Kategoriler
UYGULAMALAR
İstanbul
Gazze’de son aylarda yaşanan gelişmeler, bir güvenlik krizinden çok daha fazlasına işaret ediyor: sahada kalıcı bir dönüşüm inşa ediliyor.
Masada hâlâ bir ateşkes metni var. Diplomatik belgelerde hâlâ “çekilme”, “silahsızlanma”, “uluslararası gözetim” gibi kavramlar dolaşımda. Ancak sahada oluşan tablo bu kelimelerle örtüşmüyor. Kalıcı askerî karakollar, birbirine bağlanan yeni yollar, İsrail iç altyapısına eklemlenen lojistik hatlar ve eş zamanlı olarak ayakta kalabilmiş Filistin yerleşimlerinin sistematik biçimde yok edilmesi, ateşkesin bir durdurma değil, bir yeniden yapılanma aralığı olarak kullanıldığını gösteriyor.
Bu bir güvenlik politikası değil; bu bir mekânsal egemenlik kurma süreci.
Savaş alanı sadece silahların değil, haritaların da hareket ettiği bir alana dönüşmüş durumda.
Drop Site News’in incelediği uydu görüntüleri ve haritalar bu dönüşümü görünür kılıyor: İsrail, Sarı Hat’ın ötesinde bugün 48 askerî karakolda faaliyet yürütüyor. Bunların en az 13’ü ateşkesten sonra inşa edildi. Bu karakollar sadece savunma noktaları olarak değil, birbirine bağlanan ve İsrail içindeki üsler, yollar ve yerleşimlerle entegre edilen kalıcı bir ağın parçaları olarak tasarlanmış görünüyor.
Bu ağ, geri çekilmeye değil; kalmaya göre inşa edilir.
Geçici askerî varlık geçici altyapıyla yetinir. Oysa burada kalıcı asfalt, kalıcı beton ve kalıcı lojistik hatlar var. Bu da bize sahadaki niyetin geçici güvenlik değil, kalıcı düzen kurma olduğunu söylüyor.
Bu noktada İsrail’in uzun süredir uyguladığı strateji tekrar karşımıza çıkıyor: fiilî durum oluşturma siyaseti.
Hukuki metinlerle değil, fiziksel gerçeklikle ilerleyen bir siyaset. Önce sahayı değiştirir, sonra diplomasinin bu değişimi tanımasını bekler.
Batı Şeria böyle dönüştürüldü. Doğu Kudüs böyle dönüştürüldü. Şimdi aynı yöntem Gazze’de işliyor.
Önce “geçici güvenlik” denir.
Sonra “teknik zorunluluk” olur.
Ardından “mevcut durum” diye adlandırılır.
En sonunda “geri dönülemez gerçeklik” haline gelir.
Eski BM analisti Muin Rabbani’nin uyarısı tam da bu noktaya işaret ediyor: Bu süreç Gazze’yi bölmeyi ve Filistin nüfusunu adım adım yerinden ederek bölgenin demografik ve siyasal karakterini dönüştürmeyi amaçlıyor.
Gazze’nin kuzeyi ile güneyi arasına yerleştirilen askerî ağ, sadece tankların geçeceği bir koridor değildir; insanların geçemeyeceği bir sınırdır. Bu da zamanla nüfus hareketini, zorunlu göçü ve boşaltmayı beraberinde getirir.
Bu yüzden mesele Hamas değildir. Hamas bu sürecin gerekçesidir.
Mesele roketler değildir. Roketler bu sürecin dili olur sadece.
Mesele güvenlik değildir. Güvenlik bu sürecin meşruiyet aracıdır.
Asıl mesele toprağın kime ait olacağıdır.
Ve bu noktada uluslararası sistemin rolü belirleyici hâle geliyor. ABD, Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler metin üretir, açıklama yapar, “endişe” bildirir. Fakat sahadaki beton, bildirilerden daha hızlıdır.
Dünya üç nedenle susuyor:
Bir: İsrail’le yüzleşmenin siyasi ve ekonomik bedelinden çekiniliyor.
İki: Gazze, küresel gündemde başka krizlerin gerisine düşmüş durumda.
Üç: Bazı aktörler bu dönüşümü açıkça ya da örtük biçimde destekliyor.
Bu da fiilen şu anlama geliyor: İsrail yalnız değil, Filistin yalnız.
Son iki ayda yaklaşık 740 ateşkes ihlali kayda geçti. Yaklaşık 400 kişi hayatını kaybetti, 1.100’e yakın insan yaralandı. Bu rakamlar bir savaşın değil, kontrollü bir genişlemenin bilançosu gibi duruyor.
Savaşta hedef askeri üstünlüktür. Burada hedef coğrafi ve siyasal dönüşümdür.
Bu yüzden Gazze’de yaşananlar klasik anlamda bir savaş değil; bir sınır ve nüfus mühendisliğidir.
Gazze bugün yalnızca bombalanmıyor; yavaş yavaş yeniden çiziliyor.
Ve tehlikeli olan şu: Bir gün herkes bu yeni haritaya bakıp “gerçek buydu zaten” diyecek. Oysa gerçek inşa edildi. Adım adım. Sessizce. Betonla.
