Kategoriler
UYGULAMALAR
İstanbul
Türkiye’de siyaset kutuplaşma üzerinden yürüdüğü için, eleştiri çoğu zaman bir linç aracı hâline geliyor. Bir siyasi partiyi eleştirirken onu bütünüyle yok saymak, geçmişte yaptıklarını görmezden gelmek artık neredeyse bir refleks oldu. Ancak “yiğidi öldür, hakkını ver” sözü, bugün özellikle AK Parti’yi tartışırken hatırlamamız gereken en önemli ilke. Çünkü bir siyasi hareketi analiz etmek; hem yanlışlarını açıkça ortaya koymayı hem de doğrularını hakkıyla teslim etmeyi gerektirir. AK Parti, 2002’de iktidara geldiğinde Türkiye’nin makroekonomik dengeleri kırılgan, siyasal istikrarı zayıf, kamu kurumlarında güven erozyonu belirgindi. İlk yıllarında atılan adımlar, ekonomik istikrar programına bağlılık, AB uyum yasaları, bürokraside şeffaflık iddiası, sağlık ve ulaşım altyapısındaki büyük hamleler ülkenin yönünü değiştirdi. Bugün geriye dönüp baktığımızda, şehir hastaneleri tartışılır ama 112 acil sisteminin modernleşmesi, bölünmüş yolların yaygınlaşması, sağlık hizmetlerine erişimdeki kolaylık gibi kazanımların halkın günlük yaşamına ciddi bir dokunuş yaptığı inkâr edilemez. Bu ülkede doğumdan acil servise, köy yolundan havaalanına kadar pek çok alanın standardı o dönemde yükseldi.
Dış politikada da benzer bir dönem yaşandı. Komşularla sıfır sorun yaklaşımı, AB ile tam üyelik müzakerelerinin başlaması, Türkiye’nin uluslararası imajını güçlendirdi. Bugün gelinen nokta tartışmalı olabilir; ancak o yıllarda Türkiye’nin yumuşak gücü, diplomasisi ve ekonomik cazibesi bölgede benzeri görülmemiş bir ivme kazanmıştı. Ama aynı cümlede, yine aynı ilkenin devamı geliyor: Yiğidi öldürmek… Yani yapısal hataları, kırılma noktalarını, bozulan dengeleri cesurca söylemek. 2010 sonrası giderek merkezileşen yönetim anlayışı, kurumların bağımsızlığının aşınması, yargıdan ekonomi yönetimine kadar birçok alanda oluşan keyfilik algısı, “başarı hikâyesi”nin sürdürülebilirliğini zayıflattı. Ekonomide rasyonel aklın yerine deneysel model arayışlarının geçmesi, Türkiye’yi bugün ağır bir enflasyon ve güvensizlik döngüsüne sürükledi. Medya özgürlüğünden liyakat sorununa, toplumsal gerilimlerden dış politikadaki zikzaklara kadar pek çok başlıkta eleştirilecek devasa bir alan var. Ancak bütün bunlar, bir dönemin kazanımlarını yok saymak için gerekçe olamaz. Zira siyaset bir bütün değil; dönem dönem başarılar ve hatalar üreten bir süreçtir. Eğer yalnızca eleştireceksek resmin yarısını, yalnızca öveceksek diğer yarısını görmezden gelmiş oluruz. Oysa bugün Türkiye’nin en çok ihtiyaç duyduğu şey, bu bütüncül bakış.
“Yiğidi öldür, hakkını ver” demek; AK Parti’nin hatalarını açıkça konuşurken, doğrularını da dürüstçe teslim etmek demektir. Çünkü hakkaniyetle yapılan eleştiri sadece bugünü değil, yarını da iyileştirir. Partiler değişir, kadrolar değişir, dönemler değişir ama adaletli analiz geleneği kalır. Belki de tam bu nedenle Türkiye’nin siyasal aklını yeniden onarmak, hem başarının hem hatanın nerede başladığını cesurca söylemekten geçiyor. Eleştiriyi nefretin değil, aklın kılavuzluğuna teslim etmek gerekiyor. İşte bu yüzden, “yiğidi öldür, hakkını ver” sözü sadece bir atasözü değil; Türkiye’de sağlıklı siyasal tartışmanın ilk maddesi olmalıdır.
