Bir ekrana bakan kabile ve bize bakan gelecek!

GİRİŞ:
2025-05-30
saat ikonu 17:33
|
GÜNCELLEME:
2025-05-30
saat ikonu 17:33

Geçtiğimiz hafta şirkete bir misafirimiz geldi. Dijital yayıncılık alanında çalışan genç bir arkadaştı. Sohbet ilerledikçe fark ettim ki, o gün kafasında bir hayli soru işareti vardı. “Volkan abi,” dedi, “yapay zekaya her şeyimi danışıyorum. Hatta bazen ne hissetmem gerektiğini bile ona sorasım geliyor.” Baya bir gülümsedik… Ama içimde nedense bir yer garip bir şekilde sessiz, sedasız kaldı. Belki de o günün sessizliğinden bu yazıyı kaleme almış oldum…

İnsanlığın teknolojiden beklentisi tarih boyunca hiç değişmedi: Kolaylık, hız ve daha fazlasına ulaşmak... Ama, fakat ve lakin bazen sormamız gereken soru şu oluyor: Bu hızın bedeli ne?
Bu düşünceler arasında zihnimin flu bir köşesinden yıllar önce okuduğum bir hikâyeyi hatırladım. Sanıyorum 1995 yılında Bilim ve Ütopya dergisinde yayımlanmış bir yazıydı. O makalede Brezilya’nın derinliklerinde, Javari Vadisi’nde yaşayan Korubo kabilesinin sessiz, ama sarsıcı öyküsü düşündükçe hafızamda iyice belirmeye başladı.

Bir televizyonun karşısında duran kabile

Korubolar, Amazon’un içinde dünyadan yalıtılmış, kendi ritminde yaşayan yerli bir halktı. Ne saatleri vardı ne de bildikleri bir takvim… Geceleri yıldızlarla, gündüzleri ormanın ritmiyle yaşamlarına devam ederlerdi. Ve bir gün, nehrin kenarına bir televizyon bırakıldı. Evet, sadece bir televizyon.

Köylerinden dışlanan 24 kişi, Shishu isimli liderlerinin peşinde nehrin kenarına gelip bu parlak kutuya bakmaya başladılar. Işıklar, görüntüler, renkler... Onlar, anlayamadıkları ama içten içe çekildikleri bir şeyle karşı karşıyaydı. Bir av gibi yakalanmışlardı ekranın büyüsüne.
Böylece, binlerce yıllık bir sessizlik bozulmuş oldu. Temas kuruldu. Ve çok geçmeden, ana kabileye döndüklerinde hiçbir şey eskisi gibi kalmamıştı. Sanki eski o hayatları buhar olup göğe karışmıştı.

Bizim televizyonumuz ne?

Bugün biz de ekranların karşısındayız. Televizyon değil belki ama elimizdeki cihazlar, cebimizde taşıdığımız küçük ekranlar, tıpkı o televizyon gibi hayatımıza istesek de istemesek de yön veriyor. Yalnızca bilgi almakla kalmıyor, nasıl hissetmemiz gerektiğini bile fısıldıyor.
Dijital çağda doğan gençler, veri akışının içine doğdular. Yalnızca içeriği tüketmiyorlar; aynı zamanda kendilerini de bu içerik üzerinden tanımlamaya çalışıyorlar. Ama şunu sormadan geçemeyeceğim. Bu ekranlara bakarken biz de tıpkı Korubolar gibi kendi dilimizi, sezgilerimizi, kabilemizi ve insanlığımızı yitiriyor olabilir miyiz?
Bu bir karamsarlık değil! Aksine bir uyarı! İnsan, gözünü bir ekrana diktiğinde, kalbini nereye çevireceğini de hatırlamalı değil midir?

Yapay zekâ bir tehdit değil, bir ayna!

Yapay zekâyı doğru kullanırsak, onun sunduğu olanakların ne kadar muazzam olduğunu da anlamış olacağız. Haber merkezlerimizde onlarca farklı dili anlık çevirebiliyoruz. İçeriklerimizi saniyeler içinde düzenleyip, milyonlarca insana bir tıkla ulaştırabiliriz. Bunlar az şeyler mi? Bence bunlar gurur verici ilerlemeler.
Ancak yine de hatırlamak gerekir: Zekâ, sadece veriyi işleyen bir sistem değil, duyguları da tartan, sezgileri de hisseden bir bütündür. Yapay zekâ sezgi üretmez, ama insan sezgisini destekleyen milyonlarca veriyi bağrında taşıyabilir. Evet bilginin hızı etkileyici olabilir, ama derinliği de bizim sorumluluğumuzdadır.
Bugün dijital yayıncılıkta temel mesele artık içerik üretmek değil; o içeriğin ruhunu korumak. Çünkü hız, bazı detayları silikleştirir. Ve bazen o silinen detay, bir kültürdür, bir hafızadır, bir kimliktir.

Temas etmeden de anlayabiliriz

Korubolar’a bir televizyon bırakıldı. Ama onları anlamak yerine dönüştürmek tercih edildi. Oysa temas etmeden de anlamak mümkündür. Dinleyerek, gözlemleyerek, saygı duyarak...
Bugün bizler de dijital dünyanın yerlileri gibiyiz. Yapay zekâ ile kol kola yürürken, elimizde tuttuğumuz gücü birilerine benzemeye zorlamak için değil, birilerini daha iyi anlayabilmek için kullanılması gerektiğini unutmamalı, sürekli hatırlamalıyız.

Dijital çağda yol alırken, insanın en kıymetli özelliği hâlâ aynıdır ki o da empatidir. Bu yoksa, en akıllı algoritma bile bizi bir gıdım öteye götürmez, götüremez. Sadece daha hızlı unutturur işte hepsi bu.

Son söz yerine: Sert diske yazılan ruhlar

Bugün Korubo kabilesinin hikâyesi bir derginin tozlu sayfalarında kaldı. Ama bizim hikâyemiz hâlâ yazılıyor. Bu sebepten asıl sorumuz şu olmalı:
Kendi ruhumuzu, sezgilerimizi, detaylarımızı dijital bir çağın sert disklerine ne kadar kaydedebiliyoruz?
Yoksa biz de elektriği kesildiğinde anlamsızlaşan, enerjisi bittiğinde sessizleşen, içinde milyonlarca veri olmasına rağmen ruhsuz kalan bir hard disk miyiz?

Haftaya cuma tekrar görüşmek üzere.

Sağlık, sıhhat ve afiyetle kalın…