Kıyameti çobanlar mı getirecek?

GİRİŞ:
2025-12-25
saat ikonu 01:10
|
GÜNCELLEME:
2025-12-25
saat ikonu 01:10

Kentlerin, insan olmayı unutturan yanlarından çıkış yolu bulmaya çalışanlar, keskin çarkların arasında sıkıştıklarını unutarak bir tebdilimekân arayışına düşerler. Düşmesinler mi?

Haklarıdır elbet. Bu arayış, keşmekeşleriyle boğan ve çeşitli sağlık sorunlarına da davetiye çıkaran büyükşehirlerin yakınında kirlenmemiş bir yer bulmaya götürür onları. Oturdukları yüksek yapıların dairelerinden bir göl manzarası, akan bir dere, şelale veya bir dağ başı yahut kimsenin olmadığı bir deniz kenarına doğru…

İşte böyle bir imkana kavuşan insan, gittiği yeri görünce “Oh be dünya varmış.” deyiverir. Demesin mi? Böyle demesinde de yerden göğe kadar hakkı vardır.

Tabii böyle bir gidiş, genelde Allah’ın dağını, suyunu, manzarasını parselleyip belli bir ücret karşılığında satan yerler vesilesiyle olsa da buna da şükredecektir kent insanı, ne yapsın? Kolay mıdır öyle ıpıssız bir yerde çadır açıp ateş yakmak, yaktığı ateşe demliği sürüp çay hazırlamak?

Kim ne derse desin, böyle bir girişimde bulunmak büyük iştir. Sadece son 1 yılda ülkede yaşananlar, ne otellere ne de restoranlara güvenle gitmeye imkân verir hâlde. Bir kent insanı, içine sinerek böyle mekânlardan sorunsuz hizmet alabiliyorsa az şey midir?

Yalnız her güzel şey gibi bu kaçışın da bir sonucu olacaktır. Kentte maruz kaldığı birden çok yaşamaktan ötürü erken yaşlanan insan, geçici yer değişimi için zaten kıt kanaat yeten bütçesinden ayırdığı ücretin kredi kartı ekstresine yansıdığını görecektir. Varsın, yansısın, yeter ki kent insanı çıldırmasın, sağlığını yitimesin ve de bir kaçıştan da olsa dayanak bulsun. Yetişir.

Taksiti bol insanlarımızın ağzının tadı bozulmasın, yıllardır bir türlü almaya yetişemediği şeylerden midir bilinmez, geçiminde sağlayamadığı bereketi de iyice yitip gitmesin. El verir ki mutluluğu parça parça da olsa böyle bulacaktır.

ARTIK BİLMEDİĞİM DUALARI DA OKUYACAĞIM

Üstü kapalı bir bank üzerine ilişip kitabımı okuyorum. Bir süre sonra sakalları karışmış genç bir adam peyda oluyor önümde. Elinde ince bir çanta var, belli ki bir şey satmak istiyor. Ama bundan önce bir hikâyesi var, onu anlatacak. Buyursun anlatsın:

“Sivas’tan geldim buraya. Çobanım, bizim oralarda hayvanları şap vurdu. Tüp bebek tedavisi için para biriktiriyorum, 20-25 bin açığım kaldı.”

Hikâyesini biraz daha dinlemek için sorular soruyorum, çobanların ülkemizde iyi kazandığını hatırlatıyorum, kabul ediyor, ayda 200 bin lirayı bile gördüğü oluyormuş, Allah bereket versin.

Bunun yanında karşımdakinin yapması beni ara ara gidip kolay dönemediğim çocukluk yıllarına tekrar gönderiyor. Nerede okudumsa küçücük yaşta aklımda kalmış bir hadis hatırlıyorum:

“Kıyamet alametlerinden biri de yalın ayak, çıplak, yoksul koyun-keçi çobanlarının binaları yükseltmekte birbirleriyle yarış ettiklerini ve böbürlendiklerini görmendir.”

Buhari’de ve Ahmed bin Hanbel’de geçtiğini öğrendiğim bu hadisi duyduğumdan beri tüm çobanlara, kıyameti getirecek kişiler olarak bakmıştım. Ya şimdi?.. Biraz bekleyin, çobanlık bahsini ileride yine açacağız.

* * *

Ülkemizde hayvancılıkla uğraşanları ve hayvancağızları bu yıl canından bezdiren bir hastalık tarumar etti. Çok hayvan can verdi, çok üretici kahroldu.

Biz, bu hicranla üstü kapalı bankta bıraktığımız, Sivas’ta çobanlık yapıp Anadolu’yu gezen genç arkadaşa dönelim.

Sigortası olmadığı için, az bir açığı kalmış, tüp bebek tedavisine gidecek parayı tamam etmek için üzerinde Yasin-i Şerif ve Büyük Şifalı ve Sırlı Dualar yazan 2 kitap, Türk bayrağı, ve Atatürk’ün de içinde bulunduğu çerçeveli çerçevesiz bayraklar satıyormuş.

Sivaslı çobana Allah selamet versin, boş çevirmek olmaz, bir dua kitabı aldım. Bugüne kadar bildiğim tüm duaları okumuştum, şimdi de bilmediğim duaları okuyacağım. Kiminin parası, kiminin duası! Sen sağ ol arkadaş.

ÇIKMAYAN MİLLİ BİLETİ

Her miladi yılın bitiminde televizyonların haber bültenlerinde 2 şey için özel muhabir ve kameraman görevlendirilir. Bunlar kuruyemiş fiyatları ve Milli Piyango gişelerinin önündeki kalabalıktır.

Necip milletimizin arasında yılbaşında kuruyemiş tüketimini artıranlarla piyango bileti alarak zengin olma hayali kuranların sayısı hiç de az değildir çünkü.

Bendeniz 1999’dan 2000 yılına girerken “Sıkı durun, işte milenyuma giriyoruz.” heyecanlandırmalarına maruz kalmış bir kuşaktanım. 80’lerin sonu 90’ların başında dünyaya gelen akranlarımız arasından sevgili ülkemde çok fazla girişimci ve dolandırıcı çıkmıştır, hâlâ da çıkmaktadır. Bu ikisinden de olamayanlar ise haber ve köşe yazısı yazıp memleketin ahvali umumiyesine kafa yormaktadır.

İşte 1999’un aralık ayı itibarıyla “2000 yılı çok başka olacak.” sloganları yayılırken 1 Ocak 2000 günü pek de bir numara görmediğimizde ve aldığımız piyango biletinin numaralarına amorti bile vurmadığında fena halde kandırıldığımızı anlamıştık.

Hâlbuki o yıl, piyango bileti alanların çoğu, büyük ikramiye çıktığında ihtiyaç sahiplerine de bir miktar dağıtacak karakterde insanlardı, yazık oldu! Bu sorgulamayla 26 yılımız geçti, artık faka basmayacağız inşallah. Taksitlerimiz bitince eksik ideallerimizi de tamamlamaya çalışacağız biiznillah.

* * *

Kur’an-ı Kerim’in Maide suresi 90. ayetini Elmalılı Hamdi Yazır şöyle tercüme etmiş: “Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar (putlar) ve fal okları şeytan işi birer pisliktir. Bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz.”

Diğer Kur’an meallerinde falın yanında ya da yerinde “şans oyunları” ifadesi de geçmiş.

Piyango deyince Rusya’da çarlığı yıkıp komünist bir ihtilalle Sovyetler Birliği’ni kuran Vladimir Lenin’in Kır Yoksullarına kitabında geçenler de epey ilgi çekecek türdendir.

Lenin, piyangonun ne demek olduğunu 50 rublelik bir inek üzerinden anlatıyor. İneğin sahibi ineği satmak ister ama bunu piyango usulüyle yapar. Herkese 1 ruble değerinde bilet satar, biletlerin satışı sonunda 100 ruble toplanır. Sonra piyango çekilişi yapılır ve Lenin, olayı şu ifadelerle özetler:

“Piyangoyu kazanan, ineği bir rubleye almış oluyor, diğerleri hava alıyor. İnek insanlara ‘ucuza’ mı geldi? Hayır, çok pahalıya geldi, çünkü değerinin iki katı para ödendi, çünkü iki kişi (piyangoyu düzenleyen ve ineği kazanan) hiçbir şey yapmadan kazanç sağladılar, hem de paralarını kaybeden 99 insanın sırtından. Demek ki piyangonun halk için kazançlı olduğunu söyleyenler halkı basitçe aldatmaktadırlar.”

Piyango işini tutturanlar bu sözleri duyunca şu soruyu sormakta haklıdır: “Halkı sadece biz mi aldatıyoruz kardeşim?”

Yeni yılda asgari ücretin yüzde 27 zamla 28 bin 75 lira olduğu sevgili ülkemde sadece alın terinin namusuyla yaşayan bir emekçi de bazen piyango biletinden umut devşirmeye çalışacaktır.

Bu davranışıyla bilmeden kapitalizmin çarkını bilese de ülkede yüksek yerlerde bulunanların yasal ya da yasa dışı bahisle veya kara para aklamayla zirvelere tırmandığını görünce kendisinin bu girişimini de masum görecektir. Peki biz 2026’da neler göreceğiz?

* * *

Çobanlarla ilgili hadisi bugün düşündüğümde İslam’ın aslında kapitalist değerleri ve gelişmeleri kıyamet alameti olarak gördüğünü anlıyorum. Sevgili peygamberimizin işaret ettiği, çobanların binaları yükseltmekte birbirleriyle yarışa girmeleri de aslında kapitalist süreçte köylerden kente olan göçü tasvir ediyor ve burada artık kentleşme sürecinde kapitalist altyapı hazırlanıyor.

İşte yazıya başlarken bahsettiğimiz, büyük kentlerden bunalarak bir göl-dere-deniz kenarı, dağ başına gitmek isteyenler, aslını arayanlardır.

Debdebeli yüksek binalarda oturan insanlar, aslı olan topraktan uzaklaştıkça insanlıktan da çıktı. O yüzden ne alsa mutlu olamıyor, hâlbuki Kızılderili reisi gibi “Ruhumuz geride kaldı, biraz soluklanalım da yetişsin.” diyebilse yine pek çok şeyi telafi edip kendisini de dinlendirecek.

Peki ne zaman hayırlı bir çıkış yolu bulacak insan? Hele de sabah güneş doğmadan yola düşüp tıklım tıkış toplu taşıma araçlarında kendilerine yer bulmaya çalışan, sigortalı bir iş karşılığında tüm samimiyetini ve girişimciliğini ipotek etmiş insan…

Ölümle yüzleşecek, ölmeden evvel en az bir kez ölecek. Azrail, Hakk’ın emanetini almaya geldiğinde Hazreti Mevlânâ gibi buna “vuslat” deyip olayı bir Şeb-i Arûs’a çevirecek. Şimdi sorsun insan “Benim yüreğim buna var mı?” diye.

Necip Fazıl’dan:

Hayat, mayat diyorlar;

Benim gözüm mayat'ta.

Hayatın eksiği var;

Hayat eksik hayatta.

Takınsam, kanat, manat;

Kuş muş olsam seğirtsem.

Bomboş vatana inat,

Matan’a doğru gitsem…