Veri olmak ya da olmamak!

GİRİŞ:
2025-06-20
saat ikonu 21:59
|
GÜNCELLEME:
2025-06-20
saat ikonu 21:59

Bazen düşünüyorum da... Ben gerçekten ben miyim, yoksa dijital bir yansımam mı dolaşıyor bu ekranda? Parmak uçlarımın değdiği her “gönder” tuşuyla, kendimi biraz daha dışarı mı bırakıyorum acaba?
Çünkü artık ben, ne okuduğuma değil, bana ne okutulduğuna bile karar veremiyorum. Ne izlediğimi ben seçmiyorum. Bana benzeyen insanlar, benim gibi düşünenler, benim gibi gülenler… Beni kuşatıyor. Farklılık sanrısı içindeyim; ama döne döne aynı içerikte boğuluyorum. Bu algoritmalar, beni benden iyi tanıyor olabilir.
Peki, bu iyi bir şey mi?
Düşün... Sabah uyanıyorsun, daha gözünü açmadan telefona uzanıyorsun. Haber akışı, önerilen videolar, reklamsız olmayan hiçbir şey… Sen daha “günaydın” demeden veri haline geliyorsun. Güne insan olarak değil, kullanıcı olarak başlıyorsun.
Daha korkuncu ne biliyor musun? Buna alışıyoruz. Hatta bunu seviyoruz. Konforla uyuşuyoruz. Filtrelenmiş gerçeklikler, optimize edilmiş öneriler, beğeniye sunulmuş hayatlar. Her şey o kadar düzgün, o kadar tanıdık ki, artık “keşfetmek” diye bir ihtiyacımız kalmıyor. Bize yeterince benziyorsa, tıklıyoruz. Yetiyor.
Eskiden insanlar bilinmek isterdi. Şimdi analiz edilmek istiyor. Daha görünür, daha ölçülebilir, daha sistematik olmak. İçten gelen bir sesle değil, dışarıdan gelen istatistikle yaşamak. Beğenilerle doğrulanmak. Etkileşimle var olmak.
Ve bu soruyu soruyorum kendime: Ben hâlâ “ben” miyim?
Yoksa ben, ben olmadan önce çoktan ölçülmüş, kategorize edilmiş, hedeflenmiş bir veriye mi dönüştüm? Bütün tercihlerim tahmin edilebilirse, hâlâ özgür müyüm?
Bazen en insani şeyin, bir şeyi neden yaptığını bilememek olduğunu düşünüyorum. İçgüdüyle karar vermek, sezgiyle sevmek, nedensizce üzülmek... Bunlar makinelere anlatılamayan şeyler. Ve galiba bizi insan yapan da tam bu olsa gerek!
Veri olmak kolay. Çünkü net. Sayı var, oran var, grafik var. Ama insan olmak karmaşık. İç çelişki var, boşluk var, karar verememe var. Bizi insan yapan tam da bu eksiklik. Belirsizlik. Anlam arayışı.
Ama korkum şu: Bu belirsizliği algoritmalar istemiyor. Bizi iyi tahmin edilebilir kılmak istiyorlar. “Bu kullanıcı genelde şu saatte bunu izler.” “Şu reklamı görenler %68 ihtimalle tıklıyor.” Bu kadar. Duygu değil, veri. Hikâye değil, eğilim.
İşte burada başlıyor asıl trajedi.
Çünkü bir gün, insanlık kendini sadece istatistiksel eğilimlere indirgediğinde, orada artık ne ahlâk kalır ne de şiir. Ne hakikat kalır ne de hayret.
O yüzden bazen, tek başıma bir sokakta yürürken veya ailemle doğaya atmışsak kendimizi hiç tereddüt etmeden telefonu cebime koyup başımı gökyüzüne kaldırıyorum. Bilinmeyen bir yıldız görür müyüm diye değil, o anın ölçülemeyecek kadar insani olduğunu kendime hatırlatmak için…
Bana bu çağda en devrimci eylem gibi geliyor bu.
Yani veri olmamak…
Hayatın akışında insanca duraklara ihtiyaç duyduğumuz bir dönemdeyiz dostlarım, kardeşlerim. Evet, gerçekten durmak, düşünmek ve dijital sisin ötesini görmek zorundayız.
Haftaya yine aynı gün, başka bir pencereyi aralamak üzere buluşmak dileğiyle...
Sağlıkla, sükûnetle ve merakla kalın.