Bir zamanlar kendi kendimize düşünürdük. Şimdi “Bunu daha önce sen de sevdin” diyen bir sistem, düşüncelerimize bizden önce dokunuyor...
Sahi, ne zaman bırakmıştık ki kendimizi? Ne zaman başkalarının hazırladığı dünyalarda, kendi seçimlerimizi yaşadığımızı sanmaya başladık dersiniz?
Dijital çağın asıl devrimi, ekranlardan değil, içeriden geldi bence. Cep telefonları elimizden önce zihinlerimizi sarhoş etti desem realist bir tespitte bulunmuş olurum herhalde. Biz "Akıllı cihazlara" sahip olduğumuzu zannederken, onlar bizde karar yetisini ellerinden almaya başladı! Bugün bir haber bülteni izlediğimizde, neyin önemli olup olmadığına bile biz karar veremiyoruz. Ya da ne bileyim, bir e-ticaret sitesinde neye ihtiyacımız olduğuna biz inanmıyoruz. Sosyal medyada bizi neyin sinirlendirmesi gerektiğine biz hükmetmiyoruz. Algoritmalar sadece ne izlediğimizi bilmiyor; neye nasıl tepki vereceğimizi de biliyor. Çünkü her tık bir iz, her bekleyiş bir şifre, her tereddüt bir veri...
İnsanoğlunun tarihte ilk defa bu kadar çok bilgiye bu kadar kolay ulaştığına hep birlikte şahitlik ediyoruz, bir o kadar da az düşündüğüne… Çünkü bilgiyle dolu olmak, düşünmek demek değildir. Zihni yönetilen kalabalıklar, özgür insanlar gibi görünüyorlar. Evet, sadece görünüyorlar işte ötesi yok! Eskiden kitaplar vardı ki o kitabın kapağını açmadan içeriğini bilmek mümkün değildi. Şimdi herhangi bir başlık bile her şeyi söylüyor ve saniyeler içinde özetini aşağıya hazır hale getirebiliyor. Bu ne demek? Yani sen daha fikrini oluşturmadan önce başka bir fikrin etkisinde kalıyorsun demek… Zihinlerimiz, reklamlardan daha tehlikeli kodlarla şekilleniyor artık. Sadece ne düşündüğümüzü değil, nasıl düşündüğümüzü de biçimlendiren bir çağı yaşıyoruz. En azından ben kendi adıma öyle düşünüyorum. Zira, bir tercihi yapmadan önce onun “bizim için uygun olup olmadığını” kontrol eden sistemler bile özgür gibi görünen yönlendirmelerden ibaret, Şaka değil, bunlar gerçek.
Bir süredir fark ediyorum ki çevremdeki arkadaşlarım, dostlarım, meslektaşlarım hatta eşim bile yapay zekâ üzerine konuşup, yazmak istiyor. Kimi “yapay zekâ bizi yok edecek” diyor, kimi "işimizi elimizden alacak" diye kaygılarını dile getiriyor. Bazılarıysa, "insanlığın çöküşünü" manşetlerde kalın puntolarla satırlarına taşıyor.
Geçenlerde şirkette öğle yemeğinde bir arkadaşım, “Neden daha çok yapay zekâ yazısı yazmıyorsun?” diye sordu. “Konumun, erişimin, bakış açın var; insanlar seni duyar” dedi. Sustum. Çünkü yazıyorum ama o daha fazlasını istiyordu.
Sonra dedim ki: “Belki de siz hâlâ bu konuyu sadece teknoloji sanıyorsunuz.” Yapay zekâyı kodlardan, çiplerden ibaret görmüyorum. Bu, insan zihninin özgürlüğüyle ilgili. Asıl konuşmamız gereken, insan zekâsı.
Yazdığım bu satırlar belki şimdi değil, yıllar sonra anlaşılacak. Bu yazı bir uyarı değil, bir davet: Düşünmeye, fark etmeye, yavaşlamaya, hatırlamaya çağrı. Gürültüden sıyrılıp kendi sesini duymak isteyen herkese açık bir davet.
Tekrar soruyorum: Gerçekten zihnimizi kimler kodluyor? Ve biz onu yeniden yazabilir miyiz?
Cevap gelecekte değil, tam da şimdi, ekrana bakışımızda gizli.
Haftaya görüşmek üzere. Muhayyilenizin size ait kaldığı günler dilerim.