Kategoriler
UYGULAMALAR
İstanbul
İstanbul’un bir otel odasında, üç ile altı yaşındaki iki kardeşin sessizleştiği, bir annenin gözlerindeki ışığın söndüğü an… Bu ülkenin vicdanı, işte o dakikada yarıldı aslında. Her şey “gıda zehirlenmesi şüphesi” ile başladı; fakat geriye bıraktığı şey sadece bir şüphe değil, bir ülkenin içini kemiren büyük bir soru işaretiydi.
Biz gerçekten güvende miyiz?
Böcek ailesi Almanya’dan bir haftalık tatile gelmişti. 11 Kasım’da Ortaköy’de farklı işletmelerde yemek yediler. 12 Kasım’da mide bulantısı ve kusma şikâyetiyle hastaneye gittiler, tedavi sonrası taburcu oldular. 13 Kasım gecesi aile tekrar fenalaştı, ambulans çağrıldı, hastaneye kaldırıldılar. Anne ve iki çocuk kurtarılamadı. Baba hâlâ yoğun bakımda yaşam mücadelesi veriyor. Geçen günde aynı otelde kalan iki turistin daha zehirlenme şüphesiyle hastaneye kaldırıldığı ortaya çıktı.
Akıl dayanır mı buna?
Bir tatil, bir aile ve üç cenaze…
Töhmetin en kolay adresi: Sokak Lezzetleri
Haber yayılır yayılmaz hemen toplumun alışıldık refleksi devreye giriyor.
“Demek midye!”, “Kesin sokak kokoreci!”, “Açıkta satılan her şey tehlikeli!”
Oysa bu yaklaşım hem bilimsel değil hem de vicdansızlığa kapı aralıyor. Çünkü bir ülkenin gastronomik hafızasını, küçük esnafın emeğini, sokağın lezzet kültürünü tek bir şüpheyle karalamak bence doğru değil.
Türkiye’de binlerce esnaf, her gün yüzbinlerce kişiye hijyen kurallarına uygun bir şekilde yemek hazırlıyor. Düzenli denetimlerden geçen, ehliyetli, standartlara uygun çalışan işletmeleri bir gecede suçlu ilan etmek, adaletsizliğin en kolay yolu.
Fakat aynı zamanda şu gerçeği de saklamamak gerekir: İhmali olan kim varsa ve kim olursa olsun, hesap vermeli.
İnsan hayatının hiçbir şekilde bedeli olamaz; bir kâğıt imzası, bir denetim eksikliği, bir tedbirsizlik üç cana mal olmuşsa, bunun üstü hiçbir gerekçeyle örtülemez.
Ancak gerçekten ne olduğunu bilmeliyiz
Bu nedenle yapılması gereken şey, hemen suçlu ilan etmek değil; bilimsel verinin peşine düşmek.
– Aile hangi gıdaları tüketti?
– Zehirlenme hangi maddeden kaynaklandı?
– Otelde hijyen ve diğer koşullar nasıldı?
– İlk tedavi zamanında ve doğru şekilde verildi mi?
– Ölen çocukların ve annenin mide içeriği, kan değerleri, toksikolojik raporları ne gösteriyor?
– Otelde aynı dönemde zehirlenen iki turistin durumu olayla ilişkili mi? vs…
Bu soruların cevapları hakikate giden yolun temel taşları
Çünkü bazen mesele bir tabak yemek değildir. Bazen otelin şartları, bazen içme suyu, bazen de gecikmiş bir sağlık müdahalesi tabloyu ağırlaştırabilir.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü soruşturma da bu nedenle çok yönlü ilerliyor. Gerçeğe ihtiyaç var. Gerçeğin olmadığı yerde ya suçlular korunur ya masumlar haksız yere damgalanır.
Türkiye’de “Gıda Güvenliği”
Çaba var, yetersizlik de var. Şu soruyu kendimize cesurca sormalıyız: Türkiye’de gıda güvenliğine gereken önem veriliyor mu? Bu soruya ne tamamen “evet” diyebiliriz, ne de “hayır”. Çünkü sistem var, ama her zaman yeterince işlemiyor. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın düzenli denetimleri, ihbar hatları, zaman zaman açıklanan hileli gıda listeleri… Bunlar iyi niyetli ve gerekli adımlar.
Fakat Böcek ailesi örneğinde olduğu gibi ölümle sonuçlanan vakalar hâlâ yaşanıyor. Demek ki önleyici mekanizmalar, cezalandırıcı sistemi beklemeden çalışmalı; tehlike daha oluşmadan durdurulmalı.
Dünya bu sorunu nasıl görüyor?
Bu trajedi tek Türkiye'nin sorunu değil; dünya genelinde büyük bir kriz. BM verilerine göre her yıl 420 bin kişi, bunun 125 bini 5 yaş altı çocuk, güvensiz gıda nedeniyle hayatını kaybediyor. Düşük ve orta gelirli ülkelerde kayıp 95 milyar dolarlık üretkenlik anlamına geliyor. WHO ve FAO, ülkeleri gıda güvenliğini bir sağlık meselesi olarak görmenin dışında, bir kamu güvenliği ve insan hakkı sorunu olarak ele almaya çağırıyor.
Bu rakamlar gösteriyor ki mesele birkaç işletmenin hatası değil; tüm sistemlerin birlikte ele alınmasını gerektiren büyük bir zincir.
Asıl zor olan dengeyi korumak
Bizim yapmamız gereken şey ise aslında çok basit ama bir o kadar da zor: Dengeyi korumak. Bir yandan sokakta alın teriyle çalışan, tamamen kurallara uygun üretim yapan esnafı korumak; diğer yandan da ihmali olanların “küçük bir hata” diyerek aradan sıyrılmasına asla izin vermemek…
Bu ülkenin gastronomi kültürü, büyük restoranlarla birlikle sokak lezzetlerinden, aile işletmelerinden, emekçi tezgâhlardan besleniyor. Ama aynı ülkenin geleceği, çocukların kaybedildiği bir gecede kararıyorsa, bu kültürün hiçbir önemi kalmaz.
Sonuç olarak
Bir tabakta ihmal, denetimsizlik ve umursamazlık zehir taşır. O zehir, bazen üç canı alır; bazen toplumun güven duygusunu yok eder, bazen de yıllarca sürecek bir travma bırakır. Biz hem esnafı hem tüketiciyi hem de geleceğimizi korumak istiyorsak, önce şu gerçeği kabul edeceğiz:
“İnsan hayatı çok değerli ve onun için önlem almak zorundayız”
Bir gastronomi yazarı olarak hakikat ortaya çıkana kadar soracağız ve takip edeceğiz. Çünkü bir ailenin gülüşünü geri getiremesek de başkalarının bu duruma düşmesini engelleyebiliriz.
