Sinema, hepimiz için bir tutku. Işıklar kararır, perde açılır ve bir öykü usulca gözlerimizden, aklımıza ve oradan da kalbimize süzülür. Dijital çağda bu büyü, yalnızca sinema salonlarının dev ekranlarında değil, avucumuzdaki minik ekranlarda da hayat buluyor.
Netflix’in gece yarısı dizilerinden Max’in içimize işleyen yerel hikâyelerine, yapay zekânın setlerdeki yükselişinden deepfake’in gölgesine kadar, sinema yepyeni bir rotada evriliyor. Türkiye’deki dijital medya girişimleri, sosyal medyada dikey içerik trendiyle bu yolculuğa taze bir soluk katarken, sinema hem ilham verici hem de düşündürücü bir serüvene dönüşüyor.
Gelin, sinemanın dijital perdesinde neler olup bittiğine hep birlikte bir göz atalım…
Eskiden sinema, koltuklara gömülüp patlamış mısır kokusu eşliğinde dev bir perdenin karşısında yaşanırdı. Şimdiyse çok şey değişti. Netflix ve Amazon Prime gibi küresel devler sinemayı evlere taşırken, Max ve GAIN gibi yerel platformlar Türkiye’nin hikâyelerini dünyaya duyuruyor. Netflix, algoritmalarıyla zevklerimize özel hikâyeler öneriyor; Max, mahallemizin sıcak öykülerini ekranlarımıza taşıyor; GAIN ise kısa, çarpıcı içeriklerle dikkat çekiyor. Bu platformlar, yaşanmış hikâyeleri ya da hayal dünyamızın ürünlerini herkesin erişebilmesini sağlıyor.. İster otobüste, ister kahve molasında, bir film ya da diziyle anı yakalayabiliyoruz. 2023’te Netflix kullanıcılarının %80’i, bu akıllı öneriler sayesinde yepyeni öyküler keşfetti. Ama bu özgürlük, bir soruyu da aklımıza düşürdü. Algoritmalar, bizi benzer içeriklere yönelterek farklı kültürlerden hikâyelerle buluşma şansımızı azaltıyor mu? Sürekli kendi zevklerimizin yansımasını izlediğimizde, kültürel çeşitliliğin zenginliğinden uzaklaşıp bir “içerik balonunda” kaybolabilir miyiz?
Yapay zekâ, sinema setlerinde adeta bir sihirbaz gibi dolaşıyor. Senaryoları tartıyor, sahnelerin duygusal nabzını ölçüyor, eski görüntüleri canlandırıyor. Maliyetleri düşürüp hayalleri büyüten bu teknoloji, sinemayı yeniden şekillendiriyor. GAIN’in hızlı tempolu, kısa formatlı içeriklerinde yapay zekâ, kurguyu hızlandırıp görsel efektleri zenginleştirerek hikâyeleri daha da etkileyici olmasını sağlıyor. Ancak her güzel şey gibi, bu da bir ikilemi beraberinde getiriyor. Deepfake, nostaljiyi geri getirse de gerçeği bulandırıyor.
Örneğin, Ziraat Bankası’nın Kemal Sunal’lı reklamı hepimizi gülümsetti, ama izleyici gerçekle yalanı ayırt edemezse ne olacak? Açıklık ve dürüstlük ilkeleriyle kullanıldığında sinemaya değer katan bu teknoloji, kötüye kullanıldığında güven krizine yol açabilir.
Deepfake, yapay zekânın en tartışmalı yüzlerinden biri. Sinemada geçmişin yıldızlarını ekrana döndürebiliyor, hatta hiç var olmayan karakterler üretebiliyor. 2022’de, “Star Wars” serisinde Luke Skywalker’ın gençlik hali deepfake ile kusursuzca yeniden canlandırıldı ve izleyicileri hayran bıraktı. Ancak bu teknolojinin karanlık bir tarafı da var. Aynı yıl, deepfake’lerin %40’ından fazlası etik sorunlara yol açtı; çoğu aldatmaca, yanlış bilgi yayma veya mahremiyet ihlali amacıyla kullanıldı. Örneğin, bir ünlünün izinsiz olarak bir filmde deepfake ile kullanılması, telif ve mahremiyet tartışmalarını alevlendirdi. Sinema dışında, bu teknoloji yanlış bilgi kampanyalarında toplumsal güveni sarsabiliyor. Deepfake, sinemada hayalleri gerçeğe dönüştürse de, izleyicinin içeriğin nasıl üretildiğini bilmesi, gerçekliğin manipüle edilmemesi ve teknolojinin insanlığa hizmet etmesi şart. Bu etik ilkeler, deepfake’in sinemadaki rolünü şekillendiriyor.
Türkiye’deki dijital medya girişimleri, sinema ve medya dünyasında sosyal medyanın gücünü yeniden tanımlıyor. Özellikle dikey formatlı içerikler, Instagram ve TikTok gibi platformlarda hızla yükseliyor. 2024’te Türkiye’de sosyal medya kullanıcılarının %70’i dikey videoları tercih etti; bu, markalar ve içerik üreticileri için muazzam bir fırsat. GAIN gibi platformlar, bu trendi yakalayarak kısa, etkileyici hikâyelerle izleyiciyi büyülüyor. Dijital medya girişimleri, bu alanda yenilikçi çalışmalarla sinemayı sosyal medyaya taşıyabilir; örneğin, kullanıcı odaklı mini diziler ya da interaktif hikâyeler geliştirebilir. Bu, sinemanın sadece büyük perdelerde değil, küçük ekranlarda da bir vicdan çağrısı olabileceğini kanıtlıyor. Sosyal medya, sinemayı daha geniş kitlelere ulaştırırken, hikâyelerin ruhunu da yeniden canlandırıyor.
Sinemanın, dijital çağda yeniden doğduğunu biliyoruz. Bildiğiniz gibi, Netflix, Amazon Prime, Max ve GAIN insana ait yaşanmış tüm öyküleri cebimizde taşımamızı sağlarken, yapay zekâ da hayallerin gerçeğe dönüşmesini hızlandırıyor. Öte taraftan Deepfake, sinemanın sınırlarını zorlarken, sosyal medyanın dikey trendli hikâyelerine herkesin erişebilmesini sağlıyor. Ama her yenilik, sorumlulukları da beraberinde getiriyor olmalı. Deepfake gibi teknolojiler hayal gücünün sınırlarını zorlasa da etiğin sınırlarını zorlamamalıdır! Çünkü sinema sadece bir perde değil, insanlığın vicdanına dokunan bir ayna olarak görüyorum. Teknoloji, etik ilkelerle buluştuğunda bu ayna herkesi olduğu gibi gösterir; öykülerimiz ise hepimizin ortak noktası olacaktır.
Bu sebeple Dijital Varlıklar’daki tüm markalarımızın sinemayı bir ayna gibi kullanmasını sağlamaya çalışıyoruz. Çünkü biz sinemanın sadece eğlence değil, bir vicdan çağrısı olduğunu da gayet iyi biliyoruz. Hususiyle sosyal medyada teknolojik dokunuşlarımızla, teknolojinin o soğuk yüzünü değil, insanlığa hizmet eden sıcak tarafını öne çıkaracak nice güzel öykülerin güzelleşmesine katkı sunduğumuzdan emin olabilirsiniz…
Hoşça kalın…