Galatasaray bir kez daha şampiyon oldu. Sokaklar doldu, marşlar söylendi, havai fişekler patladı. Her şey bir bayram gibi başladı. Ama sonra bir yerde işler değişti. Sevinç kutlamaya değil, gösteriye; birlik duygusuna değil, karşı tarafı küçük düşürmeye dönüştü.
Bu ülkede futbol uzun zamandır bir oyundan fazlası. İnsanlar artık tuttukları takımı sadece desteklemiyor, onunla birlikte yaşıyor, onunla nefes alıyor, onunla öfkeleniyor. Galatasaray’ın şampiyonluğu sevindirici olabilir ama bu yılki sevinç, bir kupanın kazanılmasından çok, bir başka kupanın kaybedilmesine duyulan hazzı yansıtıyor gibiydi. Yani mesele, Galatasaray’ın kazanması değil; Fenerbahçe’nin bir kez daha kazanamamasıydı.
Evet, yıllardır beklenen o an yine gelmedi. Fenerbahçe bir kez daha şampiyonluğu son haftalarda kaybetti. Bu, doğal olarak büyük bir hayal kırıklığı doğurdu. Ama işin garibi, Galatasaraylıların büyük kısmı, kendi zaferlerinden çok rakibin kaybıyla mutlu oldu. Bu mutluluk, yer yer sosyal medya linçlerine, sokakta kavgalara, hatta fiziksel şiddete dönüştü. Bazı yerlerde forma renkleri bahane edilerek insanlar dövüldü, aşağılandı.
Bu bir futbol yazısı değil aslında. Bu, bir toplumun ruh hali. İnsanlar artık bir şeyin güzel olmasına değil, başka bir şeyin olmamasına seviniyor. Bu, sadece futbolda değil, hayatın her alanında böyle. Haset, kıskançlık, öfke… Futbol bunun için yalnızca bir sahne.
Fenerbahçe uzun süredir şampiyon olamıyor. Bu da elbette büyük bir hayal kırıklığı. Ama bu durum, rakip takımlar için yalnızca bir espri malzemesi değil, neredeyse bir sosyal tatmin aracı haline geldi. Bir grubun sevinci, diğerinin acısından besleniyor. Kimin şampiyon olduğu değil, kimin olamadığı konuşuluyor.
Oysa futbol bir oyundur. Sevinç paylaşılmak içindir, öfke değil. Bu ülkede futbolun gerçekten birleştirici olması için, önce zaferin yalnızca kendi anlamıyla kutlanması gerekir. Yenilenle dalga geçmeden, yenenin ne başardığına bakarak…