerası, yalnızca savaş görüntüleri değil, dünyanın utancını da kaydediyordu. Her karede, bir çocuğun kırık oyuncaklarıyla birlikte paramparça olmuş düşleri vardı. Her haberde, bombanın değil, sessizliğin daha ağır olan sesi… Çünkü biliyordu: ’de insanı öldüren, yalnızca mermi değil, dünyanın isteyerek duymazdan geldiği hakikatti.

Size Filistin’i emanet ediyorum.

Size, hayal kurma imkânı tanınmamış, bedenleri duvarlara savrulmuş çocuklarımı emanet ediyorum.”

Anas el-Şerif

Bir İmtihanın Emaneti

Vasiyetinde “Size Filistin’i emanet ediyorum” dediğinde bir toprak parçası değil, bir imtihanı bırakıyordu geriye. Filistin, kilometrelerle ölçülecek bir coğrafyadan öte; insanın, adalet ve zulüm arasındaki tercihini her gün yeniden yaptığı bir terazidir. ’ye bakmak, yalnızca orada yaşayanları değil, bu çağın bütün insanlığını tartmaktır.

Ama bu terazi sadece vicdan meselesi değildir; aynı zamanda stratejik bir denklemdir. Gazze’de atılan her bomba, ’ün statüsünden, Akdeniz’in doğusundaki enerji hatlarına; Doğu Akdeniz’in deniz yetki alanlarından, Arap sokağının damarlarında dolaşan öfkeye kadar uzanan bir zincir oluşturur. , sadece bir şehri değil, bölgenin bütün jeopolitik dengesini yeniden inşa etmeye çalışırken; Filistin halkının direnişi, yalnızca toprak savunması değil, bu denklemin içine yerleşmiş bir direnç hattıdır.

Gözbebeğim kızım Şam’ı emanet ediyorum; zaman bana onu hayalimdeki gibi büyürken görme fırsatını tanımadı.”

Anas el-Şerif

Osmanlı’dan Günümüze Uzanan Hat

Filistin’in hikâyesi, sadece 20. yüzyılın ortasında başlamadı. Kudüs’ün taşlarına sinmiş dualar, Akdeniz kıyılarında yankılanan ezan sesleri, Osmanlı sancaklarının gölgesinde geçen yüzyıllar… 1517’de Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferiyle Osmanlı topraklarına katılan Kudüs, dört asır boyunca hem Müslümanların, hem Hristiyanların, hem Yahudilerin huzurla yaşadığı bir merkezdi. O günlerden kalan miras, bugün hâlâ bölgenin damarlarında dolaşan bir hatırlatmadır: Bir şehir, bir imparatorluğun ahlakıyla yönetildiğinde, barışın da stratejisi olur.

20. yüzyılın başında İngiliz mandası ile başlayan bölünme siyaseti, haritaları cetvelle bölerken halkları birbirinden ayırdı. 1948’de İsrail’in kuruluşu, sadece Filistinlilerin değil, bütün bölgenin siyasi tarihine kazınan bir kırılma anıydı. O günden sonra Filistin, bir coğrafya olmaktan çıktı, bir sembole dönüştü: İşgal altındaki her toprağın, mazlum bırakılmış her halkın simgesi.

Allah’ım, kanımı halkım ile ailem için özgürlük yolunu aydınlatan bir ışık kıl.”

Anas el-Şerif

Türkiye İçin Stratejik Zorunluluk

Türkiye açısından bu mesele, yalnızca dini veya insani bir sorumluluk değil; aynı zamanda stratejik bir zorunluluktur. Filistin’deki her gelişme, Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarımızdan, Mavi Vatan doktrininden, enerji güvenliğimizden ve bölgesel ittifaklardan doğrudan etkilenir. Filistin’in düşmesi, Akdeniz’deki güç dengesinin tamamen İsrail ve destekçileri lehine kayması demektir. Bu, yalnızca Gazze’nin kaybı değil, bütün bir bölgesel vizyonun çöküşüdür.

Vasiyetin Altındaki Çağrı

Anas el-Şerif’in “Gazze’yi unutmayın” çağrısı, yalnızca bir insani hassasiyet değil; stratejik bir uyarıdır. Gazze unutulursa, Ortadoğu’daki güç dengeleri İsrail lehine kalıcı olarak şekillenir. Filistin davası sahneden çekilirse, bu yalnızca Arap-İsrail çatışmasının değil, Türk dünyasından Afrika’ya uzanan geniş bir hattın da kırılması anlamına gelir.

Filistin’in yarını, masa başında çizilen haritalarla değil, uğruna hayatını ortaya koyanların kelimeleriyle şekillenecek. Anas el-Şerif, geride bir veda değil, yönünü kaybedenlerin elinde bir pusula bıraktı.

Onu unutanlar, yalnızca bir muhabirin sesini değil; Kudüs’ün kandilinde yanan, kökü toprağın derinlerine inmiş zeytin ağacının ışığını da karanlığa teslim eder.