Dostlar, hayat dediğimiz şey çoğu zaman küçük ayrıntılarda saklıdır. Bir çocuğun gülüşünde, bir annenin umutla beklediği haberde, bir hastanın iyileşme hayallerinde. Biyoteknoloji işte tam da bu anlarda karşımıza çıkıyor. Bilim insanları laboratuvarlarda çalışıyor olabilir ama bu işin sonucu bizim hayatlarımızda yazılıyor.
Düşünsene, bir doktor karşına geçip diyor ki: “Bu tedavi sadece sana özel.” Kulağa basit geliyor, değil mi? Ama bu, insanlık için yepyeni bir dönem.
Eskiden herkes için aynı ilaç, aynı yöntem vardı. Şimdi biyoteknoloji diyor ki: “Herkesin hikayesi farklı, tedavisi de öyle olmalı.” Bu insana iyi geliyor. Çünkü bu, bize değer verildiğini hatırlatıyor.
Geçenlerde bir arkadaşım anlattı. Dedesi için özel bir gen tedavisi bulmuşlar. Yıllardır umutsuz bekleyen aile, şimdi yeniden gülümsüyor. O dedenin torununa sarıldığı anda biyoteknoloji kendini gösteriyor. Bir çocuğun kanserden kurtulduğu, bir ailenin umutla dolduğu her an, bu bilimin sessiz zaferi.
Elbette biyoteknoloji yalnızca hastanelerde değil. Kuraklığa dirençli tohumlar, daha az suyla daha çok mahsul veren bitkiler geliştiriliyor. Dünya 8 milyarı geçti, herkesin karnı doymalı. Biyoteknoloji tarımı dönüştürüyor, hem de toprağı yormadan. Sürdürülebilirlik kulağa hoş geliyor ama asıl mesele şu: Çocuklarımıza yaşanabilir bir dünya bırakmak.
Biyoteknoloji bugün hayatımıza öyle bir giriyor ki, bazen kendimizi bir makinenin parçası gibi hissetmeye başlıyoruz. Akıllı saatlerimiz kalp atışımızı, uyku düzenimizi ölçüyor. Belki bir gün daha da ileri gidecek. Biz düşünmeden vücudumuz tepki verecek. Belki bizden önce karar alacak.
Bir algoritma “Bu ilacı kullanamazsın, sistem uygun görmedi” derse ne yapacağız? Ya da bir cihaz, senin yerine hangi tedaviyi alacağına karar verirse? İşte burada durup düşünmek gerekiyor.
Çünkü biyoteknoloji insanı iyileştiriyor ama aynı zamanda insanı bir veri yığınına dönüştürme riski taşıyor. Her şey ölçülüyor, her şey kaydediliyor. Bir gün "insan" olmanın sınırlarını biz değil, sistemler çizmeye başlarsa ne olur?
Ama umut her zaman daha güçlü. Dilek Gürsoy’un hikayesi bunun en güzel örneği. Avrupa’da yapay kalp naklini gerçekleştiren ilk kadın cerrah, bir Türk doktor. Almanya, Avusturya ve İsviçre’de verilen Alman Tıp Ödülü’nü aldı.
Bir insanın kalbi artık bir cihazla atıyor, ama o cihazın başında Dilek Gürsoy gibi bir doktor var. Biyoteknoloji insanı robota dönüştürebilir ama bazen bir insan da bir kalbe yeniden umut verebilir.
Türkiye’de bu alanda çalışan gençler var. Bilim insanları, girişimciler… Ama mesele sadece teknoloji üretmek değil, bu teknolojiyi insan için kullanmak. Çünkü teknoloji insanı anlamadan büyürse, biz kendimize yabancılaşırız.
Biyoteknoloji bize diyor ki: “Çok şey yapabilirsin!” Ama asıl soru şu: Bu kadar şeyi yaparken kendimizi ne kadar hatırlıyoruz? Teknoloji hızla ilerliyor, bazen bizden önce düşünüyor, bazen bizden önce karar veriyor.
Biyoteknoloji bizi iyileştirirken biz insanlığımızı kaybetmemeliyiz.
Küçük bir fikir, küçük bir adım bazen bir hayatı değiştirir. Bir çocuk kanserden kurtulduğunda, bir çiftçi kurak bir mevsimde mahsul aldığında, bir insan yapay bir kalple yaşamaya devam ettiğinde, o zincirin bir yerinde belki biz de oluruz.
Ama şunu unutmayalım: Biyoteknoloji kalbimize kadar giriyor, ama asıl mesele, o kalbin insanlığını korumak…
Haftaya Cuma görüşmek üzere, sağlık, sıhhat ve afiyetle kalın…