Kategoriler
UYGULAMALAR
İstanbul
Dünyanın, her büyük kırılmadan önce kendine özgü bir sessizliği vardır. Tarihçiler bu sessizliği çoğu zaman “fırtına öncesi” diye tarif eder; diplomatlar ise “stratejik belirsizlik”. Bugün yaşadığımız atmosfer ise bu iki kavramın tam ortasında: Görünürde bir savaş yok, fakat tüm küresel güçler gelecekteki bir savaşın gölgesinde pozisyon alıyor. Donald Trump’ın “Nükleer denemeler yapacağız” cümlesi işte bu gölgenin içinden yükselen yeni bir alarm sesi oldu.
Trump’ın açıklaması bir rastlantı değil; yıllara yayılan sinyallerin devamı niteliğinde. “Bir numaralı nükleer güç biziz… Rusya ikinci sırada… Çin üçüncü sırada…” sözleri, yalnızca bir güç gösterisi değil, ABD’nin nükleer mimarisini yeniden dizayn etme iradesinin açık ilanıydı. Bu söylem, Amerika’nın 1945’ten bu yana yürüttüğü büyük stratejinin yani nükleer üstünlükle barışı sağlama iddiasının, yeni bir evreye geçtiğini gösteriyor.
B61-12: Sessiz ama derin bir mesaj
ABD’nin modernize ettiği B61-12 nükleer bombası, yalnızca “yeni bir silah” tır ve aynı zamanda uluslararası siyasete verilmiş kodlu bir mesajdır. Bu bombanın güdüm özelliklerinin test edilmesi, nükleer savaşın bile “cerrahi hassasiyetle” yürütülebileceği iddiasına dayanıyor. Bu iddia, Soğuk Savaş’ın kaba güç mantığından tamamen farklıdır; çünkü artık caydırıcılık sayısal otoritenin ötesine geçerek doğruluk oranına, entegrasyona ve hız kapasitesine bağlanmıştır.
Testin Nevada Çölü’nde yapılmış olması, Washington’un uluslararası antlaşmaların içindeki “kritik eşik” boşluklarını kullanma ısrarının bir göstergesi. Bu testlerde kullanılan plütonyum miktarı zincirleme reaksiyonu başlatmayacak kadar az; ama mesajı büyük:
“İstersek yeniden başlatabiliriz.”
ABD’nin 27 kez yaptığı bu “kritik eşikteki testler”, Rusya ve Çin’in benzer faaliyetleriyle birlikte ele alındığında, aslında nükleer gerilimin yeni bir türünü ortaya koyuyor:
Sessiz nükleer yarış.
Avrupa’nın psikolojisi değişiyor:
1980’lerin “Nükleersiz Avrupa” hayali bugün yerini “nükleer caydırıcılık olmadan Avrupa güvende değil” düşüncesine bırakmış durumda. Ukrayna Savaşı’nın yıpratıcı etkisi, Baltık hattındaki kırılganlık, Rusya’nın hibrit savaş kapasitesinin yayılması ve ABD’nin Avrupa güvenliğine ilişkin dönem dönem belirsizleşen tutumu, kıtada yeni bir ruh hali doğurdu:
Korku merkezli güvenlik doktrini.
Almanya’nın Büchel Üssü’ndeki yaklaşık 20 adet B61-12 bombası “sembolik” deniyor ama gerçekte bu sembolün stratejik değeri büyük. NATO’nun nükleer paylaşım mekanizması, Avrupa’nın kaderini doğrudan Washington’un kararlarına bağlıyor. İşte bugün sorulan en kritik soru da bu:
ABD, Avrupa’daki nükleer depoları ateşlerse dünya neyle karşılaşır?
Bu soru bir ihtimale değil, psikolojik bir eşik geçişine işaret ediyor. Çünkü hem Almanya hem Polonya hem de Litvanya’da kamuoyu, nükleer caydırıcılığa tarihte hiç olmadığı kadar sıcak bakıyor. Bu kabulleniş, liderleri daha sert pozisyonlara yöneltebilir; nükleer eşikte duran her ülke, diğerini daha meşru görmeye başlayabilir.
Nükleer testleri yeniden başlatmanın anlamı:
Trump’ın yeni stratejisi, basit bir bakışla bir askeri plan olarak görülebilir; ama aslında küresel düzeni yeniden biçimlendiren politik bir hamledir. ABD’nin F-35 uçaklarını B61-12’ye entegre etmesi NATO açısından devrimsel bir adım. Çünkü bu entegrasyon sayesinde savaşın doğası değişiyor:
Artık konvansiyonel bir saldırı ile nükleer saldırı arasındaki çizgi, havada bir pilotun vereceği saniyelik bir karara kadar indi.
Testlerin “başarılı uçuş testi” olarak duyurulmasının nedeni de tam burada gizli:
ABD, müttefiklerine “hazırım” mesajı verirken, rakiplerine “karar anında tereddüt etmeyeceğim” uyarısını gönderiyor. Bu, klasik nükleer doktrinin yeniden tanımlanmasıdır.
Dünyanın suskunluğu: En büyük tehlike
İtalya Cumhurbaşkanı Mattarella’nın “nükleer imalar kabul edilemez” sözleri Avrupa’da yükselen nadir etik seslerden biri. Fakat bu ses, küresel koroda oldukça yalnız. Çünkü büyük güçler—ABD, Rusya, Çin—nükleer sessizlik içinde birbirini tartıyor. Herkesin beklediği şey aynı:
“Önce kim eşikten bir adım ileri gidecek?”
Bu sorunun anlamı, nükleer testlerin teknik ayrıntılarından çok daha önemli. Çünkü tarihte hiçbir nükleer yarışın “kazanan” ı olmadı; yalnızca daha derin, daha kalıcı korkular doğurdu.
Bugün yaşadığımız dönem, tarihin bize okuttuğu bir hakikati yeniden hatırlatıyor:
Nükleer silahlar, maruz kalan ülkelerle birlikte bütün insanlığın kaderini belirler. Bir liderin bastığı düğme, insanlığı ve uygarlığın devamını da etkiler.
Dünya yeni bir eşikte duruyor; bu eşik, stratejik ve insanlığın vicdani sınırı. Ve bu sınır, her testle, her açıklamayla, her “caydırıcılık” söylemiyle biraz daha aşınıyor.
Bugünün en büyük sorusu şudur:
Güç gösterisi ile mi insanlık dizayn edilecek yoksa insanlık kendi aklını ve vicdanını yeniden mi hatırlayacak?
Bu soruya verilecek cevap, geleceğin tarih kitaplarının ilk cümlesini belirleyecek:
Herkes sustu !
