Kategoriler
UYGULAMALAR
İstanbul
Siyasette bazı cümleler vardır; bir liderin ağzından çıkar ama muhatabı sadece siyasi aktörler değildir. O cümle, toplumun tarihsel hafızasına, devlet aklının en derin koridorlarına ve ülkenin geleceğini belirleyecek stratejik hesaplara bir işaret olarak düşer. Devlet Bahçeli’nin son dönemde kurduğu şu söz de tam olarak böyle bir cümledir:
“Kimse gitmezse ben birkaç arkadaşımla beraber İmralı’ya giderim.”
Abdullah Öcalan’ın geçmişteki eylemlerinin Türkiye’ye ağır faturalar çıkardığı, savunduğu ideolojik çizginin hem güvenlik hem toplumsal bütünlük açısından ciddi riskler doğurduğu açıktır. Bu nedenle Öcalan’ın fikri hattına inanmamak, onu meşru bir aktör olarak görmemek son derece anlaşılır ve doğaldır. Ancak Bahçeli’nin sözünün kıymeti tam da bu noktada ortaya çıkıyor: Bir düşünceye karşı olmak, o düşüncenin temsilcisiyle konuşmayı gereksiz kılmaz.
Bahçeli’nin sözleri, aslında Türk devlet geleneğinin en eski kuralına işaret ediyor:
“Meseleyi anlamadan çözemezsin.”
Bu, bir kabulleniş veya onaylama değildir; meseleye vakıf olmanın, konuşarak bilgi edinmenin ve süreci kontrol altında tutmanın gereğidir. Bir sorunla savaşırken, o sorunun üretildiği merkezle temas kurmak; sahayı, motivasyonları, olası kırılma noktalarını bilmek gerçekçi devlet yönetiminin vazgeçilmezidir. Bahçeli’nin çıkışı, ideolojik bir tercih değil, devlet aklının tarihsel refleksidir. Bugün Türkiye’nin siyaseti sosyal medya, kutuplaşma ve sloganlarla şekillenirken bir liderin “Ben giderim” demesi aslında çok önemli bir mesaj veriyor:
Cesaret siyasetin değil, devlet yöneticiliğinin gereğidir.
Bu söz, popüler olandan değil, gerekli olandan yana tavır almanın cümlesidir.
Bahçeli’nin geçmişteki sert tutumlarına rağmen bugün bu kapıyı aralaması, Türkiye’de çözümün, konuşmanın ve bilgi akışının önemini yeniden hatırlatıyor. Türkiye’nin yakın tarihinde birçok örnek var: 1960’larda Ortadoğu’daki örgütlerle, 80’lerde farklı radikal yapılarla, 90’larda devlet dışı aktörlerle temaslar hep oldu. Amaç meşruiyet kazandırmak değil, oyunu sahada değil masada yönetebilmekti. Bahçeli’nin çıkışı da tam olarak bu geleneğin içinden geliyor.
Bu sözün anlamı şudur:
“Devlet, iletişim kurduğu için küçülmez; aksine güçlenir.”
Bir aktörle görüşmek, onu onaylamak değildir; onu kontrol edilebilir kılmanın, bilgi akışını sağlamanın ve devletin stratejik üstünlüğünü korumanın yoludur. Bir toplumun olgunluğunun ölçüsü, sadece sevdiği ve katıldığı fikirlere değil, nefret ettiği düşünceye karşı da nasıl davrandığıyla belirlenir. Bahçeli’nin cümlesi bu açıdan da önemlidir:
Bir devlet adamı, duyguyla değil, akılla konuşur.
Öcalan’ın fikirlerine karşı olmak başka; Türkiye’nin geleceğini ilgilendiren bir konuda bilgi edinmek, süreci yönetmek, yeni kırılmaları engellemek başka şeydir. Bahçeli’nin çıkışı aynı zamanda şunu gösteriyor:
Türkiye, kendi iç meselelerinde aktörleri dışlayarak değil, yüzleşerek yol alabilir.
Bu ülkenin en büyük problemlerinden biri, konuşulması gereken şeylerin tabu haline gelmesidir. Oysa gerçek devlet adamlığı bazen en zor konuşmaları yapmayı gerektirir.
Bahçeli’nin çıkışı ne Öcalan’ı aklamakta ne de geçmişte yaşanan acıları unutturmaktadır. Ama Türkiye’ye şunu hatırlatmaktadır:
Devlet, gerekirse herkesin gitmekten korktuğu yere gider. Dahası Sorunu kaynağında anlamak zayıflık değil güçtür ve konuşmak, meşruiyet kazandırmaz; yönetme kapasitesini artırır.Tabi en önemli tarafıda barış, güvenlik ve istikrar cesaret ister.
Türkiye’nin en kritik meselelerinde atılan her cesur adım gibi, bu tartışma da ülkenin hem siyasi hem toplumsal olgunluğunu sınayan bir eşiktir. Bence bu yüzden, Bahçeli’nin sözü sadece güncel siyasetin bir repliği değil; Türkiye’nin geleceğine dair stratejik bir kapının aralanmasıdır.
