O eski sevdalar artık neden yaşanmıyor?

GİRİŞ:
2025-12-04
saat ikonu 01:26
|
GÜNCELLEME:
2025-12-04
saat ikonu 01:29

Yağmurlu bir günde kent merkezinden ilçeye gidecek minibüste boş yer yok. Araca en son binen genç kız, elindeki telefondan mesaj yazarken bir yandan da dışarıda bekleyen şık giyimli adama eliyle “Git” manasına gelen bir işaret yapıyor. Gitmiyor genç adam. Meseleyi fark edenler “Vay be! Demek hâlâ böyle sevdalar yaşanıyor.” diyor. Minibüsün tüm koltukları dolu ama şoför, hareket saatini bekleme bahanesiyle bir türlü motoru çalıştırmıyor.

* * *

Sanat müziğimizde “Gamzedeyim deva bulmam” diye uşşak makamında harika bir şarkımız vardır. Hoş, çoğu kişi bunu, ismi Gamze olan bir hanımefendinin yanında bulunan adamın yazdığı bir şarkı sanmıştır. Sonraları yaş alıp “gamzede” olmayı öğrenince şarkının da anlamını fark edebildi bu insanlarımız.

Güftesi ve bestesi Tatyos Efendi’ye ait bu şarkıda bilinenin aksine evlenip yuva kuramamış bir kişinin hicranı yerine aslında yoksulluk içinde inleyen birinin hayatı anlatılır.

Gamzedeyim, deva bulmam / Garibim bir yuva bulmam diye geçen sözler, şarkıyı okuyanlar tarafından kâfiye tutsun diye “Yuva kurmam” olarak değiştirilince de yalnız bir insanın yaşadığı üzüntüyü yansıtan bir şarkı gibi kabul edilmiş.

Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı olan sanatçımız Tatyos Efendi, 1913’te karaciğer rahatsızlığından vefat edip geride kalan eşini dul bıraktığında artık herkesin bildiği şarkısının sonunda şöyle de bir dörtlüğü bulunuyordu:

Ehl-i dilin yoktur kadri

Uğraşma Tatyos gayri

Neşâtın çok, kıymetin yok

Tâliine gel küs bârî

Tatyos Efendi’nin vefatının ardından Ahmet Rasim, hüzün dolu bir yazı yazar. Üstat, sanatkâra olan ilgisizlikten şikayetçi olduğu yazısında “Arada sırada değil, hemen ekseriya sanat ve marifete karşı gösterdiğimiz küfran ve lakaydiden dolayı yazık bize!” der.

Tatyos Efendi aynı zamanda Ahmet Rasim’in hareketli gece hayatı nedeniyle eşinin yaptığı “Sakın geç kalma erken gel” uyarısını besteleyen kişidir.

Yazarın eve geç gelişlerinden bıkan ama eşinin sevgisinden de asla şüpheye düşmeyen Sadberk Hanım “Sakın geç kalma erken gel” derken Ahmet Rasim, karısının sözünü tutacağı yerde yine eve zil zurna sarhoş bir hâlde geç gelir ama karısının uyarısı da artık Tatyos Efendi’nin notaya çevirmesiyle unutulmaz bir şarkı olmuştur:

Cefâ etme bana mâhım
Sonra tutar seni ahım
Üzme beni şivekârım
Sakın geç kalma erken gel

* * *

İçinde debelenip tutunmaya çalıştığımız çağda o eski nahif, güzel ve samimi sevgilerin yaşanmadığını söylüyor herkes. Evlenenlerin çoğu da mutlu değil gibi. Ne evlenmek kolay ne de bu müesseseyi ayakta tutmak.

“Yaşamak… dedi duyulur duyulmaz bir sesle. Ama bu düzende nasıl?” diye soruyor Şirketi romanında Bekir Yıldız.

Bir evliliğin açmazında, kabahati dünyaya, ülke gidişatına vermek de mümkündür. Ama bu çağın insanına düşen sorumluluk da bir hayli artmıştır hani. Almak istediği çok şey var insanın; taksiti, kredisi, borcu da hiç bitmiyor bu nedenle. Onun için kampanyalar yapılıyor hep, o da maşallah hiçbirinden geri kalmak istemiyor.

Reklamda çok güzel görünen 4x4 cipi de alacak, 4+1 geniş mi geniş evde de oturmak isteyecek. Sonra birbirinden lüks eşyalarla donatacak orayı, doldurması yetmeyecek, her yıl yenilerini ekleyip “Artık eskidi bunlar.” dediklerini atacak. En sonunda da büyük bir yorgunluk içinde “Acaba başka bir yerde daha mutlu olur muyum?” diye soracak.

Bir de bunları yapan insan evliyse epey bir badireden çıkıp hâlâ evliliği ayakta tutabilmişse her şeyden önce bir madalyayı hak edecek ama artık ya kendisi gibi yorgun bir evliliği olacak ya da gerçekten kendini harap edip hayırlı evlat yetiştirmenin kıvancıyla eşiyle birlikte bir keyif kahvesini yudumlarken içinde sımsıcacık hisler duyacak.

* * *

Evrak çantası kolunda pırlanta gibi bir oğlanla elinde kitapları olan hanım hanım bir genç kız, caddenin sonundan dönerken birbirlerini fark etmeden çarpıştılar. Onlar şaşkınlık içindeyken çanta bir yana kitaplar bir yana düştü.

Yakışıklı genç adam kitapları toplayıp kıza verirken kız da çantayı alıp oğlana tuttu. İkisi de öyle beklerken artık şaşkınlıktan çıkıp göz göze geldiler. Genç adam, kıza vermek için tuttuğu birkaç kitabın en üstündekinin üzerinde “Ben Sana Mecburum” yazdığını gördü. Kızsa evrak çantasındaki küçük söküğü fark etti.

Genç adam, sessizliği, özür dileyip bozdu ve karşıdaki pastaneyi işaret ederek bir çay ikram etmek istediğini söyledi. Güzel kız, utana sıkıla reddetti bunu. Oğlan, boynunu büktü, kız çantayı verdi. Üzerinde “Ben Sana Mecburum” yazan kitabın içinde “sevmek kimi zaman rezilce korkuludur / insan bir akşam üstü ansızın yorulur” yazıyor ama ikisi de henüz bunu bilmiyordu.

Sonunda kızın kitaplarını vermeyi başaran genç adam, bir kez daha kendini zorlamaya koyulurken kız yoluna devam etti. Genç adam, “Bir daha bu kıza rastlar mıyım?” endişesiyle kızın gittiği ters yönde yolu adımlamaya başladı.

“Sana büyük caddelerin birinde rastlasam / Elimi uzatsam tutsam götürsem” diyordu Gülten Akın. Oğlan bu şiiri bilmiyordu ama geriye bakmadan yürürken kız karşısına çıktı, “Evet,” dedi, “Olur, çay içebiliriz.”

* * *

Şimdi böyle karşılaşmalar da olmuyor, eskinin o güzel sevdaları da yaşanmıyor. Ellerindeki akıllı telefonlardan gözlerini ayırmayan insanların yanı başından öylesine geçip gidiyor mutluluk. Hoş, böyle bir ihtimal bile olsa kadınlar da “Acaba sevdiği erkeğin elinde ölen hemcinslerim gibi mi olacağım?” kuşkusunda karşısına çıkana bin bir tereddütle bakıyor. Erkekler de bir türlü dışarıya bakan gözlerini kalplerine çeviremiyor. Ondan ötürü artık kalp rahatsızlıklarına yakalanma yaşı da çok düşmüş vaziyette.

“Seni bağırabilsem seni / (…) / Okyanusun en ıssız dalgasına / Düşmüş bir kibrit çöpüne.” diyor Ahmed Arif ama şairin aksine bir dönem sevdiği kızın mahallesine en az iki kez boyanmış arabasıyla giden yoksul ve bıçkın delikanlılar “Seviyorum ulan” diyerek nara atıyor, arabalarının güçlü ses sisteminden yararlanarak arabesk bir müzikle nasıl büyük bir âşık olduğunu ispatlamaya çalışıyordu. O günler de geride kaldı.

Yüce yargımız, sosyal medyada başka kadınların fotoğraflarını beğenen evli erkeği ağır kusurlu bulup bu durumu güven sarsıcı davranış olarak yorumlayarak olayı boşanma nedeni saydığına göre artık bize söz düşmez.

Ne dersiniz, sosyal medya çıkınca o eski aşklar da beyaz atlara binip bir sabah ansızın çıkıp gittiler mi?

* * *

Başlarken yağmurlu bir günde Anadolu’daki bir kentin merkezinden ilçeye gidecek minibüsün içinde sevgilisine hem mesaj yazan hem de eliyle “Git artık, bekleme.” diyen genç bir kızla onu yağmur altında ıslanmasına karşın bekleyen şık giyimli bir adamdan bahsetmiştik.

Yağmur şiddetini artırınca adam da sevgilisinden aldığı izin sonrası minibüsün hareketini beklemeden oracıktan uzaklaştı. Minibüsün içinde durumu fark edenler bu gidişe rağmen yine de sözlerini tekrarladılar: “Vay be! Demek hâlâ böyle sevdalar yaşanıyor.”

Sahi yaşanıyor mu?

Yusuf Hayaloğlu’ndan:

(…)

Hiç ayrılmayız derken bir ucundan

Aşktı o yitirdiğimiz inan aşktı

Ben sana kıydım, sen bana gücendin

Ve durduramadık o vahşi atı.

O vahşi atın ardından ah şu aramızdakiler

Hiç yaşanmamışçasına uçtu gider.