Gazze, on sekiz yıldır tarihin gördüğü en uzun ve en acımasız ablukalardan biri altında nefes almaya çalışıyor. Bu ablukayı dayatan işgalci İsrail, sadece gıda ve ilaç yollarını değil, aynı zamanda insanlığın onurunu da kapatıyor. Elektriğin kesilmesi, yakıtın engellenmesi, ilaçların ulaşmaması sadece bir savaş taktiği değil, topyekûn bir yok etme planıdır. Çocukların süt tozuna ulaşamadığı, hastaların oksijen tüpü bulamadığı, kitapların bile engellendiği bir yerde artık mesele askeri değil, insanlığa karşı işlenen sistematik bir suçtur.
Bugün dünya, sessizliğiyle bu suçun ortağıdır. Uluslararası hukuk kâğıt üzerinde kalırken, insan hakları beyannamesi sadece vitrin süsü haline gelmiştir. Oysa tarihin öğrettiği bir hakikat vardır: zulmün normalleşmesine izin verilirse, adalet toprağın altına gömülür. İşte bu yüzden, artık işgalci İsrail’e karşı bir “insanlık ablukası” uygulanmalıdır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan son sözlerinde bu gerçeği açıkça vurguladı: İsrail’in zulmü bir “dine değil, sapkın bir ideolojiye” hizmet etmektedir. Bu ifadeler, Filistin meselesini dini bir çatışmanın ötesine taşıyarak, bir insanlık meselesi olarak konumlandırmaktadır. Erdoğan’ın “Gazze, Batı Şeria ve Doğu Kudüs Filistinlilerindir” çıkışı, sadece bir diplomatik mesaj değil, tarihe düşülmüş bir kayıt; gelecekte vicdanların sorgulanacağı bir manifestodur. Aynı zamanda Netanyahu’yu Hitler’le ideolojik akraba görmek, tarihin acı deneyimlerinden bugünün zalimlerini teşhir eden güçlü bir benzetmedir.
Tarihte gördük: Apartheid Güney Afrika’sı ancak küresel boykotlarla çöktü. Nelson Mandela yıllarca hapiste tutuldu, fakat onun direnişini boğan duvarlar değil, dünyanın suskunluğu olsaydı Apartheid hâlâ ayakta olurdu. Mandela’nın dediği gibi, “Özgürlük bir başkasının özgürlüğüyle mümkündür.” Bugün Filistin özgür değilse, insanlığın da özgürlüğü eksiktir.
Aynı şekilde Martin Luther King, siyahların mücadelesini anlatırken, “Adalet her geciktiğinde, aslında inkâr edilmiş olur” diyordu. Gazze’de geciken her adalet, inkâr edilen bir çocuk hayatıdır.
Daha da geriye gidersek, Haçlı kuşatmaları döneminde şehirlerin açlıkla teslim alınmaya çalışıldığına tanık oluruz. Kudüs’ün kapılarında yaşanan dram, sadece askerlerin değil sivillerin açlıkla sınandığı bir tarih sayfasıdır. Bugün Gazze’de yaşanan ise modern çağın kuşatma biçimidir; tankların yerini diplomatik suskunluk, mancınıkların yerini yaptırım korkuları almıştır. Ama yöntem aynı: bir halkı açlığa, susuzluğa, çaresizliğe mahkûm ederek teslim almak.
Bu noktada Doğu’nun irfanı da bize sesleniyor. İmam Gazali, “Zulüm, düzeni yıkan bir zehirdir” der. Dünyanın düzeni, Gazze’deki zulmü görmezden geldikçe zehirlenmektedir. Mevlana ise, “Bir mum, diğerini tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez” diyerek dayanışmanın esasını hatırlatır. Gazze için yakılan her mum, sadece oradaki çocuklara değil, insanlığın karanlıkta kalan vicdanına da ışık olacaktır.
İnsanlık ablukası işte tam da bu tarihî ve hikemî zinciri kırmak için gereklidir. Vicdanlı milletlerin ortak iradesiyle hayata geçirilebilir. Hiçbir ticari anlaşma, hiçbir diplomatik imtiyaz, hiçbir askeri iş birliği bu zulüm devam ederken meşru değildir. Spor müsabakalarından kültürel etkinliklere, teknolojiden enerjiye kadar İsrail tecrit edilmelidir. Çünkü Gazze’de çocuklar açlıktan ağlıyorsa, dünya başkentlerindeki ışıkların parlamasının hiçbir anlamı yoktur. Çünkü Gazze’de kadınlar enkaz altında can veriyorsa, salonlarda yapılan barış konferanslarının hiçbir kıymeti yoktur.
Tarihin terazisi ağırdır. Bugün Gazze için sesini yükseltmeyenler, yarın kendi vicdanlarının sessizliğinde boğulacaklardır. Dünya, işgalcinin etrafına çıkar hesaplarının değil, insanlığın ördüğü bir duvar çekmek zorundadır. Gazze’ye uygulanan abluka kalkmadan, İsrail’e insanlık ablukası uygulanmadan bu utanç defteri kapanmayacaktır.