Kategoriler
UYGULAMALAR
İstanbul
Çoğunuz TÜİK’in “yapay zeka” ile ilgili açıkladığı istatistiklere göz atmış olmalısınız, atmadıysanız da şimdilik önemli değil, ancak benim için önemli olduğu için köşeme almak istedim. Evet, açıklanan verilere göre, Türkiye’de “Yapay Zeka” kullanım oranı %19.2 ulaşmış! Eee ne var bunda diyebilirsiniz. Aslında çok şey var, çoğumuz için basit bir istatistik gibi görünen bu bilgiler, gelecekte Türkiye’de toplumsal bir hikâyenin giriş cümlesi gibi geldi bana.. Çünkü bu verilere göre artık bu ülkede yaşayan her beş kişiden biri yapay zekâ aracını kullanıyor demektir. Kimi bir sohbet botuyla derdini anlatıyor, kimi görüntü üretip hayalini canlandırıyor, kimileri gününü planlarken yapay zekanın önerilere kulak kabartıyordur onu bilemem. Ama sonuç ortada. Düşünebiliyor musunuz bundan sadece dört yıl önce sadece girişimlerin %2,7’sinde görüldüğü bu teknoloji, şimdi bireysel hayatta kullanılıyor. Ve daha fazlası var verilerde örneğin üniversite mezunlarında oran yüzde 36,1’e kadar çıkmış. Bu tabloya baktığımızda gençlerin gelecek yıllarda nasıl bir yönelişe geçeceğinin ipuçlarını veriyor bize.
Rakamların arkasında daha insani manzaralar da var elbette. Bir baba, oğlunun her akşam ChatGPT ile konuşarak hikâye yazdırdığını da öğreniyoruz mesela. Oğlum yapıyor bunu örneğin. Gözlerinde bazen gurur görüyor olsam da kendisi de hayal gücünü yitirmemek için farklı yaklaşımlar sergilediğini dile getiriyor. Teknolojinin geldiği bu noktada ikilemlerimiz de olmuyor değil elbet işte onlardan da biri de bu: şimdi bu insanı besleyen bir kaynak mı, yoksa sınırlarımızı zorlayan bir akıntı mı?
Kullananların büyük kısmı eğlence, öğrenme ve günlük işleri için yapay zekâdan faydalanıyor. Ama hâlâ ciddi bir kesim “ihtiyacım yok” diyor. Kimileri de nasıl kullanacağını bilmediği için uzak duruyordur. Bu bana şunu düşündürtüyor: Teknoloji sadece var olmakla yetinmiyor; ona yaklaşmak için de bir kültür, bir alışkanlık da gerekiyor.
Öte taraftan iş dünyasında tablonun daha net olduğunu görüyorum. Yani girişimlerin %7,5’i yapay zekâya yatırım yapıyor. En çok da iletişim, pazarlama ve satışta. Büyük şirketler daha hızlı adapte olurken küçük işletmeler de geride kalıyor. Bu da bize fırsat eşitsizliğini hatırlatıyor: Nehre yakın olanın suyu bol, uzaktakinin toprağı kurak kalıyor. Bunu nasıl düzelteceğimi ben bilmiyorum. Ama ülkenin ekonomistlerine ve yöneticilerine büyük sorumluluklar düşüyor…
Evet, bir başka dikkat çekici nokta da eğitim farkları var. Yükseköğretimde kadınların yapay zeka kullanım oranı daha yüksekken, ilkokul düzeyinde erkekler önde görünüyor. Aynı evin içinde bile farklı alışkanlıkların doğuyor olması ne garip değil mi? Örneğin anne yemek tarifini sesli asistana sorarken, baba eski defterini karıştırabiliyor.
Bu verilere bakınca teknolojinin su gibi kendi yatağında aktığını söylemek mümkün. Ancak bu akıntıda ona eşlik edecek olanlarda biz insanlarız diye düşünüyorum. Çünkü bu toplum teknolojiyi seviyor. Ve bu toplumun yarısı yapay zekâ kullanır hale geldiğinde bile, meselenin oran veya oranlar değil; o teknolojiyi hangi değerlerle harmanlayacağımız olduğunu aklımızda tutmamız gerekiyor. Çocuklarımızın gözlerindeki ışık mı, ekranlarımızdaki yansıma mı ağır basacak? Esas kritik soru bence bu.
Bunun cevabını da ben bilemem. Bu kişiden kişiye de değişebilir. Ancak bildiğim tek şey teknoloji herkese buz gibi veriler sunsa da insan sıcaklığı yoksa, işte ellerimizde sadece rakamlar ve veriler kalacak. O yüzden mesele, yapay zekânın bizi nereye götüreceğinden çok, bizim ona hangi anlamı yüklediğimiz olmalı!
Haftaya yeniden buluşmak üzere, bu teknolojik akışın ortasında insan sıcaklığını unutmadan ilerleyelim.
Sağlıcakla kalın.