Türk kahvaltı sofrasında bu milletin kalbi atar
İnsan uykudan uyanınca güne ilk adımını atmadan önce bir masa kurulur. İçinde geçmiş, gelenek ve paylaşma arzusu bulunan bu masa, bizde “Türk kahvaltısı” diye anılır. Bu kelime, sabah atıştırmalıklarının yanında kahveden önce gelen ve güne anlam katan bir ritüelin adı...
Kahve-altı, kültürümüzden süzülen bir sabah selamı
Uluslararası seyahat ve lezzet platformu TasteAtlas, Geçtiğimiz günlerde, okurlarının oylarıyla “Dünyanın En İyi 100 Kahvaltısı” listesini yayınladı. Listenin zirvesinde ise sürpriz yoktu: Türk kahvaltısı, tüm dünyayı kendine hayran bırakarak birinci sıraya yerleşti. İkinci sırada Sırbistan Zlatibor Bölgesinden Komple lepinja, üçüncü sırada Libya’dan Sfinz, dördüncü sırada İran’dan Kaleh paçeh, Beşinci sırada ise Fransa’dan Kruvasan oldu.
Zaten biz biliyorduk ama dünya gastronomisinde teyit edilmesi de fena olmadı yani. Türk milleti olarak sofranın başına oturduğumuzda karnımızı doyurmakla kalmaz, kültürümüzü de besleriz. Çünkü Türk kahvaltısı iyi bir öğün olmasının yansıra bir medeniyet tablosu hüviyetinde.
TasteAtlas’ın açıklamasına göre,
Türk kahvaltısı hem tatlı hem tuzlu onlarca lezzeti bir araya getirir, genellikle saatlerce sürer ve bu haliyle bir paylaşma tablosudur adeta. Peynirden zeytine, domatesten salatalığa, menemenden gözlü yumurtaya, bazlamadan kavurmalı çeşitlerine kadar birçok lezzet ürünü bu sofrada yerini alır. Yanına ince belli bardakta demi koyu bir çay gelir, bazen de köy tereyağında gözleme, bazen de tandır ekmeğiyle bal-kaymak…
TasteAtlas’ın bu takdiri, bir onur nişanı gibi duruyor üzerimizde. Ama aynı zamanda bir sorumluluk… Şimdi dünyaya şunu anlatma zamanı: Bu kahvaltı sadece bizim değil, insanlığın ortak mirası sayılır. Çünkü bu sofrada barış, dostluk ve birlikte olmanın inanılmaz bir mutluluğu var.
Türk Kahvaltısı ne demek bilir misiniz?
Kahvaltı, peynir, zeytin, yumurta ve ekmek gibi beş on çeşit üründen ibaret bir sofra değildir asla. Anadolu’nun dört bir yanından gelen yüzlerce lezzet, bin yıllık tariflerden gelen tatlar, sabah güneşinin altında bir sofrada buluşunca adına “Türk Kahvaltısı” denir.
Listede başka lezzetlerimiz de var
Liste yalnızca genel başlığıyla değil, kahvaltıya eşlik eden ülkemizin alt lezzetleriyle de hayranlık uyandırıyor. Mesela meşhur Gaziantep katmeri, 9. sırada arz-ı endam ediyor. Üstelik bu listede katmer yalnız değil:
12. sırada mercimek çorbası,
27. sırada bal-kaymak,
43. sırada börek,
45. sırada gözleme,
68. sırada tepsi böreği,
78. sırada beyran çorbası,
81. sırada tatlı incir uyutması,
95. sırada Ramazan pidesi,
100. sırada ise menemen bulunuyor.
Bana kahvaltıyı anlat deseler, ben önce tazelik sonra sofradaki dostluk derim
Çünkü sabah ne varsa taze gelir sofraya: Taze ekmek, taze yeşillik ve taze pişen lezzetler… Ardından bir çoğulluk: Zeytin siyahsa yanında yeşili de bulunur; peynir beyazsa, tulum da eksik olmaz. Ve en çok da birliktelik derim kahvaltıya. Çünkü bizde kahvaltı yalnız yenilmez. Kardeşle, komşuyla, dostla, misafirle yenir. Bir fincan çayın buğusunda nice muhabbet paylaşılır.
Van’da sabah ezanı sonrası kurulan her bir sofrada, Hatay’da nar ekşisinin zeytinyağına karıştığı tabakta, Karadeniz’de mısır ekmekli kuymağında, Ege’de zeytin yaprağı gölgesinde velhasıl ülkemizin birçok ilinde yapılan kahvaltıda hep Anadolu’nun bir tadı bulunur. Ondan dolayı da adına Türk Kahvaltısı denilen tüm bu lezzetler artık dünyanın lezzet atlasına da işlenmiş durumda.
Osmanlıda kahvaltı var mıydı?
Kahvaltı hep var mıydı? Sorusuna cevap bulmak için tarihin tozlu raflarında biraz gezinmek gerek. Osmanlı’da sabah yemeği çoğunlukla bir çorba kasesiydi. Halk sabah çorbayla güne başlardı; yani kahvaltı bugünkü zenginliğiyle yoktu. “Kahvaltı” terimi bile 19. yüzyıl sonlarına doğru kullanılmaya başlandı. Yine de günümüzün sofrasında yer alan zengin içerikli bu kahvaltı sofrası, atalarımızın emeğini ve toprağımızın bereketini taşıyor.
Ne mutlu bize ki, güne başlamayı bir sanata dönüştürmüş bir milletin evlatlarıyız. Ne mutlu ki, sohbetin, paylaşmanın sesiyle uyanan bir kahvaltı soframız var.
Kahvaltı, bence bir öğün değil; bir kimlik ve biz, her sabah o kimliği, çayımızın buğusunda yeniden kuşanırız.