Siyonist İsrail’in Asker Çıkmazı

GİRİŞ:
2025-08-22
saat ikonu 09:08
|
GÜNCELLEME:
2025-08-22
saat ikonu 09:08

’nin dumanı ikinci yılını doldurdu. Çocukların nefesini boğan o kara duman, artık ordusunun kalbine de çökmüş durumda. Bir devlet düşünün: Silahı var, askeri yok. Tankı var, ruhu yok. Uçakları var, ama o uçakları kaldıracak vicdanı yok.

İsrail ordusunda bugün 10–12 bin asker açığı var. 14 bin 600 genç askere gitmeyi reddediyor. 7 Ekim’den bu yana 54 asker intihar etti, 3.700’den fazlasına travma sonrası stres bozukluğu teşhisi kondu. Bir orduyu tüfek öldürmez, inançsızlık öldürür.

Çareyi dışarıda arıyorlar. ABD ve Fransa’daki Yahudilere çağrı yapılıyor: “Gelin, bu orduya kan taşıyın.” Diasporadan devşirilen “yalnız askerler”, aslında yalnız değil, köksüzdür. Kökü olmayan asker, dalı kırık bir ağaç gibidir; fırtınada ayakta duramaz. Missouri’de Amerikalı bir askerin ailesinin evi kundaklandı. ABD sokaklarında “Katil” ve “IDF’ye ölüm” yazıları belirdi. Diaspora bile artık bu yükü taşımak istemiyor.

Ama asıl fay hattı içeride: Harediler. 1948’den beri askerlikten muaf tutulan bu topluluk, Yüksek Mahkeme kararına rağmen cepheye gitmiyor. Çünkü Siyonizm’e inanmıyorlar, çünkü bu savaşın haklılığına güvenmiyorlar. Bir tarafta oğlunu tankta kaybeden anneler, diğer tarafta Yeşiva’da dua eden gençler… İşte İsrail’i yıkan gerçek çatlak budur: İnanç ile inançsızlık arasındaki fay hattı.

Buradan Anadolu’ya düşen ders açıktır:

Bir milletin ordusu dışarıdan bulunmaz, içeriden doğar.

Bir devlet, başkasının evladıyla ayakta kalamaz.

Bizim tarihimiz bunun en büyük şahididir. Çanakkale’de 15 yaşında liseliler sıralardan kalkıp cepheye koştu. Kurtuluş Savaşı’nda köylü kadınlar tarladan mermi taşıdı. Türk askeri, zorunluluktan değil, inançtan cepheye girdi. Bu yüzden , bu topraklarda bir görev değil; varoluşun adı oldu.

İsrail ordusunun çöküşü bize iki hakikati hatırlatıyor:

Birincisi, milli ordu gönüllülükle, imanla ayakta kalır.

Silah, tank, dış yardım bir orduyu uzun vadede taşıyamaz.

Ordunun ruhunu ayakta tutan, milletin kendi evladıdır.

İkincisi, askerini diri tutan ekmek değil, davadır.

Gazze’deki işgal, İsrail askerinin ruhunu tüketiyor.

Çünkü haklı olmayan , önce savaşanın vicdanını öldürür.

Oysa Türk askeri için cephe, işgalin değil, vatanın savunmasıdır.

Bugün ABD Kongresi, İsrail ordusunda savaşan Amerikalılara, kendi askerleriyle aynı hakları tanıyacak yasa peşinde. Batı’nın çifte standardı burada da ortaya çıkıyor: Ukrayna için seferberlik naraları atanlar, Gazze’deki çocukların kanına sessiz. Ama tarihin terazisi sessiz değildir.

Türkiye bu tabloyu sadece seyirci gibi izleyemez. Ortadoğu’nun taşları yeniden diziliyor. İsrail’in zayıflaması, bölgenin güç dengelerini alt üst edebilir. İşte burada Türk ordusunun farkı ortaya çıkıyor: Bizim ordumuz sadece Anadolu’nun değil, bütün mazlumların umududur.

Çünkü Türk askeri, “mecbur olduğu” için değil, “iman ettiği” için cepheye koşar. İşte bu yüzden Anadolu bin yıldır ayakta. İşte bu yüzden mazlumun duası hâlâ Türk ordusunun üzerinden eksik olmaz.

Ve tarihin defteri her seferinde aynı cümleyle kapanır:

“Askerin imanını kaybettiği gün, devlet de kaybolur.”

Kutadgu Bilig’de Yusuf Has Hacib, “Beylik ordusuz olmaz, ordu da gönülsüz olmaz” der. Divânü Lügati’t-Türk’te Kaşgarlı Mahmud, “Türk budun ordusuyla vardır” diye kaydeder. Bu, yalnızca bir söz değil, bin yıllık bir hakikattir: Türk ordusu milletin kalbinden doğar, milletin duasıyla yürür.

Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye söylediği nasihatı hatırlayalım: “Ey oğul! İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” İnsanı yaşatmak için ordusu olan değil, ordusunu yaşatan devlet gerekir. Ordunun ömrü, sadece kışlalarda değil, milletin vicdanında uzar.

Bugün İsrail askersiz kalırken, Türk askeri hâlâ mazlumun umududur. Çünkü Türk ordusunu ayakta tutan şey, dışarıdan ithal edilen kan değil; içeriden yükselen iman, ahlak ve adalettir. İşte bu yüzden Anadolu bin yıldır dimdik duruyor.

Ve Anadolu’nun bize öğrettiği hakikat şudur:

Devletin direği ne tanktır ne de toptur; devletin direği, imanla çarpan asker yüreğidir,milletidir.

Çünkü ordu, sadece savaş meydanında değil, milletin vicdanında kazanır zaferini.

Çünkü asker, sadece üniformayla değil, kalbiyle taşıdığı sancakla büyür.

Çünkü devlet, sadece sınırlarla değil, o sınırları koruyan yiğitlerin duasıyla yaşar.

Roma lejyonları dağıldı, Pers orduları çöktü, haçlı seferleri anlayışı yıkıldı… Ama Türk askeri, Alparslan’dan Fatih’e, Barbaros’tan Mustafa Kemal’e kadar, her çağda mazlumun siperinde durdu.

Bir milletin varlığı, askerinin imanında saklıdır.

Ve işte bu yüzden, bin yıldır bu topraklarda ay yıldız sönmedi.

Ve işte bu yüzden, yarın da Türk’ün ordusu mazlumun duasında, zalimin korkusunda yaşayacak.