Bir öykü kitabı düşünün... Sayfalarında savaş yoktur ama savaşın tam ortasındadır. Kurşun sesi duyulmaz ama her kelimesinde bir yürek parçalanır. Kameraların gösteremediği, diplomatların rapor edemediği o büyük insanlık suçunu, bir zeytin ağacının gövdesinden, bir annenin çatlamış ellerinden ve susmuş çocukların gözlerinden anlatır. Evet, “Agave” tam da böyle bir kitap.
Meryem Güneş Berberoğlu, “Agave” adlı bu eseriyle sadece bir öykü kitabı yazmamış; bu çağın suskunluğunu, vicdanların sessizliğini, mazlumun gözünden dünyanın nereye sürüklendiğini, metaforik ama bir o kadar gerçekçi bir dille kaleme almış. Özellikle “Göç” adlı öyküsü, Gazze gerçeğini kadın merkezli bir bakışla, tarihsel bir dramdan evrensel bir insanlık trajedisine dönüştürerek aktarıyor.
Kadın Olmak: Ortadoğu’nun Sessiz Çığlığı
Göç öyküsü, sıradan bir göçün değil, var oluşa dair bir terk edilişin hikâyesidir. “Önce kendine göçtü, sonra kendinden…” diye başlar. Ve hemen ardından bir zeytin ağacı dile gelir. Yazar burada sadece Gazze'de bir annenin yaşadığı dramı değil, tüm insanlığın gözleri önünde yok oluşunu zeytin ağacının kadim diliyle anlatır.
Zeytin ağacı, öyküde yalnızca bir bitki değil, doğunun mazlumluğunu, üç semavi dinin ortak vicdanını ve barışa dair son umudu temsil eder. Kur’an’da adı geçen, İlyada’da ebediyetle özdeşleştirilen bu kutsal ağaç, bir bomba sesinde kömürleşen vicdanları simgeler. Oysa bu ağacın ana vatanı Filistin’dir. Ne hazindir ki, bugün toprağın üstünde kuruyan her zeytin dalı, bir annenin mezar taşıdır Gazze’de.
Modern Zamanların Cüce Yüzyılı
Yazar, bu çağın büyüklüğünü teknolojide, ancak insanlıkta küçülmesini edebî bir dille gözler önüne seriyor. “Küçücük bedenleri, ölmeyi erkenden öğrenmiş; ama ölümü henüz bilmiyorlar,” cümlesi, sadece bir çocuk ölüsünün değil, tüm dünyanın vicdanının mezar taşıdır. Bu çağda bir annenin acısı, bir kadının yitip giden hayalleri, en çok da sabır otu gibi çölün ortasında bekleyerek yeşermeye çalışan kadınların hikâyesidir.
Agave çiçeği, yazarın sembolü olarak öne çıkar. Hayatında bir kez açar ama o açtığında tüm sabır çığlığa dönüşür. Göç öyküsünde bu sembol, Gazzeli kadının kaderine dönüşür. Kum fırtınalarının içinde yönünü kaybetmiş Ortadoğu kadınlarının sesi olur.
Türkiye: Göçün Karşısında Dimdik Bir Çınar
Öykünün sonunda ise bir çınar ağacı belirir. Bu sadece bir ağaç değildir. Bu, yazarın bilinçli tercihiyle Türkiye Cumhuriyeti'nin metaforudur. Zeytinle başlayan öykü, çınarla son bulur. Bu, mazlum coğrafyalarda adaletin, merhametin, direnişin ve diplomatik iradenin adresi olan Türkiye’nin, Gazze’nin yalnızlığında tek başına dik duran duruşunun edebî bir yansımasıdır.
Dünyanın konuşmadığı yerde Türkiye konuşmuş, dünyanın dönüp bakmadığı yerde Türkiye bakmış, ağlayan bir çocuğun gözyaşını sadece insani yardım kolileriyle değil, vicdanî ve siyasi onuruyla silmiştir. Göç öyküsünün finalinde çınarın gölgesinde yer alan kadın figürü, işte bu umudun adıdır.
Agave, Bir Kitap Değil Sadece ; Bir Tanıklık
Bugün Filistin'de, Gazze'de, Yemen'de, Suriye'de kadın olmak; sadece anne olmak değil, insanlığın yükünü omuzlamak demektir. “Agave” kitabı, işte bu yükü kelimelere taşıyan nadir eserlerden biridir. Okurken ağlamayacağınız bir sayfa yoktur belki ama her sayfası tarihe düşülen bir vicdan notudur.
Bu kitap sadece kadınlar için değil, bir ulusun ve ümmetin geleceğini omuzlayan herkes içindir. Siyasetçilere, gazetecilere, yazar ve entelektüellere özellikle tavsiye ediyorum. Çünkü bazen bir öykü, binlerce haber bülteninden daha çok şey söyler.
Agave’yi okuyun. Çünkü bu kitap, susan dünyanın susturulamayan çığlığıdır.
Güngör Yavuzaslan