Yaşadığımız zaman diliminde, gözlemleyebildiğim kadarıyla en büyük yanılgıları insan ilişkilerinde yaşıyoruz. Çünkü hâlâ sorgusuz sualsiz güveniyor, niyetlerin temizliğine inanmaya meyilli oluyoruz. Belki de içimizde bir yerlerde hâlâ 'iyi'nin galip geleceğine inanan o eski masalın yankısı var. Ama gerçek dünya, artık başka bir dil konuşuyor.
Oysa artık gülümsemelerin arkasında parmak izi yok. Sahte merhamet serbest! Yüzlerde içtenlik değil, strateji var. Yardımlar gösterişle bezeli, sohbetler çıkar terazisinde tartılıyor.
En büyük yankıyı, içi boş kalp atışları çıkarıyor… Çünkü artık kalpler, rol yapıyor. Ve bu tiyatronun en büyük seyircisi de yine biziz.
Yardım ederken üstünlük kuruyor, dinlerken yargılıyor, severken tüketiyoruz. Kötülüğün bile filtresi var artık. Herkes olduğundan başka biri gibi görünmenin telaşında. Ve belki de bu yüzden, en çok kendi yalanlarımıza inanıyoruz. Kendimizi kandırdığımız bir dünyada, başkalarına dürüstlük beklemek tuhaf bir çelişki…
Tüm bu kaotik ortamda, sahici kalmaya çalışarak hayata tutunmaya çalışan bir kesim de var. Onlar, hayatın taptaze fidanları gibi… Sessiz ama dirençli, ince ama köklü… Dalgalarla boğuşan ama denize küsmeyenler gibi.
Sahici olmak, sanıldığı kadar zayıflatmaz insanı. Aksine, kim olduğunu, ne hissettiğini, neyi neden yaptığını bilmenin verdiği bir içsel sağlamlık kazandırır. Gerçekliğin ağırlığını sırtlamayı göze alanlar, başkalarının gölgelerinde yaşamazlar. Dürüstlük, her zaman kolay bir yol değildir ama insanı kendisine daha da yaklaştırır.
Kimseden bir şey saklamadığında, hiçbir şeyden korkmazsın. Dürüst ilişkilerde hesaplaşma değil, huzur olur. Maskelerin düşmesi tehdit değil, bir özgürlük alanıdır.
İnsan, en çok da kendi çıplaklığıyla barıştığında hafifler.
Ve en önemlisi: Kendine karşı açık olduğunda, hayat da sana açık olmaya başlar.
Çünkü sahicilik yorar sanılır ama aslında özgürleştirir.