Kategoriler
UYGULAMALAR
İstanbul

Yarım asır öncesine kadar başka ülkelerin kontrolü ve iznine bağlı kalan Türk savunma sanayi, şimdilerde küllerinden doğarak bağımsızlık mücadelesinin sembolü haline geldi. Sadece Türkiye'nin değil, artık dünyanın da dikkatini çeken bu dönüşümün ardında ise yaklaşık bir asırlık mücadele yatıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğinde yapılan büyük projeler, özellikle son yıllarda Türkiye’yi dünya arenasında başrol haline getirdi.

Cumhuriyetin ilk yıllarında Türk Havacılığı, Vecihi Hürkuş ve Nuri Demirağ gibi öncü isimlerin çabalarıyla şekillendi. Hürkuş, 1925’te kendi tasarladığı Vecihi K-VI uçağını gökyüzüyle buluşturdu. Ancak o dönemde sivil bir pilotun kendi uçağını yapıp uçurması kabul görmedi; bürokratik engellerle karşılaştı ve destek bulamadı.

Buna rağmen yılmadı, Türk sivil havacılığının temellerini atmaya devam etti. 1932’de ilk Türk Sivil Havacılık okulunu kurdu. Yetiştirdiği öğrencilerle 2 uçak daha yaptı.

Hürkuş’un izinden giden Nuri Demirağ, 1936 yılında Türkiye’nin ilk uçak fabrikasını kurdu. Mühendis Selahattin Reşit Alan ile birlikte NU. D-36 ve NU. D-38 model uçağı geliştirdi. 1938 yılında Reşit Bey’in Eskişehir’e yaptığı uçuş felaketle sonuçlandı. Reşit Bey piste iniş yaptığı sırada hayvanların girmemesi için kazılan hendeğe çarpması sonucu hayatını kaybetti. Kazanın uçakla ilgisi olmamasına rağmen yurt dışı satışları ve Türk Hava Kurumu siparişleri iptal edildi.

Demirağ, o dönemin Cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü’den yardım istedi. Ancak destek bulamadı, aksine engellendi. Buna rağmen Demirağ pes etmedi. 1938’de hedef büyüterek çift motorlu 6 kişilik yolcu uçağını üretti.

Bu iki isim, Cumhuriyet’in ilk yıllarında başlattıkları cesur çalışmalarıyla Türk havacılığının temelini oluşturdu. Onların bıraktığı miras, gelecekteki milli projelerin ilham kaynağı oldu.
Cumhuriyet döneminin bir diğer öncü ismi Nuri Killigil Paşa sanayici kişiliğiyle Kütahya, İzmir Karaburun, Pendik, Zeytinburnu ve Sütlüce’de farklı üretim tesisleri kurdu. 1938 yılında kurulan Sütlüce Silah Fabrikası, Türkiye’nin ilk özel savunma sanayi şirketlerinden biri olarak tarihe geçti.

Killigil, İzmir Fuarı ve Türkiye İktisat Kongresi gibi etkinliklerde kendi tasarımı olan 9 mm “Nuri Killigil” marka yarı otomatik tabancasını tanıttı ve büyük ilgi gördü. Ancak 2 Mart 1949’da Sütlüce’deki fabrikasında meydana gelen patlamada hayatını kaybetti. Killigil’in fabrikasının İsrail’e karşı savaşan Müslümanlara silah sattığı için havaya uçurulduğu iddia edildi.

1962 yılında Ermeni asıllı Türk vatandaşı Kirkor Divarcı, Bandırma Füze Kulübü ile birlikte Türkiye’nin ilk yerli füzesini üretti. “Marmara-1” adı verilen bu füze başarıyla fırlatıldı. Ancak kısa süre sonra Divarcı’nın evinde çıkan gizemli bir yangın tüm proje belgelerini yok etti. Yangının ardından projeye dair hiçbir açıklama yapılmadı ve Türkiye’nin ilk füze girişimi tarihe karıştı.

1970’li yıllarda Türkiye, milli üretim anlayışını yeniden canlandırmak için Necmettin Erbakan’ın öncülüğünde “Ağır Sanayi Hamlesini” başlattı. 7 yıllık plan kapsamında iki yıl gibi kısa sürede 200’den fazla büyük tesisin temelli atıldı.

Bu dönemde kurulan TÜMOSAN, TEMSAN, TAKSAN ve ASELSAN gibi kuruluşlar, Türkiye’nin sanayi ve savunma gücünün temel taşlarını oluşturdu. Erbakan’ın hedefi, dışa bağımlı olmayan bir üretim modeli kurmak ve ihracatla ülke ekonomisini güçlendirmekti. Bu adımlar daha sonra ROKETSAN, TUSAŞ ve HAVELSAN gibi milli kurumları için da zemin hazırladı.

Türkiye uzun yıllar boyunca savunma sanayinde dışa bağımlı kaldı. Çoğu zaman parası ödenmiş mühimmat ve silahların teslimatı bile yapılmadı. Savunma harcamalarının büyük bölümü ithal ürünlere gidiyor, milyarlarca dolar başka ülkelerin kasalarına akıyordu.

1984 yılında Baykar Makina’nın kuruluşunda yer alan Özdemir Bayraktar, milli ve özgün insansız hava aracı (İHA) teknolojisini geliştirerek Türkiye’nin savunma vizyonunu tamamen değiştirdi. 2005-2009 yılları arasında TSK için geliştirilen ilk insansız hava aracı olan Bayraktar Mini İHA projesine liderlik yaptı.

Bayraktar ailesinin geliştirdiği İHA’lar, 2021 yılında Azerbaycan’ın Karabağ zaferinde önemli rol oynadı. Bu başarıdan dolayı Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, Özdemir Bayraktar’ı “Karabağ Nişanı” ile onurlandırdı. Bayraktar, milli teknoloji hamleleri, stratejik düşüncesi ve yetiştirdiği iki mühendisi evladıyla Türk savunma sanayiinde unutulmaz bir iz bıraktı.

Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığındaki Savunma Sanayii İcra Komitesi, yerli savunma sanayisini güçlendirmek amacıyla önemli kararlar aldı. Bu doğrultuda, yabancı ortaklı bazı milyar dolarlık projeler iptal edildi ve kaynaklar yerli üretim yatırımlarına yönlendirildi.

O dönemin Başbakanı olan Recep Tayyip Erdoğan, “Hedefimiz hiçbir kritik alanda dışarıdan alıma ihtiyaç duymayacak bir savunma sanayi geliştirme ve üretim altyapısı inşa etmektir” diyerek 2004 yılında Milli Savunma Hamlesi’ni başlattı. Bu vizyonla birlikte hava, kara ve deniz başta olmak üzere her alanda “yerli ve milli” hedefi konuldu. Bu hedefle ilk adımlar; 2005’te ATAK helikopteri, ardından ANKA insansız hava aracı, ALTAY tankı ve MİLGEM savaş gemisi ile atıldı.

Yerlilik oranı %20’lerden %80’lere yükseldi. Türkiye artık ithalatçı değil, ihracatçı konuma geldi. Ancak en büyük hedef, göklerde yerli ve milli kanatlarla uçmaktı.

KAAN projesinin temelleri atılmadan önce, Türkiye’nin ABD ile yürüttüğü F-35 savaş uçağı programı sürecinde ciddi kırılmalar yaşandı. Türkiye, üretim ortağı olmasına rağmen programdan çıkarıldı. ABD’nin bu kararı, hem savunma sanayinde büyük bir hayal kırıklığına sebep oldu hem de Türkiye’yi kendi beşinci nesil savaş uçağını üretme kararlılığında daha da güçlendirdi. Bu gelişme, “Milli Muharip Uçak” hedefinin sadece bir teknoloji projesi değil, aynı zamanda bir bağımsızlık manifestosu haline gelmesini sağladı.

Tarihler 2010 yılını gösterdiğinde Savunma Sanayii Başkanlığı (SSB) “Milli Muharip Uçak” projesini resmen başlattı. Hedef, 2030’lu yıllarda emekliye ayrılacak F-16 uçaklarının yerini tamamen yerli bir 5. nesil savaş uçağıyla doldurmaktı.
Oysaki bu süreçte de zorluklar bitmedi; engellerle dolu bir yolculuk başladı.

Proje ile ilgili Türk Havacılık ve Uzay Sanayi A.Ş. (TUSAŞ) görevlendirildi. O dönem proje kod adı TF-X olan uçağın ilk tasarımları 2013 yılında tamamlandı. Bu süreçte uçağın seri üretiminde kullanılacak ABD menşeli motorlar Türkiye’ye gönderilmedi. Buna rağmen çalışmalar durmadı; Türkiye’yi savunma sanayinde tam bağımsız hale getirecek en kritik adım olan yerli motor geliştirme süreci başlatıldı.

Bu dönemde TUSAŞ mühendisleri; radar görünmezliği, elektronik harp sistemleri, yapay zekâ temelli uçuş yazılımları üzerinde gece gündüz demeden çalıştı. ASELSAN radar sistemini, HAVELSAN görev bilgisayarını, ROKETSAN ise silah sistemlerini geliştirdi.

2020 yılına gelindiğinde KAAN için montaj hattı kuruldu, simülasyon testleri hız kazandı. Prototip parçaları bir bir üretilmeye başladı. Aradan geçen iki yılın ardından KAAN’ın ilk gövdesi ortaya çıktı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin yerli ve milli ilk savaş uçağını 1 Mayıs 2023 tarihinde tanıttı. Erdoğan, o gün uçağın adını da KAAN olarak açıkladı. Türkiye’nin yerli ve milli 5. nesil savaş uçağı KAAN, ilk uçuşunu 21 Şubat 2024 tarihinde Ankara’da gerçekleştirdi. Uçuş 13 dakika sürdü, 14.000 feet irtifaya ulaşıldı.

Dünyada 5. nesil savaş uçağı üretebilen ülke sayısı beşi geçmezken, Türkiye KAAN ile bu 5 ülkeden biri oldu. Türk savunma sanayinin bugüne kadar geliştirdiği en önemli proje olan KAAN; elektronik sistemlerden radar teknolojilerine, mühendislikten yazılıma kadar tamamen yerli imkanlarla geliştirildi.

Uzun yıllar boyunca her türlü engellemelere maruz kalan Türkiye, bugün geldiğimiz noktada, 50’den fazla ülkeye insansız hava aracı ihraç eden ve askerî teçhizatının büyük kısmını yüzde yüz yerli ve milli olarak üreten bir ülke konumuna geldi. Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğinde atılan adımlarla yılda yaklaşık 10 milyar dolar ihracat geliri elde eden Türkiye, savunma sanayii alanında adeta çağ atladı.

Bugün Türkiye, bir asırlık mücadelenin sonucunda savunma sanayinde tarihi bir eşiği aşmış durumda. Yerli ve milli savaş uçağı KAAN, artık sadece Türkiye’nin değil, tüm dünyanın dikkatini çekiyor.