Kategoriler
UYGULAMALAR
İstanbul
1974 yazında Türk ordusu, tarihe “Barış Harekâtı” olarak geçen o büyük adımı attığında, Kıbrıs Türk halkı ölüm ile varlık arasındaki en keskin çizgideydi.
Bir millet, yok edilmenin eşiğinden dönmüş; yalnızca canını değil, onurunu da kurtarmıştı.
O gün, %3’lük dar bir alanda sıkışmış Türk nüfus, kendi kaderini yeniden yazdı. Toprak genişledi, özgürlük yeniden filizlendi.
Ama ne yazık ki o zafer, uzun vadeli bir bilinç inşasıyla taçlandırılamadı.
Aradan geçen yarım yüzyılda Türkiye, askeri bir başarıyı stratejik bir geleceğe dönüştürmekte ciddi bir sınav verdi.
Eğitimden kültüre, demografiden kimlik inşasına kadar birçok alanda pasif, hatta edilgen bir seyir izlendi.
Kıbrıs’ta “kurtarılmış topraklar” korunabildi belki, fakat “kurtarılmış zihinler” kaybedildi.
Rum tarafı, çocuklarına hâlâ aynı masalı anlatıyor:
“Ada Rumlara aittir, Türkler işgalcidir.”
Ve bu masal, yıllar geçtikçe inanca, inanç da politik bilince dönüşüyor.
Oysa Türk tarafında, ders kitapları 1974 öncesine dair tek bir satırla bile değinmiyor. Tarih unutturuluyor, kimlik silikleşiyor, millî hafıza bir müfredat hatasının satır aralarında kayboluyor.
Bu boşluk, elbette birileri tarafından dolduruluyor.
1975 sonrası Türkiye’den adaya yerleştirilen binlerce Türk ailesi, zaman içinde bilinçsizce kimlik krizi yaşayan kuşaklar yetiştirdi.
Yeni nesil, ne tam Kıbrıslı ne de tam Türkiyeli...
Kökleri bulanık, yönü belirsiz bir kimlik sarkacında gidip geliyor.
Bu zemin, doğal olarak Türkiye karşıtlığının mayalandığı bir toplumsal iklime dönüştü.
Seçimlerin Aynasında Yeni Gerçeklik
Ve bugün, bu kimlik erozyonunun en somut sonucu, sandıkta karşımıza çıktı.
19 Ekim 2025’te yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde Tufan Erhürman, oyların %62,8’ini alarak yeni cumhurbaşkanı seçildi.
Türkiye ile yakın ilişkileri savunan mevcut başkan Ersin Tatar ise yalnızca %35,8’de kaldı.
Bu tablo, artık Kıbrıs Türk halkının büyük bir kesiminin yönünü Ankara’dan değil, Brüksel’den bulacağını gösteriyor.
Erhürman’ın söylemi uzun süredir aynı eksende:
Federal çözüm, AB üyeliği, Rum tarafıyla birleşme vizyonu.
Bu ise Türkiye’nin “iki devletli çözüm” ısrarıyla taban tabana zıt.
Dolayısıyla bu seçim sonucu, yalnızca bir iktidar değişikliği değil, Türkiye’nin ada üzerindeki politik ve kültürel nüfuzunun gerilemesi anlamına geliyor.
Zihinlerde Kaybedilen Savaş
Sandığa giden seçmenlerin önünde dört aday vardı; bunlardan üçü, Türkiye’ye mesafeli değil, doğrudan karşıt bir çizgideydi.
Kimi Avrupa pasaportu hayaliyle “KKTC diye bir şey yoktur” diyordu,
Kimi “Ankara gölgesinden çıkalım” çağrısını “bağımsızlık” kisvesine bürüyordu.
Ve bugün bu söylemler, toplumun neredeyse yarısı tarafından desteklenir hale geldi.
Bu tabloyu sadece bir seçim gerçeği olarak görmek büyük bir yanılgıdır.
Bu, yıllardır süren zihinsel ihmalin, kültürel kopuşun ve eğitimdeki boşluğun fotoğrafıdır.
Türkiye, Kıbrıs’ta sadece bir askeri varlıkla değil, bir medeniyet iddiasıyla bulunmak zorundaydı.
Fakat bu iddia ne müfredata, ne medya diline, ne de toplumsal hafızaya yansıyabildi.
Sonuçta, artık mücadele toprakta değil, zihinlerde kaybediliyor.
Beş Yıl: Son Pencere
Kıbrıs, eğer önümüzdeki beş yıl içinde stratejik, kültürel ve eğitimsel anlamda yeniden yapılandırılmazsa;
Nüfus planlaması yapılmaz, tarih bilinci köklenmezse;
Yeni bir “Barış Harekâtı” gerekmeden sessizlikle kaybedilecek.
Bu kez tankla değil, ihmalle;
Bu kez kurşunla değil, ihmalin soğuk sessizliğiyle.
Bir Ayna Olarak Kıbrıs
Kıbrıs, bugün bir coğrafyadan çok daha fazlasıdır.
Türkiye’nin dış politikadaki hafızası, kendi kimliğini koruyabilme iradesinin aynasıdır.
Ve o ayna, her geçen gün biraz daha buğulanıyor.
Buğuyu dağıtmak, yalnızca diplomasiyle değil, eğitimle, kültürle, tarihle mümkündür.
Yoksa bir sabah, buğulu aynada artık kendi yüzümüzü göremeyeceğiz.