Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şu sözü, yalnızca bugünün değil, bin yıllık devlet geleneğimizin özüdür:
“Kılıç kınından çıkarsa; kaleme ve kelama yer kalmaz.”
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın uyarısı da aynı çizgiyi işaret ediyor:
“Artık diplomasinin araçlarını kullanarak geleceğimiz noktanın sonuna ulaşmış oluyoruz.”
Bu iki cümle yan yana geldiğinde, Türk diplomasisinin ana ekseni ortaya çıkar: Masa sonuna kadar zorlanır, kelam ve kalem işletilir; ama sabır noktası aşıldığında kılıç devreye girer.
Benim Aklımın Yarısı Ahlat, Yarısı Söğüt’tür
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Ahlat’ta dile getirdiği şu söz, Türk tarihinin köklerini bugünün stratejik hafızasına bağlayan güçlü bir hatırlatmadır:
“Benim aklımın yarısı Ahlat, yarısı Söğüt’tür.”
Ahlat, 1071 Malazgirt Zaferi’nin ardından Anadolu’ya girişimizin sembolüdür; Türk milletinin yurt edinme iradesini taşır. Söğüt ise Osmanlı’nın doğduğu toprak, kuruluşun ve dirilişin ocağıdır. Ahlat olmadan Anadolu’ya giriş; Söğüt olmadan ise ebedî devlet fikri düşünülemez. Bu yüzden Bahçeli’nin sözleri, sadece bir tarih hatırlatması değil; bugünün jeopolitiğine verilen mesajdır. Çünkü Türkiye’nin bugün masada yürüttüğü diplomasi de, sahada gösterdiği caydırıcılık da bu iki mirasın birleşiminden beslenmektedir. Ahlat’ın iradesiyle Söğüt’ün devlet aklı birleştiğinde ortaya çıkan çizgi, bizi hem diplomaside sabırlı hem gerektiğinde sahada kararlı kılan temel stratejidir.
Zaferden Sonra Barış
Türk tarihinin her dönemi bu dengenin örnekleriyle doludur. 1071’de Malazgirt’te Sultan Alparslan, Bizans İmparatoru Romen Diyojen’i esir aldıktan sonra bağışladı. Bu, Anadolu’ya yalnızca bir zaferle değil, bir barış mesajıyla girildiğinin işaretiydi.
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un fethinden sekiz yıl sonra Venedik’le imzaladığı 1479 Antlaşması’yla savaşın ardından barışı kalıcı kıldı. Kanuni Sultan Süleyman, Fransa’ya verdiği kapitülasyonlarla Avrupa siyasetinde yeni dengeler kurdu; kalem, kılıcın kazanımlarını taçlandırdı. Sokullu Mehmed Paşa’nın Kıbrıs zaferinden sonra Venedik’le yaptığı barış da aynı anlayışın ürünüdür.
Karlofça Antlaşması (1699) Osmanlı için kayıp anlamına gelse de, diplomasi sayesinde imparatorluğun ömrü uzatıldı. Osmanlı’nın yüzlerce yıl süren hâkimiyetinde bu esnek diplomasi ile kılıcın caydırıcılığı yan yana yürüdü.
Cumhuriyetin Denge Sanatı
Cumhuriyet, aynı çizgiyi devam ettirdi. Lozan Antlaşması, süngüyle kazanılan bağımsızlığın masa başında mühürlenmesiydi. Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesi, Türkiye’nin dış politikasına barışçı bir yön verdi.
Balkan Antantı (1934) ve Sadabat Paktı (1937), bölgesel güvenliği sağlayan anlaşmalardı. İnönü’nün II. Dünya Savaşı boyunca izlediği denge siyaseti, Türkiye’yi büyük bir yıkımdan korudu. 1964 Johnson Mektubu’na verilen cevap, Türkiye’nin sabırla yürüttüğü diplomasinin sınırını gösterdi. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ise masada bitmeyen bir krizin, sahada çözüldüğünün ilanıydı.
Soğuk Savaş sonrasında Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile kurulan ilişkiler, 2000’lerden itibaren Afrika açılımı, Katar krizindeki rol, Karabağ Zaferi’ne verilen destek ve Mavi Vatan doktrini, Cumhuriyet diplomasisinin hem sabırlı hem de kararlı yüzünü yansıtır.
Bugünün Kelamı
Gazze’de insanlık dramı sürüyor. Ukrayna’da savaş, Avrupa güvenliğini yeniden tanımlıyor. Doğu Akdeniz enerji denklemleri, Karadeniz tahıl koridoru ve Suriye’deki gelişmeler… Türkiye tüm bu başlıklarda masada kalıyor ama gerektiğinde sahada caydırıcılığını gösteriyor.
“Bir gece ansızın geliriz” ifadesi, sadece bir askeri tehdit değil; diplomasiyi ayakta tutan bir caydırıcılık mesajıdır. Çünkü muhataplar bilir ki Ankara sabreder, masada kalır; ama zamanı geldiğinde kararı uygular. Bugün Suriye’de terör koridoruna izin verilmemesinin ardında bu stratejik kararlılık yatmaktadır.
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, Türk dış politikasının ana çizgisi hiç değişmedi:
Kelamı korumak için kılıç, kılıcı susturmak için kalem.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uyarısı ve Hakan Fidan’ın sözü, bu stratejinin günümüzdeki ifadesidir. Türkiye diplomasiyi sonuna kadar kullanacak; ama bir gün o nokta gelirse, kılıç kınından çıkacak ve kelam susacaktır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve Hakan Fidan’ın sözleriyle çizilen bu stratejik çerçeve, Devlet Bahçeli’nin Ahlat’ta dile getirdiği şu ifadeyle tarihî köklerine yaslanır: “Benim aklımın yarısı Ahlat, yarısı Söğüt’tür.” Çünkü Ahlat, Malazgirt zaferiyle Anadolu’ya giriş kapımız; Söğüt ise dirilişin, kuruluşun beşiğidir. Bugün masada diplomasiye, sahada caydırıcılığa sarılırken aslında bu iki hafızadan besleniyoruz: Ahlat’tan gelen iradeyle, Söğüt’ten yükselen devlet aklıyla. Ve biliriz ki, kılıç kınından çıkarsa artık kelam susar; ama kelamın gücü kılıcı kınında tutabiliyorsa, kılıç da kelamı hedefe ulaştırıyorsa devlet ebed müddet yaşar.