Orta Doğu haritasına bakınca bir coğrafya değil, katman katman açılan bir tarih görürsünüz. Golan Tepeleri de işte böyle bir yer: Üzerinde sayısız imparatorluğun yürüdüğü, sancakların gölgesinde sınırların değiştiği, ama hiçbir zaman tartışmanın bitmediği bir zemin.
Bugün Golan’ın kimin olduğu meselesini anlamak için sadece 1967’ye değil, yüzyıllarca geriye bakmak gerekir. Çünkü burada mesele, modern İsrail-Suriye sınırı kadar Osmanlı hinterlandı, Fransız mandası, Soğuk Savaş’ın dondurduğu dengeler ve 21. yüzyılın parçalanmış Suriye’sidir.
Golan Tepeleri, Osmanlı Devleti’nin Şam vilayetinin bir parçasıydı. 1516’da Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi sırasında Osmanlı’ya katıldı. Yüzyıllar boyunca Osmanlı idaresi altında görece sükûnet yaşadı. Bölgenin etnik yapısı da mozaikti: Arap köylüler, Dürzi aşiretler, Çerkez göçmenler ve kısmen Yahudi yerleşimciler.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Fransız Mandası kurulunca Suriye’nin yeni sınırları çizildi. Mandanın keyfi haritaları Osmanlı hinterlandını paramparça etti. 1946’da Suriye bağımsız devlet ilan edildiğinde Golan, Şam yönetiminin toprağı kabul edildi. İsrail 1948’de kurulduğunda, henüz bölgenin statüsü tartışma konusu bile edilmemişti.
İsrail bağımsızlığını ilan eder etmez Arap-İsrail savaşı patladı. O dönemde Golan, yeni kurulan İsrail için henüz stratejik öncelik taşımıyordu. Ama 1949 Ateşkesi’nden sonra sınır köyleri Suriye’nin topçu tacizine maruz kaldı. O günlerde Tel Aviv’in güvenlik konseptinde Golan hep “ileride çözülmesi gereken tehlike” başlığı altında yer aldı.
Suriye, Mısır ve Ürdün’ün ortak saldırı hazırlığı İsrail’in ilk büyük önleyici savaşıyla sonuçlandı. Sadece altı günde Arap orduları bozguna uğradı. İsrail Sina’yı, Batı Şeria’yı ve Golan’ı işgal etti. Golan’ın kaybı Şam için büyük prestij sarsıntısıydı. Çünkü bu tepe hattı İsrail’in kuzeyini gözetler, tehdit eder durumdaydı.
Türkiye o dönemde Arap-İsrail dengesinde dengeci pozisyon almış, Batı ittifakının üyesi olarak İsrail’i tanımış, ama Suriye’nin egemenlik haklarına da mesafeli bir saygı göstermişti. Ankara’nın çizgisi netti: sınır değişiklikleri fiili durumla değil uluslararası hukukla belirlenmelidir.
Suriye lideri Hafız Esad, 1973’te Mısır’la birlikte Yom Kippur Savaşı’nı başlattı. İlk 48 saatte Suriye ordusu Golan’ın bazı bölgelerine girdi. İsrail, beklenmedik kayıplar verdi. Ancak Amerikan hava köprüsü ve Sovyetlerin sınırlı müdahalesiyle savaş dengesi değişti. Sonuç: Suriye, Golan’ın kalıcı olarak İsrail’in kontrolüne geçtiğini kabullendi.
İşte tam bu noktada Türkiye’nin diplomatik tavrı önemliydi. Ankara, savaş sonrası dönemde BM 242 ve 338 sayılı kararların temel alınması gerektiğini savundu. Bu kararlar ne diyordu?
İsrail işgal ettiği topraklardan çekilmeli.
Sınır güvenliği garanti altına alınmalı.
Tüm devletlerin egemenliğine saygı duyulmalı.
Türkiye, o günden beri her platformda bu kararlara atıf yaptı. Çünkü harita mühendisliğinin meşruiyet kazandığı bir bölge, yarın Türkiye’nin güney sınırları için de tehdit doğurur.
1974’te Suriye ve İsrail, BM gözetiminde kısmi bir ateşkes hattı belirledi. İsrail, 1973’te aldığı bazı bölgelerden çekildi. BM tampon bölgesi kuruldu. O dönemde Türkiye, Suriye ile yakınlaşma sürecine girmiş, Şam’ın toprak bütünlüğünü savunan diplomatik dili öne çıkarmıştı.
İsrail 1981’de Golan’ı tek taraflı ilhak etti. Bu, BM Güvenlik Konseyi’nin 497 sayılı kararıyla “yok hükmünde” ilan edildi. Türkiye bu kararı tanımadı. O günden beri Golan’ın statüsü “işgal altındaki Suriye toprağı” olarak anıldı.
Ama diplomatik literatürde kayıtlara geçen her ifade fiiliyatta işlemiyor. Golan, İsrail’in su rezervlerinin %15’ini sağlıyordu. Üstelik Lübnan sınırını, Ürdün Vadisi’ni ve Şam hattını kontrol ediyordu. İsrail güvenlik doktrini artık Golan’ı savunma hattı değil, kalıcı egemenlik sahası olarak tarif etmeye başladı.
2011’de başlayan Suriye iç savaşı bölgenin dengelerini altüst etti. Yüzbinlerce insan öldü, milyonlarca mülteci Türkiye sınırına yığıldı. İran, Rusya, ABD, İsrail ve Türkiye farklı cephelerde dolaylı vekalet savaşlarına girişti. Bu kaosta Golan’ın kaderi iyice dondu.
ABD Başkanı Trump, Golan’ı İsrail toprağı olarak tanıdığını açıkladı. Bu, uluslararası hukuku de facto biçimde delinmiş sayan bir adımdı. Türkiye, Dışişleri Bakanlığı açıklamasıyla karara sert tepki gösterdi. Çünkü sınır tanımaz bir düzenin meşruiyeti dünyaya yayılırsa, yarın başka bölgelerde de örnek alınır.
Aralık 2024’te Colani liderliğindeki cihatçı gruplar Esad’ı devirdi. İsrail bu fırsatı bekliyordu:
“1974 anlaşmasını Esad yönetimiyle imzaladık. Yeni rejim meşruiyetsiz. Dolayısıyla anlaşma hükümsüzdür.”
Ardından Golan’ın resmî ilhakı ilan edildi. BM tampon bölgesi de İsrail güvenlik bölgesi ilan edilerek fiilen işgal edildi.
Suriye’nin bugün sunduğu teklif şudur:
“1974 mutabakatına dönelim. BM gözlem gücü geri gelsin. Fiili kontrol sizde kalsın ama toprak bizim sayılmaya devam etsin.”
Bu teklif, diplomatik nezaket metni olmaktan öteye geçemeyecek. Çünkü Tel Aviv’in tavrı kararlı: Golan artık İsrail’in vazgeçilmez parçasıdır.
Türkiye’nin meseleyi neden kritik gördüğünü anlamak için üç başlığı hatırlamak gerekir:
1. Sınırların dokunulmazlığı ilkesi
Türkiye, Suriye’nin toprak bütünlüğünü daima savunmuştur. Bugün Golan’ın fiili ilhakını kabullenmek, yarın Irak’ta, Kuzey Suriye’de veya Doğu Akdeniz’de başka sınır değişikliklerini tetikler.
2. Uluslararası hukuk düzeni
Türkiye, BM kararlarının esas alınması gerektiğini savunur. Golan’ın ilhakının tanınması, uluslararası hukukun içini boşaltır. Bu, Türkiye’nin güvenlik stratejisini zayıflatır.
3. Bölgesel istikrar
Golan’ın kalıcı biçimde İsrail’e katılması, Lübnan, Ürdün ve Suriye hattını İsrail’in inisiyatifine bırakır. Bu da İran’la yeni cepheleşme riskini artırır, Türkiye’nin Suriye politikasını daha karmaşık hale getirir.
Bugün gerçek şudur:
İsrail geri adım atmaz. ABD’nin desteği, Avrupa’nın sessizliği ve Suriye’nin zayıflığı Tel Aviv’e tarihî fırsat yaratmıştır. Suriye’nin “1974’e dönelim” teklifi masada kalır ama sahada karşılığı olmaz.
Orta Doğu’da taşlar yavaş oynar ama bir kez yerinden oynadığında kimse eski haritayı yerine koyamaz. Golan Tepeleri de bunun en açık örneğidir. Bir toprağın kaderi savaş meydanında mühürlenir. Ama en çok da zihnin haritasında mühürlenir.
Ve o mühür, kolay kolay sökülmez.