İletişim, gerçekten zor bir zanaat. Özellikle de insan ilişkileri…
Genelde konuşmaktan oldukça keyif alırım. Hatta insanları yoracak kadar. Belki de yazmayı bu yüzden çok seviyorum.
Kendimle de konuşurum… Kedilerimle, kışın esen sert rüzgarla, tutmayan fidanlarımla, içinden çıkamadığım haberlerle, hatta çarpınca canımı acıtan herhangi bir objeyle…
İnsan ilişkilerinde ise açık ve dürüstçe konuşmanın gücüne inancım tam. Ancak bazen bu durum terse dönebiliyor.
…
Çok sevdiğim eski bir filmde hiç unutamadığım, çok konuştuğum zamanlarda kendimi frenlemek için aklımdan çıkartmamaya özen gösterdiğim bir replik var:
“Sürekli konuşmak iletişim kurmak demek değildir.”
Ancak geçtiğimiz günlerde izlediğim filmdeki bir replik, bakış açımı değiştirdi.
Tam replik şöyleydi:
ADAM: "Çok sevdiğim bir kız vardı. Aman Tanrım, o kadar güzeldi ki. Belki benim için fazla güzel ama ona hislerimi söylemek için yanına gittiğim zaman..."
PAPAĞAN: "Karşısında dilin tutuldu değil mi?"
ADAM: (Gülümser) Evet. En iyi arkadaşımla evlendi. Ona hislerini anlatmış. Düğünde beni bir kenara çekip, ‘Misha senden hep çok hoşlandım ama suskunluğun beni korkutuyordu’ dedi… Yani, konuşmak önemlidir.”
Şimdi soruyorum: Konuşmak mı, yoksa susmak mı?
Peki bu ince yolda düşmeden nasıl ilerleyebiliriz? Her iletişim elbette farklıdır. Ancak bunu nasıl anlarız?
Gözlem? Deneme yanılma? Empati?
Belki de mesele; ne kadar konuştuğumuz ya da ne kadar sustuğumuz değil. Asıl mesele, ne zaman konuştuğumuz ve neyi susarak geçiştirdiğimiz.
Bazen bir bakış, onlarca cümleden daha çok şey anlatır. Bazen tek bir kelime, sayfalarca yazılmış bir mektuptan daha ağır gelir. Ve bazen de suskunluk, yıkıcı değil; sadece korunmak içindir.
İletişimin özü, karşı tarafı ikna etmekten çok, anlaşılmaya cesaret etmek olabilir. Kendimizi açmak, bazen kelimelerle olur; bazen sessizlikle. Her insanın dili, zamanı, acelesi ve sabrı farklıdır. O yüzden ölçüyü dışarıda değil, içeride aramalıyız.
Belki de bu yüzden iletişim, sadece konuşmak ya da susmak değil; aynı zamanda duymaktır. Yani karşındakini gerçekten duymak… Onu olduğu hâliyle kabul edebilmek… Ne söylediğinden çok, ne demek istediğini anlayabilmek…
Ve galiba en kıymetlisi şu: Herkes bir gün bir şey söyler. Ama doğru zamanda söylenmeyen her şey, geç kalmış bir mektuba dönüşür.
O yüzden;
Bazen konuşmalı, çünkü susmak pişmanlık doğurur. Bazen susmalı, çünkü konuşmak fazlalık olur.
Ama en çok da anlamaya niyet etmeli.
Çünkü asıl iletişimoradabaşlar