İsrail’in Stratejisi Zafer Mi Çöküş Mü?
Savaşın galibi yoktur, yalnızca enkazın altında kalan hakikat vardır. İsrail’in Gazze’de başlattığı operasyonların ilk günlerinde, dünya bir kez daha demir kubbenin gölgesinde şekillenen bir “güvenlik destanı” izlediğini sandı. Ancak tarih yazar hakiki destanı; o destanların çoğu, kan ve külden yazılır. Bugün Gazze’de yaşananlar da böylesi bir tarih sayfasına dönüşüyor. İsrail, kazandığını sandığı her mevzide aslında kendi geleceğinin temel taşlarını söküyor.
Milattan önce 279… Epir Kralı Pyrrhus, Asculum’da Roma’yı dize getirdiğinde ordusunun yarısını kaybetmişti. Zaferi zafer değil, sonun başlangıcıydı. “Bir zafer daha kazanırsam tamamen mahvolurum,” dediği o an, askeri literatüre bir kavram hediye etti: Pyrrhic Zafer. Bugün Gazze’deki manzara, bu antik trajedinin modern bir yansımasıdır. İsrail’in attığı her bomba, fırlattığı her roket, Gazze’nin üzerine değil, kendi küresel meşruiyetinin üzerine düşüyor.
Modern çağın en sert cephanesi artık bilgi ve algıdır. Sosyal medya, uydular, bağımsız raporlar, Gazze’nin yıkılmış evlerini, ölen çocuklarını, açlığa mahkûm edilen sivilleri dünyanın gözlerinin içine sokuyor. Hiçbir “kendini savunma” söylemi bu görüntüleri silemiyor. Batı başkentlerinde kitlesel protestolar, üniversitelerde yükselen öğrenci hareketleri, Avrupa’da hükümetleri sarsan öfke dalgaları, İsrail’in psikolojik üstünlüğünün çöküşünü ilan ediyor.
Küresel düzenin sessiz ortakları bile artık rahatsız. Güney Afrika’nın Uluslararası Adalet Divanı’ndaki davası, bir ülkenin ahlaki kredisi tükendiğinde ne kadar yalnız kalabileceğinin simgesi oldu. Körfez’de Abraham Anlaşmaları ile kurulmuş ittifaklar çatırdıyor. Filistin’e duyarlı kamuoyları, Suudi Arabistan gibi ülkeleri normalleşmeyi askıya almaya zorluyor. İsrail, “dostlarını” bile ikna edemez hale geliyor.
Her askeri başarı stratejik bir kayba dönüşüyor. Gazze’nin ilhakı, toplu sürgün gibi radikal adımlar kısa vadede güvenlik getirse bile uzun vadede uluslararası yaptırımları, diplomatik izolasyonu ve kendi içlerinde derin fay hatlarını büyütüyor. İsrail’in genç nesilleri, bu politikanın ekonomik ve ahlaki bedelini yıllarca sırtında taşıyacak. Filistin direnişi ise baskı arttıkça daha da sembolikleşiyor, tüm dünyada vicdanları harekete geçiriyor.
Gazze bugün yalnızca bir savaş alanı değil; İsrail’in küresel meşruiyetini ve ahlaki otoritesini gömdüğü bir mezarlık. Psikolojik üstünlüğünü kaybeden İsrail, kuruluşundan bu yana inşa ettiği caydırıcılığını kendi elleriyle yıkıyor. Çünkü modern savaşlar artık yalnızca cephede değil, algı sahasında kazanılıyor. Dünya, Tel Aviv’in eylemlerini terörle mücadele olarak değil; orantısız güç, insan hakları ihlali ve apartheid politikaları olarak okuyor. Bu algı bir kez kırıldığında geri dönüş yoktur.
İsrail’in Gazze’de kazandığı her “zafer”, Pyrrhus’un sözünü doğrularcasına kendi mahvoluşunun bir basamağına dönüşüyor. Tarih, zafer diye yazılan bu trajediyi gelecekte bir stratejik felaket olarak anacak. Ve unutulmasın; bu fitil 7 Ekim’de, Şehit Yahya Sinvar’ın kararlılığıyla ateşlendi. O gün başlayan süreç, yalnızca Gazze’nin değil, İsrail’in de psikolojik ve diplomatik üstünlüğünün sonunun başlangıcı oldu.
Bu savaşın sonunda kazanan olmayacak; ama dünya, gerçeklerin artık hiçbir propaganda perdesiyle örtülemeyeceğini hatırlayacak. Çünkü çağımızda en güçlü silah, gerçeğin çıplaklığıdır. Ve o gerçek Gazze’de, enkazın arasında hâlâ nefes alıyor.