Kategoriler
UYGULAMALAR
İstanbul
Hayatın bir yolculuk olduğu, onu iyi yaşayanın da günleri isteksiz sürükleyenin de kabul ettiği bir gerçek. İnsanlığın bu ortak düşünceye varabilmesi bile azımsanacak bir kazanım değildir hani.
İşte bu yolculuğun bir aşaması için otobüs durağına geldiğimde bir kızla bir erkek iki gencin ayakta, orta yaşlı bir adamın da bankta oturarak gitmek istedikleri yer için gelecek otobüsü beklediklerini gördüm.
Banka oturduğumda yanımdaki adam teklifsiz başladı konuşmaya: “İnsan ne enteresan değil mi?”
Sorduğu soru, beni kent keşmekeşinden alıp sanki insanlardan uzak bir doğa içine sürüklemeye başladı. Üstelik ben de aynı soruyu sordum bu yer değiştirmeyle.
Sıkışan trafik içinde araçlar ağır ağır durağın önünden ilerlerken ve henüz hiçbir halk otobüsüyle dolmuş görünmezken devam etti konuşmasına adam:
“Nuh peygamber, ağlayan bir kadın görüp ona derdini sormuş. Kadın, oğlunun öldüğünü söylemiş. Hazreti Nuh, bu kez ‘Kaç yaşında hayatını kaybetti?’ dediğinde 250 cevabını almış. Kadına teselli vermeye çalışan peygamber ‘Öyle bir zaman gelecek, insanlar 60-70 yıl yaşayacak.’ demiş.”
Adam, bunları anlatırken gençler, kablosuz kulaklıkları takılı olduğu hâlde birbirleriyle az da olsa konuşup gülüşüyorlar, sanki bu durakta kendilerinden başkalarının olduğunu kabul etmek istemiyorlardı.
Hikâyesini sürdürmeye çalışan adam, gençlere doğru bakıp onları da kendisine dinleyici yapmak istercesine sesini yükselterek devam etti: “Peygamberin sözüne şaşıran acılı kadın çok ilginç bir şeyi kafasına takarak sormuş: ‘Peki onlar bu kadar az ömürle içinde oturmak için ev de yapacaklar mı?’
Nuh aleyhisselam ‘Hem de en güzellerini yapacaklar.’ diye kadının merakını gidermiş.”
Olayın ev konusuna bağlanması gerçekten beni de şaşırtmıştı. Bir ev ve bir araba için bu diyarlarda bir ömür verilmiyor muydu hem? Adam, içimden geçen soruyu duymuş gibi anlatmayı sürdürdü:
“İşte bu söz üzerine kadından, Nuh peygamberin de hoşuna giden şu söz gelmiş: Onların yerinde olsam ev yapmakla uğraşmaz, iki kazık çakıp üzerine örterim, Rabbimi hamd ile tesbih ederim.”
Adamın anlattıkları bitince otobüs de geldi. Gelen otobüs, ne kulaklıkları takılı olduğu hâlde birbirleriyle konuşup gülüşen gençlerin ne de ibretlik hikâyeyi anlatan adamın beklediği güzergâh içindi.
Kalabalık otobüste giderken adamın anlattıklarını düşünüyordum. Belki böyle bir olay hiç yaşanmamıştı ama insanlık, ömürlerin hayli uzun olduğu Hazreti Nuh döneminden bugüne bir ders çıkarmak için bu hikâyeye sığınmıştı. Peki bu çağın insanı kısacık ömrüne “Bunların hepsine yer var mı” demeden neler sığdırmaya çalışıyordu?
YARIM KALAN HAYATLARIN YÜREKLERDEKİ YERİ
Sevgili ülkemde son 2 haftada yaşananlar o kadar can yaktı ki acıların karşısında ne yana gideceğimizi şaşırmış hâldeyken bir cümle kurabilmek bile büyük bir yüke dönüştü.
Kocaeli Gebze’de deprem olmadan yıkılan binada 4 canın yitmesi, Dilovası’ndaki ruhsatsız parfüm fabrikasında üçü çocuk 6 işçinin acı kaybı, Kastamonu’da 9 gündür aranan kadının ve 5 yaşındaki oğlunun cansız bedenlerine ulaşılması, Diyarbakır’da viyadük inşaatında 4 işçinin hayatını kaybetmesi ve Azerbaycan’dan dönüşte Gürcistan’da düşen uçağımızda 20 askerimizin şehit oluşu.
Her şey öyle üst üste geldi ki bunca kötü gelişmenin karşısında toplum yine unutma becerisinden destek almaya çalışır gibi. Gerçek acı ise aslında şivan düşen ocaklarda yaşanıyor.
Hem kaza adı altında yaşanan olaylarda yiten canların hem de şehitlerimizin hepsinin ayrı ayrı çok kıymetli hayat öyküleri vardı, hepsi yarım kaldı. Bizeyse yürekte çokça sızının içinde çağlar ötesinden seslenen Yunus Emre’min şu seslenişine sığınmak düştü:
Geldi geçti ömrüm benim
Şol yel esip geçmiş gibi
Hele bana şöyle geldi
Şol göz yumup açmış gibi
(...)
Bu dünyada bir nesneye
Yanar içim göynür özüm
Yiğit iken ölenlere
Gök ekini biçmiş gibi
