Orta Doğu’da herhangi bir taş yerinden oynadığında, haritada bir başka sınır sorgulanır. Her bomba sesi sadece dünyayı değil, zihniyetleri de sarsar. İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü saldırılar, bölgede yürüttüğü açık gizli operasyonları, Batı desteğiyle şekillenen genişleme politikaları derken ve İran'a başlattığı artık açıktan savaş diyebileceğimiz son dört günlük saldırılar neticesinde; artık şu soruyu sormamak mümkün değil:
“İsrail'in asıl hedefi Türkiye olabilir mi?”
Bu sadece güncel bir güvenlik meselesi değil; tarihî, dinî, stratejik ve jeopolitik bir satrançtır. Ve bu oyunda hamleler çok önceden yapılmıştır.
1. Tarihî Perspektif: Siyonist Projenin Kökleri
Her şey, 19. yüzyılda Theodor Herzl'in kaleminden dökülen bir cümleyle başladı: “Yahudi devleti, Filistin’de kurulacak.” Ancak bu cümle, sadece bir devlet değil, bir medeniyet iddiasının temel taşıydı. Siyonizm yalnızca Filistin’e dönüş değil, “Yahudilere vadedilmiş topraklara” dönüş fikrini taşıyordu. Bu vaat, sadece bugünkü İsrail sınırlarını değil, Nil'den Fırat'a kadar olan tüm bölgeyi, yani Süleyman Mabedi'nin hayalî haritasını içeriyordu.
Bu haritanın içinde Mezopotamya, Suriye, Ürdün, Mısır ve evet, Güneydoğu Anadolu’nun bir kısmı da var. Bu, komplo değil; dinî kaynaklara, Siyonist ideolojilere ve bazı İsrail siyasetçilerinin açıklamalarına bakıldığında açıkça görülebilir.
2. Dinî Boyut: Arz-ı Mev’ûd ve Türkiye'nin Teolojik Konumu
Tevrat ve Talmud’daki “Vaat Edilmiş Topraklar” inancı, siyasi hedeflerle harmanlanınca, dinî misyon bir devletin diplomatik önceliği haline gelir. İsrail’deki bazı radikal dinî çevrelere göre Kudüs merkezli bir dünya düzeni inşa edilmeli, bunun için de bölgedeki tüm “teolojik kaleler” yıkılmalıdır.
Bu “kalelerden” biri de Türkiye’dir. Neden mi? Çünkü Osmanlı geçmişiyle Kudüs’ü 400 yıl barış içinde yöneten tek devletti. Çünkü İstanbul, halifeliğin son başkentidir. Ve çünkü Türk devleti, hâlâ Kudüs davasına sahip çıkan tek aktördür.
İşte bu yüzden İsrail’in gözünde Türkiye sadece coğrafî değil; ideolojik, tarihî ve manevî bir tehdit olarak kodlanmaktadır.
3. Bölgesel Strateji: İsrail Kuşatıyor, Türkiye Denge Kuruyor
İsrail’in son yıllarda Körfez ülkeleriyle normalleşme adı altında yürüttüğü diplomasi, aslında bir kuşatma zincirinin halkalarıdır. BAE, Bahreyn, Sudan ve Fas’la yapılan “Abraham Anlaşmaları” sadece barış değil, İran ve Türkiye eksenini çevreleme stratejisidir.
Doğu Akdeniz’de Yunanistan-Güney Kıbrıs-İsrail üçgeni, Türkiye’yi denize hapsetme planının bir parçasıdır. Mossad’ın Türkiye’deki casusluk faaliyetlerinin artması da boşuna değildir. Türkiye, hâlâ Gazze için BM’de ses çıkaran tek ülkedir. Hamas ile ilişkisi İsrail tarafından ulusal tehdit kabul edilmekte ve buna karşı psikolojik ve dijital operasyonlar yürütülmektedir.
4. Küresel Güç Mücadelesi: Türkiye Yeni Bir Liderlik Tanımı Yapıyor
İsrail’in Orta Doğu’daki tek rakibi İran olarak görülürken, esas jeostratejik rakip Türkiye’dir. Neden mi?
Çünkü Türkiye;
Türk Devletleri Teşkilatı ile Orta Asya’yı,
İHA/SİHA teknolojisiyle askeri dengeyi,
Enerji projeleriyle Avrupa’nın damarını,
Kültürel ve tarihî aidiyetle gönül coğrafyasını etkiliyor.
İşte bu yüzden İsrail’in uzun vadeli hedeflerinde Türkiye’nin zayıflatılması, bölünmese bile etkisizleştirilmesi, sürekli krizlerle boğuşan bir ülke haline getirilmesi önemlidir. Çünkü güçlü bir Türkiye, İsrail’in Ortadoğu merkezli “Yeni Dünya” vizyonunu geciktirir, durdurur, hatta tersine çevirir.
5. Türkiye Ne Yapmalı?
Tarihte Kudüs'ü koruyan ecdadın torunları olarak, diplomasi, savunma ve kültürel mücadele üçgeninde şu adımları önemsiyoruz:
Akılcı diplomasi: Ne Amerika ne Rusya, merkez Türkiye olmalı.
Stratejik savunma: Yerli savunma sanayi, dijital istihbarat ve siber güvenlik hamleleri artırılmalı.
Milli birlik: Mezhebi, etnik, siyasi ayrılıklarla değil; ortak bir Kudüs ideali ile birleşilmeli.
Eğitim ve bilinç: Genç nesillere Kudüs, Gazze ve Arz-ı Mev’ûd sadece harita değil; medeniyet şuurudur.
Tarih Uyanıyor, Türkiye Nöbette
İsrail’in nihai hedefi bir ülkeyi işgal etmek değil; bir medeniyet tasavvurunu ortadan kaldırmaktır. Bu medeniyetin bayraktarı hâlâ Türkiye’dir. O yüzden hedef alınan sadece sınırlarımız değil, ruh köklerimizdir. Türkiye, sadece coğrafî değil; ahlâkî ve tarihî bir duruşla, hem mazlumların duası, hem zalimlerin korkusu olmaya devam etmektedir.
Ve unutulmamalıdır:
Kudüs düştüğünde ilk göz yaşı Türk’ün olur. Kudüs direndiğinde ise umut, yine Türk’ün sesinden yankılanır. Çünkü bu toprakların mayası, Filistin’in kaderiyle yoğrulmuştur.
Bu yazı, sadece bir dış politik analiz değil; tarih, din, strateji ve ahlâk üçgeninde şekillenen bir uyarı yazısıdır. Satrançta son hamle kralı düşürmekse, Türkiye bu oyunda şah değil; oyunun kaderini değiştiren vezirdir.