Kudüs’te Son Nöbetçi

GİRİŞ:
2025-09-20
saat ikonu 11:10
|
GÜNCELLEME:
2025-09-20
saat ikonu 11:10

Bu, ’te 55 yıl süren nöbetin hikâyesidir.

1917 yılının Aralık ayı… Osmanlı Devleti artık dört bir cephede yorgun düşmüş, imparatorluğun kalbi parçalanmış, ordular çekilmek zorunda kalmıştır. Kudüs’te görev yapan 20. Kolordu, İngiliz birliklerinin ilerleyişi karşısında ağır kayıplar verir. Devletin kudreti zayıflasa da bir onur ve vefa gereği Kudüs hemen terk edilmez; artçı birlikler şehri yağma ve kargaşadan korumak için geride bırakılır. İşte o gün, 20. Kolordu’nun 36. Tabur, 8. Bölük, 11. Ağır Makineli Tüfek Takımı’nın komutanı Iğdırlı Hasan Onbaşı, komutanından aldığı emirle Mescid-i Aksa’nın kapısında nöbete durur. Ve tam 55 yıl boyunca bu nöbeti bırakmaz.

1972 yılında gazeteci İlhan Bardakçı, Mescid-i Aksa’nın avlusunda, dimdik ayakta duran, yüzü Anadolu toprağı gibi çatlamış, gözleri suskun bir nöbetçiyle karşılaştı. İsrailli yetkililer onu bir meczup sandı. Ama Bardakçı Türkçe selam verince, 55 yıldır unutulmuş bir dile geldi. Hasan Onbaşı, “Kudüs’ü kaybettiğimiz gün bırakıldım buraya, nöbetim hâlâ bitmedi” dedi.

Düşünün, devlet yıkılmış, sancak inmiş, ordu çekilmiş… Ama bir Anadolu evladı, komutanına verdiği sözü tutmak için yarım asırdan fazla aynı noktada dimdik durmuş. Yiyecek istememiş, üniforma aramamış, alkış beklememiş. Tek istediği, emaneti ulaştırmaktı: “Kumandanıma söyleyin, tekmilim tamamdır. Hâlâ nöbetteyim…”

Bu manzara, aslında bir milletin hafızasıdır. Biz çoğu kez unuttuk. Selvi gibi göğe yükselen o sadakati görmezden geldik. Devlet adamlarımız arasa da Hasan Onbaşı bulunamadı. Belki de bulunmak istemedi; çünkü o, bir hatıranın, bir sadakatin, bir nöbetin sembolüydü.

Selahaddin Eyyubi, Haçlıların kalabalık ordularına karşı Kudüs’ü geri alırken, askerlere ilk emri şuydu: “Bu toprakta mazlum dahi olsa tek bir cana kıymayın.” Çünkü Kudüs yalnızca Müslümanların değil, bütün insanlığın vicdanıdır. Yavuz Sultan Selim, 1517’de şehre girdiğinde binlerce kandili yaktırıp orduyla beraber yatsı namazı kıldığında, aslında bu nöbeti kıyamete kadar sürdürmek üzere devralmıştı. Abdülhamid Han, hayatının sonuna kadar Kudüs için verilen rüşvet tekliflerini reddederken, “Ben Kudüs’ü satmam” diyerek Hasan Onbaşı gibi tekmilini tamamlamıştı.

Demek ki Kudüs nöbeti yalnızca bir askerin değil, bir medeniyetin nöbetidir. Hasan Onbaşı, o uzun yalnızlığında aslında Selahaddin’in adaletini, Yavuz’un vakarını, Abdülhamid’in direncini temsil etti.

Bugün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler kürsüsünden yükselttiği “Dünya beşten büyüktür” haykırışı, Hasan Onbaşı’nın sessiz nöbetinin bugünkü yankısıdır. “Kudüs kırmızı çizgimizdir” sözleri, aslında 55 yıl boyunca Mescid-i Aksa kapısında bekleyen bir Türk askerinin tekmilidir.

meselesi, artık yalnızca bir coğrafyanın değil, bir insanlık sınavının adıdır. Türkiye, insani yardımlarıyla, diplomatik girişimleriyle, her fırsatta Filistin’e omuz vermeye çalışıyor. Ama esas mesele, Hasan Onbaşı’nın bize bıraktığı ahlaki mirası taşıyabilmektir. Çünkü nöbet, sadece silahla değil, kalemle, diplomasiyle, dua ile ve dayanışmayla da tutulur.

Bugün Filistinli bir çocuk taş atarken, bir anne Mescid-i Aksa’da dua ederken, bir yaşlı zeytin ağacını sularken; aslında Hasan Onbaşı’nın nöbeti sürüyor. Ve bize düşen, onun tekmilini kendi neslimizin vicdanında tamamlamaktır.

Kudüs, sadece taş ve topraktan ibaret değil; Kudüs, sadakatin, emanete sahip çıkmanın, devlet-millet ahlakının adıdır. Hasan Onbaşı bize diyor ki: “Kudüs nöbeti bitmez.”

Ve biz de sormalıyız: Kudüs için biz hangi nöbetteyiz?

Güngör Yavuzaslan

Not: Bu yazı, 1972’de gazeteci İlhan Bardakçı’nın Kudüs’te tanıklık ettiği hatıradan esinlenilerek kaleme alınmıştır.