Bir lezzet kenti “Şanlıurfa”

GİRİŞ:
2025-06-02
saat ikonu 08:23
|
GÜNCELLEME:
2025-06-02
saat ikonu 08:23

Uygarlığın beşiği Şanlıurfa’da lezzetin izi: Şanlıurfa Kültür Yolu Festivali

Bir şehir düşünün: Toprağının her karışı tarihten bir satır, her sokağı bir dua gibi. İnsanlık tarihinin bilinen en eski izlerine ev sahipliği yapmış, peygamberler kadar yemeklerin de şehri olmuş bir kent.

28-29 Mayıs günlerinde lezzet serüveni için bu kadim topraklardaydım. Şanlıurfa Kültür Yolu Festivali sebebiyle geldiğim bu ilde tarihle, sanatla ve elbette yemekle harmanlanan eşsiz bir yolculuktu benimkisi… Ve bu kültür yolunun izinde 13 farklı “Lezzet Noktası”nı gezerek yerel tatlarını deneyimledim. Her bir noktada yerel bir lezzetin ötesinde bir hikâyeye şahit oldum.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın düzenlediği Türkiye Kültür Yolu Festivali’nin bu yıl üçüncü durağı olan Şanlıurfa, 12 bin yıllık geçmişini sadece müzelerinde değil, sokaklarında, sofralarında da yaşatıyor. Dokuz gün boyunca 40’tan fazla noktada 100’den fazla etkinliğin düzenlendiği festivalin kalbinde ise sanat kadar güçlü bir unsur vardı: Lezzet.

Zira her festivalin bir ruhu olur ama Şanlıurfa’nınki, ateş dumanında, isotun kokusunda ve çiğ köftenin yoğrulan sabrında gizli.

İlk durağım Miroğlu Kadayıf & Dondurma oldu. Muhammed Miroğlu’nun hazırladığı Urfa peynirli kadayıf, çıtır dışı ve eriyen peyniriyle Şanlıurfa’nın kadayıf geleneğini yaşatıyor. Bu mekana süt giriyor, kadayıf, künefe ve dondurma gibi lezzetler olarak çıkıyor. Kadayıf veya künefe bir tarafa ama dondurmaya da bayıldım.

Şanlıurfa’da lezzet yolculukları insanı şehrin ciğerine doğru çekiyor

Sabahın erken saatlerinde ciğer kebabı yemek Şanlıurfa’ya özgü bir alışkanlık olsa gerek... Çankaya Mahallesi’nde bulunan Ciğerci Lütfi’de, Lütfi Yüksekyayla’nın titizlikle hazırladığı ciğer ve üzerine serpilen isot, acının değil alışkanlığın tadını da veriyordu. Yanında gelen lahmacun ise incecik hamuru ve lezzetli iç harcıyla damakta mükemmel bir iz bırakıyor.

Sultanoğlu Kebap Pide Lahmacun ’da Muhammet Aydın’ın hazırladığı isot kebabı ve çiğ köfte, sofraya bir denge ve bir ahenk katıyor. Özellikle etli çiğ köftenin yoğurma ritüeli, onu yemek olmaktan çıkarıp kültürel bir gösteriye dönüştürüyor. Ayrıca burada her bir lezzet gözümde Urfa’yı çağrıştırıyor gibiydi.

Dedecan Ocakbaşı’nda Patlıcan kebabının közde pişerken çıkardığı çıtırtı, içli köftenin narin kabuğuna gizlenmiş etin sıcaklığı, Osman beyin misafirperverliğiyle birleşince, damakta unutulmaz izler bırakan yemekler haline geliyor.

Pirzolacı Hanif Ustada İbrahim Bey’in meşhur Urfa pirzolası gerçekten nefis ötesiydi. Burada sıradan bir pirzola yemiyor adata emek tadıyorsunuz. Köroğlu Çarşısı’ndaki bu küçük 3 katlı dükkân, yüz yıla yakındır büyük bir lezzeti saklıyor.

Altın Lokantası’nda Mehmet Kaya’nın daha çok kış sezonunda pişirdiği soğan kebabını pek tadamasam da hikayesi çok dikkat çekici. Mekan da oldukça doluydu. Tadına baktığım patlıcan kebabı ve Urfa kebabı da damağımda epey yer etti diyebilirim. Şutim Yenihal Pazarı’ndaki bu saklı lezzet noktası, lezzetin tatlılığına eti yoldaş etmiş gibi görünüyor.

Şükrü Usta Bayram Lokantası’nda Urfa tiridi, tabir yerindeyse beni benden aldı. Bu lezzet turunun en önemli tadım noktalarından biriydi. Şükrü Akkuş’un elinden çıkan bu yemeğin, ekmeğe sinen et suyu kadar, mutfağa sinmiş gelenek de doyurucuydu. Paşabağı Mahallesi’nde tarihin kokusu vardı bu tabakta. Yanında sunulan Urfa katmeri de epey lezzetliydi.

Cevahir Handa, Ali Keskin şefin sunduğu üzlemeli pilav, adı gibi üzümle bezeli ama ağızda sevinçle patlayan bir lezzetti sanki. Kadıoğlu Mahallesi’nde geçmişle bugünü aynı tabakta buluşturan bu pilav, Urfa’nın mutfak zarafetini özetliyordu.

Aysel Göncü’nün yönetiminde Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi Cumhuriyet Gastronomi Merkezi’nin menüsünde yer alan Urfa’nın birçok yerel lezzetinden biri de has dolması idi. Hem içi hem dışı bir zenginlik olan bu lezzet ve her lokma, Urfa’nın bereketine bir işaretti sanki. Ayrıca tesisin yöresel serpme kahvaltısı da şahaneydi.

Gülhan Restaurant'ta Mehmet Gülhan'ın elinden çıkan kazan kebabını tadamadım, çünkü geç gitmiştim. Ancak Türkiye'nin en iyi lezzetleri arasında sayılan lahmacununu denedim ve kesinlikle şahaneydi. Mekanda yediğim şıllık tatlısı ise, incecik krep hamuruna sarılı ceviz, fıstık ve şerbetiyle Urfa'nın ne kadar zarif bir tatlı anlayışına sahip olduğunu gözler önüne seriyor.

Hotel El-Ruha’da Selahattin Tiritoğlu’nun ellerinden çıkan borani yörenin en sevilen lezzeti. Yoğurt, nohut, pencer (pazı) sapı ve kuzu etinin birlikteliği, sade ama derin bir geçmişin sofrası gibi. Her kaşık, bir duanın devamı adeta...

Son olarak My Göbeklitepe Ocakbaşı’nda sunulan Siverek tavası ve yanında bostana; yemeğin ne kadar yerel ve ne kadar kimlikli olabileceğini gösteriyor. Siverek’in bu yemeği, nar ekşisi yoğun olan salata ile birleşince adeta damaklar bayram ediyor.

Şanlıurfa bir festival şehri olmakla birlikte adeta yaşayan bir hafıza ve Kültür Yolu’nun bu durağında, her adımda bir tat deneyimledim.

Ve şimdi, yol biterken fark ediyorum ki Şanlıurfa’nın yolu aslında insanın kendine varan bir yol. Çünkü bu topraklarda her yemek, insanın kalbine çıkan en güzel bir güzergâh…