Rüzgârın ve Toprağın Şehri: Kapadokya

GİRİŞ:
2025-05-13
saat ikonu 16:17
|
GÜNCELLEME:
2025-05-13
saat ikonu 16:20

Anadolu’nun ortasında, rüzgârla şekillenmiş taşların ve yer altına gizlenmiş hayatların diyarı olan Kapadokya’yı gezdim hafta sonu. Her adımı başka bir masala açılan bu coğrafya, sadece güzelliğiyle değil, taşıdığı binlerce yıllık geçmişle de insanı büyülüyor.

Gün doğarken gökyüzüne salınan onlarca rengârenk balon, vadilere usulca düşen ışıkla birlikte adeta bir tabloya dönüşüyor.

Göreme’nin taş evleri,

Uçhisar Kalesi’nin sessiz bekleyişi,

Yer altı şehirlerinin gizemli koridorları…

Hepsi, geçmişle bugünü bir araya getiren birer zaman tüneli gibi.

KAPADOKYA’DA ZAMAN FARKLI AKAR

Kapadokya’da bir fincan çayın dumanı, Avanos’un çömlek atölyelerinde şekillenen toprak kadar kıymetlidir. Kayalara oyulmuş eski kiliseler, fresklerde donmuş duaları fısıldar kulağınıza. Sadece görmekle kalmaz, hissedersiniz. Sizi alır o anlara götürür. Binlerce yıl öncesinde hissedersiniz kendinizi…

ÇÖMLEK YAPMASINI BİLMEYEN ERKEĞE KIZ VERİLMEZ BU DİYARDA

Kapadokya gözle değil, kalple gezilir. Taşlara sinmiş duaları, rüzgârla savrulan zamanın izlerini hissederek dolaşmalısınız sokaklarında. Bir kaya oyma kilisenin nemli duvarında bin yıl öncesinden kalan bir dokunuşu, bir çömlek ustasının ellerindeki geleneği, bir çobanın gözlerindeki huzuru fark etmek için sadece bakmak yetmez; hissetmek gerekir.

Avanos’un kırmızı toprağından doğan çömlekler bu toprakların ruhunu taşır. Çömlekçilik burada yalnızca bir zanaat değil, bir hayat biçimidir. Bir çömlek atölyesini ziyaret ettiğim sırada ustasından öğrendim; Bundan yıllar önce bu bölgede yaşayan erkeklere, çömlek yapmasını bilmiyorsa kız verilmezmiş. Evlilik çağına gelmiş kızlar da halı dokuma imtihanından geçermiş önce. Toprakla kurulan bu bağ, nesilden nesile aktarılan bir kültürün, emeğin ve sabrın simgesidir.

İşte Kapadokya, sadece bir coğrafya değil, yaşayan bir geçmişin ta kendisidir. Burada adımlarınız tarihle buluşur, kalbiniz toprakla konuşur. Her kaya, her iz, her gölge bir hikâyedir aslında ve bu hikâyeler ancak içten gelen bir sessizlikle dinlenebilir.