Türkiye’de en büyük olaylardan biri olan 12 Eylül askeri darbesinin Sivas'ta yaşayan mağdurlarından Hürriyet Gül, 19 yaşında girip 28 yaşında çıktığı cezaevinde gördüğü akılalmaz işkenceleri anlattı. Sivas'ta yaşayan 64 yaşındaki Hürriyet Gül, dönemin en ağır işkencelerini yaşayan Muhsin Yazıcıoğlu ile yaşadığı bir anıyı anlattı.
Gül, 12 Eylül darbesini bir neslin yok edildiği karanlık bir eylem olarak nitelendirerek, "O gün bir neslin yok edildiği bir eylem yapıldı. 12 Eylül denince biz vatan evlatlarının işkencelerle çürütüldüğü, idam sehpalarına gönderilip asıldığı, bir kısmının dövülerek öldürüldüğü ve Allah'a, vatana, millete, bayrağa bağlı gençlerine, özel yetiştirilmiş kişiler tarafından işkence edilen ve hapisten çıkanların da çıktıktan sonra hayatlarını idame etmekte zorlandıkları bir eylemdi. O süreçte çok şey yaşadık. İnsanlığımızdan, hayatımızdan vazgeçtik. Bu zamana kadar görülmemiş işkencelere maruz kaldık. Filistin askılarında asıldık, falakalara yatırıldık, vücudumuza elektrik verdiler, ailemizin namusuyla tehdit edildik. Hepsini bize yaşattılar" dedi.
Gül, BBP'nin merhum genel başkanı, 12 Eylül darbesinde en ağır işkenceleri gören Muhsin Yazıcıoğlu ile birlikte cezaevlerinde tutulduğunu ifade ederek, "Ben 1978 yılında rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu ile birlikte Sivas odalarında, 2 ay Sivas Kapalı Cezaevi'nde kaldıktan sonra tahliye edildim. O zamanlar okuluma devam ediyordum. 1980'de tekrar içeri alındım. 12 Eylül'de de yapmadığımız, işlemediğimiz suçtan dolayı cezaevine girdim. Yıllarca bizlere yapmadıkları işkence kalmadı. Önce Sivas Kapalı Cezaevi daha sonra Malatya Cezaevi oradan sonra Mamak Cezaevi sonra yine Malatya Cezaevi en son da Gaziantep Cezaevi'ne girdik ve sonrasında da tahliye olduk. 9 yılımızı oralarda heba ettiler. Gördüğümüz işkencelerin haddi hesabı yok. Vücudumuzun farklı uzuvlarına elektrik verdiler, Filistin askılarına astılar. İşkencelerde de en çok zorumuza giden şeylerden birisi de biz 'Allah' diye feryat ederken 'o gelsin de sizi kurtarsın' demeleriydi. 'Allah' diyen bir insana, 'Allah nerede gelsin de seni kutrasın' diyen sözde devlet görevlileri vardı" dedi.
Gül, Namık Kalender isimli hücre arkadaşının namaz kılarken, namaz kıldığı için işkence edilerek öldürüldüğünü vurgulayarak, "Raci Tetik isimli Mamak'ın azılı kâfiri yetiştirdiği adamlarıyla herkesi mahvetti. Mamak Cezaevi'nde ağabeyim dediğim Bekir Bağ'ın dövülerek iç kanaması geçirmesine sebep oldular ve doktor da götürülmedi. Cezaevinde hayatını kaybetti. Hasan Alemlioğlu, Malatya Cezaevi'nde koğuştan bir arkadaşım. O da işkencelere maruz kaldı ve hastaneye götürülmeyerek hayatını kaybetti. Namık Kalender, cezaevinde namaz kılarken kafasına değnekle vurularak beyin kanaması geçirtildi ve öldü. Ben teravih namazını kılarken ağzıma yine değnekle vuruldu ve ağzımda dişim kalmadı, hepsi kırıldı. Koğuşta herkes 'Dallas' isimli diziyi seyrediyorlarmış ve biz teravih namazı kılarak koğuşun düzenini bozuyormuşuz. Bu gerekçeyle namaz kılarken benim dişlerimi kırdılar" diye konuştu.
Gül, işkence edilirken kemikleri kırılmasına rağmen doktora götürülmediğini hatırlatarak, "İşkence yaparken köprücük kemiğimi kırdılar ve doktora götürmediler, kendiliğinden eğri bir şekilde tuttu. Vücudumuzun farklı bölgelerinden elektrik verdiler. Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu'yla birlikte muhabbetini yapıyorduk 'bizim buradan çıktıktan sonra çocuğumuz olacak mı' diyorduk. Bu tür endişelerle cezaevinde günümüz geçiyordu. Veli Can Oduncu, solcuların cezaevine özellikle bırakılarak şişletilip öldürülen bir arkadaşım. Ferhat Tüysüz, cezaevinde gördüğü işkencelerden sonra bel kemiği kırılmıştı ve çıktıktan sonra o da hayatını kaybetti. Hayatını kaybeden hangi bir arkadaşımı anlatayım" şeklinde konuştu.
Gül gördüğü işkencelerin etkisiyle ziyaretine gelen anne ve babasını tanımakta güçlük çektiğini anımsayarak, "Hayatım boyunca Eskişehir'e hiç gitmedim, 3 tane cinayeti üzerime yıktılar ve 16 gün boyunca çırılçıplak askıda bıraktılar, bana yapmadıkları işkenceler kalmadı. O askıda 1 saat kalmak bir insan için ölüm demek. Döverken bizlere ana, bacı, vatan, din demeden ayırt etmeden küfür ederlerdi. Cezaevine ailemiz geldiğinde tanıyamıyorduk. Annem ziyarete geldi yüzüne beş dakika bakakaldım ve annem olduğunu ancak hatırlayabildim. İşkencelerden dolayı beynimiz neredeyse durmuştu. Cezaevine dışarıdan gelen akrabalarımız 'nasılsın' diye sorduklarında 'eh işte' bile diyemiyorduk. Öyle dediğimizde görüş bittikten sonra falakaya yatırılıyorduk. 'Çok iyiyim burada' dememiz gerekiyormuş" dedi.
12 Eylül askeri darbesinin Sivas'ta yaşayan mağdurlarından Hürriyet Gül, darbe öncesi Muhsin Yazıcıoğlu ile cezaevinde yaşadıkları ilginç bir anısına da değinerek şunları anlattı:
"Sene 1978 bizi Sivas Kapalı Cezaevi'ne aldılar. Sol görüşlü arkadaşlarımız bağırıp çağırıp küfürler ediyorlardı. Muhsin abi de 'bu arkadaşlarla bir görüşelim uyaralım' dedi. Biz de 'abi onlar ayrı yerde biz ayrı yerdeyiz idare izin vermez' dedik. Uzun uğraşlar sonucu o izni aldık ve onların bulunduğu alana gittiğimizde, Muhsin abi bir bardak çay istedi arkadaşlardan ve birisi çayı getirdi. O çayı havaya kaldırdı ve 'arkadaşlar bize bir bardak çay içme fırsatı vermediler, aynı masa etrafında oturup bir bardak çay içemedik' dedi. 'Bu Siyonistlerin oyunu, biz hepimiz biriz' dedi ve çıkarken hep birlikte bizi alkışladılar, 'Başkan Muhsin' diyerek bizi uğurladılar. O günkü Muhsin Başkanla yaşadıklarım beni çok etkilemişti."