Yapay Zekâ Düşünürken Biz Ne Yapıyoruz?

GİRİŞ:
2025-11-07
saat ikonu 16:46
|
GÜNCELLEME:
2025-11-08
saat ikonu 08:07

Yaşam biçimlerimiz, hayat felsefemiz, duruşumuz, fikirlerimiz, ideallerimiz, hayallerimiz, beklentilerimiz… Evet, insana dair ne varsa hepsi artık değişti.
Peki, ne zaman? Hayatlarımıza akıllı telefonların girdiği o günden beri.

Şöyle bir etrafınıza bakın lütfen. İnsanların hâline… Herkesin elinde sımsıkı tuttuğu bir telefon var. Başına bir kaza gelse bile gözünü o ekrandan ayıramıyor. Başlar eğik, parmaklar ekranın içinde kaybolmuş… Konuşuyoruz belki ama kimse kimseyi duymuyor artık. Kimse kimsenin yüzüne bakmıyor, herkes ekranına bakıyor.

Bir konuda merak ettiği bir şey mi var? Artık danışacağı kişi yapay zekâ. Evet, şaka değil bu: Düşünmek bile dışarıdan hizmet alınan bir şey oldu. Bir fotoğraf veriyorsun, anında düzenliyor. Bir metin veriyorsun, şipşak tamamlıyor. Eksik bir fikri bile birkaç saniyede kendisi kurgusunu yapıyor. Biz mi? Biz sadece “Onaylıyoruz.” İşte hepsi bu.

Bir meseleye açıklık getirmek isteyen, bir konuda bilgi arayan pek çok artık yapay zekâya danışıyor. Bu ne demek biliyor musunuz? Artık doğruluğumuzu bile makinelere teyit ettiriyoruz.

Meta AI, Instagram’da, WhatsApp’ta, her cepte artık bir “Arkadaş” gibi duruyor. Ama ben şunu merak ediyorum: Bu kadar “yardımcı” arasında, insan kendi aklına ne kadar güveniyor acaba? Evet, sorarım size, güven bu kadar kolay mı kazanılırdı eskiden?
Birine inanmak için onun sözünün ardındaki nefesi hissederdik. Şimdi o sözün yerini bir algoritmanın tahmini aldı. Ekran ne gösterirse, ona inanıyoruz.

Üstelik bunlar benim kişisel gözlemlerim değil sadece. Devletin resmi kurumları da söylüyor bunu. TÜİK’in son raporuna göre, gençlerin dörtte biri artık kararlarını yapay zekâ desteğiyle alıyor. Bu sadece teknolojik bir veri değil; toplumumuzun ruh haritası. İnsanlık, yavaş yavaş kendi sezgisine, hatta kendi hatasına bile mesafe koyuyor farkındaysanız. Oysa hatalar, bizi olgunlaştıran en kıymetli öğretmenlerdi.

Büyük devleri “yardım” diyor. Ama yardımla vesayet arasındaki o ince çizgi, kodlarla anında silikleşebiliyor. Bir gün cebimizdeki akıl bize “Senin yerine düşündüm” dediğinde, biz “Teşekkür ederiz” dersek, işte o zaman gerçekten kaybedenlerden olacağız.

Geçen hafta Boğaz kıyısında yürürken kendi sesimi dinlemeyi denedim. Rüzgârın sesi, dalgaların kıyıya vuruşu, martıların bir parça ekmek uğruna bağırışı… Bir süre sonra fark ettim ki sessizliğin de bir zekâsı var. Ama o zekâyı ölçen, sınıflandıran bir sistem henüz yok. Zaten olmasında! Çünkü o zekâ, insan ruhunun derinliğinde gizli kalmaya devam etmeli.

Uzun lafın kısası dostlarım, mesele Meta AI’nin ne kadar geliştiği değildir inanın. Asıl mesele, bizim kendi aklımızla, hafızamızla, sezgimizle ne kadar yol alıp ona ne kadar güvenebildiğimizdir.

Ben yapay zekâyı hiçbir zaman bir tehdit olarak görmedim. Onu insanlığın bir aynası olarak görenlerdenim. Ama aynaya bakarken kendi yüzümüzü unutursak, sizce de kaybeden biz olmayacak mıyız?

Aklın en gelişmiş hâli bile kalbin süzgecinden geçmiyorsa körleşecektir. Bizim görevimiz teknolojiyi değil, insanı merkeze koymaktır. Çünkü hiçbir yapay zekâ, bir annenin duasını, bir dostun tebessümünü, bir çocuğun gökyüzüne savurduğu o sahici kahkahanın nelere etki ettiğini hesaplayamaz.

O yüzden, gelin bu hafta bir nefes alın. Evet, ekranlarınızı kapatın, başınızı kaldırın, gökyüzüne bakın. Bir süre hiçbir şey düşünmeyin… belki de ilk kez gerçekten düşündüğünüzü hissedeceksiniz. Aklını kalbiyle dengeleyen, teknolojiyi insanın hizmetinde tutabilen herkese selam olsun…

Haftaya yine böyle bir sohbet tadında buluşmak dileğiyle, hoşça kalın.