Sudan’ın Kırılgan Aynasında Parçalanan İnsanlık

GİRİŞ:
2025-11-07
saat ikonu 15:16
|
GÜNCELLEME:
2025-11-07
saat ikonu 15:16

Zamanın kalbinde bir yara var: .
’nın en geniş topraklarından biri, zamanın acımasızlığında artık insanlığın kırılgan aynası...
O aynaya bakan herkes aslında kendi yüzünü de görüyor: suskun, seyirci, suç ortağı.
Çünkü Sudan’da acımasızca parçalanan haritalardan önce insanlıktır.

Nil’in suları, yüzyıllardır olduğu gibi hâlâ aynı yöne akıyor; ama Nil nehri artık başka bir hikâye anlatıyor.
Toprağının kendi hikâyesi susturuldu, altınla dolu toprak gökyüzünde baruta karıştı.
Kızıldeniz kıyısında, görünürde yerel bir savaş sürüyor; gerçekteyse uluslararası bir soygunun hunharlık hikâyesi.
Abu Dabi ve Tel Aviv, aynı oyunun farklı sahnelerinde; biri servetin, diğeri stratejinin peşinde. Sudan, bu iki gücün parçalanma projesinde denek ülke hâline geldi.
Abu Dabi’nin Uzun Kolu, Tel Aviv’in Sessiz Onayı
(BAE), Arap Bahar’ından bu yana her özgürlük kıvılcımını tehdit olarak gördü. Muhammed bin Zayed’in kurduğu yeni düzen, korku ve kontrol üzerine inşa edildi.Sudan’da da aynı denklem işliyor: Paralı milisler, medya manipülasyonu, altın ticareti ve vekalet savaşları.
Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) denilen paramiliter yapı, görünürde bir ordu; gerçekteyse Abu Dabi’nin kiralık kas gücü.
Onlara silah veren el, ’in güvenlik stratejileriyle birleştiğinde, Sudan bir daha ayağa kalkamayacak kadar derin bir kaosa sürükleniyor.Bir zamanlar Darfur’da köyleri yakan Cancavid birlikleri, şimdi BAE’nin altın damarlarını koruyor.
Yemen’de “güvenlik gücü”, Libya’da “denge unsuru”, Sudan’da “düzen sağlayıcı” diye tanıtılan bu gruplar aslında aynı sistemin farklı yüzleri.Sömürgecilik artık üniforma giymiyor; yatırım, istikrar ve iş birliği gibi kelime oyunlarıyla insanlığı manipüle ediyor.
Oysa Sudan halkı, bu kelime oyunlarının arasında toz duman olmuş şehirlerde yaşam mücadelesi veriyor.
Altın Üzerine Kurulan Karanlık Ekonomi
Sudan’ın altını, artık Sudanlıların değil.
Yasa dışı çıkarılan tonlarca maden, BAE üzerinden Dubai’ye akıyor. Orada, “küresel borsa ürünü” olarak parlatılıyor; ama her külçenin içinde Darfur’un külü, Nil’in çamuru, bir çocuğun, bir annenin hikayesi var.
BAE bu ticareti “kalkınma” olarak gösteriyor, oysa bu bir sömürü zinciri.İsrail ise bu ekonomik ağdan hem istihbarat hem finansal kazanç sağlıyor.Bölünmüş, yönetilemez, iç çatışmaya mahkûm ülkeler, bu yeni sistemin hammaddesi hâline geliyor.
Ölümler Açlıktan Değil, Umutsuzluktan
Bugün Sudan’da sekiz milyondan fazla insan yerinden edildi.Çocuklar nehir kenarlarında kendi hikâyeleriyle değil, göç yollarında dayatma senaryolarla büyüyor.
Kadınlar -her savaşta olduğu gibi, Gazze’de de olduğu gibi- savaşın en mağduru.
Köylerde unun, ekmeğin, ağaçların, toprağın kokusu, yerini silahlardan yükselen duman kokusuna terk etti, gökyüzü sessiz çığlığında bir ağıt yakıyor, insanlığın duymayan kulaklarına...
Bu tabloyu sayısal verilerle değil, yüzlere sinen renklerde okumak gerekir.
Her yüz, insanlığın unutulmuş bir sayfasının rengi.
Uluslararası kurumların soğuk yüzlü açıklamaları, bir annenin yanan evini izlerken hissettiği yüzünün ifadesini anlatabilir mi ?
Savaş, artık bu yurtsuz dünyada sadece kurşunlarla değil, insanlığın duyarsızlıklarından ortaya çıkan sessiz bir güç birikimiyle sürüyor.
İşte burada Türkiye’nin farkı ortaya çıkmalı:
Bu coğrafyada çıkar dünyası içinden sıyrılmış vicdanla konuşan tek dil, hâlâ Anadolu’nun dilidir.
Türkiye’nin Stratejik ve Ahlaki Pozisyonu
Sudan, Türkiye için uzak bir Afrika ülkesi değil; Kızıldeniz’in eşiğinde duran bir stratejik ayna.
O aynada, hem geçmişin izleri hem geleceğin sorumlulukları görünüyor. Osmanlı’dan miras kalan bağlar, bugün yeniden insani diplomasiye dönüşebilir.
Port Sudan limanı, sadece bir ticaret hattı değil; Türkiye’nin Afrika’ya uzanan vicdan damarlarından biridir.Eğer o damar kesilirse, sadece ekonomik değil, ahlaki bir kayıp yaşanır.
Türkiye’nin bölgedeki varlığı, askeri değil; diplomatik ve insani eksende olmalıdır. TİKA, AFAD, Kızılay gibi kurumların sahadaki gücü, barışın dili hâline gelebilir.
Çünkü Türkiye’nin geçmişinde “fetih” değil, onarım vardır.
BAE’nin “parayla düzen kurma” arzusu karşısında, Türkiye “adaletle denge kurma” modelini güçlendirebilir. Strateji, insanın öncelenmediği bir yerde sadece soğuk bir hesaplamadır;ama vicdanla birleştiğinde medeniyet olur.
Bir Ülkenin Aynasında İnsanlık
BAE ve İsrail, güç gösterisi yaparken tarih bir kez daha aynı soruyu soruyor:
“İnsan olmanın bedeli nedir?”
Sudan’da çocukların açlığı, o bedelin güncel hâlidir. Bir ülke parçalanırken aslında yalnızca haritalar değil, insanların iç dünyası da bölünüyor.
Sudan bize şunu hatırlatıyor: Devletlerin büyüklüğü ordularıyla değil, yıkılanı onarma cesaretiyle ölçülür. Türkiye, bu çağın vicdanlı aktörü olma rolüne sahip. Küresel hesapların ortasında, insanı merkeze alan bir dış politika, hem diplomatik hem ahlaki üstünlüktür.Sudan’daki sessizlik büyürken, Ankara’nın sesi umut olabilir.Çünkü bazen bir ülkenin en büyük gücü, sessiz bir “yardım eli”dir.
VE
Sudan’ın altını, petrolü, limanları bir gün el değiştirebilir.
Ama insanlık kaybı, geri gelmez.
Abu Dabi’nin ihtirası, Tel Aviv’in stratejisi geçicidir;
kalıcı olan, zulmün karşısında duranların izidir.
Sudan bugün haritalardan siliniyor,
ama orada yeni bir ahlaki uyanışın tohumu filizlenmelidir.
Türkiye bu uyanışta yer alırsa yalnız Afrika’nın değil, insanlığın geleceğinde de sözü olur.
Çünkü çağlar kapanır, geriye tek bir şey kalır:
güçlüler değil, onurlular hatırlanır.